50][Abdülaziz Mecdi '...padişahım gönlünüzü ferah tutunuz. Millet sonuna kadar mücadele edecektir' der.
[Vehbi Hoca: 'Millet son damla kanına kadar, vatanını savunacaktır.(...) padişahım buna güven buyurunuz'] der.
[Rauf Bey devamla; 'Hoca Efendiler zat-ı şahanelerine hakikati söylüyorlar padişahım. Millet sınırları içinde bağımsızlığını ve makamınızı kurtarmaya kararlıdırlar. Millet sizden bu harekete taraf olup imza koymanızı istirham (yalvarıyorlar) ediyorlar. Aksi halde son, çok tehlikeli görünüyor. Siz kuşatılmış vaziyettesiniz. Bunun için imza yetkinizde yoktur'] der.
Padişahın acizli telkinini, ihanetini bile anlamayıp, körü körüne mazeret bulan bir mantıktır bu!
[Sinirlenen padişah kızgınlıkla ayağa kalkar ve bağırır'. (Bu millet ne ola ki) millet koyun sürüsü, (onlara) bir çoban lazım. O da benim'] der. Yani [onalar nasıl karar alır. Onlarda kim? Kim oluyor da, kimi kurtarıyor! Burada benim sözüm geçer], demiş olur ve konuşmayı bitirir.
..
Sanat sömürü bilmez. Aksine, fikren, duyguca ve kullanım sürecince, sanatın kendisi sömürülen yararlanılandır. Anadolu (Gazi) Hareketi, kendi dışına eperiyalist olmayan bir amacı olmakla tüm mekanik savaşlardan ayrılıp, konusu toplumunun yararı ve yararlanması olan bir faydacı sanattır.
Sanat kendi yanlışlarını da yansıtan bir diyalektik oluşumdur. Anadolu (Gazi) hareketi de uygulama aşamalarında, yanlışlar sapmalar yapsa da, temel yapıyı gerçekleyen amacı, kendi toplumunun bekası olan ve insan aklının (naklin değil) ürünü olan, sistem gerçeklenmesi tam bir diyalektik sanatıdır.
Anadolu hareketi bir etkileme gücü olarak da, sanattır. Estetiksel (kendisine özgü imeceleşen devinim ve karma ekonomi politikalar gibi koyuşlarla) doyurucu olaraktan sanattır. Sanatın toplumsal oluşudur.
Anadolu (Gazi) hareketi, akıl ve bilimsel seçeneklerin eşliğinde; güzel ile uğraşır olması (devrimler süreci) güzelin göreceliği içinde yanlışları (sürecin aksayan yanlış uygulanan yanlarını) taşır olmasının kabulü ile bile, bir sanattır; estetikliği de buradadır.
Nesnel yaklaşım açısından da bir sanattır, ilişki ve ilişkilenmesini göksel nakilden değil de; yerdeki mevcut üretim araçları, üretiş ve paylaştırış gerçeklenmesi ile ilişkileyip düzenleyen bir nesnellik ve bunun güzel ve estetik anlam ilgisini kurmuş olmakla, soyut çıkarım anlayışı ile bir sanat tavrıdır.
Laik (akılcı) yapılı sanat yaklaşımı açısından, özel var edişlerle, özne öznellikçi sanat oluşunu ortaya koyuyordu.
..
93]Atatürk'ten sonra, proje koyamayanlar, hızlı bir proje düşmanı olacaktılar. Çünkü yapacakları köktenci yüklenimlerin ağırlıklarını sanki üslenemez oluşun, yapılanlara değin dedikodusu içinde idiler. Başkaca lider oluşmalarına ilişkin, hiçbir üretici projeleri yoktur. Politikasızlığın adı politika olacaktı. Politikasız politikalarla da politikacı olacaktı. Yani genel yararlıkla, verimli, üretken, gönenci bölüştürür, ilerici ufuklar ortaya koymalar yerine; yapay oluşturulan, palyatifçe, günlük tüketilme ağırlıklı tercihlerden yana olan politikalar ortaya konacaktı.
