Ana Karnına Dönüş - 2.1

İsmet Barlıoğlu
1529

ŞİİR


6

TAKİPÇİ

Ana Karnına Dönüş - 2.1

2.1
İniş Açısında Sapma

Astronotlar şaşkınlıkla birbirlerinin yüzlerine baktılar. Kaptan Çi Vaştar:
- Bu da ne demek oluyor Rem? Diye sordu. Detektör bankalarında yanlışlık mı var? Yoksa ben mi yanlış duydum?
Fotonist Kay Rem ‘in içinde bulunduğu şaşkınlık kaptanınkinden hiç de az değildi:
- Yanlış duymuş olamazsınız kaptan. Zira, söylediklerini ben de duydum. Detektör bankası dünyanın nüfusunu 5 milyon olarak verdi.
Etimolog Şur Çarup yattığı yerden gülümsedi:
- Bu detektör bankası şaka yapıyor.
Doktor Emmol Lek, şaka mı ciddi mi olduğu anlaşılamayan bir sesle homurdandı:
- Bu bir şaka değil, bir erken bunama. Bir doktor olarak koyacağım tanı budur.
Teğmen Vag Lom doğrudan doğruya komutana seslendi:
- Kaptan, bu işin gerçek nedenini içimizde en iyi Rem bilir. Ama bana sorarsanız; eksik yoklamadan kaynaklanan bir bilgidir bu.
Kaptan Çi Vaştar mırıldandı:
- Söylediğini pek iyi anlayamadım sanıyorum Vag. “Eksik Yoklama” sözcükleriyle neyi anlatmak niyetindesin?
Teğmen Vag Lom:
- Kaptan… Diye sürdürdü. Detektör bankaları dünyanın nüfusunu 5 milyon olarak gösterdi. Bunu tümümüz duyduk. Gerçekte dünya nüfusunun 6 milyardan oluştuğunu hepimiz bilmekteyiz. En azından böyle olmasa bile, dünyanın nüfusunun 5 milyon gibi gülünç bir rakamdan ibaret olamayacağından kesinlikle eminiz.
- Evet, fakat bu sözlerin “Eksik Yoklama” sözcükleriyle anlatmak istediklerini pek açıklamış sayılamaz.
- Kaptan, benim söylemek istediğim de bu. Detektör bankaları belki hata yapıyorlar ama bu bilgi bir bakıma yanlış olsa da bir bakıma yanlış olmayabilir.
Doktor Emmol Lek homurdandı:
- Seni sağlık kontrolünden geçirmem gerekir Vag. Vurgun yemiş olmalısın.
Teğmen Vag Lom doktorun takılmasını umursamışa pek benzemiyordu:
- Verilen bilgi yanlış olmayabilir bence. Demekteydi. Ancak bu bilginin dünyanın gerçek nüfusuyla herhangi bir ilgisinin bulunmadığı da ortada. O zaman bu durum, verilen bilginin bankada kayıtlı bir eski konuyla ilgili olduğunu gösterir. Yani banka bu konuyu, konuyla ilgisiz fakat doğru olan yanlış bir veriye bağladı, ya da nüfus hususunda saptama hatasına düştü.
Kaptan huzursuz bir tutumla mırıldandı:
- Yine de ne söylediğini tam anlamıyla anlamış sayılmam Vag. Olabilir mi böyle bir şey?
Teğmen:
- Olabilir, kaptan. Dedi. Bence banka dünya nüfusunu kendi öz saptama yöntemiyle saptayamadı. Çözüm bulamayınca; eski kayıtlara başvurmak zorunda kaldı. Fakat yanlış kayda başvurunca; oradan alabildiği 5 milyonluk sözcüğü bize iletti.
Kaptan Çi Vaştar pek anlamış görünmüyordu:
- Teğmen… Diye terslendi. Bu detektör bankası uzay merkezimizin en değerli detektör bankasıdır. Birbirinden değişik yüzlerce görev yapan alabildiğine karöaşık bir yapısı vardır. Zihinsel enerjiyi, solunumu, bedensel sıcaklığı, A, B, AB, ‘dan ibaret birincil, A1, A2, A3, A4, A5 ‘ten ibaret ikincil kan gruplarını temel alarak 600,000,000 kilometrekarelik bir alan içindeki insan sayısını önemsiz bir fireyle saptayacak, rhesus maymununu aynı faktörü taşıyan insandan ayırt edebilecek bir yeteneğe sahiptir. Hata yapma olsaılığının 100 milyonda 84 ‘ü geçmediği testlerle saptanmıştır. Sahip olduğu bu muhteşem yeteneğe karşın dünya nüfusunu doğru bir biçimde saptayamadığını varsaysak bile bellekten esasen mevcut olan bir kaydı çıkarmakta yanıldığını nasıl varsayabiliriz? Böyle bir şeye nasıl olur da olasılık tanıyabiliriz? Mevcut kayıtlara başvurduğunda gerçek rakamı bulmuş olması gerekmez miydi?
- Elbette gerekirdi kaptan.
- Öyleyse bu detektör bankası niçin bize o gerçek rakamı veremedi?
- Bankada kayıt yansıması varsa nasıl versin kaptan?
- Nasıl bir kayır yansımasından söz ediyorsun Vag?
