FATMA DOĞAN
ŞİFA IRMAĞI ve GÖZYAŞI TAŞI
Yıllar yılların peşini bir hıza kovalamaya başlamadan önce, günlerin şimdiki gibi sular gibi akıp gitmediği, güneşin keyfince güneşlendiği, ayın ellerini ensesine koyup sırtüstü yatarak sessiz, sakin, gürültüsüz gecelerde, yıldızları seyre daldığı geçmiş günlerde, dünyanın her yeri yemyeşil ulu ulu ormanlarla kaplı, denizlerin dibindeki çakıl taşları görünecek kadar berrak, gökyüzü ise masmavi ve bembeyaz bulutlara döşek imiş. Bazı yerlerde bulutlar, yalçın dağların tepesinde birer taç gibi dururlarmış. İnsanlar ,buraları görseler devler ülkesi zannederlermiş. Ağaçlar gökyüzüne dek dimdik uzanır, dağlara tırmanılmaya kalkılsa bir ömür yetmezmiş. Bu ülkede garip garip büyük, hayvanlar yaşarmış. Kuşların kanatları neredeyse ufku kaplar, kaplumbağalar bir adım atsa, insanı varacağı yere götürecek sanılırmış. Bu ülkede ki tüm hayvanlar, toprağından mıdır suyundan mıdır nedir devasa boyutlularmış. Burası dünyanın bir köşesinde unutulmuş kimsenin bilmediği, görmediği, duymadığı bir saklı cennetmiş sanki.
Bu ülkeden çıkan bir ırmağın suları iki ülkeye daha uğrar bereketli sularıyla vadileri kıvrıla kıvrıla besleyip geçer, tüm bu topraklara can suyu olurmuş. Bu ırmağın ulaştığı çok uzak diyarlarda başka bir ülke tüm olanlardan habersiz, kendi hallerinde yaşayan insanlar varmış. Bu ülkede neredeyse insanlar hiç hasta olmazlar sadece ecelleri gelince ölürlermiş. Hastalık nedir hiç bilmezlermiş. Ancak hastalık nedir bilmedikleri ve görmedikleri için onlara bu çok normal gelirmiş. Bunun sebebi ise ülkelerinden çıkan su, içtikleri şifa ormanının suyu olduğundan habersiz yaşar giderlermiş. Şifa ırmağı ise aslında bu ülkeye devler ormanından dolanıp gelirmiş. Oradaki büyük ormanlardan tertemiz denizlerden berrak, gökyüzünden beslenir. Kilometrelerce yol kat edip şifa ülkesine ulaşırmış. Şifa ülkesindekiler kendilerine Allah’ın verdiği bu nimetten habersiz sağlıcakla yaşar giderlermiş.
Bir de dünyanın öbür ucunda şifa ırmağının ulaştığı son noktada yarımada ülkesinde çok küçük cüce şeklinde insanlar yaşarmış, bu ülkeye ırmak en son ulaştığı için ırmakta şifa suyu daha az kaldığından buradaki insanlar hem kısa boylu. Olurlar hem de hastalanırlarmış. Ancak içlerinden bilge ninelerve bilge dedeler, birçok hastalığa hazırladıkları doğal bitkisel karışımlar ile tedavi ederlermiş. Günler günleri kovalamış. Gökte bir güneş gülmüş, bir ay gülmüş, baharlar yaza, yazlar sonbahara dönmüş. Ancak cüceler ülkesine sonbahardan sonra tek bir yağmur damlası dahi düşmemiş bir umutla kışı beklemişler. Ancak kış mevsime gelip dayanmasına rağmen heybesinde ne kar, ne de yağmur getirmemiş, ancak kup kuru bir soğukla çıkagelmiş. Cüceler ülkesini üzüntü ve umutsuzluk sarmış. Anca , kara kara düşünüyorlarmış. Giderek şifa ırmağının suyu da kuruyormuş. Ülkenin ileri gelenleri birbirlerine, eğer yaza kadar hiç yağmur yağmazsa bu sene, su kıtlığı çekeriz demişler. Onlar böyle kıtlığı düşünürken birden ülkede garip bir hastalık peyda olmaya başlamış, hiçbir türlü anlam vermiyorlarmış. Giderek kiminin eli, kiminin ayağı, kiminin burnu büyümeye başlamış. Hem çok korkmuşlar hem de ne yapacaklarını bilmiyorlarmış. Bazılarının giderek boyu bile uzamaya başlamış.
