2.6
Işığı Kıramayan Orman veya Ormanda Kırılmayan Işık
Doktor Emmol Lek kuşkulu bakışlarla Teğmen Vag Lom ‘u süzdü:
- Bu söylediğinden emin misin Vag?
Astronot soruyu anında yanıtladı:
- Kuşkuya gerek yok doktor. Ben ne söylediğimin farkındayım. Durum inanılmayacak ölçüde garip fakat doğru. Senin anlayacağın; Etimolog Şur Çarup bu anda bu kapsülde yok.
Doktor Emmol Lek şaşkın bakışlarını Fotonist Kay Rem ‘le Teğmen Vag Lom ‘un yüzlerinde gezdirip durmaktaydı ve bu davranışından onun inanmakta zorluk çektiği kolaylıkla anlaşılmaktaydı:
- Fakat hoparlörlerde çılgınca haykıran oydu. Bundan kesinlikle eminim. Onlar Çarup ‘un çığlıklarıydı. Sesini tanırım.
Fotonist Kay Rem ‘in düşünceleri yüzüne henüz yansımamıştı ve sesi buz gibiydi:
- Aynı haykırışları belki de birçok kere duyacaksın doktor. Tıpkı bizim de birçok kez duyduğumuz gibi. Sana ne denli garip gelirse gelsin. Doğru bu. Yani Şur Çarup hem kapsülde, hem de değil.
- Ama bu çok saçma. Bir şey bir yerde ya vardır ya da yoktur. Hem var, hem yok olamaz ki.
- Biliyorum; mantıkla bağdaşır yanı yok. Fakat onun mantığa ters düşmesi gerçek olmasına engel değil.
- Gerçekler algılayanlara göre değişir.
Fotonist başını salladı:
- Ben aynı kanıda değilim doktor. Gerçek tektir ve değişmez. Onun varlığı algılanmasına bağlanamaz. Örneğin; mikropların varlıklarından zerrece kuşkumuz yok. Zira, var oldukları bilimsel yöntemlerle kanıtlanmıştır. Şimdi herhangi bir kimse onları algılayamazsa; biz onların varolmadıklarını kabullenmek zorunda mı kalacağız?
- Unutma ki; herhangi bir gözlemci onları algılayabilir.
- Mikroskoptan söz etmek istiyorsan; bunun benim savımı çürütemeyeceğini peşinen söyleyeyim. Çünkü bu yol, dolaylı bir yoldur. Yetmediyse başka örnek de verebilirim: Bir sağır, kötü havadaki fırtına seslerini elbette ki algılayamaz ama o sesler vardır ve gerçektir.
- Yine de bunu ancak onlar algılandıkları zaman söyleyebiliyoruz. Zira, sen, sağıra göre yok sayılması gereken o seslerin varolduğunu, onu algılayan bir kimse olarak söyledin.
- Bu doğru değil. Biz buradayız, fırtına orada. Say ki; aramızda ses geçirmeyen bir engel var. Bu durumda biz fırtına seslerini duyamayız. Sana göre; yönümüzden algılanmadığı için bunlar yoktur yani gerçek değildir. Fakat engelin fırtınalı yanına bir ses aygıtı koyarsak; biz bu tezi kolaylıkla çürütebiliriz. Zira, aygıt sesleri kaydedecektir. Şimdi burada, ses kayıt aygıtının bir algılayan olduğunu ileri süremeyeceğini umarım. Çünkü böyle bir davranış, şarlatanlık olur doktor.
Doktor Emmol Lek yanıt vermedi. Fotonist Kay Rem sözlerini sürdürüp duruyordu:
- İnsanlar olarak biz yalın gerçeği bilemiyoruz ve hiçbir zaman da bilemeyeceğiz. Bilebildiğimiz ve gerçek olarak kabullendiğimiz şey; yalın ve tam gerçeğin yalın ve tam olmayan parçalarıdır. Çarup ‘un hem bu kapsülde bulunduğunu, hem de bu kapsülde bulunmadığını söylerken ben de aynı ölçülerden yararlanmaktayım. Nitekim, onun burada olduğunu sadece sesini duyarak söylüyorum. Burada bulunmadığını ise; kapsülden seninle birlikte ayrıldığına, henüz geriye dönmediğine, tüm üniteleri bir bir denetimden geçiren detektör bankasıyla ana podyumun verilerine, tüm bunların yanı sıra da, Vag ‘ın kişisel araştırmasının sonuçlarına dayanarak ileri sürüyorum.
Doktor Emmol Lek homurdandı:
- Öğrenmek istiyorum Rem. Senin bu konudaki düşüncen nedir? Yani sana göre; Çarup bu kapsülde var mıdır, yok mudur?
- Bana göre Çarup bu kapsülde yoktur doktor.
Teğmen Vag Lom haykırdı:
- Nasıl söyleyebilirsin bunu? ..
Kay Rem ‘in sesi donuk, tutumu ise kararlıydı:
- Söyledim bile. Ben pozitif bilimlere inanırım Vag. Mantık kurallarına ve fizik gerçeklere ters düşen şeylerden hiçbirine inanmam.
Doktor Emmol Lek mırıldandı:
- Yoksa sen, bizim gizli bilimlere inandığımızı mı sanıyorsun?
- Sanmıyorum, biliyorum. Sizler gizli bilimlere ve metafizik güçlere inanıyorsunuz.
Teğmen Vag Lom belli belirsiz kızmıştı:
- Bunu söyleyemezsin… Çünkü doğru değil…
- Söylerim. Zira, sizin yaptığınız pozitif bilimlere inanmak değil, sadece inandığını sanmaktır. Nedeni de ortada: Sürekli olarak kuşku içindesiniz. Bu ise; sonuç nasıl çıkarsa çıksın sizin onu kolayca kabullenebileceğinizi gösterir. Oysa; pozitif bilimlere dayananlarda bu tür kuşkular yoktur. Sonuç vardır ve kesindir. Ve bu sonuç da öyledir, ya da böyledir. Hem öyle, hem böyle değildir. Çünkü; kusursuz aklın yolu birdir ve insanı gerçeğe sadece bu yol götürür.
Teğmen Vag Lom bir şeyler söylemek istediyse de Fotonist Kay Rem ona bu şansı tanımadı:
- Sözümü kesme Vag. Duyacakların yararlı olabilir. Biz burada Çarup ‘un sadece sesini duyduk. Kendisini sen aradın bulamadın. Detektör bankasıyla ana podyum da aynı konuda herhangi bir saptama yapamadı. Zaten başka türlü de olamazdı. Çünkü; Çarup bu kapsülde yok.
Teğmen Vag atıldı:
- Fakat çığlıklarını birlikte duyduk…
- Ben de tersini çne sürmüyorum. Üstelik de bunu onaylıyorum. Ama ses, sadece sestir ve insanın tüm nicelikleriyle niteliklerinin ortaya koyduğu öz varlığı değildir.
Doktor Emmol Lek homurdandı:
- Biraz açık konuşsana. Ne demek istiyorsun sen?
- Doğrusunu istersen bunu ben de kesinlikle bilemiyorum doktor. Ancak, bu düşüncelerimi ve savlarımı kanıtlayabileceğim hususunda bir kanı var içimde. Dilerim ki; bu düşünceler ve savlar doğru çıksın. O zaman az-çok rahatlarız hepimiz.
Fotonist Kay Rem arkadaşlarının meraklı bakışlarına aldırmadan, kapsülün girişine sık gözenekli, görünmeyen bir enerji perdesi çekti ve perdeyi alarma bağladı.
- Şimdi benimle gelin. Dedi. Üniteleri bir kez de birlikte arayalım.
Üç astronot kapsüldeki ünitelerin her birini tek tek gözden geçirdiler. Yetinmeyip detektör bankasının ve ana podyumun yardımıyla bir kez daha denetlediler. Ortada kendilerinden başka tek canlı bulunmadığını karara bağladılar. Sonuç daha yeni açıklığa kavuşturulmuştu ki, hoparlörlerden bilinen kadın çığlığı yükseldi. Ses yine bağırıyor, yine ağlıyor, yine haykırıyor ve yine birbirine karışan, anlaşılmaz sözcükler söylüyordu. Doktor Emmol Lek ellerini şakaklarına bastırmak zorunda kalmıştı:
- Fakat bu ses, ulaştığımız sonucun yanlış olduğunu kanıtlamıyor mu?
Teğmen Vag Lom ekledi:
- Bu olayın altında gizli bir güç var.
Fotonist Kay Rem:
- Burada… Dedi. Bizim öz dünyamızda bilinmeyen güçlerin yeri yoktur. Önümüzde bize ters gelen bir durum varsa; bunun altında da kesinlikle fizik nedenler vardır. Ben işte buna inanmaktayım ve bu inancımı da hiçbir koşul altında değiştirmek düşüncesinde değilim.
Teğmen Vag direndi:
- Fizik kuralların nedenleri bellidir.
- Ben de aynı kanıdayım. Bu itibarla, şu olayı çözebilmek için biz buradan yola çıkmak zorundayız.