- Bence; kaydın gerçek nüfusla ilgili rakamının olması gereken noktada bir yansıma ortaya çıktıysa; detektör gerçek bilgiyi değil, yansımış bilgiyi alıp iletmiştir. Bu durumda gerçek bilgi de haliyle kaydın bir başka noktasına yansımış olmalıdır.
Komutan pozisyonunu bozmadan seslendi:
- “Eksik Yoklama” sözcükleriyle anlatmak istediğin de bu olsa gerek.
Teğmen Vag Lom yanıtladı:
- Hayır kaptan. Ben o sözcüklerle detektör bankasının nüfus saptamasında yanılgıya düşmüş olabileceğini anlatmaya çalışmıştım.
- Böyle bir şeyi düşünmene yol açan nedir?
- Detektör bankasının nüfus saptama işlemlerinde obir hususların yanı sıra kan gruplarını da göz önünde bulundurduğunu öteden beri biliyor ve bunun saptamada göz önünde tutulması halinde yanlış sonuca ulaşacağından korkup duruyordum. Zira, aygır böyle bir telekontrollü saptamada rhesus maymunlarını da insan nüfusu arasında değerlendirebilmiş olabilirdi. Çünkü; rhesus faktörü esasen rhesus maymunlarında bulunan bir faktördür. Yoksa değil midir?
Kaptan bulunduğu yerde mırıldandı:
- Konunun bu bölümünü doktorla ve gerekirse fotonistle tartışmalısın, benimle değil. Benim bu konularda ayrıntıya girebilecek bilgim yok.
Doktor Emmol Lek homurdandı:
- Söylediklerin doğru Vag. Rhesus faktörü hem rhesus maymunlarında hem de insanlarda bulunan bir faktördür. Fakat bu telekontrollü nüfus saptamasında maymunların insan nüfusuna karıştırılmasına yol açmaz. Zira, detektör bankası kan gruplarını veri alırken salt rhesus faktörüyle yetinmez, obir kan gruplarını da göz önünde bulundurur. Kan grubunda da temel nokta budur. Nitekim, hiçbir insana hiçbir gerekçeyle hayvan kanı verilmez. Herhangi bir nedenle verilse bile yararı yoktur. Çünkü; verilen hayvan kanı vücutta eriyip gider. Kaldı ki; her kanın her insana verilemediği hususu da ortadadır. Zira, insanlar salt kendileriyle aynı grupta bulunanlardan kan alırlar. Herkese kan verebilen tek grup ise 0 grupudur. Bence; telekontrollü nüfus saptamasında başvurulacak en geçerli yöntem işte bu kan gruplarının göz önünde bulundurulmasıdır. Özellikle rhesus faktörü saptamaları bu iş için en gerekli olan saptamalardır. Bu faktörün rhesus maymunlarında da bulunuyor olması alınacak sonucu etkilemez. İstiyorsan nedenini de söyleyeyim: Rhesus faktörü insan nüfusunun yüzde 85 inin alyuvarlarında yer almaktadır. Sahip bulundukları kan grupları bu gerçeği değiştirmeye yetmemektedir. Yüzde 85 ini saptayabildiğimiz bir nüfusun yüzde 100 ünü hesaplamamız zor mudur? Özellikle, tüm sır duvarlarını yıkan, tüm kapalı perdelerin arkasını bilen böylesine ahlaksız bir detektöe bankası için. Bilmem yetti mi bu anlattıklarım teğmen.
Teğmen Vag Lom direnmekteydi:
- Yetmedi doktor. Zira, kan almadan 600 milyon kilometrekarelik bir alandaki insanların kan gruplarını analiz ederek bunu nüfus saptamasında bir veri gibi kullanmaya kalkışan bu aygıtın alacağı sonuçların nasıl olup da gerçeği yansıtabileceğini hala daha anlayabilmiş değilim.
Fotonist Kay Rem homurdanarak söze karıştı:
- Kan gruplarının belirlenmesinin ille kan alınmasına bağlı olduğunu düşünüp durursan elbette ki anlayamazsın Vag. Detektörün bu konuda yaptığı iş; kanın saptanması değil, içindeki maddenin yani faktörün ve yani A, B, AB, 0, A1, A2, A3, A4, A5 ve rhesus maddelerinin saptanması işidir. Ve bunun da, toprağın altındaki uranyumun üstündeki bir geiger aygıtı eliyle bulunması işleminden değişik hiçbir yanı yoktur.
Teğmen Vag Lom doymamıştı:
- Evet, hiçbir değişik yanının olmadığı dünya nüfusunun 5 milyon olarak gösterilmesinden çok büyük bir kolaylıkla anlaşılmaktadır.
Kulaklıklarda kaptanın sesi yankılandı:
- Bu koşullarda Vag ‘a hak vermek zorundayız. Banka paradoksal yörüngeden veya meteor yağmurundan yahut kaosun doğurduğu santrifüj kuvvetten hasar görmüş olabilir mi Rem?