Onlar kendileriyle uğraşa dursunlar, diğer ülkede yaşayan normal boyutlu insanlarda da garip haller belirlemeye başlamış. Hiç hasta olmayan ülkedeki insanlar öksürmeye, karınları ağrımaya başlamış. Durum dev hayvanlar ülkesinde de farklı değilmiş. Orada da dev cüsseli kuşların bir kanatları küçülmeye, uçanlar uçamamaya, koşanlar yürümeye, yürüyenler de yerinden kıpırdayamaz hale gelmeye başlamışlar. Devler ülkesindeki hayvanlar, insanlar ülkesindeki insanlar ve cüceler ülkesindeki cücelerin bilge ve güngörmüş olanları hemen bir meclis oluşturmuşlar. Her biri kendi ülkelerinde ki problem ve sıkıntının kaynağın dair çıkan sonuç, hepsinin ortak kullandıkları tek şeyin içtikleri su olduğuna ve olsa olsa bu bunun sebebinin suyla ilgili olduğuna karar vermişler. Her bir ülkedekiler gidip suyun gözesini araştırmaya ve suyun neden azaldığını anlamaya karar vermişler. Vermişler vermesine ancak kim gidecekmiş, içlerinden cesur biri çıkacak mıymış acaba? Çünkü, her ülkede büyüklerden dinledikleri bir masal varmış. O suyun başında, Dev bir canavar suyun başına oturur oraya geleni gideni yutar, kimsede bir daha ondan haber alamaz derlermiş. Ancak hiç kimse o yaratığı görmemiş, kimi kulakları uzun, kimi burnu kocaman, kimi ağzı tüm bizim ülkemizi yutacak kadar büyük dermiş, ama kimse gidip de onu canlı canlı görmemiş. İnsanlar ve cüceler ülkesinde olanlar ,olsa olsa o büyüklerimizin anlatageldiği canavar bu suyu içti bitirdi demişler. Anlaşılan o ki, gidilip ırmağın kaynağının kontrol edilmesi gerekiyormuş. Hiç kimse gitmeye gönüllü olmayınca, hem insanlar ülkesinde, hem de cüceler ülkesinde zorlu yolculuğa dayanabilecek güçlü, kuvvetli ve akıllı olanlar arasında adaletsizlik olmasın diye kura çekmişler. Cüceler ülkesinde kura o ülkenin en küçük yiğidi olan, Erminik’e çıkmış. Erminik, küçük cüssesine rağmen çok kıvrak bir zekaya ve iş bitirici bir karaktere sahipmiş. Ancak onun tek başına yalnız gitmesine gönlü razı olmayan abisi Serbüyük’ te ortaya atılmış. Biz kardeşimle gider, suyun başında ne olup bitiyor anlarız demiş. Tüm cüceler ülkesi bu iki yiğit kardeşi görev için göndermişler.
Yola koyulan iki cüce kardeş bu zorlu yolculukta nelerle karşılaşacaklarını hiç bilmiyorlarmış. Tek dayanakları birbirleriymiş. Bir de hayvanların dilinden anlamayı biliyorlarmış az çok. Hemen birbirlerine dönüp biz bir plan yapmalıyız, bu ülkelere nasıl gideceğiz? Aylarca yıllarca yürüsek, varamayız. At bulsak ata binemeyiz. Kaplumbağaya binsek bizden yavaş gider diyerek hem konuşup hem düşünürlerken birden az ilerde, gagalarını lak lak vura vura ağlayan sesler çıkartan leylekleri görmüşler. Hemen yanlarına doğru ne oldu ley leylek kardeşler neden ağlar durursunuz? Sormayın bu sene yavrularımıza bir hastalık geldi, uçamadılar, kış geldi ama biz yavrularımız hasta diye sonbaharda göçemedik. İki cüce kardeş, ülkelerinde hep çok hastalık olduğundan kendi kendilerini tedavi etmeyi öğrenmişlerdi. Bakmışlar ki yavrular gerçekten çok zayıflamışlar hiç güçleri, ferleri yok üşüyorlar, titriyorlar. Ana ve baba leyleğe Hemen bir ateş yakmamız lazım demişler. Erminik ve Serbüyük kardeşler hemen bir ateş yakıp yavru leylekleri ateşin başında ısıtmışlar. Yavruların annesi ve babası da yavrularına göz kulak olan var diyerek rahatça uçmuşlar onlara yiyecek bulmaya gitmişler. Gelirken ağızlarında yavruları için hem yiyecek getirmişler hem de biri yeşil, biri kırmızı iki çok güzel pırıl pırıl parlayan birer taş getirmişler.
Yüz lira maaşlı kibar bir adam.
Evlenir, sedire taşınırlar.
Mektuplar gelir adreslerine:
$en Yuva Apartmanı, bodrum kati.
Kutu gibi bir dairede otururlar.
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta