Ana Karnına Dönüş - 2.7

İsmet Barlıoğlu
1529

ŞİİR


6

TAKİPÇİ

Ana Karnına Dönüş - 2.7

Düğüm Üstüne Düğüm

Kapsülün dışında yeni bir gün başlamıştı.
Güneş, ağaçların arasından yavaş yavaş yükselmeye koyulmuş, orman tüm canlılığıyla, tüm tazeliğiyle, tüm yeşilliğiyle ve tüm güzelliğiyle gözler önüne serilmişti. Herşey aşağı-yukarı bir önceki günü andırmaktaydı. Fakat görmesini bilen gözler için durum hiç de böyle değildi ve birbirini izleyen iki gün arasında çok büyük farklar vardı. Bunu en eksiksiz sezebilenlerden birinin Teğmen Vag Lom olduğu söylenebilirdi. Nitekim genç adam, kapsülün tam önünde durmuş, orman eteğinde gözalabildiğine uzanan çiçek tarlasını süzmekteydi. Teğmen Vag ‘a göre; bu tarla, bir gün önce gördüğü tarlaya asla benzemiyordu. Zira; insanı bir bakışta büyüleyen o eşsiz renk harmonisinden, güzellikleriyle insanın içini ürperten o yüzbinlerce çiçekten, birbirlerinden sınır sınır ayrılmış o öbek öbek sarılardan, mavilerden, kırmızılardan, yeşillerden, beyazlardan geriye bir tek iz bile kalmamıştı. Ormanın ayakları dibinde buyruk sürdüren tek renk yeşildi. Yeşil, yeşil, yeşil, sadece yeşil.
Genç adam kendisini yokladığında; Fotonist Kay Rem ‘in o katı fizikçiliğinden alabildiğine nefret ettiğini anladı. Her olayı fizik görüşlerle açıklamaya çalışmak, eşi-benzeri görülmemiş bir saçmalıktı. Doğada, ne oldukları, nasıl oldukları anlaşılamayan bazı gizli güçler de vardı, bunların yadsınması olanaksızdı ve insanoğlu onlara saygı duymalıydı. İnsanlar, açıklanamayan ve altında gizli güçler yattığı sanılan olaylardan hem tedirginlik duyup korkuyor, hem de bunlardan hoşlanıyordu. Alt yanı; bu bir heyecandı ve insanoğluna gerekliydi.
Astronot, daldığı bu düşüncelerden Fotonist Kay Rem ‘in sesiyle kurtuldu:
- Nasılsın Vag? Az da olsa kendine gelmişsindir sanırım.
Teğmen Vag Lom, suçüstü yakalanan çocukların heyecanıyla yanıtlamaya çalıştı:
- Geceleyin insan her duyduğunu, her gördüğünü abartıp duruyor. Gerçi burada; bu ormanda, gece görüp duyduklarımızla gündüz görüp duyduklarımız arasında pek fark yok ama yine de öyle oluyor her nasılsa. Kaptanla Çarup nasıl? İyi mi onlar da?
- Bilmiyorum. Birlikte görelim.
Astronotlar içeri girdiler.
Kaptan Çi Vaştar yatakta değildi. Manyetik taburelerden birinde oturmakta ve elinde ara-sıra yudumladığı bir bardak tutmaktaydı. Karşısındaki manyetik taburede Doktor Emmol Lek vardı ve önündeki bir podyumda yer alan inceli, kalınlı sinirler üzerinde birtakım analizlerin sonuçlarını almaya çalışıyordu.Astronotların üniteye girdiklerini sezer sezmez, herhangi bir şey sormalarına fırsat bırakmadan ve başını kaldırmadan seslendi:
- İyi iyi… Kaptanın sağlık durumu çok iyi… Şoku atlattı… Varlığını ışığa, sağlığını da uykuya borçlu bu komutan…
Doktor Lek başını kaldırmaya ve gözlerini işinden ayırmaya gerek bile görmeksizin eliyle kaptanın az ötesindeki manyetik yatağı gösterdi:
- Ormanlar fatihini sorarsanız; o işte orada. Henüz kendine gelemedi ve bir süre gelebileceğini de sanmıyorum. Dinlenmesi gerek.
Astronotlar, manyetik yatakta giysileriyle birlikte yatmakta olan genç kadına baktılar. Etimologun yüzünde garip bir gülümseme göze çarpmaktaydı. Solukları düzenli, yüzünün renk ve çizgileri ise yerindeydi.
Gözlerini Çarup ‘a çevirmiş olan Kaptan Çi Vaştar, alışılmış tutumu içinde konuşmaya başlamıştı:
- her şeyi anımsıyorum Lek. Uzunca sayılabilecek bir süre senle Çarup ‘tan bilgi alamadık. Sonra bir lazer atışı saptadık ve ben hiçbir şey düşünmeye gerek görmeden ormana daldım. Yardıma gitmekte olduğumu bilmekle birlikte, gerçekte kimin yardımına gittiğimi bile bilmiyordum. Bu, Çarup olabileceği gibi, sen de olabilirdin. Zira, kabinde sadece ikiniz yoktunuz ve biz bir lazer atışı saptamış bulunuyorduk.
Doktor Lek, podyumdan sinir ayıklamaktaydı:
- Yardımına koştuğun Çarup ‘tu. Diye homurdandı. Çünkü; ben ormanda olmadığım gibi, araştırmalarımı da öylesine bir ormanda sürdürmeyi dahi düşünmüş değildim.
- Çabalarım sonuç vermedi Lek. Ona ulaşamadım.
- Üzülmene gerek yok. Normaldir. Zira; sen yaşamın boyunca tek bir kadına bile ulaşamadın.
Kaptan Vaştar dudaklarının ucuyla gülümsemekten kendini alamadı:
- Haklısın. Bu belki de; ormanda yol bulmak kolay olmadığı içindir. Tüm yaşantımda ilk kez bir ormana girdim ve onda da yolumu yitirdim. Hatta bir ara o ormandan kurtulamayacağımı bil sandım. Bunu itiraf etmeliyim.
Komutan kısa bir süre sustu. Sonra, gözlerini tek tek astronotlar üzerinde gezdirerek sordu:
- Kurtuluşumu han ginize borçluyum?
Doktor Lek, ilk kez başını kaldırıp homurtuyla kahkaha arası bir ses çıkardı:
- Rem ‘e.
Kaptanın herhangi bir şey söylemesine fırsat bırakmayan Fotonist Kay Rem mırıldandı:
- Kimseye bir şey borçlu değilsiniz kaptan. Ancak, çabalarımızın olumlu sonuç vermiş olması beni gerçekten sevindirdi. Tümü bundan ibaret.
Teğmen Vag Lom konuşmalara katıldı:
- Doğrusunu söylemek gerekirse; Rem ‘in önerileri başlangıçta bana saçma gelmişti. Zira, ikinize; size ve Çarup ‘a ışıktan bir ip atmayı, sizleri o iple ormandan çekip çıkarmayı önermekteydi.
Doktor Emmol Lek, podyumu görevden alıp ayağa kalktı:
- Gerçekten övgüye değer bir buluştu Rem. Böyle bir buluşu hangi rüyanda görüp gerçekleştirdiğini bilemiyorum. Zaten bunu bilme peşinde de değilim. Beni asıl meraklandıran sadece şu: Ateşin bulunuşundan önceki patlıcanlarla enginarları ne yapıyordun, bir söyler misin? Yani çiğ çiğ yiyemeyeceğine göre. Söyle de meraktan kurtulalım bari.
Ünite bir anda kahkahalarla çınladı.
Kaptan Vaştar kahkahalarına güçlükle engel olabilmişti:
- Rem ‘in, ateşin bulunuşundan önceki zerzevata neler uyguladığını bilmiyorum ama patentine onun sahip olduğu ışıktan ipin beni ormandan nasıl çekip çıkardığını en iyi ben biliyorum Lek. Dedi. Sanırım ki; Çarup ‘u da o karanlıklar denizinden çekip çıkaran yine bu ip olmuştur.
Teğmen Vag Lom tatlı tatlı gülümsemekteydi:
- İnanın ki o oldu kaptan.
Astronotlar hep birlikte başlarını çevirip az ötedeki manyetik yatağa baktılar. Etimolog, doğrulup yatağa oturmuş, kendini toparlamaya çalışıyordu:
- Önünde-sonunda beni kurtaracağınız konusunda en küçük bir kuşkum bile yoktu. Diye gülümseyerek enlemesine oturduğu yataktan bacaklarını aşağıya sarkıttı. İçine düşülen derin bir panikten sonra, insanın kendisini yeniden bu kapsülde bulabilmesi çok büyük bir mutluluk.
Kaptan Çi Vaştar, saklamayı başaramadığı bir gülümsemeyle genç kadına takılmaya başladı:
- Umarım ki; kurmayı tasarladığımız kamp için en uygun yeri bulmuşsundur Çarup?
Genç kadın soruyu oturduğu yerden yanıtladı:
- Gerçekten üzgünüm kaptan. Doğrusu, ormanda yolumu yitireceğim aklımın köşesinden bile geçmemişti.
Kaptan Vaştar, herkesi rahatlatan bir kahkaha kopardı:
- Öyle bir olasılık hiçbirimizin aklının köşesinden geçmez kızım. Başıma gelmese inan ki bilemezdim. İnsan önce, çok büyük bir kolaylıkla dönebileceğini sanıyor ve sonra bir de bakıyor ki; dönmesine olanak-molanak kalmamış.
Genç kadın merakla sordu:
- Peki, ben, kimin kurtardığını sorabilir miyim?
Soruyu Key Rem yanıtladı:
- İşte, kimsenin kabullenemeyeceği bir kahramanlık.
Teğmen Vag Lom atıldı:
- Bence; bu konudaki övünme hakkı kaptanındır.
Çi Vaştar kendini alamayarak güldü:
- Belli ki; sen henüz iyileşememişsin Vag. Hangi kahraman kaptandan söz ediyorsun sen? Ben ona yardıma koşayım derken, kendim yardım istemek zorunda kaldım. Nasıl gözardı edebilirsin bunu?
Fotonist Kay Rem araya girdi:
- Yine de bu işin onurunun kaptana ait olduğunu kabul etmeliyiz sanırım. Lazer atışını saptar saptamaz o atıldı ormana.
Doktor Emmol Lek gülümsedi:
- Ve bir daha da çıkamadı.
Genç kadın gülerek gözlerini kırptı:
- Ben aranızda ayırım-kayırım yapmaya gerek bile görmüyorum. Tümünüze teşekkürler.
Sabah hazırlığı sevinçli bir atmosfer içinde başladı. Hazırlıkları sabah kahvaltısı izledi. Kahvaltıda sadece dereden-tepeden konuşuldu. Sonra, kaptanın isteği üzerine herkes birinci ünitedeki yerlerini aldı.
Kaptan Çi Vaştar söze:
- Arkadaşlar… Diyerek girdi. Buraya indiğimizden bu yana, açıklanması hiç de kolay olmayan birçok olayla karşılaştık. Henüz olayların sonuna gelebildiğimizi de sanmıyorum. Zira, her adımda önümüze, eskisine şükrettirecek garip bir olay çıkmaktadır. Bunların gizlenmesinde yarar görmediğimi belirtmek zorundayım. Bence; durumumuzu tez elden aydınlığa çıkarmak faydalı olacaktır. Çünkü; burada uzun süre saklanmaya olanaklarımız elvermez. İndiğimiz yer yabancı bir ülkenin toprağıdır. O nedenle varlığımızın, uluslar arası bir anlaşmazlığa konu teşkil etmemesi için elden geleni yapmamız gerekmektedir. Zaten sizleri bu yüzden buraya toplamaya karar vermiş bulunmaktayım. Zira, aramızda durum değerlendirmesi yapmak artık kaçınılmaz bir zorunluluk haline gelmiştir.
Komutan bakışlarını Fotonist Kay Rem ‘in yüzünde gezdirdi:
- İlk sözü sana veriyorum Rem. Dedi. İndiğimiz yer konusunda aydınlat bizi.
Fotonist Kay Rem oturduğu yerden söze girdi:
- Kaptan, anlatacaklarımın sizi de en az benim kadar şaşkınlığa düşüreceğinden kuşkum yok. Kolay kolay açıklanamayacak, açıklansa bile pek hoşa gitmeyecek bir durumda bulunduğumuzu sanmaktayım. Bellek bankasıyla detektör bankasının sağladığı bilgileri de göz önünde tutarak gereken tüm inceleme ve hesaplamaları yaptım. Vardığım sonuçlar kesindir ve bunlarda yanılma payı yoktur. Şurasını hemen belirtmek isterim ki; inmiş bulunduğumuz yer inmemiz gereken yer değildir.
Kaptan Çi Vaştar fotonistin sözünü kesti:
- Bunu biliyoruz. Denize indirmesi gereken bilgisayar bizi karaya indirdi.
Fotonist Kay Rem büyük bir ciddiyetle kaptanı önledi:
- İzninizle kaptan. Durum sanıldığı kadar basit değil.
- Neden? Yoksa buna ekleyebileceğin daha başka şeyler mi var?
- Sizleri şaşkınlıktan şaşkınlığa düşürecek derecede değişik şeyler.
- Şu halde dinliyoruz.
- İniş açımızdaki sapma, sanıldığınca basit ve sanıldığınca önemsiz bir sapma değil. Sizleri dehşete düşürmek istememekle birlikte, ben bunu “Görülmemiş bir sapma” olarak nitelendirmek zorundayım. Nitekim, bu iniş açısı sapması basit ve önemsiz bir sapma olsaydı; denize değilse de, en azından birkaç kilometre kadar yakınına inmemiz gerekirdi.
Doktor Emmol Lek sabırsızlıkla homurdandı:
- Lütfen açık konuş Rem. Yani şimdi sen konuşma mı yapıyorsun, yoksa uyuşturucu madde kaçakçılarına şifre mi veriyorsun?
