4.1
Bir Evde İki Dünya
Yaşlı kadın gittikçe azalan bir kızgınlıkla:
- remÖ… İlA…
Diyerek mırıltısını topladı.
Yere serili kilimler üzerinde altlı-üstlü boğuşmakta, güreşmekte ve birbirlerini yerden yere vurmakta olan iki küçük çocuk tınmadılar bile. Sırtlarında birer beyaz gömlekten ve ayaklarında birer beyaz dondan başka hiçbir şey yoktu. Üstelik, tersine kudurmalarını sürdürmekten öte hiçbir şeyle ilgilenmiyorlardı.
Oda tipik bir köy odasıydı. Karşılıklı iki duvar dibinde, üstleri basit ve ucuz goblenlerle örtülü iki divan göze çarpmaktaydı. Basma kılıflar geçirilmiş olan birkaç minder bu divanın üstüne gelişigüzel atılmışlardı. Minderlerin arkasında, duvara divan boyunca dayalı, içleri ot dolu sert ve kaba yastıklar sıralanmış, arkada kalan duvarlara da halılar asılmıştı. Renkli pamuk ipliklerle dokunmuş olan bu halılardan birinde Mekke-i Mükerreme’ nin, karşısındakinde ise; orman içindeki bir gölden su içmeye çalışan kuzulu ceylanların resmi yer almaktaydı. Önünde divan bulunan duvarda bir pencere bulunduğu sezilmekle birlikte, saçakları yastıkların üstüne sarkan ve duvarın büyükçe bir bölümünü kapatan iri bir basma perde yüzünden bu pencerenin büyük mü, yoksa küçük mü olduğu anlaşılamıyordu. Açıklık yerlerinde tahtaları görünen döşemeye gül desenleriyle süslü kilimler örtülmüştü. Kilimler, üstünde pencerenin yer aldığı duvar dibinden tam karşısında duran lapalı oda kapısına dek uzanmaktaydı. Kapının arkasına çakılı duran çivilere, birbirleriyle boğuşan oğlanların giysileri asılıydı. Kapı ile duvar dibindeki divan arasında, cevizden yapılma basit bir sehpa durmaktaydı. Sehpanın üzerindeki toprak saksıda tazeliğini yitirmiş ve renkleri solmuş çiçekler vardı. Çiçekli saksının arkasındaki duvarda tahta çerçeveli büyük bir ayna mevcuttu. Kapılı duvarın bir yerine çakılmış olan bir çivide bir gaz lambası göze çarpmaktaydı. Lambanın saydam haznesinde yarım parmak kalınlığında gazyağı vardı ve şişesi hafif bir is tabakasıyla örtülmüş bulunduğundan odaya yarı karanlık ve iç bunaltıcı bir hava vermekteydi.
Yumuşak bir minderde bağdaş kurup oturmuş olan yaşlı kadın yeniden seslendi:
- remÖ… ilA…
Çocuklar tınmadılar. Kadın da zaten tınmalarını bekliyora benzemiyordu. Kucağında tuttuğu beyaz renkli kalın bir yün çorabı iki uzun metal şişle ve becerikli el hareketleriyle ilmek ilmek söküyor, ellerinden kurtulup uzanan ipin her bir santim uzanışında, yerde duran küçük bir ip yumağı hoplayıp dönerek ipi kendi üstüne sarıyor ve sardıkça; eskisine oranla daha da büyük bir hal alıyordu.
Kadın bir ara yerinden kalktı. Gerisin geri yürüyerek oda kapısına doğru gitti. Boğuşmakta olan iki küçük çocuk dalaşmayı tavsatıp birbirlerinin boyunlarını ve başlarını okşadılar ve sonra geriye atılıp divanın dibine çöküverdiler. Yaşlı kadın oda kapısını açınca bir öksürük sesi duyuldu. Kadın gerisin geri yürüyüp yerine geçerken açılan kapıdan içeri arkası dönük olan bir adam girdi. Eliyle başındaki kasketi çıkaran ve gerisin geri gelip divana oturan adamın sırtında, oldukça kullanılmış eski bir ceket, altında bir yelek, onun da altında; önü yukarıdan aşağıya dek beyaz kopçalı, yakasız bir gömlek vardı. Beline bir kuşak bağlamış, ayağına da şalvarı andıran buruşuk bir pantolon geçirmişti.
Yıldızlararası Foton 1’ in komutani Kaptan Çi Vaştar önde, Doktor Emmol Lek, Fotonist Kay Rem, Etimolog Şur Çarup ile Teğmen Vag Lom da arkada olmak üzere beş astronot, tam adamın ceketini çıkarıp şapkasıyla birlikte divanın üzerine bıraktığı bir anda, üstünde ceylanlı halı asılı olan duvardan içeri girdiler.
Etimolog Şur Çarup içeridekileri görünce derin bir korkuyla ellerini göğsüne bastırıp zor duyulur bir sesle:
- Kaptan… Diye fısıldadı. Gözlerime inanamıyorum… Emin olun ki; yaşadığıma yani var olduğuma inanamıyorum… Nasıl olabilir bu? .. Duvarlara değmeden, dokunmadan, küçük veya büyük bir engelle karşılaşmadan insanlarla dolu bir odaya nasıl olur da girebiliriz? .. Asla aklım almıyor…
Teğmen Vag Lom’ un gözleri şaşkınlıktan yerinden fırlamış gibiydi:
- Şu anda aklımın başımda olduğundan asla emin değilim kaptan. Sanki adam beni görebilirmiş gibilerden garip bir duygu ve korku içindeyim.
Kaptan Çi Vaştar, onların fısıltılarıyla taban tabana ters düşen ve astronotların irkilmelerine yol açan gürültülü bir kahkaha kopardı:
- Dinle beni Vag. İnsanlar ateşe değer değmez parmaklarının yanacağını bilirler. Bu nedenle, gerçekten yakıp yakmadığını anlayabilmek için parmaklarını ateşe sokmalarına gerek yoktur. Zira, mantık bunu yaptığı uslamlamalara dayanarak zaten bilir. Duyuları mantıklarından üstün olanlar, deneyerek öğrenmek ve sonuca bu yoldan varmak zorundadırlar. Mantığın üstünse; durumu haliyle kabullenirsin ve sorun ortadan kalkar. Mantığın duygularından daha üstün değilse; o zaman da denersin ve deney seni, mantığının kabullenmesi gereken ayni sonuca götürür. Elbette ki; benim şu yaptığım deney sana bir yarar sağlamadıysa.
Fotonist Kay Rem ekledi:
- Vag, eğer bu insanlar; şu yaşlı kadın, şu oturan adam ve şu iki küçük oğlan çocuk, bizim üstünde halı bulunan bir duvardan bu odaya girebildiğimizi, hem de duvarda herhangi bir delik açmayıp herhangi bir iz bırakmadığımızı görebilselerdi; asıl onların korkuya kapılmaları gerekecekti. Kendini onların yerine koyarsan; anlatmak istediklerimi daha bir kolaylıkla anlarsın sanıyorum.
Şur Çarup şaşkınlığını henüz üstünden atamamıştı:
- Bir basit ve ayni odanın içinde iki ayrı dünyanın varlıkları olarak birlikte bulunabilmek gerçekten çok garip. Bizim onları görebilmemiz ve seslerini duyabilmemiz, buna karşın; onların bizim varlığımızı bile sezinleyememesi ise ondan da garip. O nedenle şu andaki duygularımı anlatabilecek sözcük dahi bulamamaktayım.
Doktor Emmol Lek, şaşkınlığını gizleyebilmek için alabildiğine güçlü bir çaba gösteriyor fakat bunu yine de başaramıyordu:
- Onlarla ayni odanın içindeyiz. Hem varız, hem de oldukça kalabalığız. Kendi aramızda, kendi kendimizin istediği bir biçimde konuşmaktayız. Buna karşın onlar bizi duyamamakta, biz onları çok büyük bir kolaylıkla duymaktayız. Biz onları görebildiğimiz halde, onlar bizim farkımızda bile değiller. Bu ise; eşi-benzeri görülmemiş bir olay. O bakımdan Vaştar, ricalar ediyorum, lütfen bizlere bu şaşkınlığı çok görmeyin.
Kaptan Vaştar, zorlama oldukları hemencecik anlaşılan gürültülü kahkahalar kopardı:
- Çok gören kim Lek? .. Şaşın şaşabildiğinizce… Bir bakıma, eşine-benzerine rastlanmamış bir olay yaşamakta olduğumuzun ben de farkındayım ve mutluyum ki; bunu mantıksal yönden kabullenmemizi kolaylaştırabilecek nedenlerimiz var… Olmasaydı; zaten aklımız tehlikede sayılırdı…
Biraz daha rahatlamışa, biraz daha duruma alışmışa benzeyen, ancak kuşkularıyla ürperişlerini üstünden pek de atmamış olan Etimolog Şur Çarup ise normal bir ses tonuyla konuşmaktaydı:
- Hep böyle burada, böyle ayakta mı kalacağız kaptan?