Genç adam sözlerini bitirince, dolaplardan birinden bir elektromanyetik mıknatıs çıkardı. Ardından yürüyen arkadaşlarına:
- Lütfen… Diye seslendi. Zarar görmemeleri için manyetik aygıtlarınıza göz-kulak olunuz.
Fotonist Kay Rem şimdi her ünitede gerekli gördüğü elektromanyetik taramayı yapıyor, alabildiğine özenli bir çalışma yaptığı halde, çalışmasından gözle görülür hiçbir sonuç alamıyordu. Doktor Emmol Lek ‘le Teğmen Vag Lom, yavaş yavaş bu yoldaki umutlarını yitirmeye başlamışlardı bile. Kay Rem ‘in düşüncelerini ise yüzünden okumaya olanak yoktu. Ve çalışmalarını tek sözcük söylemeksizin sürdürmekteydi. Elektromanyetik mıknatısla taranma fırsatı bulunamayan üç bölüm kalmıştı ki; Doktor Emmol Lek:
- Rem… Dedi. Senin şu elektromanyetik mıknatısla ne aradığını sorabilir miyim acaba? İnşallah, Şur Çarup ‘u saklandığı bir dipten çekip çıkarmayı ummuyorsundur?
Fotonist Kay Rem kendini alamayıp güldü:
- İnsanlar kompleks şeyler karşısında alabildiğine akıllı ve basit şeyler karşısında ise alabildiğine aptalca davranırlar doktor. Hiçbir zaman çözemeyeceğini sandığın şey, gerçekte en kolay çözebileceğin şeydir. Bizler, insan olarak en şaşılmaması gereken şeylere şaşarız. Bu itibarla ve sen sormuşken hemen söyleyeyim ki; elimdeki bu elektromanyetik mıknatısla Çarup ‘u saklandığı bir dipten çıkarma düşüncesinde değilim.
- Öyleyse yapmak istediğin nedir?
- Bağışla doktor. Bunun yanıtını sana hemen şimdi vermek istemiyorum. Taranacak daha üç ayrı ünitemiz var. Ancak onları taradıktan sonra, sana belki açıklayabilirim gerçek düşüncelerimi.
Şur Çarup ‘un çalışmalarına ayrılmış olan Etimoloji Ünitesi ‘nde gerçekleştirdikleri ilk tarama, astronotların her üçünü de şaşırtan bir sonuç verdi.
Fotonist Kay Rem ‘in elindeki elektromanyetik mıknatısı devreye sokması üzerine, nereden çıktığı anlaşılamayan küçücük bir cismin, alabildiğine güçlü bir şaklama sesi çıkararak mıknatısa yapıştığı görüldü. Astronot üniteyi çınlatan bir kahkahayla:
- Doktor… Diye bağırdı. Düşüncelerimde yanılmamışım… İşte, kanıtı burada…
Doktor Emmol Lek homurdandı:
- Anlayamadım. Ne neyin kanıtıymış?
Teğmen Vag Lom:
- Ben de anladığımı öne süremeyeceğim. Dedi. Neyin kanıtından söz ediyorsun sen?
Fotonist Kay Rem mıknatıstan ayırdığı küçücük cismi elinde tutarak arkadaşlarına gösterdi:
- Anlaşılmayacak bir şey yok ortada. Bunu hemen tanıyacağınızı umarım.
Doktor Emmol Lek ‘le Teğmen Vag Lom aynı anda haykırdılar:
- Şur Çarup ‘un iç beni bu…
Fotonist Kay Rem gülüyordu:
- Evet… Dedi. Etimolog Şur Çarup ‘un iç beni bu. Böyle bir şeyle karşılaşacağımızı aşağı-yukarı biliyor ve burada da bunu bulmaya çalışıyordum. Başarımı müziğe borçlu olduğumu söyleyebilirim.
Rahatlamışa benzeyen Doktor Lek sordu:
- Müzikle ne ilgisi var şimdi bunun?
- Çok ilgisi var doktor. Müzik, insan kulağını seslere karşı daha bir duyarlı hale getirir. Müzikle uğraşanlar, uğraşmayanlara oranla sesleri daha büyük bir kolaylıkla tanırlar ve birbirlerinden ayırırlar.
Doktor Emmol Lek ‘in yerine Teğmen Vag Lom mırıldandı:
- Bulmaca gibi konuşmayı bıraksana Rem.
Kay Rem derin bir soluk alıp konuşmasını sürdürdü:
- Hoparlörlerden yükselen ilk kadın çığlığını duyduğum anda, bunun, Çarup ‘un sesi olduğunu tanıdım. Sonraki çığlıkları duyuncaya dek hiçbir yargıya varmayı düşünmedim.. Yani, mantık tutarsızlığına düşmekten kaçındım. Zira, Çarup ‘un kapsülde bulunmadığını kesinlikle biliyordum. Çünkü; gözümün önünde yürüyüp ormana girmişti. Ses ise, kapsüldeki ünitelerden birinden geliyor ve Çarup ‘un kapsülde bulunmasını gerektiriyordu. Elbette ki; bellek bankalarımızda Çarup ‘un kaos sırasındaki o geçici çılgınlıkları ve haykırışları yer almaktaydı. Fakat bu çığlıklarla öncekiler arasında tek bir benzerlik yoktu. Yani biz eski çığlıkları duymuş olamazdık. Bu olanaksızlık iki nedene dayanmaktaydı. Birincisi; bellek bankalarının tıpkı bir teyp gibi çalışması, kendiliğinden devreye girmiş bulunması ve o eski kayıtları bulup bize yeniden dinletmesiyle ilgiliydi. Bildiğiniz üzere; bellek bankası kayıtları sadece kendi hoparlörüne ses olarak, kendi ekranına iki boyutlu, kendi podyumuna üç boyutlu görüntü olarak intikal etmektedir. Yani banka kayıtlarının tüm ünite hoparlörlerine intikal etmesine olanak yoktur. Öyleyse biz, eski çığlıkları değil, yenilerini duymaktaydık. Beri yandan, haykırışlar ortada şöyle veya böyle bir tutarsızlık bulunmadığını göstermeye de yetmekteydi. Çünkü; haykırışlar bir önceki zaman süreciyle bir sonraki zaman sürecinde bir ve aynıydı. Açıkçası; kapsülde, değişik zaman sürelerinde haykıran birisi bulunsaydı, haykırışların da birbirinden farklı olması gerekirdi. Şu halde, o haykıran Çarup olabilirdi ama bu olasılık onun kabinde bulunmasını gerektirmezdi. Öyleyse; arayıp bulmamız gereken şey organik değil, mekanik olmalıydı. Hemen itiraf etmeliyim ki; ben başlangıçta Şur Çarup ‘un iç benini bulabileceğimizi ve bize bu oyunu oynayanın o olabileceğini aklıma bile getirmemiştim. Onun için de, haykırışları periyodik olarak yayınlayan bir aygıt aramamız gerekeceğini sanmıştım. Örneğin bir teyp yani bir ses kayır aygıtı gibi. Sanırım ki; bizi şaşkınlıktan şaşkınlığa düşüren de işte buydu. Zira, bizde teyp yani kayıt aygıtı mevcut değildir.
Fotonist Kay Rem, elindeki iç beni kontrol kanallarının birinden çıkarıp obirine sokarak testlerden geçirdi, uzun uzun inceledi ve gereken tüm yazılı raporları aldıktan sonra sözlerini tamamlamaya çalıştı:
- Zamanla ilgili entegre devrelerden dokuzu yanmış. Bunun için belirsiz zaman aralıklarıyla onuncu devrenin kayıtlarını yayınlıyor. Onuncu devrenin kayıtları, yanan dokuz devrenin santralize ettiği enerji yüzünden yayına girmek zorunda kalmış. İç ben çıkışı, biyonik kulakla ilişkisini kestiğinden, yayın ister istemez kapsüldeki hoparlörlere intikal etmiş. Bundan anlaşıldığına göre; Şur Çarup ‘un, kaostan geriye giden onuncu zamanında kaostakine benzer bir kriz vukubulmuştur.
Teğmen Vag Lom haykırdı:
- Kriz mi? .. Ne krizi? ..
Kay Rem boynunu bitki:
- İlk dokuz zaman yandığı için bu konuda bir şey söyleyemem. Çünkü; onuncu zamanı sıfır zaman kabul edersek; dokuzuncu zamanı birinci zaman olarak benimsemek zorunda kalırız. Bu koşul altında sekizinci zaman ikinci, yedinci zaman üçüncü ve obirleri de paralel giden zamanlar olurlar. Onuncu yani sıfır zamanda vukubulan krizin sonucu ve resmi onayı, dokuzuncu yani birinci zamanda yer alacağından ve bu da yanan zamanlar arasında bulunduğundan, konu hakkında bir şey söylemek saçma olur.
Doktor Emmol Lek, arkadaşlarının yüzüne bakmadan homurdandı:
- Ben söylersem saçma olmaz. Dediklerin tüm doğru. Zira, konuyu detaylarına dek biliyorum. Çarup ‘un sıfır zamandaki krizi bir histeri kriziydi.
Astronotlar aynı anda haykırdılar:
- Histeri krizi mi? ..
Doktor Lek yanıtladı:
- Histeri kriziydi. Ve bu, bellek bankası kayıtlarında vardır. Burada bizi ilgilendiren krizin nedeni değil, bizim için bir problem haline gelmiş olan az önceki belirtileridir. Bunlar da ortak çözülmüş olduğundan, konu üzerinde daha fazla durmaya gerek kalmamıştır.
Astronotlara göre; durum yeterli bir biçimde aydınlatılmıştı. Fotonist Kay Rem ‘in fizik kurallara olan bağlılığı ve bu konuda gösterdiği çaba, problemin çözülmesini sağlamış ve sürüp giden yanlış değerlendirmelere son vermiş görünüyordu. Ancak bu, henüz çözemedikleri problemlerin de sona erdirilmesi demek olmuyordu. Doktor Emmol Lek, fizik gerçeklere en az Kay Rem ölçüsünde inanabilmeyi istemekle birlikte, bunun şimdilik kendisi için kolay olacağını sanmamaktaydı. Kafasını allak-bullak eden düşüncelerin saldırısından bunalmıştı. Üstündeki tedirginlik azalacağına gittikçe çoğalıyor, bedeni gitgide ağırlaşıyor, hiç kimse yönünden rahatsız edilmeden aylarca, yıllarca uyumak istiyor, uyandığında da bütün bu olanların kötü bir düşten ibaret bulunduğunu görmeyi diliyordu.
- Doktor, sana sordum.
Emmol Lek başını kaldırdı. Elindeki dolu bir bardağı kendisine doğru uzatmış olan Teğmen Vag Lom başında beklemekteydi:
- Sıcak bir şey içmek ister misin? Seni ısıtacağından eminim. Zira, üşümüş gibisin.
Doktor Emmol Lek, ancak anda gerçekten üşümekte olduğunu fark etti. Olumlu-olumsuz bir yanıt vermeden teğmenin uzattığı bardağı aldı ve bir dikişte devirdi. İçi ısınır gibi olmuştu.
İşte tam bu sırada Fotonist Kay Rem ‘in haykıran sesi duyuldu:
- Lazer sinyali…
Bardakları bırakan astronotlar detektör bankasının başına koştular. Sinyali üçü de görmüştü. Anında saptama kristalizasyonu yapmış bulunan iki boyutlu ekranda, kardı boydan boya aşan ince, uzun, beyaz renkli bir ışın vardı ve aygıt, kaybolup gitmesine olanak tanımadığı bu ışını sürekli olarak yineleyip durmaktaydı.
Kay Rem:
- Çok güçlü bir sinyal… Dedi. Dört derece gücünde…
Teğmen Vag Lom onayladı:
- Çok güçlü… Bu bir ivedi yardım isteme sinyali…
Doktor Emmol Lek, tüm yorgunluğunu birdenbire sırtından atmış gibiydi:
- Peki ama yardım isteyen kim? ..
Diye homurdandı. Bu soruyu fotonist yanıtladı:
- Biz; üçümüz burada olduğumuza göre; yardım isteyen ya kaptan, ya da Çarup.
Doktor Lek sordu:
- Başkası olamaz mı? .. Yani bizden başka birileri? ..
- Nerede bulunduğumuzu bellek bankası kayıtlarından öğrenmiştik doktor. Böyle bir yerde bizden başkasında lazer bulunabileceğini sanmam.
Teğmen Vag Lom söze karıştı:
- Çarup olamaz. O zaten yardım isteme sinyali vermişti. Yeniden vermesine ne gerek var? Sinyalinin anında kayda geçmiş olduğunu nasıl olsa bilir. Bence; bu ikinci sinyali veren kaptandır.
Doktor Emmol Lek omuzlarını silkti:
- Olanlara yabancıyım. Hiçbir şey anlayacak durumda olduğumu sanmıyorum.
Kay Rem mırıldandı:
- Ortada anlayamayacak hiçbir şey yok doktor. Durumun yeterince açık olduğunu sanıyorum. Yanın sıra ekibe kamp bulmakla görevlendirilen Çarup buradan ayrıldıktan sonra ekran lazer sinyali kaydetti. Yön göstergesi bu imdat sinyalinin ormandan geldiğini belirtiyordu. İmdat isteyenin Çarup olduğu kuşkusuzdu. Bu nedenle kaptan onu arayıp bulmak amacıyla ormana girdi. O zamandan bu zamana dek, değil birinden, ikisinden de haber falan alamadık. Sonra sen çıkageldin. Şimdiki halde aramızda eksik olanlar sadece kaptanla Çarup ‘tan ibaret. Ve biz, bir kez daha imdat sinyali almış bulunmaktayız. Aygıta bakarsan, bunun geliş yönünün de orman olduğunu anlarsın. Senin anlayacağın; durum işte bundan ibaret doktor. Yani anlaşılamayacak ölçüde karışık değil.
Doktor Lek durumu kavramışa benziyordu:
- Yani bu anda kaptanla Çarup tehlikedeler?
- Evet. Bundan artık eminiz.
Teğmen Vag Lom can sıkıntısıyla söylendi:
- Çarup ‘un ormanda kaybolduğunu sanıyorum.
Kısa bir sessizlik oldu. Bunun ardından yine Teğmen Vag Lom konuştu:
- Ve kaptanın Çarup ‘u bulamadığını.
Fotonist Kay Rem elini salladı:
- Ortada bir imdat sinyali mevcut olduğuna göre; kaptanın Çarup ‘u bulmuş olmasının durumu değiştirebileceği pek söylenemez. İkisi birden ormanda yollarını yitirmiş olabilirler.
Doktor Emmol Lek bir öneride bulundu:
- Aramızdan birini burada bırakıp ormanı araştıralım.
Teğmen Vag Lom onayladı:
- Bence uygun.
Fotonist bu düşünceyi benimsemedi:
- Faydası olacağını sanmam.
Teğmen Vag Lom şaşkınlıkla sordu:
- Peki, ne yapalım yani? Burada böylece durup kendi kendilerini kurtarmalarını mı bekleyelim?
Fotonist Kay Rem hafifçe sertleşti:
- Elbette ki böyle bir öneride bulunmuyorum Vag. Ben sadece önlemli davranmamız gerektiğini söylemek istiyorum. Tut ki; biz de kalkıp daldık ormana. Onların nice zamandır bulamadıkları çıkış yolunu biz nasıl bulabileceğiz acaba, söyler misin?
- İki kişi olacağımıza göre; biz buluruz.
Doktor Emmol Lek homurdandı:
- Sakin ol Vag. Rem haklı. Ormanlar labirentlere benzerler. Derinliklerinden dışarıya doğru uzanan belirli yolları yoksa; yol bulup dışarı çıkabilmek pek kolay değildir. Ormanda döner dolaşır aynı yere varır insan. Ve böyle yaptığının da farkına bile varmaz.
Teğmen doktorun bu sözlerini pek önemsemedi:
- Öyle de olsa; burada eli-kolu bağlı oturamayız. bir şeyler yapmamız gerek.
Fotonist Kay Rem kabullendi:
- Biz de buna çalışıyoruz Vag. Lütfen işimizi zorlaştırma.
Doktor Emmol Lek astronotları uyarmak zorunda kaldı:
- Tartışmayı bırakın. Yararı yok bunun. Önerilerinizi söyleyin bana. Ne yapmayı düşünüyorsunuz?
Teğmen Vag Lom kararsızdı:
- Ormanın girişinden lazer sinyali vermek doğru olur mu acaba?
Kay Rem bunu olumsuz buldu:
- Kaptanda da, Çarup ‘ta da böyle bir sinyali saptayabilecek tek aygıt yok.
- Öyleyse ormana girip detektörlerle araştıralım.
- Sonuç vermeyebilir. Detektör bankasını zaten kullanamayız. Zira, durağan bir bankadır. Portatif detektörler ise pek fazla yarar sağlamaz. Bunlar kaptanla Çarup ‘u belki bulabilirler ama bu, onların bizi ormandan çıkarabilmesine yetmez.
Doktor Lek sordu:
- Rem, radyo dalgalarıyla yol gösteremez miyiz onlara?
- Sanmam doktor. Ormanın çok sık olduğunun farkındayız. Ama nerelere dek uzandığını pek bilmiyoruz. Yani, genişliği konusunda yeterli bir bilgimiz yok. Üstelik, radyo dalgalarını ağaçların engellemesinden korkarım. Ayrıca, kaptanla Çarup ‘taki radyoların sağlam olup olmadıkları da belli değil.
- Sağlam olmaması için bir neden mi var?
- Bilmiyorum. Fakat herhangi bir nedenle bozulmuş da olabilirler.
Teğmen Vag Lom atıldı:
- İkisi birden mi?
- İkisi birden.
- Ama bu olanaksız.