Bu tür politikalar, siyaseten; sıradan, herkesin kolaylıkla, lider olmadan yapabileceği rutinlerdir. Artık vizyoncu (geniş görüşlülükle uzak görüşlülükler) olamadan, kişileri allama pullamayla, vizyoncu yapmanın sergilenmesi, gözbağcılığı sırasıdır. Kalabalık yurt gezileri ile bu gezilere dek gezi tantanaları yapılacaktır. Lider olamama, yönetememe zaaflarının kapatılabilmesi için de, şov gereklidir! Eğer bu gezinin müdavimlerinden iseniz, bu gezileri anlatmakla bitiremeyeceğiniz! Hayat dolu anıları, bir pehlivan tefrikası gibi döndüre döndüre, anlatacaksınızdır!
Ama artan işsizlik, patlayan pahalılık ve bölüşülemeyen refahın, uçuruma giden eğitim politikalarınızın oluşu, gittikçe uçurum yaratacak olan sefalet eşmeleri, değer duygularının sarsılması aslında, vizyon kalitesi olacaktı. Bu geziler, hem pratikte, hem uzun vadede; ülkemizin pek pek yararına, hayrına olmayacak seyahatlerdi. Bu yetersiz politikacıların ağızlarından çıkan her sözü, kılı kırk yararcasına, tefsir edilir olacaktı.
Yorumlar, söyleyenin dahi aklında geçmeyen, söyleyenin ufkunda bile olmayan, kavramsal anlamlaştırmalara götürülürdü. Yani müritleri (işbirlikçileri) şeyhi uçururdu. Sözleri, ballandırıla ballandırıla anlatılır. Böylelikle hiç olmayan hayali giydirilmiş, sanal bilinç ve kişilikler yaratılırdı. Orta terde dişe dokunur bir şeyin olmadığı ve yalan talan gözükür olduğunda da şak şakçılar, hızlarını alamazlardı da kişi soylarını, peygamber soylarına dayandırırlardı. Ki öyle olsa ne yazardı?
Kurtuluş Savaşı azimle, kararlıca, hünerli ellerin diyalektiğiyle, rotasının varlığı ve ufkunun yöneyle şeşi ile kazanılmıştı. Ama asıl savaş şimdi ve daha bir meşakkatli olarak içte başlayacaktı. Bu savaş hem bir aydınlanış olacaktı. Hem de temeldeki kazanım ve tutumların, kazanılmış hakların müesses ilerlemeci mevzilerin, savunulmasını sağlayacak bilinçlenme olacaktı.
..
Seni sevmek demek
Anafartalar'da Samsun'da
Yanmak...
Sivas'ta, Meclisle buluşma
Bacada duman
Paçalardan tutuşmak
Mahşeri vicdanla
Anıtkabir gönüllerde
Gerisi güman...
..
31Bir kere Atıf Hoca, bir toplum adamı değil, tam bir halk adamıdır. Çağdaş güncel değerlerden azade olup, görüşleri tamamen dinsel referanslar üzerine oturmuş, öznelci soyut, toplumsal günce dışı öznel zeka pırıltısıdır. Zamanında sanayi toplumunun çelişkileri tartışılıyor, rejimler tartışılıyor, 1916 yılınından itibaren görecelik yasasının, toplumsal temele referans edilmesi konuşuluyordu. Ama muhterem bunlardan habersizdi.
Güncelde, eski meşveret usülleri yerine; ikili meclisler, bakanlar kurulu,toplu pazarlıklar, sivil örgütler çeşitli mahkemeler, işçi işveren sözleşmeleri vs. vızır vızır çalışıyordu ama muhteremin bunlardan haberi yoktu. Savlarını eski gelenekçi meşveret zeminine oturtuyordu. Ama bu da güncelin cevabı olamıyordu. Yine de ne gamdı! Eski ittifakı yapı oluşmasına dek karşı toplumdan olana benzememe kurumlaşması kimlikleşme usüllerine dek olanlarla; yine eski meşveret usülleri gibi etnikçi halkçı öznel değerleri, toplumsal referanslara zemin hazırlama mantalitesi ile, topluma değin olan zorunlulukların, zaaf bilmezlikleri içindedir Atıf Hoca.