Kaptan Vaştar güldü:
- Oturmamız elbette ki izine bağlı değil. Herkes kendine uygun bir yer seçebilir. Hem de dilediğince. Bu oda onların olduğu kadar bizim de sayılır artık. Oturun ve dinlenmenize bakın.
Teğmen Vag Lom çekingen bir tutum içindeydi:
- Bu yaptığımızın doğru olduğuna emin misiniz kaptan? Bir bakıma, başkalarının özel yaşantısının gizliliğine el uzatmış olmuyor muyuz acaba? Üstelik de onlar böyle bir girişimin farkında bile olmadıkları için. Özür dilerim Kaptan. Bence bu; onların eksiklerinden yararlanmaktan başka bir şey değil. İtiraf edeyim ki derin bir utanç içindeyim. Zira, bana göre; bunun röntgencilikten en ufak bir farkı bile yok. Onları röntgenliyoruz, hem de tam burunlarının dibinde.
Komutan ister istemez bakışlarını teğmenin bakışlarından kaçırmak zorunda kaldı:
- Elbette ki haklısın Vag. Bunun doğru bir şey olmadığı konusunda seninle ayni kanıdayım. Fakat ne yapalım ki; buna zorunluyuz. Aslında, pek de kolay kalabileceğimiz halde, şu engerek görüntüsü yüzünden dışarıda kalamadığımızı biliyorsun. İçinde bulunduğumuz koşullar altında başka da bir şey yapamayız.
Teğmen direnip durmaktaydı:
- Özür dilerim kaptan. Dışarıda kalamayışımızın bize onları röntgenleme hakkı verebileceğinden pek emin değilim.
Doktor Emmol Lek homurdandı:
- Lütfen Vag… Dedi. Bilimsel bir gözlemi ahlaksızca bir davranış olan röntgencilikle bir tutmamanı rica ederim…
Kaptan Çi Vaştar eliyle doktoru önlemeye çalıştı:
- Bırak Lek. Teğmen haklı. Bu yaptığımız elbette ki doğru değil. Bu bir bakıma, bize tanınmış olan bir üstünlüğü kötüye kullanmaktı. O nedenle böyle bir davranış bana da pek normal gelmiyor.
Fotonist Kay Rem söze karıştı:
- Bence bu doğal kaptan. Elimizde, düşümüzde dahi göremeyeceğimiz bir üstünlük var. Ama biz de bu üstünlüğü kötüye kullanmış, ya da kullanacak değiliz. Her şeyden önce; biz böyle davranmak zorundayız. Zira, başka türlüsünü zaten yapamıyoruz. Onları epeyce bir süreden beri zaten izliyoruz. Bu da bir izleme ve gözlemlemedir. Öncekiler röntgencilik sayılmadığı halde, bu yenisinin röntgencilik sayılması anlamsızdır. Biz burada ahlaksızca bir röntgencilik değil, tıpkı doktorun dediği gibi; bilimsel bir gözlemleme yapmaktayız ve bu da bize gereklidir. Zira, sadece kendimizi düşünmemeli, kendimizden daha çok, ayni mekân düzlemiyle zaman boyutuna gelmesi olasılığı bulunan kuşakları düşünmeliyiz. Bu bizim temel görevimizdir.
Teğmen Vag Lom, inandırılabilecek durumdan çıkmıştı. Belirgin bir sinir bozukluğu içindeydi. Belki de, bu nedenledir ki; kendisine sahip olamayıp öfkeyle bağırmaya başlamıştı:
- Durumu böyle mi değerlendiriyorsun budala… Şu varlığımızdan haberi bile bulunmayan yoksul köylü, birdenbire kalıp da eşiyle sevişmek isterse; durum ne hal alacaktır, farkında değil misin? .. Ta burunlarının dibinde bulunup onları öylece izlemek zorunda kalmayı kabullenecek misin? .. Yoksa o zaman da bu ahlaksız röntgenciliğe bilimsel gözlem mi diyeceksin? ..
Fotonist Kay Rem öfkeden yanaklarına dek kızarmıştı:
- Teğmen… Diye bağırdı. Sırf kendine göre bir durum değerlendirmesi yapabilmek için bana budala diyemezsin…
Teğmen Vag öfkesinden dişlerini gıcırdatmaya başlamıştı:
- Fazla incinmesinler diye; budaladan budala olanlara ben her zaman budala derim…
- Bu sözünü geri almanı istiyorum…
- Bir budalaya budala dediğim için neden sözümü geri alayım? ..
Kimsenin araya girmesine fırsat kalmadan Fotonist Kay Rem’ im demirden farksız yumruğu Teğmen Vag Lom’ un çenesine indi. Tetikte beklediği anlaşılan Teğmen Vag Lom korkunç bir öfkeyle arkadaşını belinden kavrar kavramaz yerden havalandırıp öylece odanın ortasına vurdu. Üzerine atılmak isterken karnına yediği bir tekmeyle divanda çorap sökmekle uğraşan yaşlı kadının üstüne yuvarlandı. Bu düşüş, tersine yaşayanlar üzerinde zerrece etki yapmadığı halde, düzüne yaşayanların birbirine karışmış nulanık çizgiler görmesine ve kısa bir an için midelerinin bulanmasına yol açtı. Odanın içi bir anda savaş alanına dönmüştü. Astronotların gövdeleri divana, oda kapısına, pencereye, döşemeye, sehpaya, şuraya-buraya ve her yere çarptığı hade, astronotlar tek bir çarpma sesi duymamakta, sadece arkadaşlarının iniltilerini, hırıltılarını, lanetlerini, yumruklarının ve tekmelerinin sesini işitebilmekteydiler. Kaptan Vaştar ve Doktor Emmol Lek kavgacıları birbirlerinden ayırabilmek için odanın ortasında fır dönüyor, kavga onları da etkilediğinden sendeleyip füşüyor ve onları uyarabilmek için habire bağırıp duruyorlardı. Daracık odanın içinde ölesiye ve öldüresiye dövüşenlerle, onları feryat feryada ayırmak isteyenler habire birbirlerine karışıyor, zaman zaman yaşlı kadının, köylü erkeğin ve çocukların üstlerine düşer gibi oluyor ve Etimolog Şur Çarup sürekli olarak midesinin bulandığını sezinleyip duruyordu.
Yerinde oldukça rahat oturan ve arada bir bakışlarını dibandaki erkeğine çeviren köylü kadın, ilmek ilmek dökmekte olduğu çorabı neredeyse yarısına kadar indirmişti. Becerikli el hareketleriyle işini habire sürdürüp durmaktaydı. Yerdeki ip yumağı, eskisine oranla daha bir büyümüştü. Kadının çevresinde sıçrıyor, dönüyor, boşalıp uzanan ipi habire kendi üstüne sarıyor, bazen zıplayarak ta kapı dibine kadar gidiyor, bazen pencere perdesinin saçaklarına doğru kaçıyor, bazen de hoplayarak divan örtüsünün uzun etekleriyle oynaşıyordu.
Ruha karamsarlık duygusu veren yarı kanalık oda, gittikçe daha belirgin bir biçimde aydınlanmaktaydı. Duvara asılı duran gaz lambasının isi sürekli olarak azalıyor, isten kurtulan şişe gitgide daha temiz ve daha saydam bir hal alıyor. Haznedeki sıvının düzeyi gittikçe yükseliyor ve gözle görülür bir biçimde çoğalan sıvı, hazneyi her an biraz daha dolduruyordu.
Küşük çocuklardan biri kalçalarının üstünde kayarak divanda gerneşmekte olan adamın ayaklarının dibine sığındı. Olduğu yerde hafifçe eğilen adam, çocuğun saçlarını eliyle karıştırmaya ve düzeltilmiş saçları bozmaya koyulurken başını çevirmeden obir çocuğa seslendi:
- mulğo loraV…
Çocuk oturduğu yerden kalktı ve gerisin geri yürüyerek oda kapısını açıp çıktı. Arası çok geömeden, elinde boş bir su bardağı olduğu halde göründü. Gerisin geri yürüyerek gelip adamım önünde durdu ve boş bardağı ona uzattı. Bardağı sağ eliyle çocuktan alan adam, sol eliyle başının üstüne bastırarak onu dudaklarına götürdü ve sonra ağzından iri yudumlar halinde çıkarmaya başladı. Dupduru ve tertemiz bardağı doldurmaya koyuldu. Bardağı dudaklarına her götürüşünde içine birkaç yudumluk su daha koyuyor ve eskisine oranla onu her keresinde biraz daha dolduruyordu. Bardak ağzına dek dolunca adam onu yine çocuğun avucuna verdi. Köylü çocuk bu kez, elinde tertemiz su dolu bir bardak olduğu halde gerisin geri yürüyüp odadan çıktı ve bir süre sonra da bardaksız olarak geri döndü.
Adam:
- mulğo anab rev us kadrab riB
Diye mırıldandı.
Kaptan Vaştar ev sahiplerinin hiç de tınmadıkları bir sesle haykırıp durmaktaydı:
- Reeem… Vaaag… Kendinize gelin artık… Bırakın kavgayı…
Esasen uyarıya bile gerek kalmamış, öfkelerini dindiren ve yorgunluktan dövüşemez hale gelen astronotlar kendiliklerinden ayrılmışlardı.
Otonist Kay Rem’ in dudağının yanından kan sızmaktaydı. Teğmen Vag Lom’ un sağ gözüne koyu bir morartı oturmuştu. İkisi de alabildiğine hırpalanmış durumdaydı.
Doktor Lek tatlı bir sesle:
- Ne yaptığınızı sanıyorsunuz siz… Diye söylenmekteydi. Olacak şey mi bu? ..
Komutan can sıkıntısıyla başını sallamaktaydı:
- İkinizi de cezalandırmam gerek. Ama ne yazık ki; bunu yapamıyorum. Umarım ki; neden yapamadığımı söylemek zorunda bırakmazsınız beni.
Fotonistin öfkesi tümden yatışmışa benziyordu:
- Özür dilerim kaptan. Dedi. Bunu yapmamalıydım. Özür dilerim. Senden de Vag.
Teğmen Vag Lom utançla başını önüne eğdi:
- Özür dilemesi gereken benim. Diye mırıldandı. Bana ne oldu hiç anlayamadım. Sinirlerim alabildiğine yıpranmış olmalı. Tümünüzden özür diliyorum.
Kaptan Vaştar zorlukla gülümsedi:
- Yine de şu öfkelerinizin bize yararı olmadığı söylenemez. Sayenizde şu iki dünyanın sınırlarını daha iyi belirleyebildim sanıyorum. Haydi, şimdi birer yana ilişin bakalım. Dinlenmek zorundayız.
Doktor Emmol Lek odanın kapısına doğru yürümekteydi. Kaptan Vaştar onun ne yapmak istediğini anlayamadığı için arkasından seslenmek zorunda kalmıştı:
- Nereye gidiyorsun Lek?
Doktor Emmol Lek başını çevirmeden homurdandı:
- Senin bu sorunu yanıtlamak zorunda mıyım Vaştar?
- Bundan zerrece kuşkun olmasın. Burada komutan benim ve ben de tek tek her birinizin ne yaptığını ve ne yapmak istediğinizi bilmek isterim. Bu hem yetkilerimle, hem de sorumluluklarımla ilgilidir.
- Hal böyle olsa bile; bu anda şu soruyu yanıtsız geçiştirmeme izin veremez misin?
Kaptanın yanıtı kısa oldu:
- Hayır.
Doktor Lek başını biraz daha öne eğerek fısıldamak zorunda kaldı:
- Önemli bir şey yok Vaştar. Sadece tuvalete gitmek istiyordum.
Kaptan Vaştar’ la birlikte obir astronotlar da şaşırmışlardı. Zira hiçbiri, Doktor Emmol Lek’ ten böylesine bir yanıt beklememekteydi. Komutan küçük bir bocalama anı geçirdikten sonra mırıldandı:
- Önce bunu görüşmek zorundayız Lek.
Doktor Lek sert bir tutumla geri döndü:
- Özür dilerim Vaştar. Böyle bir şeyin hem yersiz, hem de gereksiz olacağından eminim.
- Ben değilim.
- Niçin?
- Lütfen çocuklaşma Lek. Çünkülerimiz belli.
- Nedir öyleyse bu belli olan çünküler? Tuvalete çıkmanın gerekli olup olmadığı konusunda brifing düzenlemeyi düşünmüyorsundur herhalde.
- İnan ki; aşağı-yukarı böyle düşünüyorum Lek.
Doktor Emmol Lek derin bir şaşkınlık içindeydi:
- Tuvalet konusunda brifing? ..
- Neden olmasın?
- Neden olsun?
- Lütfen Lek, üsteleme. Şu iki ayrı gidiş arasında nocalamakta olduğumuzu unutamazsın. Önce şunu söyle bana: Nerede tuvalete çıkmayı düşünüyorsun?
Doktor Lek bocalamaktaydı:
- Elbette ki bu evin bir tuvaleti vardır.
Kaptan Vaştar gülümsedi:
- Ne dediğinin farkında değilsin galiba Lek. Bu evde bir tuvalet mevcut olsa bile sen onu kullanamazsın ki.
- Ben buna engel göremiyorum.
- Elbette ki engel var. Bizim bu tersine dünyanın hiçbir şeyine değip dokunamadığımızı ne çabuk unuttun. Beni bundan daha açık konuşmak zorunda bırakmasana.
- Şimdi açık konuşmak zorundasın artık.
Kaptan açık bir öfkeyle homurdandı:
- Sana söylüyorum Doktor Emmol Lek. Böyle bir şeye yeltendiğinde, dışkın orada kalacaktır. Düşünemiyor musun bunu?
Doktor Lek omuzlarını silkti:
- Bunlar bu evde yüzyıl bile yaşasalar onu göremezler. Hal böyleyse; ne sakıncası var?
- Onlar için elbette ki bir sakıncası yok. Bu sakınca bizim için söz konusu.
Astronot can sıkıntısıyla baş salladı:
- Anlaşıldı, peki. Bana nasıl bir öğüt vermek istersin bu sıkışık durumumda?
- Lek, lütfen evden dışarı git. Buradan uzaklara.
- Peki peki. Üsteleme artık.
- Bekle orada. Yanına Vag’ ı katmak istiyorum.
Doktor Lek yeniden huysuzlandı:
- Ne gereği var şimdi bunun?
- Gereği olabilir de, olmayabilir de. Ben bir komutan olarak görevimin gerektirdiği önlemleri almak zorundayım. Bu nedenle seni yalnız göndermemin doğru olmayacağı kanısındayım. Sınırlarını henüz yeterince ayıramadığımız bir ortamdayız. Bu yetmezmiş gibi, biz bu ortamın gerçek nicelik ve niteliklerini de bilmemekteyiz.
Doktor Lek terslendi:
- Dinleyecek durumda değilim Vaştar. Direncim kalmadı. Her ne yapacaksan yap artık. Ki; bir an önce uzaklaşayım buradan.
Kaptanın izni üzerine Doktor Emmol Lek, eşliğinde Teğmen Vag Lom olmak üzere; odanın kapalı kapısına değmeden, dokunmadan, duvardan süzülürcesine geçip odadan çıktılar ve gözden kayboldular.
Ev sahibi olan köylü, ayakları dibindeki oğlanı çekerek kollarına aldı ve ikiye katladığı ceketini başının altına yastık gibi alarak uzandı, arası çok geçmeden de uykuya daldı.
Bu güzel döşeli orman evinin basitinden döşenmiş olan odasında artık sadece adamın uykuda çıkardığı sesler duyulmaktaydı:
- sıııp roooH… sıııp roooH…
Oda eskisine oranla biraz daha aydınlanmıştı. Kadının ayakları dibinde oturmuş olan çocuk, yerdeki yumağı yakaladı ve ipi boşaltmak istedi. Ancak, buna fırsat bırakmayan köylü kadın oturduğu yerden seslendi:
- ruD…
Duvardaki gaz lambasının ışığı gittikçe güçleniyordu. Köylü kadın neredeyse çorabın tümünü söküp bitirmek üzereydi.
EDtimolog Şur Çarup, ev sahibi kadının tan yanına oturmuştu. Gerçekte, kadının kendisini sezinlemesine asla olanak bulunmadığını bilmekteydi. Ama bu, onun soluğunu tutmasını da engellemiyordu. Bir ara, bulunduğu yerden:
- Kaptan… Diye seslendi. Bu kadının çorap falan örmediğinin farkında mısınız acaba? İnanın ki; kadın çorabı örmüyor, söküyor.
Hala ayakta durmakta olan Kaptan Çi Vaştar, ilerleyerek kadının obir yanına oturdu ve o da onu ilgiyle izlemeye başladı:
- Evet söküyor. Hem de ilmek ilmek.
- Normal bir sökme değil bu.
- Normal bir sökme olmadığı kuşkusuz. Zira benim bildiğim kadarıyla; çorap sökerken şiş kullanmaya gerek yoktur. Oysa bu kadının ellerinde şişler var. Çorabı da olarla söküyor. Ayrıca, örülmüş bir yün çorabın sökülmesi için bir-iki dakikalık bir zaman yeterli olduğu halde, bu kadının bir hayli süreden beri bu işle uğraştığını görmekteyiz. Bu da doğaldır. Çünkü bu kadın bildiğimiz anlamda bir çorap sökme işlevi yapmıyor, bir önceki dünyasında ilmek ilmek ördüğü çorabı bu dünyasında yine ilmek ilmek sökmeye çalışıyor.
Şur Çarup’ un bakışlarındaki şaşkınlık pek de eksilmişe benzememekteydi:
- Bu size normal mi geliyor?
- Bizim dünyamız için değil ama onun dünyası için elbette normaldir.
- Sormak istediğim o değil kaptan. Zira bu çorabın sökülmesi gerektiği zaten belli. Ben, ona bu işin yüklenmesinin normal olup olmadığını öğrenmeye çalışmaktayım.