- Orasını bilemeyiz. Ayrıca, bizim böyle bir yola başvuracağımızı bilemeyecekleri için önlemli davranamayabilirler. Benim söylemek istediğim şu: Yanlış yöntemler bize yarar sağlamayacağı gibi zaman da kaybettirir. Bu ise, onları iyice tehlikenin kucağına atar.
Doktor Emmol Lek aralıksız homurdanıp durmaktaydı:
- Peki, bize ne yapmamız gerektiğini söylesene Rem.
Fotonist Kay Rem yeniden söze girdi:
- Ben onların herhangi bir tehlikeyle karşı karşıya kaldıkları için değil, çıkış yolunu bulamadıkları için imdat istediklerinden eminim. Çünkü, lazerleri ve süpersonik flütleri, kendilerinin akla gelebilecek her tehlikeyi göğüsleyebileceklerinin garantisidir. Şu halde problem, onları ormandan çıkarabilme problemidir. Alabildiğine sık bir ormandan, yolunu yitirmiş birini çıkarabilme konusunda herhangi bir deneyimim olmadı bugüne dek. Bu nedenle, gerçekte nasıl davranmamız gerektiğini pek bilememekle birlikte, az-çok yarar sağlayabilecek bir yöntem bulduğumu da sanmaktayım.
- Peki nedir bu yöntem?
- Ben onlara bir ip atmayı düşünüyorum doktor.
Teğmen Vag Lom sinirli sinirli güldü:
- Biz ormandan adam kurtarmayacağız, herhangi bir su kuyusundan insan çıkaracağız anlaşılan.
Doktor Lek araya girme gereğini duydu:
- Lütfen Vag. Heyecanını anlıyorum ama bu tür konuşmaların da bize yarar sağlayacağını sanmıyorum. Bence sözün sonunu dinlemek gerek.
Doktor Lek bu kere fotoniste döndü:
- Herhalde onlara gerçek bir ip atmayı düşünmüyorsundur Rem?
- Onu söz gelişi söyledim doktor. Elbette ki, onlara gerçek bir ip atacak değiliz. Esasen buna olanak da yok.
- Öyleyse nedir anlatmak istediğin? Merak ediyorum.
Fotonist Kay Rem:
- Doktor… Dedi. Ormanı bir projektörle taramayı düşünmekteyim.
- Evet, bu güzel bir düşünce. Yalnız, ayrıntılarını da ver bize. Yararlı olacak mı sence?
- Sanırım ki olacaktır. Önce projektörle ormanı tarar, ilgilerini çekmeye çalışırız. Sonra aygıtı fiske edip yani sabit bırakıp onu izleyerek ormandan çıkmalarını bekleriz. Ben, onların önünde-sonunda ışığı göreceklerinden eminim. Zira, yol göstericilerin en iyisi aydınlık yani ışıktır. Özellikle böylesine karanlık bir gecede. Bilmem ip atmak sözleriyle neyi anlatmak istediğim anlaşılabildi mi?
Doktor Emmol Lek bu düşünceyi beğenmişti:
- Elbette ki anlaşıldı. Bu gerçekten, bulunduğu yerden çıkamayan birine ip atmaya benziyor.
Teğmen Vag Lom alaylı bir tutumla mırıldandı:
- Ya da denizdeki balığı karaya çıkarabilmek için ona, ucunda yem bulunan bir olta atmaya.
Fotonist teğmenin alaylarına aldırmadı bile:
- Onların şu anda, ormandan çıkabilmek için, ayakları ne yana götürürse o yana gittiklerinden eminim. Bu, onların ışığa rastlamalarını kolaylaştıracak ve böylece ışığı izleyerek ormandan çıkmalarına yardımcı olacaktır.
Teğmen Vag sertçe:
- Unuttuğun bir nokta var sanıyorum. Dedi. Yalnız Çarup değil, kaptan da imdat istedi. En azından, biz öyle olduğunu sanmaktayız. Bence önemli olan, imdat istenmiş olmasıdır. Bu ise, bir başına, onların yollarını yitirdikleri için imdat istediklerini göstermeye yetmemektedir. Acaba kaptanla Çarup, yollarını yitirdikleri için değil de, tehlikede bulundukları için imdat istemek zorunda kalmış olamazlar mı?
Kay Rem yumuşak bir sesle yanıtladı:
- Elbette ki olabilirler. Fakat bu olasılık üstünde zaten durmuştuk sanırım. Yani sahip bulundukları lazerleri ve ültrasonik flütleriyle akla gelebilecek her tehlikeden kurtulabileceklerini söylemiştik. Kaldı ki; tehlikede bile olsalar, onları bu tehlikeden kurtarabilmemiz, her şeyden önce kendilerini bulabilmemize bağlı.
Fotonist bakışlarını teğmenin yüzünde gezdirdi:
- Gözünden kaçtığına emin olduğum bir noktayı daha belirtmek isterim Vag. Dedi. Kaydettiğimiz sinyal dört derecelik bir sinyaldi. Bunu unutmuş olamazsın. Onların tehlike içinde bulunduklarını kabullenmemiz için en azından beş veya altı derece gücünde bir lazer sinyali almamız gerektiğini de biliyor olmalısın.
Teğmen Vag Lom konuyu saptırmak zorunda kalmışa benziyordu:
- Peki ama biz; üçümüz neden korkuyoruz bu ormana girmekten? .. Söyler misiniz siz ikiniz bunu bana? ..
Soruyu Doktor Emmol Lek yanıtladı:
- Nedeni önümüzde Vag. Şur Çarup bu ormana girdi ve şimdiye dek çoktan çıkması gerekirken çıkamadı. Arkasında, kaptanın da oraya girdiğini siz söylediniz. Bu ana dek geriye dönmediğini ise tümümüz bilmekteyiz. Bize gelince; bizim oraya istediğimiz anda girebileceğimiz kuşkusuz fakat istediğimiz anda.ıkabileceğimiz biran kuşkulu.
Kay Rem sözleri kısaca onayladı:
- Aynı kanıdayım.
Teğmen Vag Lom öfkeyle söylendi:
- İkiye karşı bir. Bu durum karşısında, hiç de istemediğim halde sizin düşüncelerinize katılmak, sizin davranışlarınıza uymak zorunda kalıyorum.
Astronotlar görüşmeyi bir yana bırakıp çalışmaya başladılar. Fotonist Kay Rem, enerji ünitesi bağlantılarını tamamlamaya uğraşırken Doktor Emmol Lek ‘le Teğmen Vag Lom da büyük bir ışıldağı kapsülden çıkarıp ormanın yakınına yerleştirmeye koyulmuşlardı.
Doktor Emmol Lek bir hayli yorgun ve obirileri de olduklarından fazla öfkeliydiler. Kimsenin kimseyle konuştuğu ve kimsenin kendisinden başkasının işiyle ilgilendiği yoktu. Teğmen Vag Lom, antigravite aygıtını devreye sokarak ilkinden çok daha ötelere yerleştirilmesi gereken bir ikinci ışıldağı havalandırmış, başının bir-iki karış yukarısında boşluğa oturtturmuş ve düşüncelere dalmış bir halde yürümekteydi. Doktor Emmol Lek, ilk ışıldağın enerji merkezine bağlanmasında Kay Rem ‘e yardım etmekteydi. Bunu bitirince, mekanik bir aygıtla yerlere kablolar sererek teğmenin yanına gittiler. Ve burada, Vag Lom ‘un yerine indirmiş bulunduğu ışıldağın bağlantılarına giriştiler. Bunların tamamlanmasından sonra Fotonist Kay Rem, ışıldaklara enerji verdi. Doktor Emmol Lek, ışın şiddetinin ölçülmesinde yardımcı olmak üzere; fotonistin uzattığı iki fotometreyi alıp bunlardan birini Teğmen Vag Lom ‘a verdi ve kendi payına düşen ışıldaktaki şiddeti ölçtü:
- Yirmibeşbin vuruş Rem.
Fotonist Kay Rem elini salladı:
- O kadarı yeterli doktor. Şimdi, lütfen uzaklaşın ışıldaklardan Onları devreye alıp ormanı taramaya başlayalım artık.
Astronotlar ışıldaklarının gerisine çekildiler. Fotonist, telekontrol aygıtıyla ışıldakları devreye soktu. Işıldaklar eksenleri çevresinde yarım daire biçimi dönüşler yaparak ormanı taramaya başladılar. Güçlü ışıklar altında ağaçlar bir anda bembeyaz kesildi ve ormanın karanlığı gündüzün aydınlığına dönüştü.
Fotonist Kay Rem ansızın:
- Doktor… Vag… Diye haykırmaya başlamıştı. Gelin, buraya gelin çabuk…
Onun böyle birdenbire haykırmasına hiçbir anlam veremeyen astronotlar şaşkınlık içinde koşuşarak komuta kabinine ulaştılar.
Kay Rem ışıldakları otomata bağlamıştı. Yüzünde gözle görülür bir sararma vardı. Elleri titriyordu ve şaşkınlığını gizlemeye bile çalışmıyordu.