Sosyal yapı itifakı içinde olan etnik yapılar, bir takım hak ve yükümlülüklerini boyunlarında taşıdıkları amuletlerle (muska, totem ikonuyla) tanıyıp, biliyorlardı. Amulet olan muskaları taşımalarıyla ne tür bir kimlik kazanıp kazanmadıklarını ve bu kimlik muktedirliği ile yapabilirlikler, yapamazlıklara dek tabu(yasa) iş eşmesi kazanıyordu. Kimin kiminle evlenmesi ya da kiminle evlenmemesi gibi hakların sahibi oluyorlardı.
Çünkü ortada henüz özel adlar bile yoktu. Amulet sizin kılan adınızdı. Sosyal birlik aidiyeti olan totem isim kimliği yürürde idi. Bu sizin karşı tarafa benzememenize değin anlayışınızın da, inançlaşmanızın toplumsal kurumlaşmanızın da temelidir. O şartlarda totem kimliğiniz, karşı totem kimlik tarafla evlenme hakınızı meşruluyordu. Aynı muskayı (amuleti) taşıyanlarla aynı totem kimliklilerle, kendi klan kardeşlerinizle, evlenilmemesi yasağı, bu kimiklerle belgelenen tutum ve davraşınız idi.
İşte çalışan bir zekaya sahip Atıf Hoca bu çok uzun tarihi seyrin bilmezliğinin ve halkçı geleneklerin referansı ile topluma bakıyordu. Sırf eskinin karşı tarafa benzememe, kimlikleşme halkçı tabusu ile şapka giymemeyi öneriyordu. Oysa toplumsal kimlik, nüfus cüzdanları ile sağlanıyordu. Toplumsal bilinçlen, toplumsal meşveret ortaya çıkmıştı. Toplumsal vatandaşlıklar bunlardan apayrı bir bilinç ve yatkınlaşma refransı idi. Atıf hocanın toplum bilinci yoktu. Fakat yüksek bir halkçı bilinci vardı. Sosyal kültürü hıfzetmede, yorumlamada çok mahirdi. Toplumsal bilinci ve tarihi akışı kavramada oldukça ıskalamış, geleceğe dek ufku olmayan, konjonktürü kavramamış, katı bir şeriattçı idi.
..
6Her mekanik savaşın sonucu zorunlu bir mimari yapılaşmaya gider, Yani az az da olsa bir inşa söz konusu olacaktır. En azından savaşın izi olan harabe yıkıntıları, sarılmış görünecektir. Oysa Anadolu hareketinin sürekliliği, devrimsel yapılaşma ile devamlı sürdü. Sadece beşeri dış düşmanın işgalini def etmekle görevi bitmiş saymayan, süreçler içindeki devamlılıktır. Halkın büyük bir kısmı, devrimlerin bilincinde olmayabiliyordu. Hele halkın ulül emir dediği halifeliğin iradesini, kendi iradesi bildiği yapıdan geliyor olması, demokratik atılımların kabulü bağlamında, tam bir handikaptı. Seçme seçilme gibi bir demokratik hak halifeliğin nezdinde, şeran aykırı bir uygulama gibi olabilen durumdu. Yeni süreç içinde halkın seçmen olma gibi bir demokratik görevi de vardı. Seçmenlik gibi demokratik görevi, halkımız kullanır oldu. Halkın seçme seçilme uygulamasını sahiplenir olması, yine halkımızın, yeni süreci kısmilikle de olsa, benimsemesi, bir mucizedir.
Bu, var olan bir tomurcuğun, şartlarında açılması idi. Anadolu çiçekleniyordu. Eskisinden kopuşla, bir üretimin paylaşım yapılaşması, ilişkisine dönüşüyordu. Eski süre gelen yapıya göre yeni yapının algılanışı içinde verilenler gasp ve şiddet gibi gelecekti. Bu ikili dinamik, uyum ve uyumsuzluk; yeni çiçeklenme durumu için, kazanılacak hak ve yükümlülükler de, bir devrim süreci oluyordu.