- İyi ama, ona bu işin yüklenmiş olması neden normal olmasın ki?
- Düşünsenize kaptan; çorabı örmekte yarar bulunduğunu kesinlikle söyleyebiliriz. Fakat çorap sökmenin de yararlı bir şey olduğunu acaba ayni kesinlikle söyleyebilir miyiz?
- Söyleyebiliriz.
- “Söyleyemeyiz” demek istediğinizi sanırım.
- Hayır, “Söyleyebiliriz” dedim.
- İyi ama çorabın sökülmesinde ne gibi bir yarar olabilir kaptan?
Kaptan Çi Vaştar gözlerini kadının elindeki şişlerden ayırıp etimoloğa baktı:
- Çarup, ben buna daha önce de değinmiştim. Onların dünyasını bizim değer yargılarımızla yargılamaya kalkışırsan; bu yanlış olur. O zaman, ulaşmak istediğin mantıksal sonuca ulaşamazsın. Üstelik de elde edebileceğin tek şey koskoca bir tutarsızlık olur. Zorunlu olan; onların dünyasını onların koşulları, onların felsefesi ve onların işlevleriyle düşünmemiz ve onların değer yargılarıyla yargılamamızdır. Onları onların ölçekleriyle ve bizi de bizim ölçeğimizle ölçersen; bu doğrudur. Ortada hiçbir çelişiklik bulunmadığını ve her ikisinin de kendi içerisinde tutarlı olduğunu görürsün. Bizimle onları ayni ölçeğe vurmaya kalkarsan, çelişikliklerle karşılaşman kaçınılmazdır. Zira özellikleri ayrı olan şeyler bir ve ayni ölçekle ölçülemezler. Kaput bezi metreyle, benzin ise litreyle ölçülür. Bunların her ikisini birden sadece metreyle veya sadece litreyle ölçebilir misin?
- Peki kaptan, şimdi bu sözlerden, şu kadının artyık çorap örmeyi bilmediğini mi çıkarayım istiyorsunuz?
- Ben böyle bir şey çıkarmanı beklemiyorum. Zira bu kadın, çorap sökmeyi bildiği kadar çorap örmeyi de biliyordur.
- O zaman sökeceğine örmesi gerekmez mi?
- Gerekmez. Çünkü o bu anda, bir önceki dünyasında yaptığı işin tersini yapıyor ve buna da zorunlu. Zira onun dünyasında artık zaman da, olaylar da ters yönde akıp gitmektedir. Bu koşullar altında, eğer önceki dünyasında beğenmeyip sökmüş olduğu her hangi bir çorap varsa; işlev zaman süresince yerine döndüğünde, onu örmeye başlayacaktır. Sana göre de aynen böyle olması gerek miyor mu?
Genç kadın gülümsedi:
- Dur kaptan. Beni sıkıştırma. Düşüneyim biraz. Evet, herhalde böyle olması gerekmektedir.
Fotonist Kay Rem horlamakta olan adamın ayak ucundan seslendi:
- İlginç bir şey görmek isterseniz hemen gelin.
Kaptanla etimolg hemen yerlerinden kalkıp arkadaşlarının yanına gittiler. Fotonist Kay Rem, eliyle saksı içindeki çiçekleri göstermekteydi:
- Bu saksıdaki çiçekler gittikçe canlanıyor, gittikçe tazeleşiyor, gittikçe renkleniyor ve gittikçe güzelleşiyorlar…
Şur Çarup şaşkınlığa düşmekten kendini alamadı:
- Eşine rastlanmaz bir gösteri bu… Bu çiçekler gerçekten tazeleniyorlar… Gözlerime inanamıyorum… Bu tür bir olayı ilk görebilenler bizler olsak gerek… Şunlara bakın; bükülmüş boyunları nasıl da sezilecek derecede kıpırdanıyor, solgun yapraklar nasıl da tazeleniyor ve saksıdaki toprak nasıl da belirli bir biçimde ıslanıp duruyor…
- Evet şaşılacak ölçüde belirgin…
Fotonist gözlerini saksıdaki topraktan ayıramıyordu:
- Az önce toprak bu ölçüde ıslak değildi. Gözlerimle gördüm.
Kaptan Çi Vaştar:
- Eh… Dedi. Düşüncelerimi ve savlarımı kanıtladığı için ben bu bir saksılık toprağa çok şey borçluyum.
Genç kadın başını kaldırıp kaptana baktı:
- Nasıl bir kanıtlamadan bahsediyorsunuz kaptan?
Komutan güldü:
- Anımsayacağınızı sanırım. Hani ormanda bir yağmura rastladığımı anlatmıştım.
- Evet evet.
- Orada da aynen böyle olmuştu. Sağanak sürüp durdukça; ağaçların diplerinde göllenmiş olan su, işte aynen bu biçimde topraktan yukarı emiliyor ve toprak da haliyle kurumaya başlıyordu.
Fotonist Kay Rem:
- Eşi-benzeri görülmemiş bir gözlem…
Dedi ve ansızın gözlerini çevresinde gezdirmeye başladı:
- Acaba bu oda mı gitgide aydınlanıyor, yoksa bana mı öyle geliyor? ..
Etimolog Şur Çarup onayladı:
- Bana da gittikçe aydınlanıyormuş gibi geliyor. İlk geldiğimizde bu oda bundan daha jaranlıktı.
Kaptan Vaştar kendinden emin bir tutumla:
- Zaten de aydınlanması gerekir.
Dedi fakat etimoloğun bir sorusuyla karşılaştı:
- Neden gereksin kaptan? Hem de lambadaki gaz her an biraz daha tükenecek olduktan sonra? Aslında lambadaki gazın gittikçe çoğalması gerekmiyor mu?
Soruyu Kay Rem yanıtladı:
- Elbette gerekiyor.
Şur Çarup şaşkın bir tutumla güldü:
- Böylesine safça davrandığıma ben bile şaştım. Elbette ki lambadaki gazın azalacağı yerde çoğalması ve ışığın da gittikçe güçlenmesi gerek. Çünkü bu bir düz gidişin tersine dönüşünden başka hiçbir şey değil.
Astronotlar lambanın yanına kadar gittiler. Genç kadın:
- Kaptan… Dedi. Hiçbir şey bilmediği için her şey karşısında şaşıran küçük çocuklar gibiyiz.
- Bu da normal sayılmalıdır. Zira hem yepyeni, hem de görülmemiş olaylarla dolu bir dünyayla karşı karşıyayız. Onu tanımak ve kabullenmek elbette ki kolay değil. Temel yanlışımız; burayı hala daha kendi dünyamızmış gibi benimsemeye çabalamamızdan ibarettir.
Fotonist Kay Rem parmağıyla lambanın şişesini gösterdi:
- Bakın bu şişe gittikçe isten arınıyor.
- Bir önceki dünyada gitgide islendiği içindir.
- Ve işte, haznedeki gazyağının düzeyi gittikçe yükseliyor. Gözle net fark edilmiyor ama ben bunun böyle olduğundan kesinlikle eminim. Zira geldiğimizde, haznedeki sıvı düzeyinin bundan çok az olduğu gözümden kaçmamıştı.
Etimolog Şur Çarup yorgunluktan ayakta duramayacak hale gelmişti:
- Kaptan, biraz uyumamda bir sakınca var mı? Diye sordu. Bundan fazla direnebileceğimden emin değilim.
- Çoktan dinlenmeye geçmiş olman gerekirdi.
Genç kadın zorlukla gülümsedi:
- Yenilikler insanın yakasını bırakmıyor ki.
- İşte şimdi bırakmıştır sanırım.
- Bırakmasına bıraktı ama bu sefer de ben nerede yatacağımı bilemiyorum.
Kaptan cömert bir tutumla kollarını açtı:
- Koskoca oda bir başına senin Çarup. Nerede istersen orada yat.
Genç kadın artık karşılık vermedi. Hala çorap sökmekte olan köylü kadının yanına öylece uzanıverdi. Yeni yaşantısında pek değişen bir şey bulunmadığını yeni yeni anlamaya başlamıştı. Divana uzanmış olmakla birlikte, altında divanın varlığını duyamamaktaydı. Eliyle veya herhangi bir yanıyla köylü kadına dokunmak istediğinde, bunu da başaramayacağını biliyordu. Yaşadığı dünya görünüşte bir dünyaydı ve bu dünya kendisinden değildi. Daha gerçekli bir deyişle söylemek gerekirse; kendi dünyası yoktu. Dünyası elinden alınmıştı ve artık dünyasızdı. Tüm yapabildiği; başkalarının dünyasını bir geçilmez, saydam perdenin ardından gözetlemek ve dinlemekti. İstese de aradaki perdeyi kaldıramıyor, arkasında kalan dünyaya değip dokunamıyor, onu koklayamıyor ve tadamıyordu. Perde ardından seçebildiği görüntülerle duyabildiği sesler sayesinde onun orada bulunduğunu ve var olduğunu kabullenip duruyordu. Tüm bunlara karşın, genç kadın bir ara kendisini bu odanın bir varlığı ve bu köylü ailesinin bir bireyi sandı. Sanki onlarla ayni evi, ayni odayı ve ayni yaşantıyı paylaşmış gibiydi. Bu sanı ona belli-belirgin bir rahatlama getirmişti. Ancak bundan sonradır ki, genç kadın gözlerinin ağır ağır kapanmakta olduğunun farkına vardı ve kendini olduğu gibi uykunun kollarına bıraktı.