Teğmen Vag Lom atıldı:
- Öyle olsa; mal depoda çürür gider. Zira, kaçakçılar bile çözemez Rem ‘in şifresini.
Kaptan Çi Vaştar homurdandı:
- Rahat bırakın, açıklasın. Kullanıp durduğun şu “Deniz” sözcüğüyle okyanusu kastetmek istemediğini umarım.
Fotonist yanıtladı:
- “Deniz” sözcüğüyle elbette ki okyanusu kastetmek istemiyorum kaptan. Bildiğiniz üzere; bundan yüzyıllar önceki ilkel dönemlerde, uzay uçuşlarını az-çok başarabilmiş devletlerden biri Amerika Birleşik Devletleri ve obiri de Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği ‘ydi. Bunlardan Amerika, uzay yolculuğundan dönmesi gereken kapsülleri, ancak okyanusa indirmeyi becerebilirken, Sovyetler “Baykonur” adını verdikleri karadan ibaret bir uzay üssüne geri çevirme başarısını elde etmişlerdi. Amerika ‘nın aynı konuda gösterebildiği başarı, Uzay Mekiği programlarının uygulanmasından sonraya rastlamaktadır. Amerika ‘nın, kapsülleri okyanusa indirmekteki amacının, suyun direncinden ve soğutma gücünden yararlanmaya dayandığı bilinmektedir. Kapsüllerin inişinde suyun karaya oranla daha elverişli olduğunu belirtmeye bile gerek yoktur. Modern çağda yani kendi yüzyılımızda, uzay gemilerinin inişlerindeki o eski zorluklar ortadan kalkmıştır. Gemiler suya da, karaya da aynı kolaylıkla inebilmektedirler. Bu nedenle, denize inme avantajından sadece olağanüstü hallerdeki kapsül inişlerinde yararlanılmaktadır. Dikkat edilirse; ben burada “Okyanus” tan değil, “Deniz” den söz etmekteyim. Zira, olağanüstü kapsül inişlerinde okyanusla deniz arasında herhangi bir avantaj-dezavantaj farkı mevcut değildir. Ancak, denize inmek karaya inmeye oranla daha elverişli ve daha kolay olduğundan, bilgisayarlar olağanüstü hallerde kapsülleri öncelikle denize indirecek biçimde programlanmışlardır. Tıpkı kendi bilgisayarımızın böyle programlandığı gibi. Mevcut programa karşın, bilgisayarın bizi karaya indirmek zorunda kaldığını hepimiz bilmekteyiz. Bu da, kapsül iniş açısının ne denli olağanüstü bir sapmaya uğramış olduğunu göstermeye yeterlidir. Çünkü; şu anda Türkiye ‘de bulunmaktayız ve yakın çevremizde de deniz-meniz mevcut değildir.
Astronotlar sın derece derin bir şaşkınlık içine düşmüşlerdi. Hiçbirinin şaşkınlığı, bir obirinin şaşkınlığına benzememekteydi.
Kulaklarına inanmakta zorluk çektiği anlaşılan Kaptan Çi Vaştar.
- Fakat… Dedi. Böyle bir şeye maddesel açıdan olanak bulunmadığını sen de biliyorsun Rem.
Fotonist kibarca gülümsedi:
- Benim bilmem veya bilmemem durumu pek değiştirmiyor kaptan. İniş açımızdaki sapma olağanüstüdür. Ve bu sapma, bizi inmemiz gereken yerlerden çok uzaklara düşürmüştür.
Etimolog Şur Çarup şaşkınlıkla mırıldandı:
- Bu sapmanın bazı doğal etkenler yüzünden ortaya çıktığını söylemezsin sanırım?
Fotonist Kay Rem genç kadına baktı:
- Dünyamızda var olan hiçbir doğal güç böylesine olağanüstü bir sapma açısına neden olamaz ve inmesi gereken yerden herhangi bir kapsülü böylesine uzaklaştıramaz.
Teğmen Vag Lom sordu:
- Öyleyse buna “Aerodinamik bir hata” diyebilir miyiz Rem?
Kay Rem başını yanlara salladı:
- Ne yazık ki; ortada aerodinamik veya elektronik hiçbir hata yok.
Kaptan Çi Vaştar homurdandı:
- Fakat Rem, şurasını unutmamalısın ki; böylesine yanlış bir yere inişimizi ancak iki biçimde açıklayabiliriz: Birincisi; iniş açımızı doğal etkenlerin saptırmış olmaları yani bizi doğrultudan ayırıp sürüklemiş bulunmaları. İkincisi ise; aerodinamik veya elektronik bir hatanın varlığı.
Fotonist bu yoruma da baş salladı:
- Aerodinamik veya elektronik hata asla söz konusu değil kaptan. Yaptığım tüm araştırmalar, gerçekleştirdiğim tüm incelemeler ve başvurduğum tüm hesaplamalar, ortada aerodinamik veya elektronik bir hata bulunmadığını kesinlikle göstermektedir. İş bu kadarla da bitmiyor. Zira, söyleyeceğim şey az önce söylediklerimden daha da şaşırtıcı.
Fotonist Kay Rem sözlerine çok kısa bir ara verdikten sonra sözcüklerin üstlerine basa basa konuşmasını sürdürdü:
- İniş aygıtlarımız iniş açısında sapma kaydetmemişlerdir.
Fotonistin bu sözleri ortalığın karışmasına yetmişti. Astronotların tümü şaşkınlık içindeydi ve her kafadan bir ayrı ses gelmeye başlamıştı. Ortada son derece olağanüstü bir sapma mevcut olduğu halde, aygıtlardan hiçbirinin bu sapmayı kaydetmemiş olmasını astronotlardan hiçbirinin mantığı kabul etmemekteydi. Üniteyi dolduran kendi kendine söylenmeler, ikili-üçlü görüşme ve tartışmalar Fotonist Kay Rem ‘in gürültüleri bastıran sesiyle sona erdi:
- Aygıtlarımıza bakarsanız; iniş, yapılması gereken biçimde yapılmıştır. Olağanüstü iniş programı eksiksiz uygulanmıştır.
- Program eksiksiz uygulanmış olsaydı, denize inmiş olmamız gerekmez miydi?
- Elbette ki gerekirdi. Ama inemedik işte.
- Şu halde aygıtların bozuk olduğunu kabullenmek zorundayız?
- Ne yazık ki; aygıtlar da bozuk değil.
- Öyleyse sapmaya yol açan nedir?
- Görünürde böyle bir etken yok.
- Fakat Rem, olması gerek. Nedensiz sonuç olur mu? Böyle bir şeyi düşünmek bile saçma.
- Bence; doğal etkenlerden, bizi ineceğimiz yerden bu denli uzaklara atmalarını beklemek de saçma. Zira, iniş açımızda ortaya çıkması olası görülen en önemsiz sapmalar bile önceden hesaplanmış, bilgisayar buna göre programlanmıştı. Bu itibarla, hiçbir iniş açısı sapmasını kabullenemeyiz.
- Ama böyle bir iniş açısı sapması var.
- Elbette ki var.
Doktor Emmol Lek şaşkın şaşkın homurdandı:
- Sapma olduğuna göre nedeni de olmalıdır. İniş açısındaki sapmaya yol açan neden konusunda senin bir bilgin, düşüncen, bir kanın var mı?
Fotonist Kay Rem doktorun yüzüne dik dik baktı:
- Tok, doktor.
Teğmen Vag Lom çekingen bir tutumla söze karıştı:
- Bu sorumdan hoşlanmayacağını biliyorum ama yine de sormak istiyorum Rem. Gizli bir güç yani metafizik bir güç bizi buraya inmek zorunda bırakmış olabilir mi?
Fotonist Kay Rem bu soruyu sert bir biçimde yanıtladı:
- Ben doğaüstü güçlere inanmam Vag. Bunu biliyorsun. Senin metafizik güçlere inanmanı önleme peşinde değilim. Bu tür şaçma-sapan şeylere inanmak biryerlerde seni doyuruyorsa; var buna inan. Fakat şunu kesinlikle bilmelisin ki; gizli güçlere inanmak lükstür. Mantığın boşa tüketimidir. İnsana yalancı bir doygunluk sağlamaktan öte bir yararı yoktur. Yüzyılların ilerlemesi hem çok yavaş olmuş, hem de kültüre yeterince katkı sağlamamıştır. Bu, toplumdaki safdilli insanların çokluğundandır. Bu tür insanlar, azınlıkta bulunan gerçekçi insanların ayaklarına kalın ve paslı zincirlerle bağlanmış demir güllelere benzerler. Onların uzun adımlarla yürümelerini zorlaştırırlar. Gizli güçlere inandıkları ve pozitif güçlerle bilime inanmadıkları için her şeyin çözümünü bulmuşlardır. Çünkü; her olmazı, o gizli güçler olur hale getirmektedirler. Bu nedenle, başkalarına yalan söylemekten ve kendilerine yalan söylenilmesinden hoşlanırlar. Çok kolay inanır, çok kolay da inandırmak isterler. Başkalarını aldatmaktan ve kendilerinin aldatılmasından zevk duyarlar. Kerameti, bir hiylecinin hiyleli araç ve gereçlerle gerçekleştirdiği bir hünerde, mucizeyi, insan biçimli fakat iki kanatlı bir varlığın gökten yere inmesinde ararlar. Gözbağlayıcının hiyleli hünerini, kendilerini son derece güzel aldattığı için alkışlamaya kalkışırlar. Gözlerinin önünde son derece büyük bir cömertlikle serilmiş olan fizik mucizeleri göremezler. Atmosferde külleri yere yağa yağa kavrulması gereken kanatlı bir insanın, kazara toprağa ayak basabilse bile; böyle bir çağda mucize sayılamayacağını, ancak polisiye bir olay haline gelebileceğini, polisin, nereden geldiği konusunda bilgi alabilmek için onu göz kamaştırıcı spotlar altında nasıl sorgulayacağını, uygulayacağı enteresan sorgu metotlarıyla nasıl bülbül gibi konuşturacağını düşünmezler. Başkalarına, kökü gizli güçlere dayalı olağanüstü öyküler anlatmaya yeltenirler ve başkalarının da kendilerine bu tür öyküler anlatmasına can atarlar. Oysa; doğanın böylesine şaklabanlıklara dayanıklılığı yoktur. Yasaları erkekçedir. Bugün neyse, yarın aynıdır, dünlerde de tıpkı böyle olduğu gibi. Bunun içindir ki; ilk insanın attığı taş düşmüştür, bugün Fotonist Kay Rem ‘in attığı taş düşmektedir ve yarın tüm torunlarımızın atacakları taşlar da düşecektir. Alev yanacaktır ve duman tütecektir.
Astronotların soluk alıp almadıkları bile beldi değildi. Ünitede sert ve gerçekçi bir hava buyruk sürmekteydi ve Teğmen Vag Lom, oturduğu yerde pek de rahat değildi. Düşüncesinden ödün vermek istercesine:
- Öyle de olsa; durum bunun biraz böyle olduğunu göstermiyor mu?
Demeye çalıştıysa da, Fotonist Kay Rem ‘in sert sesi daha fazla bir şey söylemesine fırsat bırakmadı:
- Göstermiyor. Neden göstersin? Ben bunu her keresinde söylemekteyim: Biz burada, kendi dünyamızdayız. Koşullarını bilmediğimiz yabancı bir gezegende değiliz. Bu konuda elde ettiğimiz bulgular ve bunları böylece ortaya koyan kanıtlarımız kesin. Üstelik öylesine kesin ki; onları yanınızda tek tek saymaya bile gerek görmemekteyim. Zira, bunları sizler de biliyorsunuz. Ben sadece en belirgin olanlarını gözlerinizin önüne bir kez daha getirmek istiyorum, o kadar: Dünya çevresindeki bir yörüngede bir süre dönmüş olmamız, atmosfer dışından dünyayı bir süre gözlemleyebilmemiz, yere yumuşak iniş yapmamız, indiğimiz yerde bize hiç de yabancı gelmeyen doğal bir bitki örtüsüne rastlamamız, uzay giysilerimize gerek bile duymaksızın ve oksijen-azot tüpü takmak zorunda kalmaksızın kapsülden dışarı çıkabilmemiz; bizim burada; kendi dünyamızda bulunduğumuzu kanıtlamaya yeterlidir. Başka her konuda kuşku kabul edebilirim fakat bunda kabul etmem. Zira; burası dünyadır. Yeryüzüdür. Kendi gezegenimiz, kendi evimizdir. Ve bu evde gizli bilgilere oturacak yer tanınmamıştır. Çünkü; taburelerde gerçekler oturmaktadır. Burada her problem doğa yasalarına göre çözülür. Problem varsa; nedeni vardır ve bu neden her karesinde fizik kurallarla açıklanabilecek bir nedendir. Onların bilinmezliği özlerinin gereği değildir. Bilinmezlik, bizim kendi bilgisizliğimizden kaynaklanmaktadır. Bilgi, nedene ilerleyen adımdır. Neden, biryerde sonuçtur. Nedeni bilen sonucu da bilir. Ben, metafizik düşüncelere inanmak zorunda görmüyorum kendimi.
Kaptan Çi Vaştar söze karışmak gereğini duydu:
- Buraya kadar uzanan durumu şöyle bir özetlemek istiyorum: Uzay yolculuğumuz başlamadan önce; olağanüstü koşullarda kapsülü denize indirebilmesi için gereken program bilgisayara verilmişti. Fakat arada bir şeyler oldu ve bilgisayar bizi denize değil, karaya indirdi. Bu davranışa yol açan etken bir iniş açısı sapmasıdır. İniş kayıtlarına göre; ortada sapma-mapma yoktur. Ve güya kapsül, inmesi gereken yere inmiştir. Oysa; indiğimiz yer, inmemiz gereken yer değildir. Sapma, aerodinamik veya elektronik bir hatadan doğmamıştır. Doğal etkenlerin böyle bir sapmayı gerçekleştirecek güçten yoksun olduğunu benimsemek zorundayız. Zira, bu tür etkenlerin yol açabilecekleri tüm sapmalar, program öncesinde göz önünde bulundurulmuş, önlenmeleri için gereken tedbirler alınmıştır. Bunlara karşın, nedeni henüz bilinmeyen şaşırtıcı bir iniş açısı sapması yüzünden kapsülümüz, inmesi gereken yerden çok uzaklara inmek zorunda kalmıştır.
Fotonist onayladı:
- Evet kaptan. Durum aynen böyle.
- Öyleyse; şimdi, indiğimiz yer konusunda gereken bilgileri ver bize.
Fotonist Kay Rem, telekontrol aygıtıyla podyumu devreye soktu ve aygıtın tuşlarıyla oynayıp, çalışmalarının ürünü olarak belleğe aktarmış bulunduğu üç boyutlu bir dünya haritasını podyuma aldı. Sonra yine tuşlara dokunup sözlerinin her yerinde o sözlerle ilişkili olan yöreleri yakın planlar halinde sergilemeye başladı:
- Atmosfere giriş açımız itibariyle inmemiz gereken yer burası: Karadeniz. İdeal koşullar altında inmemiz gereken yer şuralar: Atlas Okyanusu ile Büyük Okyanus. İndiğimiz yer bura: Türkiye. Biz halen bu ülkenin şu noktadaki Sivas İli ‘ne bağlı Koyulhisar İlçesi çevrelerinde bulunmaktayız. Coğrafik olarak 36 ve 38 derece doğu boylamlarıyla 40 ve 42 derece kuzey enlemleri arasında olduğumuz söylenebilir. Ülkenin en batı ve en doğu noktaları arasındaki zaman farkı 1 saattir. Nitekim, tak şurada; Marmara Denizi yakınındaki İzmit kenti üzerinden geçen 30 derece kuzey boylamı, aynı zamanda buradaki saat meridyeniyle çakışıktır. Bu meridyen temel alındıkta; ülkedeki saatin Greenwich saat meridyenine göre 2 saat ileri olduğu anlaşılmaktadır. Bilindiği üzere; dünya 24 saat meridyenine bölünmüştür ve meridyenler arası derece farkı 15 tir. Bir önceki meridyenle bir sonraki meridyen arasında birer saatlik fark mevcuttur.
Kaptan Vaştar sordu:
- Bu durumda, koordinatlarımızın ilçe merkezi koordinatlarıyla çakışık olduğundan söz edebilecek miyiz?
Kay Rem gözlerini podyumdan ayırmaksızın soruyu yanıtladı:
- Bunu yapamayız. Zira, koordinatlarımız ilçe merkezi koordinatlarına yakın bile değildir.
Doktor Emmol Lek homurdandı:
- Çevrenin neden bu denli ıssız olduğu şimdi anlaşıldı.
Teğmen Vag Lom söze karıştı:
- Issızlığın böyle sürüp gideceğini pek sanmam.
Etimolog Şur Çarup ekledi:
- Ben de.
Fotonist Kay Rem:
- Haklısınız. Dedi. Bizi görenler görmeyenlere kesinlikle varlığımızdan, inişimizden söz edeceklerdir.
Kaptan Vaştar aynı kuşkuyu taşıyordu:
- Ben, atmosferden inişimizin kesinlikle görülmüş olduğu kanısındayım. Bu da bizi, gereken önlemleri derhal almak zorunda bırakacaktır.
Fotonist Kay Rem başını yana yatırarak kaptana baktı:
- İlginizi çekeceğini umduğum bir nokta daha var kaptan.
- Nedir?
- Bellek bankası verilerine bakılırsa; bu ilçenin 49 köyü var ve nüfusu da 32 bin.
Astronotlar hep bir ağızdan haykırdılar:
- 32 Bin mi? ..
Kay Rem gülümsedi:
- Ben bu noktanın sizi şaşırtacağını çok iyi bilmekteydim. Sonuç umduğum gibi çıktı. Fakat iş bu kadarla da bitmiyor. Bellek bankasının Türkiye için verdiği nüfus toplamı 100 milyondur.
Astronotlar son derece büyük bir şaşkınlık içine düşmüşlerdi. Zira, bellek bankasının, dünyanın tüm nüfusu konusunda verdiği rakamı anımsarsınız sanırım. Bu rakam sadece 5 milyondan ibaretti.
Etimolog Şur Çarup şaşkınlık içinde mırıldandı:
- Fakat bu çok büyük bir çelişiklik.
Teğmen Vag Lom homurdandı:
- Koskoca bir dünyanın nüfusu 5 milyon olunca; bir tek ülkenin nüfusu nasıl 100 milyon olabilir?
Kaptan Çi Vaştar öfkeyle söylendi:
- İnanılır şey değil.
Fotonist Kay Rem mevcut görüntüleri ortadan kaldırıp birbirinden renkli, birbirinden güzel kokulu ve birbirinden büyüleyici daha başka üç boyutlu görüntüleri podyuma aktarmaya, yanı sıra da görüntülerle ilgili dokümanter bilgileri vermeye başladı. Birbirini izlemekte olan görüntüler, yakınlarındaki biryerlere indikleri anlaşılan ilçenin aktüel, sosyal, ekonomik, politik, tarihsel, coğrafik durumlarını, doğal güzelliklerini, insanlarının geleneklerini, göreneklerini, günlük yaşama biçimlerini, folklorunu yansıtmaktaydı. Bu nedenle podyumda bazan geleneksel giysileri içinde folklorik oyunlar oynayan gençler, bazan otlar, çiçekler, çimenler ve kayalıklar arasından şırıl şırıl akan bembeyaz köpüklü, berrak sulu dereler, bazan ekin biçen köylülerin habire tırpan salladığı başak dolu tarlalar, bazan uzun hava söyleyen bir köylü, bazan tavuklar, civcivler, kazlar ve ördekler arasında oyun oynayan çocuklar, bazan yapı yapmakta olan işçiler, bazan meleyen bir koyun sürüsünü güden bir çoban, bazan birbirinden güzel kokulu çiçeklerde dolaşan arılar, bazan çiçek açmış bir bahar dalı üzerindeki kuşlar, bazan hasta çocukları sağlık kontrolünden geçiren doktorlar, bazan öğrencilerine ders veren öğretmenler, bazan bir Pazar yerindeki sebzeler, meyveler ve insanlar arasında dolaşarak alışveriş yapan kimseler, bazan bir değirmenden hayvanlara çuval yükleyen köylüler, bazan astlarına imzaladıkları kağıtları uzatan üst sınıftan memurlar, bazan bahçesinden meyveler sebzeler toplamakta olan köylü kadınlar, bazan taşıt araçlarına binen-inen yolcular, bazan sırtına küfeler ve küfelerine meyveler yüklü eşeklerinin ardından gitmeye çalışan yorgun ve yanık yüzlü insanlar düşüp durmakta ve görüntülere fotonistin dokümanter bilgiler vermekte olan sesi eşlik etmekteydi.
Fotonist Kay Rem, bilgilerin tamamlanmasından sonra podyumu devreden çıkardı ve:
- Görev elden geldiğince yerine getirilmiştir kaptan. Dedi. Benim bunlara ekleyebilecek başka bir şeyim yok.
Kaptan Vaştar başıyla onayladı:
- Teşekkürler Rem. Gerekeni yaptığın anlaşılıyor. Acaba bellek bankaları bu görüşmeleri kayda alıyor mu?
- Alıyor kaptan. Kontrol etmek ister misiniz?
- Gerek yok.
Kaptan Vaştar ellerini masaya dayadı:
- Arkadaşlar. Dedi. Baştan bu yana karşımıza çıkan ve bize şimdilik tutarsız olarak gözüken açmazlar üstünde durmanın bu an için yararlı olacağına inanmamaktayım. Bu nedenle ve şimdilik o konulara değmek, dokunmak istemiyorum. Bu yüzden, personelden rapor alma işlemini sürdüreceğim. Ayrıca, rapor verilirken gereken noktalarda konuya ilgi göstermek suretiyle görüşlerinizi açıklamanız beni sevindirecektir. Böyle bir davranışın, konunun tartışmaya açılmasına olanak sağlayacağını, bunun da yolumuzu daha bir iyi aydınlatacağını sanıyorum.
Kısa bir sessizlikten sonra komutan Teğmen Vag Lom ‘a baktı:
- Evet, Vag. Dedi. Şimdi seni dinlemek istiyoruz. Anlat bakalım; uzay üssümüzle haberleşme bağlantısı sağlanabildi mi?
Teğmen, kaptanın gözlerinden gözlerini kaçırmaya çalışarak soruyu:
- Kaptan… Diye yanıtlamaya koyuldu. Ne denli yazıktır ki; size haberleşme konusunda sevindirici bir bilgi ve doyurucu bir rapor sunabileceğimi pek sanmıyorum. Bu bakımdan,son derece üzgün olduğumu belirtmek isterim. Haberleşme konusunda, içinde bulunduğumuz durum insanı şaşkınlıktan şaşkınlığa düşürecek ölçüde garip. Haberleşme aygıtlarımızın tümü sapasağlam, hiçbirinde en küçük bir bozukluk bile yok ve tümü kendine düşen görevi eksiksiz yapmaktadır. Durum böyle olduğu halde, bu aygıtlarla haberleşebilme olanağı yoktur.
Kaptan Vaştar teğmene dik dik baktı:
- Senin bu sözlerini anlayabilmek bana pek kolay görünmüyor Vag. Hem haberleşme aygıtlarımızın sapasağlam olduklarını, kusursuz görev yapabildiklerini söylüyorsun, hem de bunlarla haberleşme bağlantısı yapma olanağının bulunmadığını ileri sürüyorsun. Nasıl olur bu?
Teğmen Vag Lom umarsız bir tutumla ellerini yanlara doğru açtı:
- İşte, işin garipliği de burada kaptan.
Doktor Emmol Lek homurdandı:
- Sapasağlam olan haberleşme aygıtlarıyla haberleşmenin sağlanabilmesi gerekmez mi?
Etimolog Şur Çarup söze karıştı:
- Aygıtlar sağlamsa, haberleşme neden yapılamasın?
Vag Lom sözlerini sürdürmeye çalıştı:
- Mantığa uygun olanı da budur. Sağlam olan haberleşme aygıtlarıyla haberleşme yapılabilmesi gerekmektedir. Fakat ne denli gariptir ki; içinde bulunduğumuz durumda haberleşme yapabilme olanağı mevcut değildir. Bu konudaki tüm çabalarımın boşa gittiğini, tek bir bağlantı kuramadığımı ve hiçbir haberleşme yapamadığımı üzülerek bilgilerinize sunmak zorundayım. Çünkü; gerçekleştirmeye çalıştığım haberleşme girişimleri, tek yönlü çabalar halinde kalıp gitmiştir.
Etimolog Şur Çarup şaşkın bir tutumla sordu:
- Yani; çabalayan sadece ben oldum ve fakat çağrılarıma yanıt veren olmadı mı demek istiyorsun?
Teğmen gözlerini genç kadına çevirdi:
- Böyle de diyebiliriz belki. Mevcut durumu ben de henüz kavrayabilmiş değilim. Fakat gerçek şudur ki; haberleşme tek yönlü oluşuyor. Yani, sadece dıştan içe doğru.
Kaptan Çi Vaştar söze girdi:
- Yani dışarıdan ses geldiğini, bizden ses gitmediğini söylemek istiyorsun sanırım.
- Tamı tamına böyle değil kaptan. Gitmesine bizden de ses gidiyor ama sanki, giden ses gitmesi gereken yere ulaşmıyor. Bu nedenle ben, göndermeye çalıştığım çağrıları karşımızdakilerin her nasılsa alamadıkları kanısına varmak zorunda kalmış bulunuyorum.
Fotonist Kay Rem sordu.
- Peki bu durumda, bir göndermeç kusurundan söz edilemez mi?
Teğmen Vag bunu kabullenmedi:
- Salt göndermeçlerde değil, aygıtların hiçbirinde bozukluk yok. Tümü eksiksiz görev yapıyor. Sesimiz, ulaşmasını istediğimiz koordinatlara ulaşabiliyor. Zira, jeneratörlerimiz bunu sağlayabilecek güçtedir. Dalgaların tümünü tarama olanağı buldum. Rastladığım verici radyo istasyonlarının tümü devrede. Yani çalışmalarını aralıksız sürdürmekteler. Fakat ne denli gariptir ki; bunlardan her birinin frekanslarına tek tek girebildiğim halde, aralarından hiçbiri beni duymadı.
Kaptan Vaştar başını öne eğip çenesini ovuştururken mırıldandı:
- Gerçekten garip…
- Evet kaptan, şaşmamak elde değil. Bir bakıma durum, benim anlatabildiğimden daha da karışık. Zira, radyo haberleşmesi yapmak istediğimiz tüm istasyonlar faaliyet halinde fakat yapmakta oldukları haberleşmeler benim ve bizim tanıdığımız haberleşmelerden çok daha değişik haberleşmeler.
Etimolog Şur Çarup atıldı:
- Değişik olan nedir Vag? Haberleşmede kullandıkları dil mi?
- Evet, haberleşmede kullanılan diller değişik. Dikkat ederseniz; burada “Dil” den değil, “Diller” den söz etmekteyim. Dillerin tümü yabancı.
Doktor Emmol Lek homurdanmaya başlamıştı bile:
- Ne demek oluyor şimdi bu? Kendi anadilimizde yapılan tek bir haberleşme yok mu yani?
- Anadilimiz bir yana doktor, en bilinen dillerle yapılagelen haberleşmeler de yok ortada. İngilizce, Almanca, Fransızca gibi dillerden söz etmek istiyorum. Bilmem anlatabildim mi?
Kaptan Çi Vaştar kuşku dolu gözlerle teğmene bakıp durmaktaydı:
- Vag, ne söylediğinin farkında mısın sen?
- Elbette ki farkındayım kaptan. Kendi uzay üssümüzün haberleşmeleri kendi anadilimizden değil. Tüm haberleşmelerdeki dil tanıyamadığım, bilemediğim, anlayamadığım ve başka dillere benzetemediğim dilden veya dillerden. Bildiğiniz üzere; aralarında bazı değişiklikler bulunmakla birlikte, yeryüzünde konuşulan diller birbirlerine benzerler. Bunlardan bir-ikisini bilenler, obirlerinden de az-çok bir şeyler çıkarabilirler. İsterseniz; bu düşüncemde herhangi bir yanlışlık bulunup bulunmadığını bir kez de Çarup ‘a soralım.
Etimolog Şur Çarup teğmenin dediğini onaylamaktaydı:
- Vag ‘ın düşüncelerini doğru olarak kabullenebilirim. Latince, Almanca, İngilizce ve Fransızca ‘da birbirine benzerlikler vardır. Zaten bu son üç dil Latince kökenlidir. Bunlardan herhangi birisine benzemeyen bir sözcük, bir obirindeki anlamdaş bir sözcüğe benzeyebilir. Hatta bazıları o derece aşırı bir benzerlik taşırlar ki; aralarında yazma farkı bile kalmaz, salt söyleme farkı kalır. Bunlar batı dilleridir. Ki; aralarına İspanyolca ve İtalyanca ‘yı da katabiliriz. Bir de doğu dilleri vardır. Bunlar da genellikle Arapça kökenli sözcükler içerirler. Bu tür diller için Arapça ‘dan, Farsça ‘dan, Türkçe ‘den söz edebiliriz. Amacım burada geniş örnekler vererek üzerinde görüşülmesi gereken temel konuyu saptırmak değildir. Ancak, böylesi temel dillerden birkaçını bilen bir kimsenin obir dilleri anlamakta pek zorluk çekmeyeceğini, en azından dilin hangi dil olduğunu tanıyacağını belirtmek isterim. Zira, tüm dünya ulusları az-çok birbirine benzer konuşurlar. Alman ‘ın, Fransız ‘ın, İngiliz ‘in, İtalyan ‘ın bazan Arap ‘tan, Türk ‘ün İranlı ‘dan, Arap ‘tan, Rus ‘tan, Ermeni ‘den, Alman ‘dan, Fransız ‘dan, İngiliz ‘den, İranlı ‘nın Arap ‘tan, Hintli ‘den konuştuğu gibi. Bu da, biryerde dillerin tümünün aynı kökenden geldiğini göstermektedir.
Doktor Emmol Lek uhrevi bir sesle söylendi:
- “Ve biz onların dillerini değiştirdik. Birbirlerini anlayamaz oldular.”
Kaptan Vaştar doktorun hahamlığını hafif bir gülüşle karşıladı:
- Evet Lek. Babil Kulesi ‘nden inmeye hazırsan teğmenin sözlerini sürdürebilmesi için gereken yeşil ışığı yakalım.
Teğmen Vag Lom, Doktor Emmol Lek ‘e söz söyleme şansı tanımayacağa benziyordu:
- İşte bu nedenlerle, haberleşmelerde kullanılan dillerden en az birini, bildiğim dillerden hiç olmazsa bir-ikisine benzetebilmem gerekirdi. Fakat ben asla benzetemedim. Sanki, kendileri bu dünyadan olmayan birileri gelmiş, ülkelerin tümünü işgal etmiş, haberleşme yapmakta olan tüm merkezleri ele geçirmiş ve sanki, bilinmeyen dillerle haberleşmeye başlamıştı.
Fotonist Kay Rem sordu:
- Vag, sanırım; senin burada sözünü ettiğin haberleşmeler normal radyo yayınlarını da içermektedir?
- Evet Rem. İçermektedir. Nitekim, halihazırda Fransız radyolarında Fransızca, İngiliz radyolarında İngilizce, Alman radyolarında Almanca yayın yapılmamaktadır. Bunu obir tanınmış radyolar için de söyleyebilirim. Ortada alabildiğine garip bir durum var. Sanki, bunların tümüne değen-dokunan bir el, yaptıkları yayınların öz dilini değiştirmiş ve her birinin yerine tanınmayan, bilinmeyen, anlaşılamayan birer başka dil koymuş.
Kaptan Vaştar şaşkınlığını saklayamayacak bir durumdaydı:
- Kendi uzay üssümüzle haberleşme bağlantısı kurmaya çalıştığından emin olmak isterim Vag.
- Bundan kesinlikle emin olabilirsiniz kaptan. Zira, bana verdiğiniz temel görevdi bu. Uzay üssümüzle son derece yoğun bir biçimde haberleşme bağlantısı kurmaya çalıştım. Üssü bulmayı başardım. Bunların tümünün kayıtları bellek bankalarımızda mevcuttur. Üste mesaj alışverişleri vardı. Bunların tümünü hem kendim duydum, hem de bellek bankalarına aktardım. Söylediklerimi bir kez de bankada gözden geçirebilirsiniz. Ancak, haberleşmede yani mesaj alışverişlerinde kullanılan dili anlayabileceğinizi pek sanmıyorum. Hiçbir çabamdan hiçbir olumlu sonuç alamadım. Mesajların arasına girdim, aynı frekanstan çağrılar yaptım fakat ne denli gariptir ki; kendimi onlara duyurma olanağı bulamadım.
Doktor Lek ‘in alışılmış homurtusu duyuldu:
- Şaşmamak elde değil. Yoksa şu kahrolası üs unuttu mu bizleri? Biz sürekli olarak onu arayıp dururken onun aklına gelmiyor mu bizleri aramak? Uzayda olan, gemiyle olan, bizimle olan haberleşme bağlantısını nasıl olur da kesebilir benim aklım almıyor. Varsa bir aklı olan, söylesin.
Teğmen Vag Lom kekeledi:
- Ben, üssün uzayla olan bağlantısını kestiği konusunda bir şey söylediğini anımsamıyorum doktor. Zira, üs uzayla olan haberleşme bağlantılarını kesmiş değildi. Uzayda yolculuk yaptığı kolaylıkla anlaşılan bir gemiyle karşılıklı mesaj alışverişini sürdürüp durmaktaydı. Bunu kesinlikle saptadım. Fakat mesaj alışverişinde kullanılan dili ne tanıdım ne de anlayabildim.
Kaptan Vaştar sordu:
- Peki Vag, içinde bulunduğumuz son durum nedir? Haberleşme bağlantısı kurabilmemiz konusunda herhangi bir ilerlememiz var mı?
- Gerçekten üzgünüm kaptan. En küçük bir ilerleme bile söz konusu değil. Göndermemiz gereken mesajlar ve yapmamız gereken çağrılar şu anda otomatik komutada. Yani çağrılar, belirli ve kısa aralıklarla yineleniyor ve ön mesajlar habire gönderilip duruyor. Otomatik komutayı zaman zaman kontrol da etmekteyim. Kayıtlarımızda bir tek çağrı yer almadığı gibi bir tek yanıt da mevcut değildir. Esasen, almaçlar sinyal devresine geçirildiğinden, kayda alınan ilk mesajda sinyal bizi uyaracaktır.
- Peki, bu konuda ümidin var mı?
Teğmen Vag Lom ‘un omuzları aşağı düştü:
- Gerçekten üzgünüm kaptan. Benim bu konuda herhangi bir umudum kalmadı.
Bu kez uzun süren bir sessizlik oldu. Ünitede bulunan herkes düşünüyor fakat kimin ne düşündüğü belli olmuyordu. Sessizliği ilk bozan Kaptan Çi Vaştar ‘ın sesi oldu:
- Bu durum hoşuma gitmedi. Pozisyon ve koşullar böyle sürüp giderse; biz buraya çakılıp kalırız ve durumumuzu da üsse bildiremeyiz. Doğal olarak, bunun da bizim için iyi olacağını sanmam.
Doktor Emmol Lek huzursuz bir tutumla söylendi:
- Bu gidişle sorumluluğumuz gitgide artacaktır. O nedenle ne yapıp yapıp durumumuzu üsse bildirmemiz gerekmektedir. Zamanında bir uzmanlar ekibi getirtip duruma el koyduramazsak; başımızın belaya girmesi işten bile değildir. Zira; biz, bu açıklanması olanaksız olayları, bu çözülmesi olanaksız problemleri kimseye özür olarak kabul ettiremeyiz.
Etimolog Şur Çarup ekledi:
- Kapsülün, içerdiği tüm sırlarla birlikte yabancı ellere geçmesine engel olamayacağımız da cabası.
Fotonist Kay Rem umutsuzdu:
- Ben bu kadar yükün altından kalkabileceğimizi pek sanmamaktayım.
Teğmen Vag Lom bakışlarını Kaptan Çi Vaştar ‘ın yüzünde gezdirerek sordu:
- Bu tutarsızlıkların ve bu inanılmaz olayların nereden ve nasıl ortaya çıktıkları konusunda herhangi bir düşünceniz var mı kaptan?
Komutanın bakışları durgundu:
- Doyurucu bir düşüncem olduğunu sanmıyorum Vag. Tüm inandırıcı açıklama yolları şimdilik sımsıkı kapalı görünüyor. Bunun sizler de farkındasınız.
- Farkındayız kaptan. Ve bana kalırsa; bu birbirinden garip olayların doğa yasalarıyla ve fizik yöntemlerle çözülebilmesine pek olanak kalmadı.
Kay Rem sinirli sinirli gülümsedi:
- Kime taş atmak istediğinin farkındayım Vag. Fakat şunu kesinlikle bilmelisin ki; bu garip olayların arkasında gizli güçler yer almamaktadır. Koşullar henüz elvermediği için çözemediğimiz her problemi gizli güçlerin sırtına yıkmak ilkel beynin tembelliğe ödün veren kolaycılığıdır. Gizli güçlere inanmak, onlardan kaynaklandığı sanılan açmazları çözmez. Sadece o güçlere beslenen beğeniyi pekiştirir. Oysa; fiziğe inanmak, açmazların çözümlerine doğru atılan ilk adımdır.
Teğmen Vag Lom yanaklarına kadar kızarmıştı ve karşılık vermemek için kendisini güçlükle tuttuğu anlaşılmaktaydı. Etimolog Şur Çarup ise Teğmen Vag Lom ‘dan daha atak olduğunu kanıtlama peşindeydi:
- Özür dilerim Rem. Dedi. Doğrusunu istersen; bana artık pek de öyle gelmiyor.
Fotonist Kay Rem genç kadına şaşkınlıkla baktı:
- Sana pek de öyle gelmeyen nedir Çarup?
- Söylediklerinin gerçekle olan bağıntısı. Eskiden, fizik kurallarının tüm olayların nedenlerini çözebilecek güçte olduklarına inanırdım. Şimdi ise; bu hususta oldukça kuşkuluyum ve bu kuşkularımda da beni haklı çıkarabilecek nedenlerim var.
Fotonist Kay Rem şaşkınlıkla dinliyordu:
- Seni böylesine inanç değiştirmeye zorlayan nedeni gerçekten merak etmeye başladım. Düşünce ve inanışlarındaki bu beklenmedik değişikliğe Vag ‘ın haberleşme yapamaması veya iniş açımızdaki sapma neden olmamıştır sanırım?
- Rem, ben buna hem evet, hem de hayır demek zorundayım. Zira, bir süreden beridir bunlarla bazı diğer bazı olaylar arasında benzerlikler bulunduğunu gözlemlemekte ve bağlantılar bulup durmaktayım.
- Peki nasıl olaylarmış bu olaylar, söyler misin?
Genç kadın, soruyu yanıtlaması beklenirken bunu yapmayıp astronota bir soru yöneltti:
- Rem, tam isabet ettiği halde, lazer ışığının bir domuzu öldüremeyeceğini ileri sürebilir misin?
Kay Rem güldü:
- Süremem: Saçmalık olur.
Etimolog meraklı bakışlarla fotonisti izleyip durmaktaydı:
- Evet, saçmalık olur. Çünkü; lazer ışını böyle bir hayvanı son derece büyük bir kolaylıkla ikiye bölebilir. Tıpkı bir saç kılının haşlanmış bir yumurta sarısını pürüzsüz bir biçimde ikiye böleceği gibi.
Kay Rem onayladı:
- Hem de zerre kadar pürüz bırakmaksızın.
Şur Çarup kendinden emin bir tutumla konuşmasını sürdürdü:
- İnan bana Rem. Ben bunu denedim, böyle olmadı. Ormanda kendime çıkış yolu bulmaya çalışırken, görkemli bir yaban domuzuyla burun buruna gelmiştim. Lazerimi ateşledim. Tam isabet kaydettiğim halde hayvana hiçbir şey olmadı.
Fotonist güldü:
- Bunu, doktorun yersiz şakalarından biri olarak kabul edebilirim. Zira, gerçek olarak kabullenmek olanaksız.
- Ne yazık ki şaka değil, bu bir gerçektir. Esasen içinde bulunduğumuz durumun şakalaşmaya elverişli olmadığını sen de biliyorsun.
- Şunu da unutma ki; böyle bir savın doğruluğu çok su götürür Çarup. Senin düş görmüş olduğunu kabullenmek böyle bir gerçeği kabullenmekten çok daha kolay. Ormanda tedirginliğe, yorgunluğa, kuşkuya, korkuya düşmek doğaldır. Özellikle geceleri, olaylar daha bir abartılıdır. Karanlıkta gözde büyütülmüş olan olaylar, aydınlığa çıkınca önemlerini hemencecik yitiriverirler.