Astronotlar soluk soluğa kalmışlardı. Aralarından ilk soruyu soran Teğmen Vag Lom oldu:
- Ne var Rem? .. Beklenmedik bir şey mi yoksa? ..
Fotonistin parmağı göstergelere uzanmıştı:
- Şuraya bakın… Diye kekelemekteydi. Kırılma katsayısı sıfır…
Kendini toparlamaya çalışan Doktor Emmol Lek homurdandı:
- Kırılma katsayısı sıfır mı? .. Ne demek oluyor şimdi bu? ..
Teğmen Vag tedirgin bir hal almıştı:
- Fakat bu olanaksız… Kırılma katsayısı nasıl sıfır olabilir? .. Yani şimdi sen, bu ışınların kırılmaya uğramadığını mı söylemek istiyorsun? ..
Fotonist Kay Rem, gözleri göstergelere dikili bir durumda mırıldanıyordu:
- Ne yazık ki öyle… Işıldaklarımızın ışıkları en ufak bir kırılmaya bile uğramıyor…
Doktor Lek homurdanarak çenesini kaşıdı:
- Çıldırmışsın sen… Işık ancak saydam ortamda kırılmadan devam eder yoluna… Karşımızdaki koskoca bir orman, evladım, tuvaletteki pencere camı değil…
Kay Rem belli-belirsiz bir öfkeyle söylendi:
- Bunu ortaya koymak bir çılgınlıksa; çıldıran ben değilim, bu gösterge doktor.
Teğmen Vag Lom, beklenmedik bir öfkeyle yumruğunu göstergeye doğru salladı:
- Manyaklığı tutmuş bu kahrolası göstergenin…
Fotonist Kay Rem teğmene oranla ılımlıydı:
- Manyaklığı da tutsa; ben bu göstergenin daha ilk kontrolde sağlam çıkacağına eminim.
- Neden?
- Nedeni ortada: Bu işin ta başından beri sayısız tutarsızlıklar ve beklenmedik olaylar karşısındayız. Bence bu da onlardan biri işte.
- Burada; kendi dünyamızda mı?
- Evet burada; kendi dünyamızda. Belki diğer tutarsızlıklarla ve olağanüstü olaylarla başka bir dünyada mı karşılaştık.
Teğmen Vag Lom direndi:
- Rem, her ne istersen söyleyebilirsin fakat şunu iyi bil ki; söyleyeceğin sözlerden hiçbiri, bu göstergelerin bozuk olduğu yolundaki kanımı değiştiremeyecektir.
Fotonist Kay Rem gülümser gibi oldu:
- Bence o kanıyı kendiliğinden değiştirsen daha iyi edersin Vag.
- Sen önce nedenini söyle bana.
- Düşünsene Vag: Foton 1 ‘in yörünge aygıtları gemiyi vektörel yörüngede götürebildiler mi? Hayır, götüremediler. Neden? Aygıtlar bozuk da ondan. Olağanüstü koşullarda denize inmek üzere programlanmış olan komuta kabini ana komutaya bağlandığında, bilgisayar kapsülü denize indireceğine karaya indirdi. Neden? Ana bilgisayar bozuk da ondan. Yere indiğimizde; indiğimiz yer konusunda bankalardan bilgi istedik. Alınan bilgilerin bazı noktalarda doğru olmadığı bir yana, üstelik de gülünç olduğu anlaşıldı. Neden? Bellek bankaları bozuk da ondan. İmdat kapılarımızı açmak istediğimizde; biz bunları açamadık. Neden? Kapıya komuta eden bilgisayar bozuk da ondan. Antigravite aygıtlarımız kapasitelerinin çok altındaki kurşunsülfür bileşimi olan iki kaya parçasını yerinden bile depretemediler. Neden? Aygıtlar bozuk da ondan. Işıldaklarımızın yayınladıkları ışınların koskoca bir orman karşısındaki kırılma katsayısı sıfır olarak saptandı. Neden? Göstergeler bozuk da ondan. Aman Vag, şunu bana bir söyler misin lütfen: Sen, her şeyi bozulmuş bir gemiyle nasıl oldu da uzayda yolculuk yapabildin, ha?
Doktor Emmol Lek elleriyle saçlarını düzeltti:
- Rem haklı.
Kay Rem belirgin bir biçimde öfkelenmişti:
- Elbette ki haklıyım. Zira bu kapsül, bu aygıtlar ve o gemi sizin sandığınız gibi bozuk olsaydı; biz Foton 1 ‘le su dökmeye bile gidemezdik. Pek az bir süre önce güneş uzayını dahi aşmak üzere olduğumuz göz önünde tutulursa; bu aygıtların bozuk olmadıkları da kolayca anlaşılır.
Teğmen Vag Lom sordu:
- Öyleyse aygıtların bu yanılgılarını neye bağlayabiliriz?
- Benim de canımı sıkan ve kafamı allak-bullak eden de bu ya. İtiraf etmeliyim ki; bu yanılgıları neye bağlamak gerektiğini ben de bilemiyorum.
Doktor Emmol Lek ‘in ciddi olup olmadığı yeterince anlaşılamamaktaydı:
- Bütün bunların altında bazı gizli güçlerin bulunmadığından emin misin Rem?
Kay Rem, amacını daha bir iyi anlatabilmek için gözlerini doktorun gözlerine dikti:
- Elbette ki eminim. Emin olmam da gerekir. Çünkü; ben metafizikçi değilim. Hele spiritüalist hiç değilim. Öncelikle bunu bilmen çok hoşuma gidecek doktooor.
- Ama karşımızda mantıkla açıklayamadığımız ve fizik çözümlerle altından kalkamadığımız bazı enteresan olaylar bulunduğunu inkar edemezsin.
- Ve henüz bulamadığımız nedenlerini. Bizim bu nedenleri henüz bulamamış olmamız, onlara dayanan olayların ille de metafizik veya spiritüel olaylar olmasını gerektirmez. Çünkü, ben her olayın altında metafizik veya spiritüel nedenlerin değil, fizik nedenlerin yattığına inanmaktayım. Bize düşen de sadece bunları bulabilmektir.
Doktor Emmol Lek detaya inmek peşinde değildi:
- Kırılma katsayısı nasıl sıfır olabilir, anlayamıyorum. Diye mırıldandı. Karşımızda koskoca bir orman, ormanda da saymakla tüketilemeyecek kadar çam ağacı var. Bilebildiğim kadarıyla; geçemeyeceği bir ortama rastlayan her ışık kırılmak zorundadır.
Fotonist yeni bir noktaya parmak basarcasına söylendi:
- İş bu kadarla da kalmıyor doktor. Göstergelere biraz daha özenle baksanıza.
- Ne varmış göstergelerde bundan fazla?
- Göstergeler sadece kırılma olmadığını değil, ışının yansımadığını da gösteriyor.
Teğmen Vag Lom atıldı:
- Nasıl olur da yansıma göstermez bunlar?
- Ortada herhangi bir yansıma yoksa; neden yansıma göstersinler Vag? Gerçekte bunların görevi; her kırılmada kırılma için, her yansımada da yansıma için birer katsayı vermeleridir. Oysa; şu anda bunlardan ikisi de ortada yok. Bildiğiniz üzere; herhangi bir cisme çarpan herhangi bir ışının yansıması veya kırılması gerekmektedir. Yansıma ve kırılma, cismin özelliğine bağlıdır. Bu itibarla; geçirgen olmayan cisimlerle karşılaşan ışık kırılmak zorundadır. Az geçirgen olan cisimler ise; ışığın bir bölümünü emer, kalan bölümünü de yansıtır veya kırarlar. Geçirgen olmayan cisimlerdeki yansıma, elbette ki; az geçirgen olan cisimlerdeki yansımadan daha fazladır.
Doktor Emmol Lek:
- Görünüşe bakılırsa…
Diyecek olduysa da, fotonist onun sözünü kesti:
- Görünüşe bakılırsa; ya bu orman baştanbaşa saydam, ya da bu göstergeler bozuk.
- Peki, sen hangisine inanıyorsun bunların?
- Siz hangisine inanırsanız inanın, ben bunlardan ikisine de inanmak zorunda olmadığımı sanıyorum.
Teğmen Vag Lom sordu:
- Nedenin var mı?
Fotonist kendisini alamayıp haykırdı:
- Elbette ki var… Deminden beri karşımda durmuş, sadece nedenim olup olmadığımı soruyorsun. O denli merak ettiğine göre söyleyeyim. Nedenim var. Çünkü biz, yabancı bir gezegende değil, kendi dünyamızdayız. Doğduğumuz, yaşadığımız, eğitim-öğrenim gördüğümüz, deneye deneye tanıyıp bildiğimiz dünyamızdayız. Dünyamızda ise sadece ve sadece fizik kurallar geçerlidir. Bu kurallar hiçbir yerde, hiçbir zaman, hiçbir kimse için değişmezler. Dünya var oldu olalı tyaş düşer, ateş yakar, duman tüter. Bu dünyadaki olayların temelinde metafizik güçler yatmaz.
