http://blog.milliyet.com.tr/yukselonacan
50’li yılların ilk yarısı.
Misket oynayan biz çocuklar, gökyüzünden gelen bir sesle başımızı yukarı kaldırıyoruz.
Bir tayyareden (ki; o zamanlar ‘uçak’ telaffuz edilmiyordu,) yavaş yavaş bir şeyler dökülüyor.
Şaşkınlığı geçen az iri çocuklar, hafif esen rüzgârın ilçe dışına sürüklediği bu bilinmediklerin düşebileceği yerlere koşuyorlar. Tayyare, ilçenin batısından doğusuna uçuyor ve yüzlerce şey yere süzülmeye devam ediyor.
Gidenler, güneşin batmasına yakın döndü. Üç tanesi elindekini kokluyor, sonra mutlu bir şekilde derin nefes alıyordu. Her birine koşuşturduk. Bu insana mutluluk veren koku neydi ki?
Bir deniz bekliyorduk. Duvara çarpıp ölmesi gibi
özgürlüğüne uçan bir kuşun. Anlamın
düğüm olduğu zamanlar. Bütün yaraları
denedim. Ağzımda kan tadı. Saklanacak
o su kıyısı uzakta. Dağıldım
yaşlandığım yol için. Hangi çağa gittiysem
Devamını Oku
özgürlüğüne uçan bir kuşun. Anlamın
düğüm olduğu zamanlar. Bütün yaraları
denedim. Ağzımda kan tadı. Saklanacak
o su kıyısı uzakta. Dağıldım
yaşlandığım yol için. Hangi çağa gittiysem