Genç kadın sürekli olarak direnmekteydi:
- Lazerimi kullanmış olmam söylediklerimin kanıtıdır. Tabancam denetlendiğinde kullanılmış olduğu ortaya çıkacaktır.
Fotonist bu sözlere omuz silkti:
- Tabancanın kullanılmış olması böyle bir şeyi kanıtlamaya yeterli değildir. İnsan, gerçek sandığı yalancı görüntülere, içine düştüğü bir panik yüzünden de ateş edebilir. Bu itibarla; lazerin ateşlenmiş olması, karşılaştığını sandığın görüntülerin gerçek görüntüler olduğunu göstermez.
Kaptan Çi Vaştar düşünceli bir tutumla söze karıştı:
- Fakat aynı olay değişik anlarda ve değişik yerlerde değişik kişilerce yaşanmışsa; anlatılanların doğru olup olmadığının araştırılıp incelenmesi gerekmez mi?
- Elbette gerekir. Fakat değişik anlarda ve değişik yerlerde aynı olayı Çarup ‘la birlikte kim yaşamış olabilir ki kaptan?
Kaptanın yanıtı hem çok kısa oldu hem de astrronotların tümünü şaşkınlığa düşürdü:
- Ben…
Fotonist Kay Rem elinde olmaksızın kaptana doğru eğildi:
- Özüe dilerim kaptan. Pek anlayamadım.
- Ama ben anlaşılacak bir biçimde konuştuğumu sanıyordum. Anlaşılamadığına göre; bir kez daha anlatayım. Ben…
Fotonist elleriyle kaptanın konuşmasını durdurdu:
- Evet kaptan, şimdi anlayabildim. Bence; siz de aynı türden bir olay yaşadığınızı ileri sürmek istiyorsunuz.
Tartışma çok ilginç bir görünüm almıştı. Fotonist Kay Rem de aralarında olmak kaydıyla tüm astronotlar şaşkınlık içindeydiler. Üstelik de kimse, içinde bulunduğu şaşkınlığı gizlemeye gerek görmüyordu. Herkesin kolları masaya dayalıydı ve herkes, söylenecekleri can kulağıyla dinlemeye hazırlanmıştı. Kaptan Vaştar arkadaşlarını tek tek inceledikten sonra söze bir kez daha girdi:
- Ben, aynı ormanda Çarup ‘un başından geçene benzeyen bir olay yaşadım. Ancak, bunun, yorgunluğumdan, kuruntumdan ve duygularımın beni aldatmasından ortaya çıkan bir olay olduğunu sanıyordum. Bu ana kadar da böyle sandım. Fakat Çarup ‘u dinledikten sonradır ki; olayın yorgunlukla, kuruntuyla ve duyuların yanılmasıyla herhangi bir ilgisi bulunmadığını anladım. Bunları Çarup ‘tan önce anlatamazdım. Zira, anlatacağımın gerçek olduğundan kendim de emin değildim ve açıkça itiraf etmeliyim ki; alay konusu olmaktan korkmaktaydım. Konuyu görüşmeye girmeden önce, böylesine bir yürekliliği gösterebildiği için sizin yanınızda Çarup ‘u kutlamak isterim.
Etimolog Şur Çarup utançtan kızaran yanaklarla bu denli övülmesini gerektirecek bir davranışta bunmadığını söylemeye çalıştıysa da, Kaptan Vaştar ona bu alçak gönüllü davranma hakkını tanımadı:
- Evet evet… Yüreklilik gösterdin… Bunu hepimizin övgüyle karşılaması gerekmektedir. Şimdi senden tek dileğim; alçak gönüllülük göstermeye çalışmamandır.
Kaptan Vaştar, eskiye oranla daha dinç ve daha rahat bir tutum takınarak sağ elinin işaret parmağını Fotonist Kay Rem ‘e doğru uzattı:
- Dinle Rem. Şu anda akıl dengemin tamı tamına yerinde olduğundan zerre kadar kuşkum yok. Davranışlarımın ve bilincimin sahibiyim. Olanları daha bir iyi ve daha bir doğru larak değerlendirebilecek durumdayım. Ormanda üstüme iki yaban domuzu birden geldi. Fenerimin mezon hücresinde arıza vardı ve ben onu özenli kullanmak zorundaydım. Bunun için de aralıklı olarak yakıp yakıp söndürmekteydim. İşte böyle anlardan birinde onları gördüm.
Doktor Emmol Lek homurdanarak sordu?
- Yani yaban domuzlarını?
Kaptan Vaştar onayladı:
- Evet. Yaban domuzlarını. Zira, bana rastlayan yaban domuzu bir tane değil, iki taneydi.
Fotonist Kay Rem konuyu iyice eşeledi:
- Sizin lazeriniz de mi etki etmedi domuzlara?
Canı sıkılmışa benzeyen komutan elini salladı:
- Lütfen kesme sözümü. Etki edip etmediğini zaten bilemezdim. Çünkü, ben domuzlara ateş falan etmedim. Onlarla karşılaştığımızda burun burunaydık. Ve benim ateş edebilecek zamanım bile yoktu.
Teğmen Vag Lom söze karıştı:
- Umarım hayvanlar yanınızdan vurup geçmiştir.
- Ne yazık ki; yanımdan vurup geçmediler. Tam tersine; beni göğüslediler. Yere yıkıldım ve onlar azgın bir saldırışla üzerimden geçip gittiler.
Kay Rem pek inanmışa benzemiyordu:
- Önce şunu sormak isterim kaptan. Bu tartışma sırasında düşüncelerimi ve kanılarımı açık açık ortaya koymamda sizce bir sakınca var mı?
Kaptan Çi Vaştar kaşlarını çattı:
- Böyle bir sakınca söz konusu değildir. Özellikle ve özellikle açık sözlü davranmanı istiyorum Rem. Zira; bunda yarar görmekteyim
Fotonist rahatlamıştı:
- Öyleyse size şunu sorayım kaptan: Yaban domuzları sizi göğüsleseydi, yere yıksaydı, azgın bir saldırışla üzerinizden geçip gitmiş olsaydı; bu koşullar altında, en azından yaralanmış olmanız gerekmez miydi?
- Gerekirdi.
- Oysa; sizi ormandan çekip çıkardığımızda; hiçbir yerinizde yaranız-bereniz yoktu. Tıpkı şu anda bile olmadığı gibi. Öyleyse; bu koşullar altında, söylediklerinizin gerçek olduğuna bizi nasıl olur da inandırabilirsiniz? Bu davranış mantıkla biraz çelişmez mi?
- Evet Rem, bu düşüncende haklı sayılırsın. Ne yazık ki; bu konuda seninle aynı kanıyı paylaşmak zorundayım. Karşılaştığım durum ve şu anda anlattıklarım mantığa sığr gibi değil. Ben bunun farkındayım. Ama ne var ki; benim şu anlattıklarımın tümü gerçek.
Kaptan Çi Vaştar bir-iki soluk aldı, düşüncelerini şöyle bir yokladı ve sonra konuşmasını sürdürmeye çalıştı:
- Unutma ki; kaostan bu yana karşılaştığımız olayların birçoğu mantığa ters düşmektedir. Bu olayların mantıksal bir açıklaması mevcut olsa bile biz onları henüz bilememekteyiz.
Komutan bir an durup bakışlarını tek tek arkadaşlarının yüzlerinde gezdirdi, sonra gözlerini Fotonist Kay Rem ‘in gözlerine dikti:
- Doğrusunu istersen; bunları anlatabilmem benim için de bir kahramanlık sayılmalıdır. Zira, anlattıklarımı ve anlatacaklarımı kuşkuyla karşılayacağınızdan kesinlikle eminim. Böyle bir kuşkuya kapılmanızı da anlayışla karşılamaya hazırım. Benim gerçeklerimi gerçek olarak kabullenmenizi sizden isteyemem. Çünkü buna hakkım yok. Bu nedenle sizden istediğim tek şey; bu sayısı gittikçe artan çelişiklikler üzerinde son derece büyük bir özenle durmanızdır. Bu olayların doğa yasalarına ve fizik kurallarına uymazmış gibi görünmesi bizi yıldırmamalıdır. Ben, sözünü ettiğim ve edeceğim olayların o yasa ve kurallara uyduğunu ileri sürmekten dahi kaçınmaktayım. Dada da fazlası; ele alacağım olayların fizik ve doğa yasalarına ters düştüklerini bile vurgulayabilecek durumdayım. Belki bu ters düşüş, fizil ve doğal yasalara gerçek bir ters düşüş de olmayabilir. Başka deyişle; söz konusu olaylar belki de bir yerde doğanın, fiziğin ve aklın kurallarına uygun düşen olaylar olabilir. Bu bakımdan, diyorum ki; bize gereken, ya bu uygunluğun ya da bu tersliğin saptanıp tanımlanmasıdır.
Etimolog Şur Çarup heyecanla atıldı:
- Ben bu düşüncelerinizin yanındayım kaptan.
Teğmen Vag Lom ekledi:
- Ben de.
Üniteyi derin bir sessizlik dalgası kapladı. Kaptan Vaştar belirgin bir umutsuzlukla:
- Bu durumda… Dedi. Düşüncelerimin yanında olanlarla karşısında olanlar sayısal olarak eşittir.
- Yanılıyorsun Vaştar. Düşüncelerini benimseyenlerin sayısı üç oldu. Bu da Fotonist Kay Rem ‘in doğudan, batıdan, kuzeyden ve güneyden abluka altına alınmış olmasıyla aynı anlama gelmektedir.
Bu sözleri söyleyen Doktor Emmol Lek ‘ti.
Komutan bundan duyduğu sevinci belli etmemeye çalışarak Fotonist Kay Rem ‘in yüzüne baktı. Genç adam kendinden emin bir tutumla gülümsemekteydi
- Ben de yanınızda yer almamak için elimden geleni yapmaya çalışacağım kaptan. Zira, ben, doğal yasalarla fizik kuralların yanındayım. Çünkü; ben, karşımızda duran çelişikliklerin arkasında metafizik güçler bulunduğuna inanmıyorum. Bence; buna inanmanın yararı da yoktur.Zira böyle bir birşeye inanmak çelişiklikleri ortadan kaldırmaz, tam tersine; daha da keskin hale getirir ve duyacağımız beğeni yüzünden metafizik güçlere daha bir bağlanmamıza yol açar.Bu ise, bizi gerçeklerden ayırıp safsataya sürükler. Safsataya gelince; o zaten yararsızdır. Prensibim; mantıksızlığı ortadan kaldırıp saf mantığa ulaşmaktır. Çünkü; mantık gerçektir. Ve ben bunu metafizik yöntemlerle değil, fizik yöntemlerle başarabileceğime inanmaktayım.
Kaptan Vaştar:
- Vag… Diyerek söze girdi. Doğu, batı ve kuzey kameralarını ana podyumla birlikte devreye sok. Olup bitecek her şeyin bellek bankalarına aktarılmasını istiyorum. Zira; bu, Yıldızlararası Uzay Gemisi Foton 1 ‘den artakalan personelin, karşılaşılan garip olaylar konusunda yapacağı ilk önemli toplantıdır.
Teğmen Vag Lom ‘un içinin içine sığmadığı anlaşılmaktaydı. Görüşmelerin bu noktaya gelmesine ne denli sevindiği ve bundan ne denli tad aldığı diliyle dudaklarını yalayıp durmasından kolayca belliydi:
- Buyruğunuz yerine getirilmiştir kaptan.
Diye seslendi.
Kaptan Vaştar önce, Etimolog Şur Çarup ‘un nicelik ve niteliklerini bankaya aktardı, sonra:
- Seni dinliyoruz Çarup. Dedi. Komuta kabininin inişinden sonra personele uygun bir kamp yeri bulmak için araştırma ve inceleme yapmakla görevlendirilmiştin. Bu göreve çıkarken, içerisinde her an yolunu kaybedebileceğinden emin olman gereken ormana neden girdin?
Genç kadın düşüncelerini toparlamaya çalışmaktaydı:
- Ormana neden girmek istediğimi ben de bilmiyordum. Gerçekte böyle bir isteğim de yoktu. Belki de ormanın kendisi çağırdı beni. Pek emin değilim.
- Şu halde, o ormanda uzunca bir süre kalmak gibi bir düşüncen yoktu?
- Evet yoktu. Buna karşın, belki havanın güzelliği, belki vaktin erken oluşu, belki de nasıl olsa yolumu bulabileceğimden kuşkulanmayışım hemencecik geri dönmemi engelledi.
Fotonist Kay Rem mırıldandı:
- Orman bataklık gibidir. İnsanı çektikçe çeker.
Kaptan Vaştar sordu:
- Ormanda ne kadar süre kaldığın konusunda herhangi bir fikrin var mı?
Şur Çarup başını salladı:
- Böyle bir fikrim yok. Gerekirse; bunu Doktor Emmol Lek, Fotonist Kay Rem ve Teğmen Vag Lom söyleyebilirler sanırım.
Teğmen Vag Lom atıldı:
- Bizden ayrılır ayrılmaz ormana girdinse; ben bunu söyleyebilirim.
- İşte buna “Evet” diyebileceğimden pek emin değilim.
Doktor Emmol Lek ortaya bir soru attı:
- Çarup ‘un ormanda kaldığı sürenin önemli olduğu kanısında mısınız?
Soruyu Kaptan Çi Vaştar karşıladı:
- Ben bunun önemli olabileceği kanısında değilim. Ancak, saptanmasının da yararlı olacağına inanmaktayım. Bu en azından bize, Çarup ‘un ormandaki durumu yani yorgunluğu veya dinçliği konusunda fikirler verebilir.
Doktor Emmol Lek mırıldandı:
- Amacını anladım sanırım Vaştar. Yorgunluğun oluşturabileceği duygusal yanılmaların, Çarup ‘un sahip olduğu kanılar üzerinde etkisi bulunup bulunmadığını öğrenme peşindesin.
