ANADOLU’ NUN DİLİ
(BU BİZİM ÖYKÜMÜZ)
Nereden başlasam dostlar,
nasıl anlatsam.
Destan mı söylesem,
ağıt mı yaksam.
Tepeden tırnağa bu bizim öykümüz,
at gibi,
avrat gibi,
kıçımızda ki don gibi
bu bizim öykümüz.
Daha dün,
erenler dergahında semah dönerken
kılavuz oldu bize
allı turnalar,
telli turnalar
ve düştük yollara
yük değil
dert taşıdık heybelerimizde
Beylerimizi, paşalarımızı taşıdık
geldik bu güne
çulsuz,
çuvalsız.
Şimdi dönüp de baksak arkaya
Türkmeniyle, Tatarıyla
bin yıllık göç gelir.
Heybeler bomboş,
inanmak güç gelir.
Şimdi dönüp de baksak arkaya
bir yanımız sızı
bin yıllık umut,
öte yanımız kasırga
kapkara bulut.
Hangi yandan
nereye baksam,
nereden başlayıp,
nasıl anlatsam
destan mı söylesem
ağıt mı yaksam
Şaşırdım dostlar
şaşırdım vallahi
“Değirmende döner taşım
sevda değil bu bir hışım... ”
Un öğütmeyen taş başımıza çalınsın
çalınsın,
çalınsın da yufka yürekler biraz alınsın
alınsın,
alınsın da
öçler alınsın.
O bir rivayet,
-bin yetmiş bir- le başlar.
Oysa ben toprakla var oldum,
toprakla yoğruldum.
Döl, döl çoğalıp
dağ, dağ ayrıldım.
Yok tu sınırlarımız
Alpaslan da kim?
Ben, Bedrettin’i bilirim
O, rençper dostudur
Haymana Ovası’nda semah dönende,
bire yüz verdi başaklar o yıl;
ve dağları bilirim
fermandan yüce dağları,
Dadaloğlu nu, Köroğlu nu
Onlar şahidimdir
aç kaldım,
susuz kaldım
ama onurumla yaşadım
Erciyes gibi
Hasan Dağı gibi
Haram olsun bana
anamın ak sütü
bir kez boyun eğdimse
zalımın zulmüne
Dar ağacı kurulurken
Şah diyen baş vurulurken
Pir Sultan’dım ben.
Canım zalım elinde
türkülerim dost dilinde
adım kaldı
ahım kaldı
yeşerdi dar ağacım
dal, budak saldı
ve bir gül açtı
bir bulut kaynadı Sıvas ilinden.
Kılıç çaldı Yavuz
köpürdü
coştu
renk verdi Kızılırmak
Haram oldu dostlar
haram oldu bize
bu ilde durmak.
Dağıldık dört yana
Bozok Yaylası’na
Munzur Dağları’na
sonra da Celali olduk
Koçğirili,
Dersimli olduk.
Ödeyemedik vergilerimizi
Göndermedik gençlerimizi Tunus’a, Yemen’e
Eşkıyaya çıktı adımız
kıraç topraklarda fermanlar boy attı
Ferman, derman doğurur
emanete ihanet olmaz dedik
sarıldık silaha
sığındık toprağa
taşıdık mirasımızı dededen toruna
tarhana çorbamızı içercesine
cemlerde semahlar çekercesine.
Kopuktu,
yoktu bağlarımız
biz bize el olduk,
kızıl bir gül olduk
yeşerdik her bahar kendi bahçemizde
taaa ki saray birleşene dek
toprağımıza göz dikmiş yedi düvelle.
Her dağda bir ataş yanar
her ovada bir yara kanardı
Kürdün, çadırı penceresiz
Lazın, gözü deniz
Türkmenin ki Toros’tu
Her biri ses kadar uzak
ahret kadar dosttu.
Taaa ki saray birleşene dek
toprağımıza göz dikmiş yedi düvelle.
Saray, birleşince yedi düvelle
dönmez oldu turnalar
üşüştü dört yana leş kargaları
avutamadı ağıtlar.
Yürek bu, nasıl dayansın
taş olsa çatlardı.
Zaman dur dedi,
her dağın başında bir tüfek patladı.
Biz, canı toprak
toprağı can bildik.
Bir karış sınır için, kardeşe kan güttük
Şaşırmış mı gavur
yoksa görmez mi?
bilmez mi birbirine sırt vermiş dağları.
Sırat köprüsü mü bu!
geçmek kolay mıdır Boğazdan, Sakarya’dan
hehey yavrum hehey
adamın anasını, avradını bellerler.