Bu sırada Fotonist Kay Rem:
- Evet kaptan. Diye doğrulamaktaydı. Bu lambadaki gazyağı gttikçe çoğalıyor.
Komutan kendini alamamıştı ve gülüyordu:
- Öyleyse yeni bir petrol üretme yöntemi bulduk sayılır Rem.
Fotonist bu sözlere yanıt vermeye hazırlanırken birden bire caymak zorunda kaldı. Zira ev sahibi kadın, oturduğu yerden kalkmış, duvardaki perdeyi yanlara doğru çekmiş, ortaya çıkan pencerenin kanatlarını açmış, uzun bir süre dışarıya bakmış, sonra pencereyi sımsıkı kapatıp perdeyi örtmüş ve yine yerine oturmuştu.
Kaptan Vaştar kadının davranışlarını iliyle izlemekteydi:
- Rem, bu kadın bir şeyden mi kuşkulandı dersin?
- Sanmam kaptan. Bizden kuşkulanması olanaksız.
- Dışarıdan bir ses falan duymuş olabilir mi?
- Onun duyabileceği sesi bizim de duymamız gerekirdi.
- Öyleyse neden böyle davrandı?
Kay Rem gülümsedi:
- Bunu artık biliyoruz kaptan. Kadın o hareketleri herhangi bir şeyden kuşkulandığı için yapmadı. Zaten herhangi bir şeyden kuşkulanmasına olanak da yok.
- Neden olmasın?
- Düşünsenize kaptan: Onlar bu dünyalarında sadece bir önceki dünyalarında yaptıklarının tersini yapabiliyorlar. Bir bakıma; programlanmış robotlardan hiçbir farklarının bulunmadığı dahi söylenebilir. Bu itibarla; eski dünyadaki davranışları elbette ki bazı nedenlerden kaynaklanmaktaydı. Bu dünyadaki davranışlarında ise neden aramak tümden gereksiz. Çünkü bu dünyada, eski dünyada yaptıklarının tersinden başka hiçbir şey yapamazlar. Böyle bir şey teorik bakımdan da, pratik bakımdan da söz konusu olamaz.
- Evet, haklısın sanıyorum.
- Teşekkürler kaptan. Doğruluğuna emin olduğum bir düşüncen daha var.
- Yine bu konuda mı?
- Bu konuda.
- Nedir?
- Kaptan, bence bu insanlar bu dünyada yaptıklarından, ettiklerinden yani eylemlerinden ve düşüncelerinden asla sorumlu tutulamazlar.
- Yani bunlar için günahın söz konusu olamayacağını söylemek istiyorsun?
- Evet.
- Öyleyse düşünce suçu da yok?
- Düşünce suçu saçma bir şey kaptan. Zira onlar, bizim bildiğimiz anlamda düşünmüyorlar. Onlarda bu onksiyon tersine çalışıyor. Yani sondan başa doğru. Zaten düşünmek için herhangi bir çaba da göstermiyorlar. Bir bakıma; düşünmelerine gerek bile yok. Zira her iki dünyaya gereken ve yetecek olan bir önceki dünyada tümüyle düşünülmüş
- Haklısın Rem. Bana gelince; ben, bu kadının, evinin gizliliğini korumak için pencereyi kapattığını ve perdeleri örttüğünü düşünmekten kendimi alamamıştım.
- Durum böyle olsaydı; buna ancak gülmek gerekirdi kaptan. Zira kadın, önlem alıyormuş gibi davransa bile, gerçekte hiçbir önlem alamamış olurdu ve bunun dahi farkına varamazdı.
- Yerinde olsaydın; sen farkına varabilir miydin?
- Elbette ki varamazdım. Haberim bile olmadan benimle odamı paylaşabilen varlıkların nasıl farkına varabilirdim ki. Böyle bir şeyden kuşkulanmazdım bile.
- Zaten böyle bir kuşkuyu ileri sürdüğün anda, soluğunu herhalde bir akıl hastanesinde lırdın.
Kay Rem ellerini açtı:
- İşte bundan kuşkum yok. Kaptan, Vag’ a şimdi daha fazla hak vermekteyim. Bir bakıma biz, elimize geçen üstünlüğü gerçekten kötüye kullanmaktayız. Gerçekten başkalarının özel yaşantılarını röntgenliyoruz. Özür dilerim kaptan. Ahlaksızca röntgencilik yapıyoruz biz burada.
Komutan odada bir aşağı, bir yukarı gezinmeye başlamıştı:
- Sana hak veriyorum Rem. Dedi. Yine de, bağışlanmamızı gerektirecek iki nedenimiz var. Her şeyden önce biz bunu bir zorunluluk olarak yapmaktayız. Çünkü bunun böyle olmasını biz istemedik. Bizi bu zorunluluğa olaylar itti. İkincisi, onların özel yaşamlarının gizliliğini izlememiz genel anlamda bir ahlaksızlık da olsa, bu ahlaksızlık onlara zerre kadar zarar getirmez. Zira bizim, onların bu gizliliğini izlemekte olduğumuzu bilmiyorlar. Bize gelince; bizim bu öğrendiklerimizi başkalarına aktarmamız söz konusu bile değil. Bu da onların gizliliğinin yine gizlilik olarak kalacağını kanıtlar.
- Evet, belki böylece kurtulabiliriz suçluluk duygusundan.
- Başka da tutunacak dalımız yok.
Bu sırada, kapalı duran oda kapısının üzerinde Doktor Emmol Lek’ le Teğmen Vag Lom belirmeye başladılar. Görüntüler keskinleşince; astronotlar kapıya ve onun üstünde durduğu duvara değip dokunmadan içeri girdiler. Odanın havasını koklayan Doktor Emmol Lek, berikilerin herhangi bir şey sormalarına fırsat bırakmadan:
- Hayrola… Dedi. Ortada yangın falan yok ya? ...
Komutan derin bir şaşkınlıkla sordu:
- Yangını da nereden çıkardın şimdi?
- Bir yerden çıkarmadım. Sizin çıkarmanızdan korkuyorum.
- Yok öyle bir şey.
- Öyleyse havadaki bu duman kokusu nedir?
Kaptan Çi Vaştar, Fotonist Kay Rem ve Teğmen Vag Lom ayni anda söylendiler:
- Evet, odada duman kokusu var.
Astronotlar, divanda horlayarak uyuyan adama, elindeki çorabı habire söküp duran köylü kadına ve iki küçük çocuğa şöyle bir göz gezdirdiler. Aile sakindi ve her biri kendi uğraşındaydı. Yangından ve dumandan kuşkulandıkları bile yoktu. Etimolog Şur Çarup köylü kadının yanında, divana uzanmış uyuyordu. Ancak astronotlardan birisi ona doğru bakmak istediğinde; genç kadının bazı çizgileriyle köylü kadının bazı çizgilerinin birbirlerine karışmış olduklarını görebiliyorlardı. Nitekim görünüşler, ayni kart üstüne basılmış iki ayrı görüntüyü andırmaktaydı. Kaptan Çi Vaştar dalgın bir tutumla bunun neden böyle olabildiğini düşünüp duruyordu. Genç adam, bir an için bu konuyu değişmeyen bir kural haline getirebileceği sanısına kapılmaktan kendini alamadı. Sonra kendini toparlamaya çalışarak:
- Rem… Diye seslendi. Odanın dibine-köşesine şöyle bir göz at bakalım. Gerçekten yangın falan olmasın.
Kay Rem tüm odayı gözden geçirdiyse de, hiçbir ize rastlayamadı ve rastlayamadığını da öylece rapor etti. Komutan bu kere:
- Rem. Dedi. Yanına Vag’ ı al ve evi dolan. Görüldüğü kadarıyla bu ev ağaçlar üstüne kurulu ve bir orman evi. Herhangi bir köşesinde bir yangın çıkmış olmasını istemiyorum. Yangın çıkarsa; ev baştan başa yanar, kül olur.
İki astronot kapı üzerinde eriyip kaybolurken Doktor Emmol Lek alaylı bakışlarla kaptanı süzüp durmaya başlamıştı:
- Ne yapmak istediğini anladım sanıyorum Vaştar. Dedi. Şu nereden elde ettiğini bilemediğin görünmezlin verdiği şımarıklığa dayanarak iyilik meleği rolüne girmek istiyorsun.
Komutan çıkıştı:
- Nereden çıkardın bunu? Benim melek rolüne girmeye falan niyetim yok.
- Bana sorarsan, var. Baksana, adamları ve evi yangın olasılığına karşı koruma peşindesin.
- Böyle de olsa; bu davranışım yergiyi gerektirir mi Lek?