Yani, yeni haklar edinme ve hak gaspı var kuruntusuna kapılma, kendi zaman zeminindeki sosyal koşulların yine kendi izafi çelişmelerinin, somut oluşmasını yaşıyordu. Olayların hızı, halkın olup biteni kabullenmesine göre çok hızlıydı. Olayların hızlı olması nedeniyle oluşan, halkın kimi uyumsuzlukları olmuştu. Ki hiçbir dönem için adeta olmasa olmaz türü kaçınılmazlıklardır bunlar. 2008’de bakılışla, bazı kerameti kendisinden menkul aydınlar için de bu olumsuzluklar, savunulacak akıl ve fikir özgürlüğü olacaktan bir, akıllılığın nazar boncuğunu temsil edecektiler!
Dünün köhne yanıyla savaşan toplumların yarınları; verimlilik harcı ile oluşurdu. Bu başarılamadı mı, aklın iç sinmesine, aklın verimliliğine, sığdırılamayan sürüş ve uzanımlar, naklin kolaycılık ve menfaat ilişkilenmesine bürünürdü. Bu gibi bürünmeler de, kişiler ve zümrelerin, oligarşik olan ikbal süreçleşmesine dönüşürdü. Atatürk’ten sonraki süreçlerde, Anadolu’nun doğumu, rahimde boğulacak bir harekete dönüşecekti. Artık bu dinamikçi rahim hareketi, başı bağlı doğmaya başlayacaktı.
Bu türden köhnelikler, uygarlık düzey ve düzlemi diyerekten içimize sığışıyordu! Yine düşün ve fikir anlatım özgürlüğü diyerekten, bin yılların üretim, tüketim ve paylaşım ilişkilerinden kaynaklı; efendi, köle gibi ağalık tutumları, güzel ahlak diye bizlere tarif ediliyordu. Ruhani sınıf ilişki ritüelleri, zaman zemin şaşması ile bir ilişkisizlik olaraktan, cüppeleşiyordu. Bunlar kendi sanatını, kendi yaratısını koyamayan toplumların halklaşması ve gerileşmesinin bir tutumu idi. Halklaşma eğiliminin içinde süregelen geleneklerine, göreneklerine irca olunan referanslaşmaların bile, eski bir olguyu geçmişle izafileşen bir hareketi, temsil ederliği unutulmamalıdır.
Hem başımız bağlı, hem de uygar olunamaz mı? Bu, hem göreceliliği bilip de, hem de evrensel hıza (ışık hızına) mekanik hızı (kuruntularınızı) eklemektir. Hem kaosu bilip, fraktallerin, glukasyonların, bifulgarisyonların vs.nin dalgalanma alanın da olmayan, yer zaman ilişkisi olmayan ilişkileri, bu zaman içinde dalgalandırmaktır. Bu, hem evrimi bilip, vücudun bağışıklık sisteminin, evrime isnaden kendi direncini artırıp hastalıkları yok eden süreçlere siz, nazar boncuğu takaraktan, hastalığı, ya da gözdeğilmesini yok etmeye, kendinizi inandırma ile ne kadar bağdaştırırsanız, başımızın bağıyla (başın bağı fikir koyuşun anlatımı olacakla) uygarlığımızla da, o kadar bağdaşırdır.
..
9]Ali Galipçi, Çerkez Ethemci asayişsizlikler, Çapanoğulları, Adapazarı, Düzce ayaklanmaları; Konya Deli Baş ayaklanması, 1. ve 2. Anzavur ayaklanması vs. ile Anadolu direnişi akamet uğratılıp boğulmak istenmiştir. Yine Anzavur komutalı dinci ve dinsel amaçlı Hilafet ordusu gibi karşı direnç odaklı olumsuzlukların da, dinsel, kimi cami destekli, kurtuluş savaşını akamete uğratma amaçlı bir karşı olunuşlae içinde olduğu da hemen aklımızın yanı başında olmalıdır.