Kay Rem soruyu ivedi bir tonla yanıtladı:
- İşte bu olanaksız kaptan. Hasar gösteren karda baksanıza. Lambaların hiçbiri yanmıyor. Bildiğiniz üzere; hasar gösteren kadr tümüyle süpersoniktir. Yani sese ayarlıdır. Hasar mevcut olup olmadığı konusunda kendisine sesli bir soru yöneltirseniz hemen yanıtını verecektir. Fakat ben bunu size öğütlemek bile istemem. Çünkü; hasar mevcut olmadığını söyleyecektir. Zira; bu, hasar lambalarının yanmamasından bellidir.
Kaptan Çi Vaştar:
- Sorulmasında yarar vardır. Alacağımız yanıt, yanlışı başka yerde aramamızda yardımcı olacaktır.
Dedikten sonra hasar mevcut olup olmadığı konusundaki sorusunu aygıta sözlü olarak yöneltti ve aygıttan herhangi bir hasar bulunmadığını belirten yanıtını aldı. Bu onun Fotonist Kay Rem ‘e yeni bir soru yöneltmesine de yol açmaktaydı.
- Detektör bankasının hafıza kayıtlarında Vag ‘ın dediği türde herhangi bir bilgi yansıması yer almış olabilir mi Rem?
Bir süre karşılık vermeyen Fotonist Kay Rem neden sonra:
- Evet kaptan. Dedi. Şimdiye dek böylesi bir yansımaya tanık olabilmiş değilsem de, yine de bu tür bir yansımanın olmaması için ortada herhangi bir neden göremiyorum.
- Düşünceni bir örneğe bağlayamaz mısın?
- Bağlarım kaptan.
Etimolog Şur Çarup sordu.
- Ne tür bir yansıma bu Rem? Herhangi bir görüntünün herhangi bir aynadan yansıması gibi mi?
- Eh işte öyledir diyebilirim. Gerçekte biz buna bir değil, iki aynadan yansıma da diyebiliriz. Yani cismin bir aynadaki görüntüsünün o aynayı gören bir başka aynadan yeniden yansıması gibi bir şey.
Teğmen Vag Lom:
- Evet. Diyerek onayladı. Tek aynadan yansıyan görüntü terstir. Solu sağa, sağı da sola geçmiştir.
Doktor Emmol Lek ‘in yine homurdandığı duyuldu:
- Şu aynalara asla aklım ermez. Zira, aynalarda her zaman insanın solu sağ, sağı sol olur da hiçbir zaman ayakları baş, başı da ayak olmaz.
Teğmen Vag Lom doktorun alışılmış homurdanmalarına aldırış etmeksizin sözlerini sürdürmekteydi:
- Eğer
Fotonist Kay Rem:
- Vag haklı. Diye onayladı. Örneğin; bir mühür kağıda basılır da mürekkep kurumadan kağıt katlanırsa; kağıdın mühürlenmemiş yüzünde de bir mühür görülür. Bizim burada sözünü etiiğimiz işte bu tür bir yansıma. Yalnız buradaki, örnekte olduğu gibi ters değil, düz bir yansımadan ibaret.
Kaptan Çi Vaştar söze karıştı:
- Her neden ortaya çıkmış olursa olsun bu yanlışın nereden kaynaklandığını önünde-sonunda öğreneceğimizi sanıyorum.
Etimolog Şur Çarup:
- Sorabilir miyim kaptan? Dedi. Detektör bankasının kayıtlarında bir kusur bulunduğuna gerçekten inanıyor musunuz?
- Ben bundan eminim.
- Dünyanın nüfusu konusunda verdiği yanlış bilgi yüzünden mi?
Kaptan Çi Vaştar sıkıntılı bir sesle soruyu yanıtladı:
- Çarup, ben, salt detektör bankasının bellek kayıtlarında değil, ana bilgisayarda da kusur bulunduğu kanısındayım.
- Peki ama neden?
- Ana bilgisayar bizi karaya indirdi de ondan.
Astronotların tümü birden haykırdılar:
- Karaya mı indirdi bizi? ..
Komutan sinirli bir sesle mırıldandı:
- İzin verirseniz sormak isterim. Siz, tümünüz, acaba ana bilgisayarın bizi denize mi indirdiğini sanıyordunuz şimdiye dek?
Doktor Emmol Lek öksürdü:
- Herhalde durumumuzun şakaya elvermediğini biliyorsundur Vaştar.
Kaptan Çi Vaştar ‘ın sesinde hiç de şaka belirtisi varmışa benzemiyordu:
- Elbette ki biliyorum. Dedi. Zaten bu koşullar altında şaka yaptığımı nasıl düşünebilirsin Lek? Şu noktayı yeniden ve kesinlikle belirtmek isterim ki; asla şaka yapmıyorum. Bilgisayar bizi karaya indirdi.
Şur Çarup çok büyük bir şaşkınlık içindeydi:
- İyi ama kaptan, bilgisayarın bizi denize indirmesi gerekmez miydi?
- Elbette ki denize indirmesi gerekirdi.
Teğmen Vag Lom aptal aptal bakınmaktaydı:
- Peki ama neden denize indirmedi? Bu, imdat programına aykırı bir şey.
Fotonist Kay Rem yanlışı düzeltti:
- Biraz daha doğru sayılabilecek bir cümleyle; “Denize neden indiremedi? ” dememiz gerek.
