İki “yorumsuz” yazıdan sonra bu kez yoruma, düşünceye, düşüncenin
“özgürlüğüne”açık bir yazıyla yeniden merhaba…Çok sesli, çok renkli tepkilerden sonra bu yazıda tarzımızı biraz değiştirip, sohbet havasına sokalım dedik....Sanırım bir kaç noktada “yanlış algılanma” gibi problemlerimiz var…
Efendim şu an ki ahval içinde kimseye “şirin” görünme lüksümüz olmadığı gibi, yine hiç kimsenin sözcülüğünü, elçiliğini yada kaba bir tabirle
“yardakçılığını” yapacak konumda değiliz..Günümüz şartlarında iyi-kötü, doğru-yanlış ve yalan-gerçek kavramlarının iç içe durduğu bu ortamda yaptığımız, yapmaya çalıştığımız gayretini gösterdiğimiz konu sadece
“düşünmeye davet” ten ibarettir…Gerisini insanların kendi yargılarına bırakmak “insana” duyduğumuz saygının neticesidir…
Eskinin “Ulema”sı, yakın tarihin (halk dilinde) “okumuş”u,ve şimdinin “Aydın”ı hakkında gerek düz yazı, gerekse bazı şiirlerimizde geçen yakıştırmalardan dolayı, incinen sitemde bulunan bazı arkadaşlarımız oldu…Zaten bu günkü konumuzun ana başlığı da bu…Aydınlarımız…
“Aydın” kelimesi çok seçenekli, göreceli bir kavram…Havanın durumu, Rüzgarın yönüne göre değişkenlik gösterebiliyor.Basit bir Türkçe sözlükteki
anlamı: Okumuş, ileri düşünceli kimse…
Elbette biz bu kelimeyi bu kadarla sınırlı tutmayacağız…Biraz açalım isterseniz…Birlikte…
Hiç Çin’ li bir Aydın nasıl olur diye düşündünüz mü? Küçük çekik gözleri ile size ülkesinden bahsettiğini düşünün…Ülkesinde Demokrasi olmayan Aydın…Bir çocuktan fazlasına yasa gereği izin verilmemiş Aydın…Ülkesinde
stadyumlarda bazı suçları işleyenlere karşı önce bir tabak pilav, sonra ense köküne bir mermi ikram edilen Aydın…Ne oldu? Çok mu canice geldi..
Böyle bir ülkenin Aydını olamaz mı? Yada daha kritik bir soru…Olursa, nasıl olur?
Peki Hintli bir Aydın? Öküze tapılan bir ülkenin Aydını…Trafiğin bile bu şirin hayvanlar sebebi ile yeri geldiğinde durma noktasına vardığı, kazara birini ezseniz ağır suçlara çarpılacağınız bir ülkede nasıl Aydın olunur? Efendim? Duyamadım? Yok mu dediniz?
Ya Kongo? Sizce orada ormanda yaşayan Kabilelerde ki büyücülerin vasfı nedir? Büyücü mü? Falcı? Öğretmen? Doktor? Bilge?
“Bir gergedan avlayacaksın...Boynuzunu bakır kapta altı saat kaynatıp,
evinizin bahçesinde dokuz tur atarak suyunu toprağa serpeceksin…Artık kötü ruhlar seni rahatsız etmeyecek…”
Bilin bakalım Hiroşima’ya atılan atom bombasının mucidi kimdir? Çin’li bir sokak serserisi? Hintli bir dansçı kız? Afrikalı bir kabile şefi? Batılı bir Aydın olabilir mi?
Okumuş…İleri görüşlü…
Ya onu atanlar…Ya atıldığında ertesi gün Amerikan basınında yapılan yorumlar…Üç yaşında bedeni kavrulan küçük kızın teninde ki “Siyahlığın” sebebi, failleri, “cahil” kimseler olabilir mi sizce…
Aydın deyince ne anlıyoruz? Yazar mı? Şair mi? Mühendis mi? Akademisyen…
Doktor…Pilot...Peki Milletvekili hangi sınıfa giriyor? Hani şu “yönetenler…
”Neyse..Bu işin esprisi..Konumuz bu değil…
Son yazdığım bir şiirde aynen şu cümle geçiyordu…
/”Aydın” denilen “hain” tiplemesi…/
Bu ve benzeri cümleleri son zamanlarda çok sık kullanıyorum..Gerekçelerim var tabi…Ama özellikle bu son cümle oldukça fazla tepki aldı…Kimi “Faşist” kimi “Görgüsüz” kimi de “Bağnaz” yakıştırmalarında bulundu…Hoş, kimi milliyetçi çevrelerden de “güzel iltifatlar” almadık değil…Burada yazmanın olanağı yok, mazur görsünler...