Kaptan Vaştar onayladı:
- Evet, bunu öğrenmek istiyorum.
Etimolog Şur Çarup söz aldı:
- Ormanda bulunduğum süre içerisinde kendimi alabildiğine yorgun hissettiğimi peşinen söyleyebilirim. Ancak, bunun duygularımı etkilemiş olduğunu kesinlikle kabul etmem. Zira; ben, gerçek olmayanı gerçekmiş gibi görmediğimden eminim. Bu bakımdan, sözlerimi altlarını çize çize söyleyebilirim: Olaylar gerçekti.
Fotonist Kay Rem:
- Özür dilerim Çarup. Dedi. Lazerden etkilenmeyen bir yaban domuzunun saldırısından nasıl olup da kurtulabildiğini ben hala merak edip durmaktayım.
Genç kadın kendini korurcasına sağ elini göğsünün üstüne üstüne bastırdı:
- Nasıl kurtulduğumu ben de bilemiyorum. Bu tür bir olayla karşılaşmamış olan bir kimsenin böyle bir şeye inanmayacağından da eminim. İtiraf etmeliyim ki; ben bile, hala daha inanıp inanmadığımın farkında değilim. Çünkü; böyle bir olaya inanmamak, inanmaktan çok daha kolay. Domuz üstüme saldırdığında; yere yuvarlanmıştım. Burası kesin. Fakat doğrulduğumda; hiçbir yerimde yaram-berem yoktu.
Teğmen Vag Lom sordu:
- Öyleyse; yaban domuzu sana saldırmadı diyebilir miyiz?
Genç kadın bu olasılığı kesinlikle geri çevirdi:
- Bana saldırdığı bir gerçektir. Bu konuda zerrece kuşkum yok.
Kaptan Vaştar Çarup ‘a yeni bir soru yöneltti:
- Mezon fenerin var mı Çarup?
- Yok kaptan. Kayıttan düşülmüştü. Düşme kaydım var.
- Ormandayken böyle bir fenerin yoktu demek?
- Yoktu kaptan.
Kaptan Çi Vaştar derin bir soluk aldı:
- Orman alabildiğine karanlıktı. Bunu ben de gözlemledim.
- Evet, zifiri karanlıktı.
- Sen domuzu lazer ışığında fark edebildiğini ileri sürüyorsun. Başka deyişle; domuzu gördün ve lazer ışığı kayboldu. Bu koşullar altında; seni hedefleyebilmesi için hayvanın da seni görmesi gerekmektedir.
- Evet, bu doğru.
- Şu halde, sen, hayvanın seni gördüğünden emin misin?
- Fakat kaptan, görmüş olması gerek.
Fotonist Kay Rem araya girdi:
- Ben, domuzun Çarup ‘a saldırması için mutlaka onu görmüş olması gerektiğine inanmıyorum kaptan. Nitekim, hayvan sadece kokusunu almış ve o yüzden de Çarup ‘a saldırmış olabilir.
Şur Çarup onayladı:
- Bu düşünce akla yakın. Zaten beni asıl şaşırtan domuzun saldırısı değil. Çarpma sonucu ortaya çıkması gereken acının ortaya çıkmayışı.
Doktor Emmol Lek söze karıştı:
- Durumu şöyle bir kesinliğe kavuşturmak gerektiğine inanıyorum. Her nasıl olduysa oldu ve sev yaban domuzunu gördün. Ona lazerle ateş ettin. Hedefe tam isabet kaydettiğinden emin olduğun halde, hayvanı asla etkilemedi. Öylece sürüp üstüne geldi ve sana çarpıp yere yıktı fakat sen en küçük bir yara-bere bile almadın. Olay böyle mi oldu tamı tamına?
- Aşağı-yukarı böyle oldu diyebilirim. Ama ben domuzun bana çarptığını gördüm, ancak çarpışını fark etmedim.
Teğmen Vag Lom şaşkın şaşkın yineledi:
- Çarptığını gördüm ama çarpışını fark etmedin. Yani nasıl bir şey bu şimdi?
Kay Rem konuya başka yönden yanaşmak üzereydi:
- Çarup, belki de hayvan sana çarpmış bile değildi ama sen, her nasılsa böylesine yanlış bir duyguya kapıldın?
Genç kadın başını salladı:
- Fakat ben bunu bir duygu yanılması olarak niteleyebileceğimizi sanmıyorum. Çünkü; nedenlerim var. Nitekim, ormanda yolumu yitireceğimi sandığım ve derin bir korkuya kapıldığım anda da böyle olmuştu. Geçtiğim yerleri işaretlemem gerektiğinin farkındaydım. Bu nedenle ağaçların gövdelerini keskin bir taş parçasıyla çizmenin yararlı olacağını düşünmüştüm. Ancak, el attığım taşlardan bir tekini bile yerinden koparamadım. Koparmak bir yana, elimle taşların varlığını bile algılayamadım.
Doktor Emmol Lek etimologa takılmaktan kendini alamadı:
- Taşları kaldıramadığın iyi olmuş bir bakıma. Zira; hangi taşı kaldırsan, altında Fotonist Kay Rem ‘i bulurdun.
İçinde bulundukları durumun ciddiyetine aldırmaksızın gülümseyen astronotlar hep birlikte Fotonist Kay Rem ‘e baktılar. Fotonist parmağıyla Doktor Emmol Lek ‘i göstererek:
- Bana değil. Dedi. Ona bakmanız gerek. Çünkü; esprinin sahibi o. Ben gerçeklerin sahibiyim.
Astronotların ikinci kahkahalarını izleyen Etimolog Şur Çarup tatlı bir gülümsemeyle sözlerini sürdürmeye başladı:
- Önce, taşların kaldırmayacağım kadar ağır olduklarını sandım. Sonra hafif görünenlerini denedim. Fakat başaramadım. Taşların hiçbirini elimle algılayamıyor, onlardan hiçbirine değip dokunamıyordum.
Kaptan Vaştar sordu:
- Gerçekten böyle mi oldu?
- Evet kaptan.
Etimolog Şur Çarup ‘un bu inanılmaz sözleri karşısında, Teğmen Vag Lom, Doktor Emmol Lek ve Fotonist Kay Rem birbirlerine bakındılar. Bu bakışmalarda bir gariplik sezen Kaptan Çi Vaştar sordu:
- Özür dilerim, Çarup. Yeniden sormak zorundayım. Sen bu anlattıklarının yanlış olmadıklarına emin misin?
- Kesinlikle eminim kaptan. Zira, ben aynı denemeyi bir kere daha, hem de farkında bile olmaksızın yapmış, birazcık dinlenmek amacıyla bir taşın üzerine oturmak istemiştim. İşte o zaman da, altımda taş olup olmadığının farkına varamadım. Yani taş altımda hem vardı, hem de yoktu. Çünkü onu görüyor fakat ona değip dokunamıyordum.
Fotonist Kay Rem araya girdi:
- Özür dilerim kaptan. Bu görüşmenin yarar sağlayacağına inanmaya başladığımı belirtmek istiyorum. Açıkça itiraf etmeliyim ki; başlangıçta ben böyle bir görüşmeye gerek bile görmüyordum.
Komutan gülümsedi:
- Buna çok sevindim Rem. Epeyce de meraklandım doğal olarak. Acaba, sendeki bu fikir değişikliğine yol açan nedir?
Soruyu Doktor Lek yanıtladı:
- Benzer bir olayla karşılaştık Vaştar. Rem bu anda onu değerlendiriyordur sanırım.
- İşte bunu anlayamadım. Nasıl bir olaymış o?
- Dün gece ikinizi; Çarup ‘la seni ormandan çıkarabilmek için ışıkları yerleştirdiğimiz kesimden birkaç çiçek koparmak istedik. Koparmak bir yana, onlara değip dokunamadık bile. Çünkü; avuçladığımızı her sanışımızda çiçeklerin yerli yerinde durakaldıklarını görmekteydik.
- Sen ne diyorsun Lek? Doğru mu bu?
- Tanıklarım yanımda: Fotonist Kay Rem ve işte Teğmen Vag Lom.
Fotonist onayladı:
- Tıpkı öyle oldu kaptan. Tüm çabalarımız olduğu gibi boşa gitti. Bir tek çiçek bile koparamadık. Hem de her keresinde kopardığımızı sandığımız halde.
Gözleri sevinçten pırıl pırıl parlamakta olan Teğmen Vag Lom ekledi:
- Ve eskinin o rengarenk çiçekleri o anda içlerine kapanmış yemyeşil tomurcuklardan ibaretti.
Kaptan Vaştar gizlemeyi başaramadığı bir şaşkınlıkla sordu:
- Çiçekler nasıl tomurcuklardan ibaret olur? Ne demek oluyor bu? Yanlış mı duydum yoksa?
- Hayır kaptan, yanlış duymadınız. Çiçekler tomurcuklardan ibaretti. Oysa; ilk rastladığımızda bunların tümü çiçekti. Görkemli bir renk armonisi halinde göz alabildiğine uzanan yüzbinlerce çiçek vardı çevrede. Fakat geceleyin, bunların tümü tomurcuğa dönüşmüştü ve artık ortada tek bir renk vardı: Yeşil.
Konuyu daha bir iyi kavrayabilmek için bir şeyler düşünmeye başlayan komutanın bu düşüncelerini darmadağın eden Etimolog Şur Çarup ‘un sesi oldu:
- bir şeyin bazı duyularımıza göre var ve bazı duyularımıza göre yok sayılmasını nasıl açıklayabiliriz kaptan? Yani tüm duyularımızın kusursuz çalıştığı koşullarda. Ormanda iki çocuğa rastladım. Bilinen köylü çocuklarıydı. Başka köylü çocuklara oranla değişik olan yanları sadece konuştukları dilden, söyledikleri şarkıdan ve giysilerinden ibaretti. Karşıma, yolumu yitirdiğimi sandığım o umutsuzluk anında çıkmışlardı.Kendilerine açık açık seslendim fakat yine de beni duyduklarından ve gördüklerinden emin olamadım.
- Aranızdaki uzaklıktan olabilir mi?
- Aramızda uzaklık-muzaklık yoktu kaptan. Hatta bir ara yan yana, az sonra da karşı karşıya bile geldik. Yine seslendim. Fakat beni ne duydular, ne de gördüler.
- Böylesi koşullar altında nasıl olur da seni duymamış ve görmemiş olabilirler?
- Bunu ben de anlayamadım. Zaten mantığa sığan bir şey de değildi. Çocuklar, sanki ortada olağanüstü bir şey yokmuş gibi davranmaktaydılar. Yani şarkılarını ve yürüyüşlerini son derece doğal bir biçimde sürdürerek.
Doktor Emmol Lek homurdandı:
- Oysa; sen onlar için olağanüstüydün.
Teğmen Vag Lom tamamlamaya çalıştı:
- Sırtındaki uzay giysilerinle, taşıdığın modern araç ve gereçlerle.
Doktor Lek ekledi:
- Hem de ıpıssız bir ormanın ortasında birdenbire karşılarına çıkmış bir kadın olarak.
Kaptan Vaştar etimologun yüzüne baktı:
- Çocukların kör olduklarını düşünemez miyiz?
- Kesinlikle hayır. Zira, onlar birbirlerini ve gittikleri yolu pekala görmekteydiler. Üstelik, kör bile olsalar, bu onların sağır da olmalarını gerektirmez sanırım.
- Unutma ki; gören insanlardan daha rahat davranabilen körler vardır. Yani bir tür gören körler.
Doktor Emmol Lek düşüncesini belirtmeden edemedi:
- Bir anlamda gören körler belki vardır ama konuşulanı duyan sağır yoktur.
Şur Çarup heyecanlanmıştı:
- Bu tür karşı koymaya çalışmalarınızın problemin çözümüne yardımcı olabileceğini sanmıyorum. Çünkü; durum gerçekten garip. Zira, seslenişlerimle gözlerinin tam önüne dikilişim yarar sağlamayınca; ben bu çocuklardan birini her iki elimle birden kavrayıp sarsarak kendisine getirmek istedim.
- Sonuç?
- Olumsuz. Taşlarla yaptığım denemedeki gibi.
- Yani?
- Yani ellerimle bedenini kavrayıp sarsmaya çalıştığım halde, avuçlarım arasında çocuğun varlığını algılayamadım. Tıpkı yeli avuçlamışım gibi bir şey.
Fotonist Kay Rem sordu:
- Çocuk herhangi bir tepki göstermedi mi buna?
- Göstermedi. Sadece yanındaki arkadaşına anlayamadığım bir şeyler söyledi. Düz konuşma türünden.
- Söylediği şeylerin düz konuşma türünden olduğunu nasıl anlayabildin?
Şur Çarup tatlı tatlı gülümsedi:
- Anlarım: Ben etimologum. Yani dil bilginiyim. Benin o davranışım sırasında söylediği şeyler düz konuşma türünden şeylerdi. Şarkı değildi.Çünkü; melodisi yoktu.
- Peki, o sözleri senin davranışın yüzünden söylemiş olabilir mi?
- Buna eminim. Benim o davranışım yüzünden söylemek zorunda kalmıştır. Zira benim o davranışımdan önce çocuk şarkı söylemekteydi. Bunu, bağırarak söylemesinden ve sözcüklerdeki melodiden anladım.
- Yani şarkı söylemekten yorulup düz konuşmaya geçmiş olamaz mı?
- Olamaz. Çünkü; söylediği o düz sözcüklerden sonra yeniden sürdürmeye başladı şarkısını.
Kaptan Çi Vaştar etimologa yeni bir soru yöneltti:
- Çocukların seni duymaz, anlamaz ve algılamaz göründüklerini fark ettikten sonra ne yaptın?
- Koşmaya başladım.
- Niçin?
- Çünkü; çocuklar almış başlarını gidiyorlardı. Ve ben, ormanda kaybolma korkusu içindeydim.