Doktor Emmol Lek olduğu yerde homur homur homurdanmaya başlamıştı bile:
- Uzanmış olduğum şu yumuşak tabuttan sağ-salim kalkabilirsem ben şu bilgisayarı alnından öpeceğim. Beni deniz tuttuğunu kesinlikle biliyor olmalı.
Kaptan Çi Vaştar Doktor Emmol Lek ‘in bu esprisine aldırış etmek gereğini bile duymadı:
- Şaşmamak elde değil. Bilgisayar bizi neden denize değil de, karaya indirdi?
Fotonist Kay Rem ‘in şaşkınlığı da obirilerinin şaşkınlıklarından geri kalmamaktaydı:
- Ana bilgisayar bu tür olağanüstü koşullarda atmosfere dönmesi gereken komuta kabinini kesinlikle denize indirmek için programlanmıştı.
Şur Çarup sordu:
- Peki ama, denize değil de karaya indirildiğimizi nereden bilebildik? Kabinden çıkmadığımız bir yana, henüz yerimizden bile kıpırdamadık ki.
Soruyu kaptan yanıtladı:
- Denize inmiş olsaydık; dalgaların etkisiyle kabinin salınması ve şimdikinden biraz daha çabuk soğuması gerekirdi. Zira, soğutmada su, havadan etkilidir. Ayrıca, unutma ki; bu kapsül atmosfere giriş sırasında anormal derecede ısınmıştır.
- Az ısınan maddelerden yapıldığı ve ısı yalıtıcı kalkanlarla korunduğu, bunun yanı sıra bir de en modern soğutma sistemleriyle donatıldığı halde mi?
- Elbette. Bütün bu özelliklerine karşın, bu kabin atmosfere dik bir açıyla girmiş olsaydı; kolaylıkla akkor hale gelir ve doğal olarak biz de içinde…
Kaptanın sözleri Doktor Emmol Lek ‘in esprisiyle tamamlandı:
- Kebap olurduk.
Teğmen Vag Lom düşünceliydi:
- Şaşılacak bir durum bu. Size öyle gelmiyor mu kaptan?
- Evet Vag. Şaşılacak bir durum. Ortada yanıtını kesinlikle öğrenmek zorunda olduğumuz bir soru var. O da şu: Olağanüstü koşullar altında kabini denize indirmek için programlandığı halde, bu bilgisayar niçin ve nasıl karaya indirdi bizi?
Doktor Emmol Lek sordu:
- Bu bir hata mı?
Kaptan Vaştar yanıtladı:
- Hiç kuşkun olmasın.
Şur Çarup tedirgindi:
- Fakat böyle bir hata yüzünden ölebilirdik belki de.
Teğmen Vag Lom karşıladı:
- Denize inebilecek özellikte yapılmış olan bir kapsülle karaya indiğimiz halde ölmedik.
- Fakat Vag, ölebilirdik.
Komutan kanıları onayladı:
- Evet, ölebilirdik. Aklım almıyor. Bilgisayar neden böyle bir hata yapsın?
Fotonist Kay Rem ‘in heyecansız sesi duyuldu:
- Ortada bir iniş açısı sapması var.
Etimolog merakla sordu:
- Sapma mı var?
Kay Rem, dil bilgininin sözlerini duymamışcasına sözlerini sürdürmekteydi:
- Kabinin atmosferden iniş doğrultusunda bir sapma var. İnmesi gereken yerle indiği yer bir ve aynı değil.
Şur Çarup atıldı:
- Bunu anlıyor ve normal buluyorum. Ekvatorda 100 metre yükseklikten düşen bir cisim doğuya doğru 33 milimetre yer değiştirir.
Kaptan Çi Vaştar bu düşünceyi kabullenmedi:
- Ben Rem ‘in anlatmak istediğinin bu olduğunu sanmıyorum. Hem unutma ki; henüz ekvatorda olup olmadığımızı bilmemekteyiz, bu bir. İnmemiz gereken yerden kaç milimetre öteye indiğimizi kestiremeyiz, bu da iki.
Fotonist kaptandan yanaydı:
- Kaptan haklı. Dedi. Çünkü burada öyle birkaç milimetrelik değil, birkaç derecelik bir iniş açısı sapması söz konusu.
Doktor Emmol Lek sordu:
- Kabin atmosferden inerken rüzgarların etkisiyle sürüklenmiş olamaz mı?
Kaptan Çi Vaştar yanıt verdi:
- Doktor, lütfen bunun bir balon değil, yıldızlararası bir uzay gemisinin komuta kabini olduğunu unutma. Yanı sıra, denge paraşütlerimizin varlığını da. Paraşütlerimiz böyle koşullarda sürüklenme olasılığını ortadan kaldırmak içindir.
Teğmen Vag Lom söz aldı:
- Peki ama neden saptı dersiniz bu iniş açımız?
Sorunun yanıtını komutan verdi:
- İşte çözmek zorunda olduğumuz problemlerden birisi, belki de en önemlisi. İniş açımız neden saptı? Bu işin içinde bir türlü bulup çıkaramadığım bir şeyler var ama acaba nedir? Önce şu; neden kaynaklandığını bir türlü çözemediğimiz, bize son derece pahalıya patlayan kaos. Arkasından, 6 milyarlık dünya nüfusunu 5 milyon olarak veren detektör bankasının hatalı tutumu, onun arkasından da; iniş açısındaki bu çok önemli ve çok garip sapma.