Hehey yavrum hehey
ne günler yaşadık
ne günler gördük.
Kürt, Lazı sırtında ahrete taşıdı
Çerkez, ölümü kucakladı
bir gözünde toprak
diğerinde ekmek
kulaklarında Yörük türküleriyle.
Kanla öğrendik,
canla öğrendik
vatanın ne kadar geniş
dostun ne kadar yakın
düşmanın ne kadar çok olduğunu
Gözlerimizle gördük
sarayların çöküp
bir devrin,
yedi düvelin nasıl yok olduğunu.
“Muasır devletler seviyesine ” dedik
el ele
emek, emeğe verdik.
Güller ektik dört bir yana
fideler diktik,
Van’dan Edirne’ye
Hopa’dan, Dalaman’a
Emanet eyledik
bekçilik verdik
Zoguldaklı hakkıya
Sivaslı salmana
İyiydi bekçilerimiz,
Hacıbektaş’tan da Hacıbektaş.
Saftı bekçilerimiz,
Keloğlan’a aldanan.
Cahildi bekçilerimiz,
Karagöz’den ders alan.
Kördü bekçilerimiz,
kargayı kılavuz kılan.
Sinsiydi düşman
İzleri yoktu
ne adem soyunda,
ne de evrim yolunda.
Tilki dölünden,
tilkinin kuyruğundandı onlar.
Örümcekleştiler,
tuttular köşe başlarını.
Davetsiz oturdular köşklere
sinsi ve sessiz
Yalan taşıttılar öğrencilerimize çantalarında
Yalanlara süslediler gazete küpürlerini
Yalan söylüyordu radyolar televizyonlar
Dillerde sakız
kulaklarda küpeydi yalan ve dolan.
Sonunda da oldu olan
Bekçileri susturup,
Kızılırmak’ı küstürüp,
Anadolu’yu taşıdılar
ovaları, dağlarıyla
en uzak kıtaların
en obur sofralarına.
“Erzurum Dağları da kar ile boran...”
Bulunmaz ki bizlerden kafayı yoran
Yükleyip tüm suçu, küfrettik feleğe
umutlar bağlayıp güvendik bileğe
Ne erkekliğe bok sürdük,
ne de dilimize bal.
Ne geçti elimize
kelepçelerden başka
bugüne kadar.
Kıç kıça verip hapisler yattık da
baş başa verip düşünemedik;
düşünüp kafaları şişiremedik.
Fırsat bu fırsat diyip
beyler şişirdiler
cüzdanlarını,
göbeklerini.
Sonra da
“ İtal malı muz
yerli malı kız
kaderde kıvaçta biz” diyip
gel keyif ettiler.
Biz böyle değildik, tanıktır bu yerler.
Tanıktır Bolu Dağı,
tanıktır Kızılırmak.
Beyler, soframıza dil uzattığında
Köroğlu olur dağlarda gezer,
uçan kuşlardan hile sezerdik.
Alın terimize gölge edende,
canımızı namluya kurşun eder de
gökte ki kuşu gözünden vururduk.
Dur diyelim dostlar,
dur diyelim gayrı bu asalaklara
Kursaklarında kalsın sevinçleri,
beylikleri düşlerinde.
Aç kurtlar yemesin Nuh’un kemiklerini
Ağrı Dağı titremesin korkudan tir tir
Kuralım divanı,
soralım hesabı,
soralım bir bir.
Hüdayda da canım dostlar hüdayda
gör ki neler
neler olur bir ayda.
Hüdayda da canım dostlar hüdayda
gerilmiş okumuz durmasın yayda.
Hüdayda da canım dostlar hüdayda
halay çekip buluşalım meydanda.
Hüdayda da bire dostlar hüdayda
bitsin artık
bitsin bu dava.
Tarihler yazsın öykümüzü
“ sonra da atalarımız...” densin
öykümüz söynsin
yıldızda, ayda...
Kayıt Tarihi : 27.11.2003 19:00:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bir tarih yatıyor bu satırlarda, bir gerçek.
Yüreğine, kalemine sağlık.
KUTLARIM CAN O ASİL YÜREĞİNİ
MUTLU BAHTİYAR ETTİN İNAN BENİ
CANİ GÖNÜLDEN ERENLR AŞKI İLE SELAMLIYORUM CAN SENİ
SAYGILARIMLA
___ŞAİR 67_____
ALİ CEMAL AĞIRMAN
İsmail Hakkı Cengiz
tebrikler
tebrikler
TÜM YORUMLAR (11)