Bir araçsal parça, unsur olan manevi katkınlıkta oluşmaları, hepten de, masummuş gibi görmezden gelmeyelim. Yine buradan da, tüm dinsel oluşmalar suçlu ve karşı dirençmiş gibi asla ve asla görülmemelidir. Çünkü bunlar kurtuluş felsefesinin asli unsuru değillerdir. Abartılı ve akılcı olmayan ortaya konuşlarla, bunlara pay çıkaracağız derken, oluşum muhatapmış gibi zarar görür.
Hele daha sonraki Şeyh Sayıt ayaklanması. Milli Aşiretler ayaklanması, Ermeni İntikam tugaylarının fırsatçı hareketleri, Karadeniz'de Rum Pontusçu isyanları, Demirci Mehmet Efe isyanı içinde, Anadolu hareketi nasıl başarı ile çıktı? Bu iyi bir analizin konusudur. İşte böylesi büyük ve kutsal bir hareketi, asker ya da cami bazında veya inançlı inançsız eksenli görürsek; iş, içinde çıkılmaz bir cılızlık olur.
Bir ülkenin işgali inançlılığın yâda inançsızlığın bir ürünü olmayıp, emperyalizmin sömürge işgali idi. Direnişte sömürüye karşı olmanın fevri bilinç ve direnci de bu sömürüye karşı oluştu. Emeğe, özgürlüğe, sahibiyetçi oluşlara sahip çıkma zorunlu gayreti idi. Bu bilinci ortaya koyanlar dindar da dinsiz de; Müslim de, gayri Müslim de; kadın da, erkek de; çocuk da, genç de; efe de, yörük biçimli de; olumlu da, olumsuz da; oluşmaların içinde belirecektir ve belirmişlerdir de.
Tüm bunların içerisindeki olumluluklarla var bulunanlardan sadece bir tekleri olan cami, efe hareketi gibi oluşmalar dahi, öz hareket değildirler. Ama öz harekete katkın olanı da var, karşı olanı da var olan katkınlıktırlar. Bunlar hedefin kullanılan meşru ve gerçek gereççi yöntem ve araçlarıdır.
..
32]Eğer Vahdettin'in böyle bir duruma, Anadolu harekatına, samimi olaraktan sahiplenişi var ise! Böyle bir şey, olsa olsa, ne şişi yakma, ne kebabı yakma, babında olabilirdi. Bu hal belki de çaresizlik sarmalındaki şaşkın, padişahı; iki bakımdan da kurtaran bir can simidi olurdu:
1-Anadolu hareketi, Mustafa Kemal söylemleri ile zihinlerde adeta bir efsane gibi şekilleniyordu. Mustafa Kemal halkın gözünde bir yandan eşsiz bir Çanakkale muzafferi, diğer yandan Yıldırım Orduları kumandanı idi. Padişah, Mustafa Kemal'in halk nazarındaki itibarını öyle bir kalemde silemezdi. Bu, kendi suyunu ısıtmak olurdu. Şu aşamada bunu göze alıp yıpranamazdı. Aynı şekilde, arkadaş grubu da böylesi seçkin yararlılıkları olan, vatan sevgilerinden şüphe duyulamayacak kişilerdi.
Bu heyetin halk nazarında bir teveccühleri vardı. Padişah şimdilik bu heyete çatarak halkın sevgisini karşısına almak istemeyecek olmasından da kaynaklanan, bir zuhurat vardı. İşte padişah böylesi bir güç karşısında, tutunamazdı. Üstelik böylesi bir oluşmanın istihbaratını yapmış olması da, padişahta sinsi bir plân uygulamasına değin fikircini uyandırır olabilecekti.
Padişahın asıl amacı, kendisinin az çok etkisinde olan bu kabilden kişileri, gevşek de olsa emrinde tutabilmesi olmalıydı. Bunun için de kurmay heyetin halk üzerinde uyandırdığı cezbedici olumlu etkiyi ve halkın umudu olan bir kurtarıcı efsane oluşlarına dek sevgi desteğini, böylesi bir hesapçı olacaktan şirinliklerle, elinde bulundurabilirdi. Üstelik yeni durumun, belirsizliğini koruyan oluşmaları içinde, bu tür söylemleriyle de, halk nazarında sureti haktan görünebilir olmasının da akılcılığı idi.