- Onlara yetişemedin mi?
- Yetişemedim. Koşarken düştüm. Bulunduğum yerde toparlanmaya çalıştığımda çocuklar kaybolup gitmişlerdi. Çevrem bomboştu ve ağaçların arasında çocuk falan kalmamıştı.
- Peki, neden düştün?
- Neden düştüğümü ben de bilmiyordum kaptan. Merak edip araştırdım. Görünürde düşmeme yol açan hiçbir şey yoktu. Ayağımın herhangi bir taşa, dala, ağaç köküne takılmadığından emindim. Ayrıca, hiçbir yerimde yara-bere, acı-sızı bulunmadığı gibi, giysilerimde de hiçbir örselenme, zedelenme, yırtılma, parçalanma göze çarpmamaktaydı. Kısacası; en küçük bir zarar bile görmemiştim ben bu düşüşten.
Kaptan Çi Vaştar olaylar arasınsa benzerlik bulma çabasındaydı:
- Yaban domuzunun saldırısına uğradıktan sonra da bedeninde herhangi bir ize rastlamadığını söylemiştin yanılmıyorsam.
- Evet söylemiştim.
- İşte bu benzerlik çok ilginç. Çünkü; aynı tür garipliklere ben de rastgelmiştim.
Fotonist Kay Rem düşünceli bir tutumla çenesini sıvazlayıp durmaktaydı:
- Evet, gerçekten ilginç. Ortada etki var fakat tepki yok.
- Oysa etki-tepki ilişkileri karşılıklı olmak zorundadır. Ortada etki varsa tepki de olmalıdır. Bu olaylarda bu tepkiler yok.
- Tepkiler yok. İşte bunun üstünde durmak gerek. Etkinin olduğu yerde tepki de bulunmalıdır.
Kaptan kendi kendine söylenmekteydi:
- Yağmur etkidir ve ıslanmak tepkidir.
Görüşmelerden son derece büyük bir zevk aldığı gözlerindeki pırıltılardan anlaşılan Teğmen Vag Lom bir uyarmada bulundu:
- Sözleriniz bence önemliydi kaptan. Yineler misiniz? Banka için rica ediyorum.
Kaptan Çi Vaştar kendini toparlamaya çalıştı:
- Yineliyorum Vag. Yağmur etkidir ve ıslanmak tepkidir demiştim.
Komutan, bakışlarını, kendisini izlemekte olan arkadaşlarının yüzlerinde gezdirdi:
- Anlatacaklarımın sizleri olağanüstü bir şaşkınlığa düşüreceğinden eminim. Zira; bunlar, mantıkla bağdaşır şeyler olmayacaktır. Öyle de olsa; ben burada bunları size aktarma cesaretini göstermek zorundayım.
Kaptan Vaştar derin bir soluk alıp diliyle dudaklarını yaladıktan sonra sözlerini sürdürmeye koyuldu:
- Ormanda yağmura tutulmuştum. Aslında bunu anlatabilmek pek kolay sayılmaz. Ben, ben bu anda; nasıl anlatabileceğimi bile kesinlikle bilememekteyim.
Kaptan bir süre sustu. Arkadaşlarının olası tepkilerinden çekinen bir hali vardı. Kendi kendisiyle savaştığı kolayca sezilmekteydi. Neden sonra kararlı bir tutumla söze girdiği görüldü:
- Tersine yağan bir yağmurdu bu. Rüzgarla karışık bir şey. Alttan yukarı yağan bir yağmur. Alışılmışın ve görülmüşün tam tersine. Yani yeryüzünden gökyüzüne yağan bir yağmur.
Fotonist Kay Rem birdenbire katıla katıla gülmeye başladı. Ve onun bu davranışı, başta kaptan olmak üzere, tüm astronotlar üstünde soğuk bir duş etkisi yaptı. Komutan aşırı ciddi ve sert bir tutumla:
- İnanamayacağını önceden biliyordum Rem… Dedi. İnanmayabilirsin ama bunun senin gülmeni gerektireceğini sanmamaktayım.
Kendine sahip olamayarak gülmesini sürdüren Kay Rem, yakasını kurtaramadığı kahkahalar arasında yanıt vermeye çalıştı:
- Özür dilerim kaptan. Bu yersiz ve zamansız gülüşüm buradakilerin hiçbirine yönelik değildir.
Astronotların soğuk tutumları fotonisti engellemeye yetmemişti. Kahkahaları aralıksız sürüp gitmekteydi. Kaptanın bir el işareti üzerine Teğmen Vag Lom, telekontrol aygıtıyla arkadaşına bir bardaklık içecek sundu. Kay Rem, bardaktan aldığı ilk iki yudumdan sonra kendini toplar gibi oldu:
- Özür dilerim kaptan. Diye yineledi. Gülüşüm hiçbirinize yönelik değildi. Nasıl oldu bilmiyorum, kendimi bir an için bir yanlışlıklar konferansında sandım.
Kaptan Vaştar ‘ın yüzü asıktı:
- Geçti artık Rem. Diyerek kesip atmak istedi. Bir bakıma haklısın. Burada anlatılanların ve anlatılacak olanların hiçbiri ciddiyetle dinlenir gibi değil. Tümü yalan, tümü deli saçmalığı gibi.
Doktor Emmol Lek onayladı:
- Bu söz çok yerinde.
Fotonist Kay Rem yansız bir tutumla:
- Eğer duyduklarımız bizi yanıltmıyorsa. Dedi. Ve eğer tüm bunlar gerçekten varsa.
Kaptan Vaştar dik dik baktı:
- Sen bu olayların gerçek olduğuna inanmıyorsun değil mi?
Fotonistin karşılığı şaşırtıcıydı:
- Tam tersine kaptan. Bir süreden beri inanmaya başladım ben bunların gerçek olduklarına.
- Peki, neden bu değişiklik?
- İnanır mısını kaptan, olaylardan bazıları arasında garip benzerlikler ve garip ilişkiler bulmaya başlar gibi oldum ve bu yüzden bu olaylar konusunda anlatılanların doğru da olabileceğini düşünmek zorunda kaldım.
- Ne tür benzerlikler ve ilişkilermiş bunlar?
- Türlerinden henüz emin değilim. Bu husustaki düşüncelerimi açıklamadan önce, tüm olup bitenleri duyup öğrenmek ve üzerinde daha da düşünmek isterim.
- Dinle öyleyse:
Kaptan Vaştar, yeniden gülmeye başlayıp başlamayacağını anlamak istercesine fotonistin yüzüne bakarak sözlerini sürdürdü:
- Düş görmediğime emindim. Çünkü; durum, tüm nitelik ve nicelikleriyle gözlerimin önündeydi. Yağmur yeryüzünden gökyüzüne doğru yağıyordu. Görebildiğim kadarıyla orman su içindeydi ve su derinliği ayak bileklerime dek ulaşıyordu. Çevremin sular içinde olduğunun farkındaydım. Toprakta son derece garip pırıltılar vardı. Yağmur sağnağa dönüştükçe; toprağı örten suyun derinli azalıyordu.
Fotonist Kay Rem kaptanın sözünü kesti:
- Bunun lokal bir pülverizasyon yani merkezi bir püskürtme olmadığından emin misiniz kaptan?
- O anda ben de böyle düşünmüştüm Rem. Zira, yağmur sanki yerden göğe yöneltilmiş lokal bir püskürtmeyi andırmaktaydı. Fakat çok geçmeden, bu tür bir olasılığı kaldırıp bir yana atmak zorunda kaldım.
Doktor Emmol Lek sordu:
- Buna neden gerek gördün bilemiyorum. Bence; böyle bir olasılık yabana atılamayacak derecede önemli.
- Ben onu yabana attım Lek. Zira, bu tür bir olasılığın gerçekleşebilmesi bana olanaksızmış gibi geldi.Çünkü; yerden göğe öylesine su püskürtebilecek bir tesisin kurulabilmesi son derece yüklü bir yatırımı, son derece güçlü bir teknolojiyi ve son derece geniş bir organizasyonu gerektirmekteydi, bu bir. Mantıklı hiçbir şeyin, yeryüzünden gökyüzünü sulamak için öylesine yüklü bir yatırım yapmayı, öylesine güçlü bir teknolojiyi harcamayı ve öylesine geniş bir organizasyona girişmeyi kabullenmezdi, bu da iki. Zira, kimseciklerin bulunmadığı bir ormanda, yerden göğe, yağmuru andırır bir biçimde su püskürtmenin gözle görülür ve akılla kabullenilir hiçbir yararı olamaz.
Fotonist Kay Rem:
- Ve zaten gökler, yeryüzünden sulanabilecek derecede alçak da değildir.
Dedi. Teğmen Vag Lom, belki de tüm yaşantısının ilk esprisini yapmaktaydı:
- Ayrıca; gökler, yulaf tarlası da olmadığından sulanmaları gerekmez.
Kaptan Vaştar bu espriye pek aldırmadı:
- İşte bu nedenlerle o anda kendimi yepyeni bir fantezinin kucağında buldum: Bilinmeyen bir güç, yeryüzündeki suyu gökten çekip alıyor olabilirdi.
Etimolog Şur Çarup mırıldandı:
- Bu daha geçerli bir düşünce.
Komutan sözlerini sürdürdü:
- Fakat beni buna inanmaktan alıkoyan nedenler vardı: Önceleri ormanda yani yeryüzünde, gökyüzünden çekilip alınabilecek zerre su yoktu. Zira; su, ormanın toprağından yavaş yavaş çıkıp göllenmiş ve tersine yağmur ancak o büyük göllenmeden sonra başlayabilmişti. Ayrıca; ormandaki sular tükendikten yani tersine yağan yağmur dindikten sonra, çamur kıvamındaki toprak, ıslak ağaçlar ve yapraklar derece derece kurumuştu.
Doktor Emmol Lek homurdandı:
- İyi ama, yeryüzündeki suyu gökten emebilecek derecede etkili bir gücün toprağı, ağaçları, yaprakları azar azar kurutması ve toprakta da ıslaklık bırakmaması doğal değil mi?
- Fakat Lek, toprak aylardan beridir tek yağmur görmemiş gibi kupkuru bir hal alırsa, bu insanı kuşkulandırmaz mı?
- Ben aynı düşüncede değilim.
- Öyleyse dinle. Botlarım yarısına dek sular içerisinde kaybolmuştu. Alttan yukarı yani yeryüzünden gökyüzüne boşanan sağnağın tam ortasındaydım. Ve ben, zerre kadar ıslanmıyordum. Haydi bakalım, şimdi buna ne diyeceksin?
Doktor Emmol Lek öfkeyle homurdanarak başını hırsla salladı:
- Hayır… Böyle bir şey olamaz…
Teğmen Vag Lom atıldı:
- Nitekim, kaptanı ormandan çıkardığımızda üstünde başında ıslaklık falan yoktu.
Kaptan Çi Vaştar etimologa baktı:
- Sana bu konuda bir soru yöneltmek istiyorum Çarup. Acaba sen de yakalandın mı yağmura bu ormanda?
Genç kadın başını salladı:
- Hayır kaptan.
Kay Rem yansız bir tutumla elini çenesine dayamış bakmaktaydı:
- Bence ortada iki olasılık mevcut olmalıdır: Birincisine göre; söz konusu yağmur yerel bir yağmurdur ve Çarup ‘un bulunduğu bölgeye yağmamış olması doğaldır. İkincisine göre; kaptan hiç de gerçek olmayan bir görüntünün etkisi altında kalmıştır.
Doktor Emmol Lek ‘in tok sesi araya girdi:
- Şunu unutmamanızı isterim: Sanrılar birbiri ardınca gelmez. Dizilerinde aralıklar yani boşluklar vardır.
Fotonist Kay Rem diretiyordu:
- Örneğimizde de aralıklar yani boşluklar var doktor. İncelendiklerinde; birbiri ardınca gelmedikleri hemencecik belli olmuyor mu?
- Ama benim sözünü ettiğim boşluklar bunlar değil. Sanrılar bazan haftalarca, bazan aylarca bazan da yıllarca sonra görülür. Aynı gün içinde ve değişik biçimlerde ortaya çıkabilen sanrılara pek rastlanmaz. Örnekteki süremiz ise bir tek gün bile tutmamaktadır. Önü-sonu birkaç saatlik bir süre.
- Aynı günde birbirini izlemiş sanrıların mevcut olamayacağını bu denli kolayca ileri sürebileceğimizden emin miyiz doktor?
Doktor Emmol Lek çocuğunu azarlayan öfkeli bir baba gibi bağırdı:
- Kanıtlanmamış durumlar üstünde neden o kadar çok durmak istiyorsun delikanlım? .. Senin söylediklerin gerçek bile olsa, örneğimize uygulanabilme olanağı yok. Çünkü; bizim sanrı kategorisine soktuğumuz bu tür açıklanması zor olaylar, bir tek kişi yönünden yaşanmış veya ileri sürülmüş değil. Çarup da, Vag da, ben de, sen de bunları birkaç günden beri habire yaşayıp durmuyor muyuz? Şimdi, söyler misin bana, inatçı delikanlım, tümümüz birden düş mü gördük? Sen, ben, Vag, Çarup ve kaptan birbirinin benzeri olan düşleri nasıl görebildik? Ortada yanılgı varsa; nasıl olup da hepimizin duyuları aynı biçimde yanılabilmektedir?
- Ben bunu söyleyemem doktor.
- Söylemelisin, söylemelisin… Asıl bunu söylemelisin burada… Asıl bunun üstünde durmalısın… Zira; hepimizin duyuları hep aynı biçimde yanılabiliyorsa; ortada bunları bir yanıltan olmalıdır.
- Peki, nedir bu yanıltan?
- Bizim aradığımız da bu değil mi zaten? Kim, bu olağan olması gerekenleri bize olağanüstüymüş gibi göstermeye çalışan? .. Biri mi? .. Bir güç mü? .. Nasıl biri veya birileri, nasıl bir güç veya güçler? ..