Astronotların bu öfkeli davranışına öfkeyle yanıt vermesi fotonistin kendisini toplamasına yetmişti:
- Bağışlamanı dilerim Vag. Senin de doktor. Böylesine öfkeli davranmama gerek yoktu. Koskoca bir ormanın ışıklarımız karşısında camdan farksız bir duruma gelmesi beni umduğumdan fazla şaşırtmış olmalı.
Astronotların ikisi birden omuz silktiler:
- Aldırma Rem. Normal bu. Zira, biz de aynı şaşkınlık içindeyiz.
Doktor Lek ekledi:
- Çok kısa bir süre içinde öylesine olağanüstü olaylarla karşılaştık ki; ne yapacağımızı, ne diyeceğimizi ve neye karar vereceğimizi bilemez olduk.
Fotonist Kay Rem ılık bir sesle:
- Vag… Dedi. Büyük ışıldağın dönüş açısını gözden geçirir misin? Ayrıca, baştan bu yana kaç dönüş yaptığını da öğrenmek istiyorum. Sen, doktor, sen de küçük ışıldağın verilerini sapta lütfen.
Doktor Emmol Lek küçük ışıldağa doğru yürürken Teğmen Vag Lom da obirine yönelmişti. Onların ışıldaklara doğru yöneldiklerini gören Kay Rem, portatif bilgisayarına birtakım doneler aktardı ve bunları ivedilikle aygıtın belleğine geçirdi.
Doktor Emmol Lek, bulunduğu yerden seslenmeye başlamıştı:
- Küçük ışıldak Rem… Dönüş açısı 180 derece, dönüş sayısı 1200…
Fotonist Kay Rem bağırdı:
- Sende durum nasıl Vag? .. Sonuçları bekliyorum…
Teğmen Vag Lom ‘dan yanıt gelmemekteydi. Işıldağın yanında yere eğilmişti. Bulunduğu yerde bir şeyler yapıyor, arada bir eğrilip doğruluyor, arada bir de çevresinde bir şeyler arayıp duruyordu.
Fotonist Kay Rem yeniden seslendi:
- Sonuçları söylesene Vag…
Teğmen Vag Lom ya bu seslenmeleri işitmiyor, ya da yanıt vermek gerektiğini düşünmüyordu. Bu nedenle Kay Rem, onun sonuçları uzaktan bildirmek istemediğini, yanına geldiklerinde söyleyeceğini sandı. Fakat bu düşüncesi gerçekleşemedi. Bu ise kendisini ister istemez sinirlendirilmişti. İşte bu yüzdendir ki; sesini daha da fazla yükseltmek zorunda kaldı:
- Heeey Vag… Ne yapıyorsun sen orada? .. Söylesene sonuçları bir an önce…
Işıldağın arkasında kaldığı için Teğmen Vag Lom ‘un doğrulmaya çalıştığı belli-belirsiz fark edilmekteydi. Gövdesi kısa bir süre ışıldağın arkasında kaldıktan sonra ortaya çıktı. Kapsüle doğru ilerlemeye çalışırken sallana sallana yürüyor ve arada bir sendelediği gözden kaçmıyordu. Doktor Emmol Lek, ortada olağanüstü bir şeyler bulunduğunun farkına varmış ve teğmenden önce davranarak kapsül yanındaki Fotonist Kay Rem ‘in yanına ulaşmıştı. Teğmen Vag Lom ‘da tam bir tutarsızlığa rastladılar. Elleri titriyordu, dudaklarında ürpermeler vardı ve gözleri alabildiğine irileşmişti. Yanı sıra, sözcüklerinin anlamsız, ses tonunun ise düzensiz olduğu göze çarpıyordu.
Fotonist Kay Rem:
- Ne oldu Vag? .. Diye sordu. Neyin var? ..
İki eliyle birden arkadaşını omuzlarından tutmuş, sarsarak kendine getirmeye çalışıyordu. Doktor Emmol Lek, tanıdığından bu yana teğmeni böyle bir halde gördüğünü anımsamıyordu. Karşısında biri v ardı ama bu onun tanıdığı Teğmen Vag Lom ‘a pek benzemiyordu. Sanki, o tanıdığı-bildiği Vag gitmiş, yerine son derece büyük şaşkınlıklar içinde bulunan bir başkası gelip yerleşmişti. İvedilikle cebinden plastik bir kutu çıkardı. Bundan aldığı minicik bir kapsülü plastik bir bardağın içindeki sıvıya atıp bardağı teğmenin dudaklarına dayadı:
- İç şunu Vag… İyi gelecektir…
Teğmen Vag Lom plastik bardağı eliyle itti:
- Hasta falan değilim. Dedi. İlaç gereksiz.
Ellerinin titremesini zorlukla saklamaya çalışıyor ve sözcükler de dudaklarından zorlukla dökülüyordu:
- Rem… Dedi. Ormanın önünde uzanıp giden çiçek tarlasını görmüştün değil mi?
Fotonist yayınladı:
- Görmüştüm Vag. Hepimizin gördüğü gibi.
- Nasıl bir şeydi, söyler misin?
- Ne bileyim ben. Dünyanın her yerinde, her zaman rastlanabilecek herhangi bir çiçek tarlasından farksız bir tarla işte. Yüzbinlerce çiçekten oluşmuştu. Rengarenk çiçeklerdi. Sarıdan maviye, kırmızıdan yeşile, dalgalar halinde. Tıpkı bir renk bulutu gibi gözalabildiğine uzanıp gitmekteydi.
Teğmen Vag Lom sözcüklere basa basa konuşmaya başladı:
- Bilmem inanacak mısın Rem? Yanılmışız sanki. Ortada çiçek tarlası falan yok. Tüm çiçekler tomurcuktan ibaret.
Fotonist şaşırmıştı:
- İşte bu olanaksız. Umarım ki ne söylediğini biliyorsundur.
Teğmenin dudakları titriyordu fakat bakışları kendine olan güvenini eksiksiz yansıtmaktaydı:
- Tüm çiçekler tomurcuktan ibaret.
Büyük bir şaşkınlık içine düşmüş olan Doktor Emmol Lek, Teğmen Vag Lom ‘un burnuna kadar sokulmuştu:
- Aynı şeyi ben de görmüştüm. Yani o görkemli çiçek tarlasını. Ortada tomurcuk falan yoktu.
Teğmen kendinden emindi:
- Şimdi var. Ve şimdi ortada çiçek falan yok. Zira, yerlerinde yüzbinlerce tomurcuk mevcut.
Şaşkınlıktan kurtulmaya çalışan Fotonist Kay Rem ellerini geniş geniş açarak söze girdi:
- Bundan emin olmalıyız. Bundan kesinlikle emin olmalıyız.
Doktor Lek, akıl dengesinin yerinde olup olmadığını anlamaya çalışan bakışlarla Teğmen Vag Lom ‘u süzmekteydi:
- Gerçekten hasta olmadığına emin misin Vag?
Vag Lom kendini toparlamış görünüyordu:
- İnan bana doktor. Dedi. Hiçbir şeyim yok. Aklım-başım yerinde. Dengesizlik bende değil, karşılaştığımız olaylarda. Bunu anlayabilmek hiç de zor değil. Tarla önünüzde, pek az ötenizde. Sizler birkaç adım atıncaya dek yeni bir gariplik ortaya çıkmazsa; benim gördüklerimi sizler de görebilirsiniz.
Fotonist Kay Rem:
- Buna gerek yok. Diye mırıldandı. Onu nasıl olsa görüp anlayacağız. Sen önce şunu söyle bana: Işıldakla ilgili sonuçları aldın mı?
Teğmen omuzlarını silkti:
- Açı 18 derece ve dönüş sayısı 1200.
Fotonist hiçbir şey söylemeden telekontrol aygıtıyla ışıldakların dönüşlerini durdurdu ve ışık yönünü sabitleştirdi. Sonra, bir el hareketiyle arkadaşlarını yanına çağırdı. Bunu izleyerek bellek bankasını devreye sokup renkli ve üç boyutlu görüntüleri ana podyuma aktardı. Podyumdaki hareket, kapsülün inişinden az sonraki cisimleşmiş görüntülerle başlamıştı. Fotonist, orman eteğinin podyuma düşmesi üzerine görüntü akışını durdurdu. Pek az önce sözünü ettikleri o görkemli çiçek tarlası tüm güzelliğiyle ve tüm renkleriyle gözlerinin önünde durmaktaydı. Podyum eşi-benzeri görülmemiş bir renk armonisi içindeydi. Bu kadarla yetinmediği anlaşılan Fotonist Kay Rem, birtakım tuşlara dokunarak görüntüden detaylar alıp bunları büyülttü. Aygıtın detaydan sunduğu çiçekler, tek tek güzellikleri ve tek tek renkleriyle görenleri büyülemekteydiler. İşin en şaşılacak yanı; ardarda onlarcası incelenen çiçek arasında bir tek tomurcuk bile bulunmamasıydı.