- Elbette ki yergiyi gerektirmez ama yarar da sağlamaz.
- Neden sağlamasın? Her önlem bir yarar içindir.
Doktor Emmol Lek’ in sesi bu kere toktu:
- Bu konuda alacağın hiçbir önlem yarar için değildir. Çevreyi kolaçan etmeye gönderdiğin delikanlılar geri döndüklerinde; evin herhangi bir yanında gerçekten yangın çıkmış bulunduğunu rapor etseler, acaba sen buna karşı ne yapabileceksin? Düşündün mü bunu hiç? Yangını kendi kendine veya bizim yardımımızla söndürebilecek yeteneğin, hiç olmazsa; ev sahiplerine haber verebilecek olağanüstü bir gücün mü var?
Kaptan Vaştar gerçekten bocalamıştı. Doktor Lek ise sözlerini habire sürdürüp durmaktaydı:
- Şu adamların dünyasındaki bir sineğin bir ufacık vızıltısı bile senin şu odanın içinde atacağın en zorlu naradan daha güçlüdür. Bu nedenle, evlerinde yangın çıkmış olsa ve sen bunu onlara haber vermek istesen bile, haber veremezsin. Çünkü onlar senin sesini duyamazlar. Haber vermek yerine yangını söndürmeye kalkışsan; bunu da yapamazsın. Zira onların dünyasına değip dokunamadığın gibi, yangınlarına da değip dokunamazsın.
Komutan problemi kavramıştı:
- Haklısın Lek. Dedi. Onlar kendi sorunlarını kendileri çözmek zorundalar anlaşılan. Bizim onları izlemekten başka yapabileceğimiz hiçbir şey yoktur.
- Olamaz da.
- Yine de ben bu durumu öğrenmenin yararlı olabileceği kanısındayım.
- Bak, işte bu kanıyı bölüşebiliriz.
- Lek, odaya ilk girdiğimizde böyle bir duman kokusu yoktu.
- Yine de yok. Sen bu kokuyu nereden çıkardın anlayamıyorum.
Kaptan Çi Vaştar gerçekten şaşırmıştı. Zira tüm kuşkusuyla havayı kokladığı halde artık duman kokusu falan alamıyordu:
- Evet, odada duman kokusu yok. Fakat Lek, bize bunu sen söylemiştin sanırım.
Doktor Emmol Lek kendinden hiç de beklenmeyen bir kahkaha kopardı:
- Ben söyledim, siz de inandınız.
- Anlamadım. Ne söylemek istiyorsun sen?
- Kızma Vaştar. Bu çok basit bir telkin denemesiydi.
- Ne telkini?
- Anla artık canım. Vücut bir organizma olarak telkini kolaylıkla benimsemek istemez. Onun bunu kolaylıkla benimseyebilmesi için yeterince yorulmuş bulunması ve sinirlerin de bir hayli yıpranmış olması gerekmektedir.
Kaptan şaşkın gözlerle doktorun yüzüne baktı:
- Yani sen şimdi bunu, sinirlerimizin bozulmuş olup olmadığını anlayabilmek için mi yaptın?
- Nakşa ne için yapmış olabilirim?
Komutan kendini alamayarak gülmeye başladı:
- Pek de beğenilecek bir kontrol yöntemi değil.
- Bense bunu çok beğeneceğini sanmıştım. Zira ben bu yöntemle sizin sadece sinirlerinizi değil, ayni zamanda bilincinizi de kontrolden geçirmiş oldum.
- Peki o neye?
- Füşünsene Vaştar. Şu tersine dönen dünyada gerçekten bir yangın çıkmış olsaydı; biz o yangındaki duman ve yanık kokusunu alabilir miydik?
- Elbette ki alamazdık.
- Öyleyse neden kuşkuya kapıldınız? Duman ve yanık kokusu var mı, yok mu diye havayı koklamaya neden gerek gördünüz? Böyle bir koku olsa bile, onu sezebilmenize olanak bulunmadığını neden düşünemediniz?
Kaptan Vaştar dalgın bir tutumla omuzlarını silkti:
- Evet, neden kuşkulandık, neden havayı koklamaya gerek gördük ve böyle bir kokuyu alamayacağımızı neden düşünemedik?
- Bu bence şunu göstermektedir: Biz şu önümüzde duran ve tersine dönmekte olan dünya konusunda hala daha kesin bir fikir sahibi olmuş değiliz. Yani onun ne olduğunu ve ne olmadığını hala daha açıklıkla bilememekteyiz. Bu yüzden de, karşılaştığımız her olayı ilk ağızda, onun kurallarıyla değil, kendi kurallarımızla açıklamaya yelteniyoruz.
Komutan arkadaşının gözlerinin içine baktı:
- Haklısın Lek. Daha sözü edilir edilmez, yangını onların dünyasında değil, kendi aramızda aramamız gerekirdi.
Doktor Emmol Lek daha fazla ayakta duramayarak divanda uyuyan adamla yanındaki çocuğun üzerine oturdu. Kaptan Vaştar derin bir şaşkınlıkla arkadaşına bakarak:
- Kalk şuradan Lek. Dedi. Oturacak başka yer bulamadın mı?
Doktor Lek gülümsedi fakat yerinden bile deprenmedi:
- Neden kalkayım? Benim onlara en küçük bir zararım bile yok ki.
- Evet, zararın yok.
- Öyleyse sen neye sızlanıyorsun? Bırak da altımda kalanlar sızlansınlar.
- Onlar sızlanmasalar bile, benim hakkım var sızlanmaya. Böylesi durumlarda, bir gözlemci olarak senin çizgilerinle onların çizgilerini birbirine karıştırıyorum. Bu hem bakışımı zorlaştırıyor, hem de mideme bulantı veriyor.
- Bu da senin iyi bir gözlemci olmadığını gösterir. Zira, istesen de benim çizgilerimi onların çizgileriyle karıştıramazsın. Yani ben ön planda olduğum sürece. Zira, onların bedenlerinin benden taşan çizgilerinden başka çizgilerini göremezsin. Yani beni de, onların benden taşan parçalarını da net olarak görürsün. Çizgilerimizin birbirine karışmış görünebilmesi için, onların ön ve benim de arka planda bulunmam gerekir. Eğer gördüklerin böyle değilse; söyle de seni hemen göz kontrolüne alayım.
Arası çok geçmeden oda kapısı açıldı ve çocuk geri döndü. Gerisin geri yürüyerek ilerleyip elinde bulunan metal bir sigara küllüğünü divandaki adamın önüne koydu. Küllük ağzına kadar sigara izmaritleriyle doluydu.
Ev sahibi köylü küllüğe uzanırken:
- mulğo köd üğüllüK…
Diye seslendi.
Küçük çocuk bir-iki adım geri gidip obir çocuğun yanına oturdu ve dizlerini dikip kollarını dizlerinin çevresine doladı.
Üstünde kapının yer aldığı duvarda birtakım çizgiler kaynaşmaya başlamıştı. Çizgiler güçlendikçe, bunların altında kalan duvara ve kapıya ait kesimler gözden kaybolup duruyordu. Kaynaşma fazla sürmedi ve kapıyla duvarın bazı kesimleri silinip yerlerinde Teğmen Vag Lom’ la Fotonist Kay Rem’ in bedenleri belirdi.
Kay Rem:
- Araştırdık kaptan. Demekteydi. Evde ve bahçede yangın adına tek iz yok.
- Teşekkürler Rem. Sizleri boşu boşuna yormuş oldum. Zira, ortada yangın falan olmadığını ancak siz gittikten sonra anlayabildim.
Astronotlar şaşırmışlardı. Soruyu soran Fotonist Kay Rem oldu:
- Neden?
- Doktorun bir telkin denemesi yüzünden. Ben buna “Telkin” diyorum ama siz “Yersiz bir şaka” da diyebilirsiniz.
Teğmen Vag Lom bu sözlerin üstünde durmaya gerek bile görmemişti:
- Biz yangını araştırıp dururken dışarıda çok garip bir şey oldu kaptan.
- Nasıl bir şey?
- Evin dış kapısı açıldı. Şu çocuk kapıda göründü. Elinde metal bir sigara küllüğü vardı ve küllük boştu. Eliyle onu ileri doğru uzatıp sallayarak geri çekti. Görünüşte bu alabildiğine anlamsız ve alabildiğine garip bir davranıştı. Çocuğun bu davranışı üzerine bahçede, otların ve çimenlerin arasında gittikçe güçlenen kıpırdanmalar oldu. Bunlar; her biri ayrı yönde olan ve birbirinden uzakta yer alan kıpırdanmalardı. Bunu izleyerek çimenlerin ve otların aralarından kurşun gibi fırlayan bir şeyler havada birbirleriyle birleşerek gelip çocuğun elindeki o metal küllüğe doluştu. Olayı gözlerimizle gördüğümüz halde, içeriği konusunda hiçbir bilgi edinemedik.
- Kay Rem mırıldandı:
- Evet, tıpkı öyle oldu.