Etimolog Şur Çarup tedirgindi:
- Bunlar hiç de kolay çözülebilecek şeylermiş gibi gelmiyor bana... Sfenks bulmacalarına benziyorlar… Çözülmeleri alabildiğine zor fakat çözülememeleri alabildiğine tehlikeli olan ilkel çağların sfenks bulmacaları…
Doktor Emmol Lek homurdandı:
- Benzetme yerinde. Tıpkı sfenks bulmacaları. Ya bunu bileceksin, ya burada öleceksin.
Kaptan çi Vaştar seslendi:
- Biz bunları bileceğiz Lek.
Doktor Lek mırıldandı:
- Aman bilelim. Bilmek ölmekten iyi.
Teğmen Vag Lom sordu.
- Bu problemleri çözebileceğimizden gerçekten emin misiniz kaptan?
- Çözmesini bilenler için çözülemeyecek problem yoktur teğmen. Yeter ki; her şeyden önce şu ana bilgisayarın nerede ve neden hata yaptığını bir bulalım.
Etimolog Şur Çarup atıldı:
- Bilgisayarın nerede ve neden hata yaptığını bulmadan önce, bu sıcak kafesten kurtulmayı denesek daha iyi olmaz mı acaba?
Doktor Emmol Lek söze homurdanarak girdi:
- Ağır ol bakalım kızım. Kabin kendisine yaslanabilecek bir yer bile bulabildiği halde, hala daha burada kalakalmamız lafazanlığı sevmemizden değil, ölçülü davranmak zorunda oluşumuzdan.
Genç kadın kekeledi:
- Ama ben sanmıştım ki…
Doktor Lek sözü anında kesti:
- Senin ne sandığın bana değil ama kurallara vızgelir. Bu anda, uymamız gereken çok önemli kurallar ve almamız gereken çok önemli bazı önlemler var. her şeyden önce şurasını belirtmeliyim ki; bu tür olağanüstü inişlerde personelden kaptan değil, ben sorumluyum. Yani sağ-salim bulunması bakımından. Çünkü bu normal bir iniş sayılmamaktadır. Gemimiz bir meteor yağmurunda parçalanmıştır ve biz onun parçalanışından önce kendisinden ayrılıp dünya atmosferine girmek zorunda kalmışızdır.
Kaptan Çi Vaştar Doktor Emmol Lek ‘in sözlerini onayladı:
- Doktor haklı Çarup. Paradoksal rotaya girmeseydik haliyle yolculuğumuzu sürdürüp duracaktık. Oysa; koşullar bizi dünyaya geri dönmek zorunda bıraktı. Ne yazık ki; bu geri dönüşle bu iniş hiç de umulup istenen bir geri dönüşle iniş değildir. Zira, dünyadaki uzay üssümüzle haberleşemedik. Bu nedenle bizim inmekte olduğumuzu bilip yardımımıza gelecek hiçbir kimsemiz yok. Esasen üsle haberleşebilseydik bile, bunun bize herhangi bir yararı olmayacaktı. Nitekim, olağanüstü koşullar altında kullanılacak olan onaylanmış program uyarınca bilgisayarın bizi denize indirmesi gerekirdi. Bunlardan da kolaylıkla anlaşılacağı üzere; kabinden tehlikesiz ve çıkabilmemiz için dışarıda bizim yerimize önlem alacak tek kimse mevcut değil. Bu nedenle çıkış konusundaki önlemlerimizi bizim yine kendimizin alması gerekmektedir. Şunu da unutma ki; yere yani suya veya karaya iniş yapmış bir uzay gemisi kabininden dışarıya çıkmak, hiç de sanıldığınca kolay bir iş değildir.
Kaptanın sözlerini Doktor Lek tamamladı:
- Astronotlar için en büyük tehlike vurgun yemektir. Zira, astronotlar bir bakıma dalgıçlara benzerler.
Şur Çarup ‘un sesi merak doluydu:
- Vurgun yemek mi?
- Evet, vurgun yemek. Bu belki de gemiye bir meteorun çarpmasından da tehlikeli bir şeydir. Vurgun yiyen astronotun kabinden ölüsü çıkmış sayılır. Bu nedenle manometrelerimizi kontrol eden basınç kompütürümüz, ağır ağır değiştirilen basıncımızın dışarıdaki atmosfer basıncına eşitlendiğini bildirinceye dek kabinden çıkmamız veya pozisyon değiştirmemiz söz konusu bile değildir. Kabin içi ve kabin dışı basınç eşitlenmeden dışarıya çıkmaya kalkışırsak; kanımızda oluşacak olan azot habbecikleri çok büyük bir kolaylıkla damarlarımızı tıkar. Bu da ölüme çağrıların en sunturlusunu çıkarır. Bizim vurgun dediğimiz de işte aşağı-yukarı budur.
Etimolog Şur Çarup:
- Bilgi edindim doktor. Dedi. Teşekkürler.
Konuşmaların burasında, tablolar üzerindeki bir yerden boy gösteren irice bir kırmızı lamba düzenli aralıklarla yanıp yanıp sönmeye ve tıpkı bir nabız gibi atmaya başladı. Doktor Emmol Lek:
- Komşuyu söyleme. Dedi. Ya kapıdadır ya bacada.