2-Padişah eğer böylesi bir kurtuluş hareketini, destekleme politikasıyla yüreklendirdi ise! Zaten bitmiş bir Anadolu'da, direnişçi kurmayların, hiçbir şey yapamayacaklarına inanıyor olması vardı. Ve bitmiş bir Anadolu'da, kurmay subayların elinin ve kolunun bağlı olacağını bilir olmanın sanısı ve pekin bilgisi de vardı. İşte böylesi kurnazlıkla bu kadroya desteğini vermesiyle padişah, halkın desteğini de yanında hissedecekti. Padişah böylece, bir taşla üç kuş vurmuştu. Ama bu tam bir yanılgısı olacaktı.
..
33]Geçmişlerinde Trablusgarp, Bingazi direnişiyle, Yıldırım ordusu komutanlığıyla, Balkan direnişiyle, Hareket ordusu kumandanlığı ile hele hele Çanakkale savunması gibi başarılar nedeniyle; halkın bir çırpıdan gözlerinde silinemeyecekleri denli, güvenini ve teveccühlerini kazanmış emin insanlar idiler. Halk tarafından yönrtim tarafından tanınıyorlardı. Ve bunlara karşı her hangi bir girişim, hiç yoktan bir gaileyi başa sarmak olurdu. İstenmeyen, çığlaşma, karşı reaksiyonu doğurabilirdi. Bu göze alınamazdı. Sesiz ve derinden İngiliz oyunlarıyla, alicengiz oyunları ile bu gaile halledilmeli idi!
Bir başka olasılıkla da padişah, işgalcilerin kuklası olarak yediği baskı ve zılgıtlardan böylesi bir kaçışın bahanesi ile işgalcilerin zılgıtından kurtulacaktı. Velev ki Mustafa Kemal'i padişah kaçırttı. Padişah, bu izinli göz yumma olayını(!) gerçekleştirmekle bir taşla beş kuş vuracaktı. a-Padişah hem başarısız olacak, bir maceraya izin vermekle, halkın teveccühünü kazanacaktı.
b-Böylece bunlar yüzünden işgalciler karşısında bir daha başı ağrımayacaktı. c-Hem de işgalcilerin İstanbul'da olan her olayda sarayı sorumlu tutmalarına karşı bir misilleme argüman yaparak işgalcilere diyecekti ki; 'bakın siz bile, kumanda ettiğiniz, denetim bölgenizde, bu asileri elinizden kaçırdınız'; 'Ben ne yapabilirim ki' kabilinden diyebileceği bir töhmetleşmeyi yapacaktı. d-İşgalciler padişahın, bu güya göz yumuş manevi güçlenmesini de gizli istihbaratla lehlerine kullanacaktılar.
e-Bu iyi bir kozdu. Tereyağından kıl çeker gibi, hem işgalcilerin zılgıtından, hem de aksi bir durumla, bu kadroyu ani bir tutuklatmak zorunda kalmakla, halktan olabilecek, olası kafa tutar başkaldırılardan sıyrılacaktı. Bu iki baskı ve belayı, alicengiz oyunu ile savuşturmayı, padişah başaracaktı. Ne ki böylece padişah kendi açısından ne şişi yakmış olacaktı, ne de kebabı, yakmayacaktı.
İki tarafa, sizdenim diyerek, mavi boncuk dağıtmanın, çirkin, kirli siyasa ve entrikasıdır bu! Kurmaylara da, belki de iki yüzlülükle; 'Bakın evladım! Ben istesem de yararlı bir şey yapamıyorum. Siz bari Anadolu'ya gidin de, halkı kurtarın! 'diyecek kadar, bir İngiliz oyunu gibi düşünülecek bir oyundur. Tabii ki baştan beri yapılan değerlendirmeler; ‘ eğer padişah hareketi destekledi ise’ postülası üzerinedir.
..