Bir çok konuyu çok iyi biliyor olabilirsiniz…Çok kültürlü, çok saygın, çok bilgili…Ve kendinizi akla gelebilecek bir çok konuda iyi yetiştirmiş olabilirsiniz…Bu özellikler sizi “Aydın” yapar mı? Bakın Aydın konusunda Gazi Mustafa Kemal ne demiş…Okuyalım, ondan sonra tartışalım…
“... bir ulusun kafası bozuk oldu mu, orada halkın büyük çoğunluğunun amacı başka bir hedefe, kendilerine ‘aydın’ denilen kesim ise, başka bir zihniyete sahiptir. Bu iki kesim arasında, tam bir uyuşmazlık, tam bir karşıtlık vardır. Aydınlar, asıl kalabalığı kendi amacına yönlendirmek ister; halk ve yoksullar ise, bu aydınlara bağlanmayı istemez; o da, başka bir yön belirlemeye çalışır. Aydın kesimi, yol gösterip akıl vermekle, çoğunluk halkı, kendi amacına inandırmayı başaramazsa, başka araçlara başvurur, halka hükmetmeye, ona zor kullanmaya başlar; halkı baskı altına almaya kalkışır. İşte burada asıl irdelenecek noktaya geldik. Biz halkımızı, ne ilk yöntemle,ne de zor kullanıp dayatmakla, kendi hedefimize sürüklemeyi başaramadığımızı görüyoruz, neden? ..”
Bu cümleleri alıp şimdiki zamana koyarak değerlendirelim…
Mustafa Kemal’in “Aydın denilen kesim ise, “Başka” bir zihniyete sahiptir” cümlesinde ki “Başka” kelimesine dikkat ediniz…Ve Bu “başka”nın nedenlerine doğru yöneliniz…Bir “Aydın” kendi halkından daha ileri görüşlü, daha bilgili, daha sosyal, daha aktif olabilir ve olmalıdır da…Ama daha başka olamaz…Olursa ne olur? Sanırım bunun cevabı yeterince açık…Devam edelim…
“... (çünkü) bunu başarmak için,” aydın kesimiyle halkın zihniyet ve hedefi arasında, doğal bir uyum olmak gerekir”; yâni, aydın kesiminin, halka vereceği akıllar, “halkın ruh ve vicdanından alınmış olmalı.” Oysa bizde, öyle mi olmuştur? Aydınlarımızın halka gösterdiği yollar, ulusumuzun ruhundan alınmış idealler midir? Kuşkusuz hayır! Aydınlarımız arasında çok iyi düşünenler vardır; fakat genel olarak şu yanlışa düşeriz ki, inceleme ve araştırmalarımıza temel olarak, neredeyse daima kendi ülkemizi, kendi tarihimizi, kendi geleneklerimizi, kendi özellik ve gereksinimlerimizi almayız. Aydınlarımız belki bütün dünyayı, bütün diğer ulusları tanır, fakat kendimizi bilmeyiz...”
Evet…Sanırım bu “başka zihniyet” cümlesinin açık cevabı burada verilmiş oluyor…Aydının vereceği akıllar, “halkın ruh ve vicdanından alınmış değilse” o ülkenin geleceği karanlığa bürünmeye mahkumdur…Yani kendine değil de, “bir başkasına” benzemeye çalışan ”Aydın” kendinin değil,”benzemeye çalıştığı toplumun Aydınlığı için” çaba gösterir…Örneği değiştirip Yazar, Şair kavramından çıkararak çoğaltabiliriz…”Başka Zihniyette olan” Aydın bir Bilim Adamı, Aydın bir Öğretim Görevlisi, Aydın Bir Subay…
Allah Korusun ama, hele bu dönemde “Başka zihniyetli” Aydın bir Genelkurmay Başkanımız olduğunu düşünsenize…Irak’a girelim..
ABD bizim yakın dostumuz, canımız ciğerimiz diyen…Ne olurdu halimiz?