Güvenlik önlemlerini ilk iptal eden Kaptan Çi Vaştar oldu. Yatmakta olduğu uzun koltuğa vücudunu bağlayan kemerleri açtı ve bir tuşa dokunarak koltuğunun doğrulmasını sağladı.
- Kemerlerinizi çözüp koltuklarınızı doğrultabilirsiniz.
Astronotların tümü bu buyruğu yerine getirmeye çalışırken kaptan sordu:
- Teknik yönden sakınca var mı Rem?
Fotonist Kay Rem, manometreleri düzenleyen bilgisayarın kadrına göz gezdirmekteydi:
- Herhangi bir sakınca yok kaptan.
- Sağlık yönünden sakınca, Lek?
Koltukların doğrultulmasından hemen sonra, elindeki mini detektörle astronotları birer birer ilk sağlık kontrolünden geçirmeye başlamış bulunan Doktor Emmol Lek, tam kaptanı incelemeye koyulduğu sırada soruyu yanıtladı:
- Sakınca yok. Tümünüz astronot gibisiniz.
Şur Çarup doktorun bu esprisine gülümserken kaptan fotoniste yeniden seslendi:
- İmdat kapaklarını aç Rem…
Fotonist Kay Rem ‘in yanıtı şaşırtıcı oldu:
- Kapak otomatik komutaya karşı koyuyor kaptan…
Kaptan Çi Varşar bir-iki adımda fotonistin yanına ulaştı:
- Karşı mı koyuyor?
- Evet.
İmdat kapaklarına komuta etmesi gereken elektronik göz, etki alanındaki duyarlılığını yitirmişti. Normal koşullarda bu alana herhangi bir cismin girmesi elektronik göz kanalıyla imdat kapaklarını derhal harekete geçirdiği halde, bu anda her iki astronotun varlığına karşı bile herhangi bir reaksiyon göstermiyor, alabildiğine inatçı bir tutumla görev dışı kalıp duruyordu. Telekontrol aygıtlarının direnmesi de bu konuda yarar sağlamadı, bu aygıtlara bu kapakların artık boyun eğmeyecekleri kolaylıkla anlaşıldı. Kuşkular içerisinde kalan Fotonist Kay Rem, telekontrol aygıtlarını birer birer kontrol kanallarına sokup incelemeye başladı. Başvurulan her bir kontrol kanalı incecik bir düdük sesi vermekteydi. Astronot:
- Aygıtlar sağlam kaptan. Demek zorunda kaldı. Kusurlu olan hizmet kapakları.
- Peki ama telekontrol direktiflerine nasıl uymayabilir bu kapaklar?
Ana bilgisayarla kapakları açmaya girişen fakat bunu başaramayan fotonist:
- Elektronik bir sıkışma olabileceğini sanmam. Diye mırıldandı. İmdat kapakları ana bilgisayardan da direktif kabul etmiyor.
Doktor Emmol Lek yanlarına kadar gelmişti:
- Saygıdeğer çilingirler… Diye takıldı. Bence siz bu inatçı kapıları açamazsınız.
Kaptan Çi Vaştar:
- Durumun ciddi olmasında korkuyorum Lek. Dedi. Boşboğazlık yapacağına Rem ‘e biraz yardım et. Nasıl olsa kimse gülmüyor senin bu vitesten atmış esprilerine.
Doktor Emmol Lek homurdandı.
- Benim esprilerim gülmek için değil, umudunu yitirmek üzere olanlara moral vermek içindir. Yoksa; umudunuzun her kırılışında moralinizi güçlendirmek üzere bir-iki kapsül yuttursam, size diyazem yetiştiremem.
Komutan fotoniste sordu:
- Lazerle kesebilecek miyiz Rem?
- Deneriz kaptan. Fakat önce dışarıyı gözden geçirmek zorundayız.
- Buna neden gerek görüyorsun?
Fotonist Kay Rem parmağıyla birtakım manyetik düzeç gösterdi:
- Manyetik düzeçlerimize bakılırsa; imdat kapaklarımız tepede kalacakken sağ yanımızda kalmışlar.
- Ne demek istiyorsun? Yani sana göre; bu kabin tabanı üstüne değil de, yanı üstüne mi iniş yaptı?
- Ben öyle olduğunu sanıyorum.
- Fakat bu olanaksız Rem. Kabinin yere değdiği anda hiç de olağanüstü sarsıntı duymadık. Bu da bizim gerçekten hem yumuşak bir iniş yaptığımızı, hem de taban üstüne oturduğumuzu göstermez mi?
- Önce taban üstüne inmiş fakat sonradan yana dönmüş olabiliriz kaptan.
- Neden böyle olsun?
- Kesin bir biçimde bilemem. Belki yüzeyin jeolojik yapısı bunu gerektirmiştir.
- Kabin taban olaran sağ yanını kullandıysa; döşemenin sol yanımızda kalması gerekmez miydi? Oysa döşeme altımızda.