Doktor Emmol Lek homurdandı:
- Çocuk odadan elleri boş olarak çıkmıştı. Fakat odaya elindeki metal bir sigara küllüğüyle döndü. Küllüğün içi ağzına dek sigara izmaritleriyle doluydu. Onu öylece getirip şu adamın önüne koydu. Bundan başka da hiçbir şey yapmadı.
Kaptan Çi Vaştar:
- Anlaşıldı. Dedi. Zira durum açık. Bu çocuk, bir önceki dünyasında, içi sigara izmaritleriyle dolu olan metal küllüğü götürüp bahçeye silkelemiş bulunduğundan bu yeni dünyasında bu olay da obirleri gibi tersinden yinelenmek zorunda kaldı. Bence, olan bundan ibarettir.
Doktor Emmol Lek söze homurdanarak girdi:
- Durun bakalım. İzin verin de izleyelim. Bana göre; işin bundan ilginç ve bundan da şaşırtıcı olan yanı daha yeni başlayacak.
Doktor Lek parmağıyla ev sahibi köylüyü göstermekteydi. Astronotlar büyük bir ilgiyle yaklaşıp köylünün çevresini sardılar ve olacakları yakından izleyebilmek için burnunun dibine dek sokuldular. Onların farkına bile varamayan, sadece kendi yaşantısını sürdürmekte olan köylü, kül tablasına uzandı. Oradan, ezilmiş burnu gittikçe düzelmekte olan bir izmarit aldı. İzmarit parmakları arasında zor duracak derecede küçüktü ve ucunda da ateş bulunduğu görülüyordu. Adam onu dudaklarına doğru götürürken başını yukarıya kaldırıp havadan derin bir soluk aldı. Gittikçe belirgin bir hal alan açık mavi bir duman halkası adamın burun deliklerinden dudaklarının arasından içeriye saldırdı. Sigarayı dudakları arasına sıkıştırıp bu dumanı izmaritin içine üfledi. Köylünün bu derin üfleyişi üzerine izmaritin boyu eskisine oranla fark edilebilir ölçüde uzadı ve ateşli kesim, durduğu noktadan biraz ileriye geçti.
Ev sahibi şimdi kısa aralıklarla hep ayni hareketleri yineliyor, derin içe çekişlerle odanın havasından ciğerlerine doldurduğu, koyulaşarak ortaya çıkan mavi dumanı izmarite üflüyor ve her üfleyişte izmariti birazcık daha büyütüp uzatıyordu.
Ev sahibinin davranışı, elindeki izmarit, ucu ateşli bütün bir sigara halini alıncaya kadar sürdü. Sonra, metal küllükten bir ikinci izmarit aldı. Bütünleşmiş sigarayı dudaklarıyla ve yeni izmariti de eliyle tutarak uç uca değdirdi; elindeki sigaranın ucunda artık ateş yoktu ve bu ateş sanki obir elindeki izmaritin ucuna geçmişti.
Adam izmariti küllüğün kenarına bıraktı ve bütünlenmiş sigarayı divanın üstüne koyarak cebinden karton bir sigara kutusu çıkardı. Bunu açtı. Sigarayı divandan alıp büyük bir özenle kutuya yerleştirdi. Kutuyu kapattı ve yine cebine indirdi. Şimdi yeniden izmaritini almış, sigarasını bütünlemeye koyulmuştu.
Teğmen Vag Lom:
- İşte bu çok ilginç… Dedi. Adam sigara tüketmiyor, sigara üretiyor.
Doktor Emmol Lek ekledi:
- İlginç olduğu kadar da doğal. Önceki dünyalarında tüketenler, bu dünyalarında haliyle üreten oluyorlar.
Teğmen Vag mırıldandı:
- Öteki dünyalarında üretici olanlar da bu dünyalarında tüketici oluyorlar.
Kaptan Çi Vaştar söze karıştı:
- Bu pek doğru değil. Doğru olan yanı; önceki tüketicilerin şimdiki üreticiler olduğu. Zira önceki dünyada her üreten ayni zamanda tüketen değildir. Bu bakımdan, tüketmiş olmak szö konusu olmamışsa; burada da üretmek söz konusu olamayacaktır.
Teğmen Vag Lom sordu:
- Böyle bir dünyanın ne anlamı var, tüketmek üretmeye dönüştüğüne göre?
Kaptan Vaştar teğmene döndü:
- Ne demek istiyorsun? Anlamsız şey olur mu?
- Fakat kaptan, gördüğüm kadarıyla; bu adam izmaritleri içilmemiş sigara haline getiriyor. Diyelim ki; kartondan yapılmış sigara kutusunu bu sigaralarla doldurdu ve hatta üstüne bandını bile yapıştırdı. Sigaralar tüketilmek için değil de, bütünlenip kutulara koyulmak için olduktan sonra, bunun yararı nedir?
- Dolmuş kutular önceden alınmış yerlere yani tütüncülere gidecekler ya.
- Oradan da şuraya, buraya gidecekler ve en sonunda tütün yaprağı ve fidesi olup çıkacaklar. Bunları biliyor ve onun için de bunları sormuyorum. Benim öğrenmek istediğim, bundan ne fayda umulacağıdır.
- Soruyu yanıtlamadan önce sana bir soru sormak isterim Vag. Tütün fidesinden döne dolaşa ortaya çıkan sigarayı tüketmek ne yarar sağlar?
- Yarar belli kaptan. Sigarayı tüketmek, acıkmış bir organı doygun duruma getirir, yanıt isteyen bir isteği bastırır, şu ya da bu maddeyle de bedenin şu ya da bu yanını besler.
- Ve sonunda beden yaşlanır, sonra da ölümün kapısına dayanır.
- Evet, bu kesin.
- Öyleyse bu dünyadakinin bir önceki dünyadakinden farkı nedir? Ölüm ikisinde de sonuç değil mi? Önceki dünyada beslenmek, bu dünyada ise beslenememek varlığı ölüme götürmektedir. İkisi de bir ve ayni şey. Birinde; çevredekileri sömürerek kendin bütünleşiyorsun, obirinde kendini çevrendekilere vererek onları bütünleştiriyorsun.
- Bence ikisi ayni kapıya çıkmaz kaptan. İnsanların dünyayı görmeleri, yaşamaları ve bazı şeyleri öğrenip bilebilmeleri için çevreden bir şeyler alıp bunlarla yaşantılarını sürdürmeleri gerekmektedir.
- Ayni şey Vag. Kendinden bir şeyler verip çevrendekileri bütünleştirirken de dünyayı görüyorsun, yaşıyorsun ve bazı şeyleri öğrenip bilebiliyorsun.
- Özür dilerim kaptan. Görüşünüzü paylaşamıyorum.
- Nedenin var mı?
- Var. Ayni dünyalarını bir ikinci kere yaşamakta olan bu insanlar, şimdi yaptıklarını önceden yapmış oldukları için, ne yapacaklarını yapmadan önce biliyorlar.
- Yani?
- Yani onlar için bir gelecek zaman yok. Bu nedenle de, öğrenebilecekleri herhangi bir şeyin varlığından söz etmek bence yersizdir.
Kaptan başını salladı:
- Yanlış. Zira bizim için bir gelecek zaman nasıl mevcutsa, onlar için de bir gelecek zaman öyle mevcuttur. Bu, önceki dünyalarında vardı, şimdiki dünyalarında da var. Ve bu bir bakıma onların bir geçmiş zamanıdır. Fakat onlar bu geçmiş zamanı bilmiyorlar. Daha doğrusu; geçmiş zamanı, bir tür gelecek zaman kavramıyla anlıyorlar. Bir bakıma, onlar bizim geçmiş zamanımıza dönüyorlar ki; bu da haliyle kendi gelecek zamanlarıdır.
Teğmen Vag mırıldandı:
- Bunu yeterince anlayabildiğimi söyleyemem kaptan.
- Peki, anlayamadığın neresi?
- Onlar, şimdiki gelecek zamanları olan eski geçmiş zamanlarında herhangi bir şeyler yapmışlardı. Doğal olarak, şimdiki zamanında bulunan bir insan geçmiş zaman sahibidir. Geçmiş zamanında ise neler yapmış olduğunu bilir. Bu, onlarında eskiyi bilmelerini gerektiren bir koşuldur. Durum böyle olunca, siz nasıl olur da onların bunu bilmediklerini söyleyebilirsiniz?