“... aydınlarımız, ulusumu en mutlu ulus yapayım der; başka uluslar nasıl olmuşsa onu da aynen öyle yapalım der; fakat düşünmeliyiz ki, böyle bir düşünce, hiçbir zaman başarılı olmamıştır. (Çünkü) bir ulusun mutluluk saydığı şey, diğer ulus, için felaket olabilir; aynı neden ve koşullar birisini mutlu ettiği halde, diğerini mutsuz edebilir. Onun için halka gideceği yolu gösterirken, dünyanın bütün bilimlerinden,buluşlarından,gelişmelerinden yararlanalım, ama unutmayalım ki, asıl temeli içimizden çıkarmak zorundayız...”
'Asıl temeli içimizden çıkarmak zorundayız…' Kim çıkaracak? Nasıl çıkaracak? Neyle çıkaracak? Bazen düşünmüyor değilim…O dönemlerde yaşamak isterdim…Hani şu ülkenin dört bir yanında Hep birlikte başlatılan eğitim-öğretim seferliği, tarım ve sanayi alanında yapılan devrimler, Onurlu iç ve dış siyaset dönemleri…Acaba Atatürk öldükten sonra, bu ülkede rejim mi değişti? Yoksa rejimin sonraki sahiplerinde de “Zihniyet mi başkalaştı…”
“… milletimizin tarihini, ruhunu, gelenek ve göreneğini, doğru, sağlıklı, dürüst bakarak, görmeliyiz. İtiraf edelim ki, hâlâ ve hâlâ, aydın kesiminin gençleri arasında”, halkla ve yoksullarla uyuşmazlık sürmektedir. Ülkeyi kurtarmak için, bu iki zihniyet arasındaki ayrılığı durdurmak; yürümeye başlamadan önce, bu iki zihniyet arasındaki uyumu gerçekleştirmek gereklidir. Bunun için de, biraz halk kitlesinin (yoksulların) , yürüyüşünü hızlandırması; biraz da aydınların, çok hızlı gitmesi lâzımdır. Fakat, halka yaklaşmak ve halkla kaynaşmak,daha çok ve çok daha fazla, aydınlara düşen bir görevdir...”
Mustafa Kemal böyle diyor ama, bu günkü “Aydın” tiplerine “başkaları tarafından verilen” “başka görevler” var…Mesela “Amerikan usulü Demokrasi” eğitimi vermek gibi…Mesela bir Mason icadı olan“İnsan Hakları” derneğine üye olup,“kendi ülkesi aleyhine faaliyet göstermek” gibi…Mesela kendi halkının büyük bir bölümünü “aptal” olarak nitelendirip, sosyalist şovenist “şirinlikler” yapmak gibi…Mesela “Dış Emir” ile kurduğu onlarca derneğin başına “Türkiye” İsmini koyup, “Türkiye” aleyhinde her türlü dış bağlantı örgütleri ve dış istihbarat birimleri ile Ortak hareket eden “Sivil Toplum Örgütleri” yapılanmasına gitmek gibi…Mesela “Turizm”adı altında, “çok kültürlülük” kavramını esas alarak “etnik ayrılık” düşüncesini yerleştirmek gibi… Mesela mesela mesela…
Kelimelerin “sihirli” bir yanı vardır…Ve “Zihniyet Başkalaşımına” tabi olan bu “Aydın Tipleri” bunu çok iyi bilirler…Kullanmakta, uygulamakta oldukça mahir olduklarını söylememize gerek yok sanırım…Ancak bu maharetleri, onların “Hain” sıfatlarını fark etmemize, görmemize ve anlamamıza engel teşkil etmez…
”Kendi” olmayı başaramamış insanların, “Dönüşmüş” “Başkalaşmış” fikir ve davranışları, bu insanları sadece ve sadece “okumuş” yapar…Lakin “Aydın” olabilmek bundan çok daha fazlasını gerektirir efendim…Siz hiç, “Türkçü” bir İngiliz aydınına rastladınız mı? Alman, Fransız? Efendim, duyamadım?
Hepinize 'Aydınlık' yarınlar diliyorum efendim....Saygılarımla…
Uğur Deniz ÜlkegülKayıt Tarihi : 18.4.2005 11:57:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Uğur Deniz Ülkegül](https://www.antoloji.com/i/siir/2005/04/18/analizler-iii-aydin-tiplemesi.jpg)
kutlarım.
Zekî dokunuşlarından ve 'gerçek aydın' tavırlarından ötürü, hepsinden önemlisi de bunu dile getiriş tarzından ötürü seni kutluyorum!.
Seni okumak bir zevk... Şiirlerin de dahil elbette buna!
Sanırım biraz geç kalmışım:)
Arayı kapatmam gerek:)
ATA / Anlayana Sivri...
TÜM YORUMLAR (2)