- Altımızda kalan yüzeyin kabinin döşemesi olup olmadığını bilmemize olanak yok ki kaptan. Komuta kabinindeki eşyamızın genellikle alıştığımız duruş yerleri bize göre değişmediğinden bizim sağımız, solumuzla bizim altımız üstümüz bize göre sağ, sol, alt ve üsttür. Bunun, dünya gerçeklerindeki sağ, sol, alt ve üst olup olmadığını anlayabilmemiz için durumu dışarıdaki durumla karşılaştırmamız gereklidir. Dışarıdaki durum bu anda bizim için bir kontrol sistemi niteliğindedir. Bu kontrol sistemine başvurmadan gerçeği anlayamayız.
- Öyle de olsa; kapakları lazerle kesmek için neden dışarıyı gözden geçirmek gereğini duyasın?
- Nedeni açık kaptan. İmdat kapaklarımız tepemizde kalmayıp yanımızda kaldığına göre, bunları lazerle keserken dışarıda bulunabilecek canlı varlıkları mahvetme olasılığımız var. Kapaklar tepede kalsaydı, böyle bir korkuya da gerek bulunmazdı. Zira, lazer ışını önce kapaklara, sonra uzaya doğru akıp gidecekti. Ama bu koşullar altında dışarıdaki her canlıyı düşünmek ve korumak zorundayız.
- Teşekkürler Rem.
Kaptan Vaştar başlığındaki mikrofondan seslendi:
- Radarları göreve sok Vag. Dış çevreyi imdat kapakları açısından ana bilgisayara aktar ve podyuma sok.
Teğmen Vag Lom buyruğu ikiletmedi. Fakat komuta aygıtlarıyla oynaması beklenen faydayı vermemekteydi. Tüm astronotların kuşkulu bakışlarını üzerinde toplamış olan ana podyum bütünüyle karanlıktı. Bir türlü cisimleşmek bilmeyen renksiz, silik ve karanlık lekeler durmak dinlenmek bilmeksizin podyumda kaynaşmaktaydı. Lekeler arasında bazı beyaz noktacıklar görünüp görünüp silinmekle birlikte bunlardan hiçbirinin renklenme, boyutlanma özelliği taşımadığı daha ilk bakışta anlaşılıyordu.
Sürekli olarak kontrollerle oynayıp duran Teğmen Vag:
- Radarlar görev yapmıyor kaptan. Dedi. Ya üstlerine bir şeyler düşmüş ya da önlerini bir şeyler kapatmış olmalıdır sanıyorum.
Kaptan Çi Vaştar gözlerini podyumdan ayırmamaktaydı:
- Çabayı sürdür Vag.
Teğmen Vag Lom ‘un çabaları beklenen sonucu veremiyordu:
- Antenler direniyor kaptan. Zorlamak yarar getirmeyecek. Zira, zorlanırsa kontrolden de çıkabilir sanıyorum.
Doktor Emmol Lek öfkeyle haykırdı:
- Kabin basıncı düşüyor Vaştar…
- İşte bu kötü haber Lek.
- Haber olarak kalırsa; yat, kalk, dua et. Gazetene manşet yaparsın hiç olmazsa.
Doktor Emmol Lek kristalize olmuş bir sayacı parmağıyla gösterdi:
- Hava jeneratörü durmuş. Pek az bir zaman sonra, solunum için gereken azot-oksijen karışımını bulmakta zorluk çekeceğiz.
Bu son sözler içlerinden hiçbirinin hoşuna gitmemişti. O ana dek hiç konuşmayan, salt konuşulanları dinleyip yapılanları izleyen Etimolog Şur Çarup umutsuz bir sesle mırıldandı:
- Metal bir kafes… Biz bu metal kafesten asla çıkamayacağız.
Doktor Emmol Lek ciddi bir ses tonuyla:
- Umudunu yitirme kızım… Dedi. Umudunu yitirdinmi ölüme çağrı çıkarmış olursn… Bundan da kötüsü; beni yine soğuk espriler yapmak zorunda bırakırsın…
Genç kadın kendini toplamaya çalışarak sordu:
- Yine de öğrenmek istiyorum doktor. Kabin basıncı bu azalmasını sürdürürse, basıncın yükseltilmesi herhangi bir şekilde sağlanamazsa ve sonunda, soluyacağımız azot-oksijen karışımı tükenirse, başımıza ne tür bir bela gelebilir bu kabinde?
- Bunu hiç düşünmemiş olsan daha iyi olurdu. Fakat madem ki sordun, o halde söyleyeyim: Kabin içi basınç kabin dışı basınca göre azalırsa; damarlarımız patlayıp kanımız dışarı fışkırabilir. Soluyacak havamız yani azot-oksijen karışımından ibaret bulunan atmosferimiz tükenirse; en son soluktan sonra tek soluk daha alabilmek için gırtlaklarımızı parmaklarımızla parçalamak zorunda kalabiliriz. Hem de hiçbirimiz hiçbirimizi buna asla zorlayamayacağımız halde.
Etimologun yüzünün bir anda sarardığı başlığının dışından bile sezilebiliyordu. Güçlükle mırıldandı:
- Acı bir şey bu…
Doktor Emmol Lek ciddi bir sesle homurdandı:
- Öyle de olsa; ölmeden önce bir çay kaşığı almamız iyi gelir.
Fotonist Kay Rem şakaklarından damlayan tere aldırmadan söylenmekteydi:
- Bulduğumu sanıyorum kaptan.