- Vag, işte burada bir yanlış anlaman var. O da şudur: Onların zamanını saptamada kendi zamanlarını ölçü olarak kullanmaktasın. Yani bir bakıma, onların geçmiş zamanları senin geçmiş zamanın, onların gelecek zamanları da senin gelecek zamanın oluyor. Tıplı onların şimdiki zamanını kendi şimdiki zamanın sayman gibi. Bana kalırsa sen bu yanlışa, herkesi kendi ölçüleriyle değerlendirmediğin için düşüyorsun. Ben bir konuda seninle ayni düşünceyi paylaşmaktayım: Onların bundan önce de bir yaşantıları olmuştur. Fakat bu, bizim bildiğimiz kaos anında sona ermiş ve o sayfa artık kapanmıştır. Şimdiki geri dönüşün, o eski düz gidişin tersi olduğunu bilen ve söyleyen bizleriz. Onlar değillerdir. Zira onlar için öylesine bir düz gidiş hiçbir zaman vuku bulmamıştır. Vuku bulsaydı; kendilerinin dünyaya ikinci bir kez geldiklerini, yani yeniden doğmuş bulunduklarını bileceklerdi. Oysa onlar bunu bilmiyorlar. Bu koşullar altında geriye tek bir şey kalıyor: Onların şimdiki dünyalarında mevcut olan yaşantıları. Bunu tek bir yaşam çizgisi olarak kabul edersen, çizginin elbetteki bir başlangıç, bir orta ve bir de bitiş noktası bulunması gerektiğini kolaylıkla görüp anlayabilirsin. Gerçekten de; bunda, bir başlama noktası, bir orta nokta ve bir bitme noktası vardır. Geçmişleri o başlangıç noktası, şimdileri o orta nokta ve gelecekleri de o bitiş noktasıdır ve biz bunu böylece benimsemek zorundayız. Bu nedenle, şu andaki durumlarına şimdiki zaman dememiz gerekecek. Bundan önceki zamanları geçmiş zamanları olacağına göre; bundan sonraki zamanları da gelecek zamanlarıdır. Bize ters gelse de bu böyledir. Zira bunların geçmiş zamanları ölüm ve yaşlılık, gelecek zamanları ise gençlik, çocukluk ve bebekliktir.
Komutan derin bir soluk aldıktan sonra sözlerini sürdürdü:
- Gözünün önüne üç ayrı düz çizgi getir Vag. Üçünün de birer başlangıç ve bitiş noktasıyla birer orta noktası olsun. Çizgilerden biri bizim yaşamımızı simgelemektedir. Biri, onların düz giden eski yaşamlarını ve biri de onların şimdiki geri dönen dünyalarındaki yaşamlarını sembolize etsin. İlk çizgide biz geçmişimizi yaşadık, halen şimdiki zamandayız ve gelecek zamanımızı da bilmemekteyiz. İkinci çizgide; onlar, geçmiş zamanlarını da, şimdiki zamanlarını da, gelecek zamanlarını da yaşadılar. Her birini kendi süresi içinde bildiler ve sonunda da öldüler.Bu kesim bu nedenle kapanıp gitmiştir, bir daha geriye gelmeyecek ve bir daha söz konusu olamayacaktır. Üçüncü çizgide; bu tersine giden dünyada, geçmiş zamanlarını yaşadılar. Hem de şimdikinden daha bir yaşlı ve daha bir tükenmiş olarak. Şimdiki zamanlarını yaşıyorlar ve elbette ki, bu anda da duraklamaksızın gelecek zamanlarına gidiyorlar. Fakat bu gelecek zaman, bizim yaşlılık getirecek olan gelecek zamanımız değildir. Tam tersine; onlara gençlik, çocukluk ve bebeklik getirecek olan bir gelecek zamandır. Bu nedenle; çizgileri sadece kendi içlerinde ve kendi çaplarında düşünürsen, onların da bizim gibi, geleceklerini neden bilmemeleri gerektiğini kavrarsın. Yanlış mı düşünüyorum?
Teğmen Vag Lom daldırmıştı:
- Doğru düşünüyor gibisiniz kaptan. Doğrusu ben bunu böyle bir mantık zinciri içinde düşünebilmiş değildim.
- Teşekkürler Vag. Ayni düşünce düzeyinde buluştuğumuzu görmek beni sevindirdi.
Doktor Emmol Lek söze karıştı:
- Vaştar, ilgimi çeken ve bana eksikmiş gibi görünen bir noktaya değinmek istiyorum. Vag, konuşmanızın bir yerinde yarardan söz etti. Bunu herhangi bir maddeyle vücudu beslemeye de bağladı.
Teğmen onayladı:
- Evet, öyle bağladım.
- Ve sen Vaştar, sen de beslenememenin insanları ölüme götürmekte olduğunu söyledin.
- Aşağı-yukarı böyle söyledim.
- Benim açıklığa kavuşturulmasını istediğim nokta işte budur. Yani sana göre, bu insanların bu tersine dönen dünyalarında herhangi bir beslenme söz konusu değil midir?
Komutan bakışlarını doktorun yüzüne dikmişti:
- Sence de böyle değil mi Lek? Durum olduğu gibi ortada: Onların şimdiki dünyalarında herkes üretici ve hiç kimse de tüketici değil. Zira tüketim, bir önceki dünyaya özgüydü. O dünya yerini bu dünyaya bıraktığı için tüketime zaten gerek kalmamaktadır.
- Ve bu nedenle de, bu dünyada beslenmeye gerek kalmamıştır diyorsun?
- Hemen hemen.
Doktor Emmol Lek başını salladı:
- Şunu kesinlikle belirtmek zorundayım: Vücut,kendisi için gerekli olanları ona yeterince vermediğin taktirde yaşayamaz. Bu yüzden beslenme, organizmanın ayrılmaz bir parçasıdır. Bu insanlar gözlerimizin önünde şöyle ya da böyle bir yşam sürdürdüklerine göre; yeterli bir biçimde besleniyorlardır ve bence de böyle olması gereklidir.
- Yani sence bunlar yemek yiyor, su içiyorlar. Dışarıdan bir şeyler alıyorlar ve besinleri tüketerek yaşıyorlar, öyle mi?
- Asla kuşkun olmasın.
- Fakat biz şimdiye dek böyle bir şey göremedik.
- Ben göreceğimizden eminim.
- Peki, senin bu konudaki düşüncen nedir?
Emmol Lek gülümsedi:
- İzin verirseniz; ben düşüncelerimi kendiliğimden söylemeyeyim de, bunu bize olaylar söylesin.
Kısa bir sessizlik oldu, sonra doktor:
- Gerçekten yorucu anlar geçirdik. Dedi. Sizi bilmem ama benim dayanacak gücüm kalmadı. Acaba şu izmaritleri içilmemiş sigaraya çeviren yetenekli ev sahibinin üstüne uzanıp birazcık uyuyuversem darılır mısınız?
Fotonist Kay Rem güldü:
- Adamı lütfen küçümseme doktor. Farkındaysan; koskoca odanın o dumanlı havasını tıpkı bir aspiratör gibi emip bu adam temize havale ediverdi.
Teğmen Vag Lom gülümsedi:
- Dumanı emip izmaritlere üfledi ve onları içilmemiş sigaralara dönüştürüp karton kutuya yerleştirdi adam.
Doktor Emmol Lek büyük bir ilgiyle ev sahibine bakmaktaydı:
- Tıpkı bir büyücü gibi. Evet evet, tıpkı bir büyücü gibi. Böyle bir kimse bizim dünyamızda bulunsaydı, kısa sürede çok büyük bir ün yapardı ve belki de, önünde açılamayan kapı kalmazdı.
Komutan adama şöyle bir göz gezdirdi:
- Ne yazık ki; bu becerisinin kendi dünyasında hiçbir önemi yok. Zira onların eski dünyalarında sigara içmiş olan herkes yapabiliyor bunu.
Doktor Emmol Lek yorgun adımlarla yürüyüp divana ulaştı ve öylece adamın üzerine uzanıverdi. Ne kendisi nerede yattığının farkındaydı, ne de ev sahibi onun kendi üstüne yattığını fark edebilmekteydi.
Köylü kadın çorabın tümünü söküp bitirmiş, onu bir yumak iplikten ibaret hale getirmiş, şişlerini üstüne batırıp kalkmış, gerisin geri giderek duvardaki petrol lambasını alıp odadan dışarı çıkmıştı.
Etimolog Şur Çarup’ la Doktor Emmol Lek’ in uyumaya çalıştıklarını fark eden Fotonist Kay Rem hafif bir sesle mırıldandı:
- Kaptan, anladığıma göre; kadın lambadaki petrolü, onu eski dünyasında doldurmuş olduğu bidona boşaltmaya götürmüş olsa gerek.
Kaptan Çi Vaştar mırıldandı:
- Kuşkusuz.
Teğmen Vag Lom’ un fısıltısı duyuldu:
- Bu durumda zaman, akşamın alaca karanlığından biraz önceki ikindi sonrası aydınlığına ulaşıncaya kadar odanın karanlıkta kalacağı apaçık.
Kaptan Vaştar’ ın sesinde yorgunluk belirtileri sezilmekteydi:
- Uyumak ve dinlenmek için bundan daha iyi fırsat olamaz.
Teğmen Vag Lom’ un sesi üzüntülüydü:
- Bu ölümlü dünyada.
Fotonist Kay Rem fısıldadı:
- İyi geceler veya iyi gündüzler kaptan… Sana da Vag…
(Hikmet BARLIOĞLU (1933 – 2003) ‘nun
Ana Karnına Dönüş İsimli Kurgubilim Roman’ından > 534 – 570 / 731)
Kayıt Tarihi : 11.4.2009 11:51:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!