Fotonist Kay Rem, gözlerini podyumdan detay haline geçip durmakta olan çiçeklerden ayırmaksızın mırıldı:
- Bunlar arasında bir tek tomurcuk yok.
Teğmen Vag Lom elinin tersiyle alnındaki terleri silme peşindeydi:
- Işıldak altında görebildiğim kadarıyla tümü tomurcuktan ibaret.
Fotonist Kay Rem, ceplerinden birinden minicik bir mezon feneri çıkardı ve yürüyüp kapsülden dışarı çıktı. Arkasından, yorgunluğunu üstünden atmaya çalışan Doktor Emmol Lek ilerlemekteydi. Teğmen Vag Lom ise yerinden bile kıpırdamamıştı. İçinde, bir türlü tanımlayamadığı derin bir tedirginlik vardı. Olaylara Fotonist Kay Rem gibi yan tutmayan bir açıdan bakmaya çalışıyor fakat tüm zorlamalarına karşın bunu başaramıyor, neye inanacağını ve neye inanamayacağını bir türlü bulup çıkaramıyor, bu yüzden de, bunları kolaylıkla başaran arkadaşına kızmaktan kendini alamıyordu. Fotonist Kay Rem ‘in hiç olmazsa bu kez, önlerindeki olayı fizik gerçeklerle bağdaştıramamasını dilemeye hazırlandığının farkında bile değildi. Bulunduğu yerden, Kay Rem ‘in avucundaki mezon fenerinin, ışıldağın etki alanı dışında kalan karanlık bölgeyi yer yer taramaya başladığını görüyor, ara sıra ışıklı alana ayak basan Doktor Emmol Lek ‘i izliyor, gittikçe daha da fazla meraklanarak bekleyip duruyordu. Bu dakikalarda pek de huzurlu olduğu söylenemezdi. Arkadaşlarına anlattıklarını gerçekten görüp görmediğini bile kesinlikle bilememekteydi. Belki de görmemişti, tümden bir yanılgı içindeydi ve bunların tümü yorgun sinirlerinin kendisine oynadığı bir oyundan ibaretti. Teğmen Vag, arkadaşlarının bir süre sonra kahkahalarla yanına döneceklerini, alaylar ederek yanıldığını söyleyeceklerini, Doktor Emmol Lek ‘in ister istemez onun akıl dengesinden kuşkulanacağını, bu nedenle bir süre kontrol altında tutulmasında yarar gördüğünü rapor edeceğini düşünmekten kendini alamıyor ve böyle düşünmeyi sürdürdükçe tedirginliğinin korkuya dönüştüğünü fark ediyordu.
Durum, Teğmen Vag Lom ‘un korkuyla beklediği biçimde gelişmedi. İşlerini tamamlayıp kapsüle doğru yürümeye başlayan her iki astronotun omuzlarının, belirli bir biçimde düşmüş olduğu ve ayaklarının kendilerini zorlukla taşımaya çalıştığı teğmenin gözünden kaçmadı.
Komuta kabinine girebildiğinde; fotonist, tek bir sözcük bile söylemeden otomattan iki bardak içki aldı. Bunlardan birini Doktor Emmol Lek ‘e uzatırken obirini de kendisi yudumlamaya koyuldu. Teğmen Vag Lom, yüreği heyecandan çırpınarak onun konuşmasını beklemekteydi. Uzunca bir sessizlikten sonra, boşalmış bardağını elinden bırakmaya bile gerek görmeyen Fotonist Kay Rem, göründüğünden daha da yorgun bir sesle:
- Yanılmamışsın Vag. Dedi. Yaptığımız saptamaya göre; o eski çiçekler şimdi sadece tomurcuklardan ibaret.
Vag Lom haykırmamak için kendini güç tutabiliyordu. Bu nedenle de yanıt bile veremedi. Kay Rem, gözlerini onun gözlerine dikerek tamamladı:
- Üstelik o derece haklısın ki; daha artık ne ölçüde haklı olduğunu sen bile anlayamamışsındır sanırım.
Duyduğu merak Teğmen Vag Lom ‘un heyecanını bastırmıştı:
- Ne demek istiyorsun?
Soruyu Doktor Lek yanıtladı:
- Biz o tomurcuklardan örnekler almak istedik fakat alamadık Vag.
- Neden alamadınız anlayamadım.
Fotonist Kay Rem ellerinin parmaklarını birbirine geçirmiş, durduğu yerden anlamsız anlamsız bakıyordu:
- Tomurcukları tutamadık Vag. Doktor da, ben de, kerelerce denedik fakat tutamadık tomurcukları. Tutmak bir yana, dokunamadık bile onlara.
Teğmen Vag Lom iliklerine kadar ürperdi:
- Fakat bu olanaksız…
- Ama ne yazık ki; gerçek.
Doktor Lek onayladı:
- Evet gerçek.
Teğmen, ciddi olup olmadığı anlaşılamayan bir sesle sordu:
- Şimdi bu da fizik nedenlere dayanıyor mudur dersin?
Fotonist şaşkın bir biçimde başını salladı:
- Bu konuda söz söyleyebilecek durumda değilim. Kendimi yeterli görmüyorum.
Doktor Lek, astronotların ilgisini başka bir konuya çekmek istiyordu:
- Kapsülü böyle aydınlatılmış bir halde bulundurmamızın ve ormanı ışıldaklarla kontrol altında tutmaya çalışmamızın bizim için tehlikeli olmayacağına emin misin Rem?
- Elbette ki emin değilim doktor. Ama başka çıkar yolumuz olduğunu da sanmıyorum. Kaptanla Çarup ‘u ancak böyle kurtarabiliriz.
Fotonist bir ara her şeyi bir yana bırakarak haykırdı:
- Koşun… Ormandan bir çıkan var…
Doktor Lek bağırdı:
- Kaptan bu…
Astronotlar büyük ışıldağa ulaştıklarında Kaptan Çi Vaştar kamaşmış gözlerini ovuşturarak çevresine bakınmaktaydı.
- Kaptan…
Komutan irkilerek başını kaldırdı. Işıldağın tam önünde durduğu için sürekli olarak başını sağa sola kaçırıyor, kendisine hiçbir yarar sağlamadığı halde gözkapaklarından yardım umuyor, bir şeyler görebilmek için elden geleni yapmasına karşın hiçbir şey göremiyor, ne yapması, neye karar vermesi gerektiğini bilemiyordu. Uzunca sayılabilecek bir süre, hakkında hiçbir bilgi sahibi olmadığı alabildiğine geniş ve alabildiğine karanlık bir ormanda oraya-buraya dolaştıktan sonra, kendisini birdenbire son derece güçlü bir ışık altında bulmanın verdiği o derin şaşkınlığı üstünden atamamıştı. Birçok tedirginlikler, üzüntüler, yorgunluklar ve korkular pahasına yanına kadar gelebildiği bu güçlü ışık kaynağının komuta kabiniyle olan ilişkisini dahi henüz fark edebilmiş değildi.
Astronotlar yanına yaklaştıklarında; lazeri elindeydi ve devreye girmeye hazır durumdaydı. Doktor Emmol Lek ‘i, Fotonist Kay Rem ‘i ve Teğmen Vag Lom ‘u seslerinden tanıyıp görülmemiş bir çabayla kendini toplamaya çalıştıysa da; bu, onları görebilmesine yeterli olmadı.
Fotonistle teğmenin konuşmasına fırsat bırakmayan Doktor Emmol Lek, son derece yumuşak bir sesle:
- Bizi Vaştar. Dedi. Biz; Fotonist Kay Rem, Teğmen Vag Lom ve ben; Doktor Emmol Lek. Lütfen sakin olmaya çalış. Konuşma ve görmeye çalışma. Şu anda hiçbir şey görmediğinin ve tam bir tedirginlik içinde bulunduğunun farkındayım. İçinde bulunduğun durum tıbbi yönden normaldir. Alabildiğine karanlık bir ormandan son derece güçlü bir ışık altına çıktığın için, geçici bir körlük geçirmektesin. Senin bu körlüğün on dakika kadar sürecektir. Böylesine geçici bir sakatlığa gündüz düşmüş olsaydı; körlüğünün sadece beş dakika sürmesi gerekecekti. Şimdi sol koluna ben, sağ koluna da Kay Rem gireceğiz ve gerekirse; Vag Lom ‘un yardımlarından yararlanarak seni komuta kabinimize yani kapsüle götüreceğiz ve sen kendini tümden bize bırakarak sadece kendini toplamaya çalışacaksın.
Fotonist Kay Rem kaptanın şok geçirmiş olduğu kanısındaydı ve bu nedenle de söz söylemekten çekinmekteydi. Ekibin bir-iki adım arkasından gelmekte olan Teğmen Vag Lom panik içindeydi. Kaptanın şaşkın, perişan, beceriksiz, yardım gerektiren hali ve Şur Çarup ‘un henüz görünürlerde olmayışı, teğmeni korkunun elinden alıp paniğin pençelerine atmaya yetmişti. Bu yüzden salt yürümekle kalmıyor, arada bir başını geriye çevirerek korkusunu arttıracak birilerini veya bir şeyleri arıyor, belli-belirsiz bir biçimde kendi kendine mırıldanıyor, yavaşlıyor, hızlanıyor, bazan elleriyle saçlarını taramaya çalışıyor, bazan da gereksiz yere çevresine gülücükler dağıtıyordu.