Teğmen Vag Lom saklanması olanaksız bir mutlulukla haykırdı:
- Gizli bir güç veya gizli güçler…
Kay Rem belli-belirsiz bir öfkeyle başını kaçırmaya çalıştı:
- Peh… Gizli bir güçmüş… Gizli biriymiş… Bu ancak, metafizik saçmalıklara susamış olduğu anlaşılan Vag ‘ı doyurabilecek nitelikte fanatik bir varsayım…
Doktor Emmol Lek sesini yükseltmişti:
- Koparmak için avuçladığın fakat koparmak bir yana, hatta değip dokunamadığın o yemyeşil tomurcukları kendi gözlerinle gördüğün halde mi? .. Beni dinle Rem… Bunların altında bizim çözemediğimiz bir şeyler var… Olaylar hiç de alışık olmadığımız bir biçimde gelip duruyor önümüze… Salt gelmekle de kalmıyor, üstüne üstlük görülmemiş bir biçimde de gelişiyor… Sen bunlara “Mantıksal Nedenler” de, “Mantıksal Olmayan Nedenler” de, her ne dersen de… Halihazırda bazı nedenler ortaya bazı sonuçları çıkarmaya bile başlamış durumda… Sonuçlara gelince; onlar, tıpkı kendilerini doğuran nedenlere benziyorlar… Tümünün ortak bir özelliği var… O da, bunlardan hiçbirinin mantıkla bağdaşmayacağından ibaret… Peki şimdi, herşey böylece açık-seçik gözler önünde dururken, sen kalkıp da nasıl bunlara “Düş” deyip geçebilirsin? .. Kalkıp da bunları nasıl birer “Kuruntu” sayabilirsin? .. Bunların salt yorgunluktan ileri gelmiş bazı duyu yanılmaları olduğunu nasıl ileri sürebilirsin? .. Özellikle, ışıldaklardaki ışın kırılma katsayısının sıfır olduğunu, ışının bazı engellerden yansımadığını, gerçekte hiç de böyle olmaması gerektiğini bizzat kendin ileri sürmüşken…
Kaptan Vaştar irkildi:
- Sıfır mı? .. Nasıl sıfır? .. Peki ama nasıl sıfır olabilir ışığın kırılma katsayısı? .. Yansıması gerektiği yerlerde ışın nasıl olur da yansımaz? ..
Doktor Emmol Lek, başıyla fotonisti gösterdi:
- Nasıllarını ona sor… Bu kristalize edilmiş mantıkçıya… Bu düşünceleri dondurulmuş fanatik fizikçiye…
Kay Rem kendini toparlamaya çalışarak gülümsedi:
- Gerçekten de böyle bir şeyler oldu kaptan. Size yol göstermek için ormanı ışık taramasına aldığımızda; aygıtlar ışıkta kırılma katsayısı ve yansıma göstermedi.
Komutan ve onunla birlikte Şur Çarup derin bir şaşkınlığa düşmüşlerdi. Her ikisi birden artan bir ilgiyle Fotonist Kay Rem ‘e doğru döndüklerinde; kaptan söylenmeye başladı:
- Fakat bu olanaksız Rem. Şimdi bana nasıl açıklayabileceksin bunu? Ortada herhangi bir yansıma bulunmaması ve ışığın kırılma katsayısının sıfır olabilmesi için ormanın camdan yapılmış olması gerekmez mi?
- Buna pek de evet denebileceğini sanmıyorum kaptan.
- Neden?
- Çünkü; radyoaktif elementlerin yayınladıkları gamma ışınlarında kırılma katsayısı sıfırdır ve yansıma da yoktur. Bu ışınların yeryüzündeki her maddeden en küçük bir kırılma göstermeksizin geçebileceklerini kesinlikle söyleyebiliriz.
- Fakat gamma ışınlarının en az bir metre kalınlığındaki sıkıştırılmış bir toprak kütlesinden geçemediklerini unuttun sanırım.
- İstisnaların kuralları bozamayacağı dil persengi haline gelmiştir kaptan.
Doktor Emmol Lek, kendince önemli gördüğü bir noktaya parmak basmak istedi:
- Unutma ki; bizim gariban ışıldaklarımız uranyum 932 gibi radyoaktif elementlerle beslenmektedir.
Kay Rem umursamışa benzemiyordu:
- Işıldaklarımızın gamma ışını yayınladıklarını zaten söylememiştim doktor.
Kaptan Çi Vaştar can sıkıntısıyla elini salladı:
- Öyleyse ne demek istediğini açıkla.
- Bulunması gereken gerçek nedeni henüz bulabilmiş değilim kaptan. Genelde; ışınlarımızın ormanda yansımaya veya kırılmaya uğramamış olması elbette ki şaşırtıcıdır.
- O halde, bu koşullar altında kırılma katsayısı neden sıfır olsun? Yoksa; aygıtlarda mı bir bozukluk var?
- Dün bu konuda kuşkuluydum fakat şimdi böyle bir kuşkum olmadığını söyleyebilirim. Zira, aygıtları kanal kontrollerinden geçirdim.
- Sonuç?
- Aygıtlar sağlam.
- Fakat katsayı da sıfır.
- Evet, katsayı sıfır.
- Fakat Rem, bu, aklın alabileceği bir şey değil. Bir ağaca çarpan bir ışığın kırılması kuraldır. Herhangi bir ortamın tümüyle geçirmediği bir ışık ya kırılır ya da yansır. Peki şimdi, bu çelişikliği düzeltebilecek bir düşüncen var mı?
- Var kaptan. Mantığınıza ters düşeceğini sandığım bir varsayımım mevcut.
- Öğrenelim bunu.
- Şimdilik detaylarını bilemediğimiz fizik bir güç, ışıldaklarımızın yayınladığı ışınları gamma ışınlarına çevirmiş olabilir.
Astronotlar arasından düşüncesini ilk belli eden Teğmen Vag Lom oldu:
- Saçma…
Fotonist teğmenin bu çıkışına aldırış bile etmedi:
- Bu düşüncemin, bu toplantının başından bu yana anlatılanlardan daha saçma olabileceğini sanmıyorum. Bence; fizik, akla gelebilen her şeyin gerçekleştirilebilmesine olanak sağlayan bir okyanustur. Madem ki; ışıldaklarımız, herhangi bir ışın yansımasına ve kırılmasına rastlamaksızın ormanı tarayabilmiştir, şu halde bunun altında mutlaka bilinmeyen bir neden yatıyor olmalıdır. Bu bilinmeyen neden de, bana göre; elbette ki metafizik değil, fizik bir nedendir. Ben bunun dışındaki hiçbir çözümü kabul etmem.
Doktor Emmol Lek parmaklarını tıkırdatmaya koyulmuştu:
- Ben, basit ışıldak ışınlarını gamma ışınlarına çevirebilecek hiçbir güç tanımıyorum.
- Yerinden çıkarıp on-onbeş tane benzerinin arasına koyarak sana göstersem, sen onların arasından kendi böbreklerini bile tanıyamazsın doktor. Bunu, sana takılmak için söylemiyorum. Gerçekte hiçbirimiz tanıyamayız. Yetmişbeş röntgenlik radyasyon almış olan bir kimseye hiçbir sağlık yardımının fayda sağlamayacağını söyleyebiliriz. Zira, böyle bir kimseyi derin bir çukura gömüp üstünü kalın bir kireç tabakasıyla örtmek en çıkar yoldur.
- Evet Rem. Beni ve Çarup ‘u ormandan ışıldaklarımızın ışınlarıyla çıkardığınızın farkındasın. Ben,kişisel olarak o andaki durumumu eksiksiz anımsamaktayım. Gözlerim ışığa takılı olarak habire yürüyor ve onu kendim için bir kurtarıcı olarak görüp duruyordum. Esasen ben, bu ışığı izleyerek çıkabildim şu ormandan. Hem de sapasağlam. Eğer ışıldaklarımızın ışınları herhangi bir nedenle gamma ışınlarına dönüşmüş olsaydı; acaba ben sağ olarak bulunabilir miydim burada?
Doktor Emmol Lek ‘in alışılmış homurtusu duyuldu:
- Yani Rem, kaptanın bu koşullar altında, tıpkı senin anlattığın gibi; derin bir çukura gömülüp üstünün kireçlenmesi gerekmez miydi? Ve de Çarup ‘un?
Kay Rem gülümsedi:
- Elbette ki gerekmezdi.
- Niçin?
- Niçini ortada: Ormandan çıktıkları anlarda kaptanın da Çarup ‘un da sırtlarında uzay giysileri vardı. Bu giysilerin radyasyona duyarsız olduklarını unutmamalıyız.
Kaptan Çi Vaştar şaşkınlık içindeydi:
- Fakat başlığımın yani kaksımın başımda olmadığından emindim. Giysi bedenimi koruyordu, başımı değil.
Kay Rem direndi:
- Yanılıyorsunuz kaptan. Kaksınız başınızdaydı.
- Peki ama başımdan zaten çıkarmışken kaksımı neden başıma geçirmiş olayım yeniden?
- Özür dilerim kaptan. Onu ben bilemem. Bu; sizin bana değil, kendi kendinize sormanız gereken bir soru.
- Peki Çarup? Ya o ne durumdaydı?
- Giyimi sizinkinden farklı değildi kaptan.
- Fakat o, ormanda rastladığı çocuklara seslendiğini söylemişti bize. Kaksı başında olsaydı seslenebilir miydi?
- Lütfen kaptan. Ben Çarup ‘un ormandaki değil, ormandan çıktığı andaki giyiminden söz etmekteyim.
Kaptan Vaştar, önce Doktor Emmol Lek ‘e, sonra Teğmen Vag Lom ‘un yüzüne baktı:
- Söyler misiniz, böyle miydi? Yani tıpkı Rem ‘in anlattığı gibi miydi?
Astronotların her ikisi de şaşkın durumdaydılar. Teğmen sararmıştı, kekeliyordu ve söyleyeceği şeyleri bulamamanın sıkıntısı içersindeydi. Doktor Emmol Lek ise gerçekçi bir tutum takınmışa benzemekteydi:
- Doğrusunu istersen Vaştar… Dedi. Rem bu tartışmayı az-biraz kazanmışa benzer. Zira; ben, Çarup ‘le senin şu unutulmaz orman gezintisinden döndüğünüz andaki giysinize yeterince dikkat etmemiş olduğumu itiraf zorundayım. Onun için de, dönüşte başlarınızda kasklarınız var mıydı, yok muydu, bunu bilemiyorum. Bu belki de, sizleri kurtarmış olmanın yol açtığı sevinçtendir.
Komutan gülümsedi:
- Anlaşıldı ki; Rem ‘in bu savını çürütebilecek kanıtımız yok.
Doktor Emmol Lek kolay pes etmek istemiyordu:
- Ama Rem ‘i bir hayli zorlayacağını sandığım bir-iki açmazımız daha var.
Fotonist Kay Rem meraklanmıştı:
- Yoksa bu bir şaka mı doktor?
- Şakanın yeri ve zamanı olmadığını söylemiştim sanırım delikanlım.
Fotonist gülümsedi:
- Öyleyse şu ciddi olan açmazları görelim.
- Dinle delikanlı şu halde. Kapsülün bir hayli ilerisindeki yamaçların az aşağısında bir ırmakla karşılaştım.
- Bunun olağanüstü bir şey olduğunu söylemeye kalkışmazsın sanırım. Zira, herkes karşılaşabilir bir ırmakla.
- Sözümü kesme. Bu, herkesin rastlayabileceği bir ırmağa benzemiyordu.
- Peki ne farkı vardı obir ırmaklardan?
Doktor Lek sözcüklerin üstüne basa basa kalın bir sesle homurdandı:
- Bu ırmak tersine akıyordu.
Sadece Kay Rem değil, yanı sıra obir astronotlar da derin bir şaşkınlığa düşmüşlerdi ve Fotonist Kay Rem, sağ elini kendisiyle doktor arasında sağa-sola sallayıp ayağa kalkmaya çalışmaktaydı:
- Alay ediyorsun doktor.
Doktor Emmol Lek ‘in tutumu ciddi ve sesi de sertti:
- Otur yerine Rem. Ortada alay-malay eden yok. Onu ilk gördüğüm anda, duyularımın bana oyun oynadıklarını sandım.
Şur Çarup ‘un yüzünde derin bir tedirginliğin izleri göze çarpmaktaydı. Bu nedenle, konuşmak isterken sesinin titremesine engel olamadı:
- Lazerden etkilenmeyen yaban domuzları, insanı görmeyen ve insan sesini duymayan köylü çocukları, projektör ışınlarını gamma ışınlarına çeviren gizli güçler, yeniden yemyeşil tomurcuklara dönüşen yaprak açmış yüzbinlerce rengarenk çiçek, yeryüzünden gökyüzüne yağan yağmur, tersine akan ırmak. Ne demek oluyor bütün bunlar? Sanki yeryüzünde değil de yabancı bir gezegendeyiz.
Fotonist Kay Rem somurtmuştu:
- Yeryüzünde tersine akan ırmak yoktur.
Doktor Emmol Lek homurdanmaktaydı:
- Eğer o dediğim ırmak, senin projektör ışınların, Çarup ‘la kaptanın lazerden etkilenmeyen domuzları, şarkı söyleyen o köylü çocuklar, yerden göğe yağan o yağmur gibi geçip gitmediyse yani hala daha yerindeyse; bana kesinlikle inan ki Rem, yeryüzünde tersine akan ırmak vardır.

(Hikmet BARLIOĞLU (1933 – 2003) ‘nun
Ana Karnına Dönüş İsimli Kurgubilim Roman ‘ından > 338-394/731)

İsmet Barlıoğlu
Kayıt Tarihi : 1.12.2007 13:23:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

İsmet Barlıoğlu