Kapsülün kapısına ulaşmaları kaptanın üzerinde tek bir etki yapmadığı halde, Teğmen Vag Lom ‘un, kaybolmaya yüz tutmuş güveninin geri gelmesine yol açar gibi oldu.
Doktor Emmol Lek, Kaptan Çi Vaştar ‘ı kapsülün dördüncü ünitesinde ivedilikle bakıma aldı. Bacakları olmayan ve sadece uzun bir yüzeyden ibaret bulunan manyetik bir yatağa, Fotonist Kay Rem ‘in yardımıyla alınan kaptana bir-iki iğne vurdu, bir-iki saniyelik ışın banyosu yaptırdı ve sonra, gözlerindeki geçici körlüğü ivedi bir zorlamayla açmaya gerek bile görmeden uyumaya bıraktı. Bunun hemen ardından:
- Rem… Diye söylendi. Kapsülden ayrılıp ormana girdikten sonra ne tür olaylarla karşılaştığını bilemem ama birtakım olayların kaptanı şoke ettiğini kesinlikle söyleyebilirim. Rahat ve uzun bir uykunun onu dinlendireceğine eminim. Başına gelen geçici körlük, uyku sırasında kendiliğinden geçecektir. Sağlık durumu konusundaki kararımı kendine geldikten sonra vereceğim. Bununla birlikte, uyandığında yeni bir bakıma gerek kalmayacağını da sözlerime eklemek isterim.
Fotonist, yatağın yanında durmuş meraklı bakışlarla kaptana bakmaktaydı:
- Kaptanın nelerle karşılaştığını gerçekten merak ettim doktor. Böylesine şoke olabilmek için başından ne tür olaylar geçmiştir, kim bilir?
Doktor Lek bu sözlere pek aldırmadı:
- Bunları uyandığında anlatacaktır nasıl olsa. Bırakalım uyusun. Sen şimdi şuraya manyetik bir yatak daha çeksen, herhalde fena olmaz. Zira, bu senin yönteminle Çarup ‘u da ormandan çekip çıkarabilirsek, o zaman yatağa ihtiyacımız olacaktır sanırım.
Kay Rem, kaptanın yatağının yanına yeni bir yatak daha yerleştirdi ve komutanın yatağını görünmeyen bir enerji perdesiyle koruma altına aldı. Sonra, ışıkları söndürüp üniteden ayrıldılar.
Teğmen Vag Lom, ünite girişinde öylece ayakta durmakta ve anlamsız bakışlarla çevresine gülücükler dağıtmaktaydı. Yanına yaklaştıklarında fotonist:
- Yeni bir şey var mı Vag? Diye sordu.
- Değişen hiçbir şey yok.
Teğmenin yanıtını fazlaca boşverici ve biraz fazlaca kahkahalı bulan Doktor Emmol Lek, sadece Kay Rem ‘in duyabileceği bir fısıltıyla:
- Dışarıda belki değişen hiçbir şey olmayabilir ama bunda; bu çocukta az-çom değişen bir şeyler var Rem.
Dedi. Ortadaki sakıncalı durumu anlayabilmesi için başkaca söze gereksinim duymayan Fotonist Kay Rem, Doktor Emmol Lek ‘le aynı anda Teğmen Vag Lom ‘un koluna girdi ve onun direnişlerine aldırmadan son derece sevgi dolu bir tutumla astronotu kapsülün dördüncü ünitesine doğru götürmeye başladı. Doktor Emmol Lek:
- Gel bakalım Vag. Diye mırıldanmaktaydı. Aşırı yorulduğunu sanıyorum. Birazcık dinlenmende yarar var. Değil mi ha? Öyle değil mi? Yorulmadın mı? Elbette ki yorulmuşsundur. Salt sen değil Vag, tümümüz yorulduk. Biliyor musun bilmem, çok aşırı yorulduk biz. Birazcık dinlenmemizde ne zarar olabilir?
Ünitede Şur Çarup için hazırlanmış olan yatağa Teğmen Vag Lom ‘u yatıran Doktor Emmol Lek, astronotu manyetik etki altına almakta ve uykunun güven dolu kollarına bırakmakta pek zorluk çekmedi. Doktorun işini bitirmesinden sonra fotonist, derin bir uykuya dalmış bulunan teğmenin yatağının çevresine yeni bir enerji perdesi oluşturdu ve Şur Çarup için bir üçüncü yatak hazırladı.
Dışarı çıktıklarında; ışıldakların aydınlattığı alandaki kıpırdanışı ilk gören Fotonist Kay Rem oldu. Doktor Lek kapsül kapısında öylece dikilip kalırken beriki ışıldağa ulaşmıştı bile. Doktor Emmol Lek, astronotun bu kere Şur Çarup ‘un koluna girmiş olduğunu gördü.
Genç kadın kendinde değildi. Yüzü sapsarıydı. Gözlerini iri iri açmış bulunduğu ve başını ikide bir yana-yöreye çevirmekte olduğu halde, astronotlar onun sese ve görüntüye duyarlık gösteremediğini fark ettiler. Göründü kadarıyla; astronot fazla bir zarara uğramamıştı. Tüm kaybı yorgunluktan, korkudan ve kendini bırakmışlıktan ibaretti. Giysilerinde yırtılma, parçalanma, hırpalanma ve kirlenme göze çarpmamaktaydı. Giyimi, kapsülden ayrıldığı andaki kadar özenli ve bakımlıydı.
Doktor Emmol Lek ‘in boşta kalan kola girerek:
- Çarup… Nasılsın? .. İyi misin? .. Bizi tanıdın mı? .. Tanıdın mı beni? .. Ben Doktor Emmol Lek… Bu da Fotonist Kay Rem… Tanıdın mı ha? .. Tanıdın mı bizi? ..
Diye söylenmeleri dahi genç kadını kendine getirmeye yetmemişti.Genç dil bilgini çevreyle olan tüm ilgisini koparmışa benzemekteydi. Gözleri iri iri açık, dişleri ise sımsıkı kenetliydi. Tek bir şey söylemiyor, tek bir direnişte bulunmuyor, tek bir hareket yapmıyor, astronotların kollarında cansız bir et yığını halinde sürüklenip duruyordu.
Doktor Emmol Lek fazla bir şey sormanın gereksiz olduğunu anlamıştı.
Etimolog Şur Çarup, teğmenle kaptanın yataklarının yanındaki manyetik yatağa yatırılıp bakımı yapılırken de önceki durumuna oranla herhangi bir değişiklik göstermedi. Doktor Emmol Lek ‘in sol göğüs altından vurduğu iğneden sonra genç kadın hıçkırdıysa da, bu hıçkırık beklenen ağlamayı da getiremedi. Astronotun önce gözleri küçüldü, sonra gözkapakları kapandı.
İki astronot, yorgun olduklarını ancak kapsül kapısına çıkabildiklerinde kavrayabildiler.
Fotonistin ışıldakları görevden almasından sonra ortalık koyu bir karanlığa gömüldü ve ortada sadece kabinden dışarı süzülen ışıklar kaldı.
Işıldakları yerlerine aktaran Fotonist Kay Rem oldu. Kapsül kapısına enerji perdesi çekilmesi işi Doktor Lek yönünden tamamlandı ve ancak bundan sonradır ki; astronotlar kendilerini ilk ünitedeki masalara çökmüş buldular.
Derin bir yorgunluk içinde olan ve bunu da gizlemeye gerek görmeyen Doktor Lek bitkin bir sesle:
- Peki şimdi ne yapmayı düşünüyorsun?
Diye sordu. Fotonist yorgun bir sesle yanıtladı:
- Bence yapılacak iş kalmamıştır doktor. Yani şimdilik. Yoksa sen aynı kanıda değil misin?
- Aynı kanıdayım. Sabaha dek yapabileceğimiz herhangi bir şey olduğunu sanmıyorum.
- Dinlenmemiz gerek.
- Doğru. Dinlenmemiz gerek. Olağanüstü olaylarda dolu bir gün geçirdik. İçimizden birinin nöbet tutmasını isteyecek misin?
Fotonist başını salladı:
- Buna gerek kaldığını sanmıyorum. Kapıya gerilmiş olan enerji perdesi birçok tehlikeyi önleyebilecek, en azından tehlike anında bizi uyarabilecek niteliktedir. Yoksa değil midir?
Doktor Emmol Lek güvence vermekte gecikmedi:
- Öyledir.
- Öyleyse; sana iyi geceler doktor.
- Sana da Rem.
(Hikmet BARLIOĞLU (1933 – 2003) ‘nun
Ana Karnına Dönüş İsimli Kurgubilim Roman ‘ından > 302-338/731)
Kayıt Tarihi : 29.10.2007 12:11:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!