- İmdat kapaklarını engelleyeni mi?
- Ne yazık ki; bulduğum o değil. Ama şimdilik bu da onun kadar önemli. Ben kabin basıncının azalma nedenini bulduğumu sanmaktayım. Evet evet, buldum. Nedeni bu pülverizatördür.
Komutan şaşkınlıkla sordu:
- Pülverizatör mü?
- Evet kaptan. Son derece basit bir anahtar sıkışması. Bu sıkışma yüzünden bu birime gelen akım aygıtın çalışmasını engellemiş. Aygıt görev yapamadığı için havaya mikroskopik su zerresi saçamıyor. İç atmosferde nem oranı düştüğünden kabin basıncı da haliyle azalıyor.
- Öyleyse basıncı yeniden normal düzeyine çıkarabiliriz?
- Çıkarabiliriz kaptan. Fakat bu pek uzun sürmeyecektir. Zira, soluduğumuz hava gitgide azalacağından, kısa bir süre sonra, basıncı normal düzeyde tutmak için nemlendirebileceğimiz herhangi bir iç atmosferimiz kalmayacak.
Kaptan Çi Vaştar gözlerini her bir arkadaşının üstünde tek tek gezdirdi. Sonra kararlı bir sesle:
- Her neye malolursa olsun, imdat kapaklarını açmalıyız Rem.
Dedi ve gözlerini podyumdan ayırmadan seslendi:
- Radar bileşke merkezinden dışa doğru manyetik güç gönder Vag…
Teğmen Vag Lom zorlukla soluk almaya başlamıştı bile. Her soluk alıp verişinde gırtlağından hırıltılı sesler çıkarırken:
- Yararsız kaptan… Diyebildi. Güç dışa etki etmiyor…
Kaptan Çi Vaştar homurdandı:
- Personele direktiftir: Kişisel tüpleriniz kontrol edilsin…
Astronotlardan her biri, kabin dışına çıkmak gerektiğinde takmak zorunda oldukları oksijen tüplerine doğru yürüdüler. Tüpler tek tek kontrolden geçirildi. Bunların tümünün dolu oldukları görüldü ve komutana durumları konusunda gerekli olan tüm sözlü raporlar tek tek verildi. Kaptan Vaştar ‘ın kararlı sesi bu kez astronotların başlıklarındaki kulaklıklardan yükseldi:
- Tüpler takılsın…
Direktif ikiletilmedi. Kabin içi atmosferin girmesi için açık bırakılmış olan kask vanalarının tüp hortumları geçirilip sıkıştırdı. Tüpler sırtlara takılıp bağlantıları tamamlanarak son kontroller gerçekleştirildi. Çalıştırılmasına gerek kalmayan kabin jeneratörü Fotonist Kay Rem eliyle devreden çıkarıldı. Kaptan Vaştar, Teğmen Vag Lom ‘dan kenara çekilmesini isteyip reaktör şalterine asıldı ve üretecin kondansatörlerde biriktirmiş olduğu tüm elektrik yükünü serbest bıraktı. Aynı anda, kapsülün dışından alabildiğine güçlü bir patlama duyuldu. Bunu kapkaranlık duran ana bilgisayarın podyumuna oturan alabildiğine rengarenk ve alabildiğine aydınlık, üç boyutlu, şahane bir görüntü izledi. Podyumun sağ ve solunda birtakım karanlık bölgeler kalmış bulunmakla birlikte, tam ortada açılan geniş bir kesimde upuzun, yemyeşil çam ağaçlarıyla kaplı bir orman yeralmaktaydı.
Kaptan Çi Vaştar başının arkasından çenesinin altına doğru uzanan manyetik eldivenli iki narin elin becerikli hareketlerle yanlış tutturulmuş bir bağı tokasındaki deliklerden çıkardığını, sonra asıl yerine takarak tokaladığını sezinledi. Geriye döndüğünde Etimolog Şur Çarup ‘la gözgöze geldiler. Genç kadın başlık penceresinin altında ışıl ışıl parlayan gözlerle kendisine bakmaktaydı. Kaptan Vaştar salt gözkapaklarını kapatıp açmak suretiyle güzel dil bilginine teşekkür ettiğini belirtmekle yetindi. Sonra, podyumu derin bir beğeniyle gözden geçirmekte olan Fotonist Kay Rem ‘e başıyla bir işaret verdi. Genç astronotun bu işaret üzerine imdat kapaklarına yöneltilen lazer tabancasından gözleri kamaştıran ince bir ışık sütunu fışkırdı. Astronotların tümünün bu andaki tek dilekleri; ışının imdat kapaklarını kesebilmesinden ibaretti. Bunda başarı elde edemedikleri takdirde; ölümün randevuya hiç de geç kalmayacağını kesinlikle biliyorlardı. Zira, sırtlarındaki oksijen tüpleriyle ve basıncı gitgide azalan kabin atmosferiyle çıkışı olmayan bir kapsülde ölümün kendilerine yaşama hakkı tanımayacağı ortadaydı.
Fotonist Kay Rem, sırtı arkadaşlarına dönük bir halde her iki kolunu son derece büyük bir sevinçle havaya kaldırmıştı. İmdat kapakları üzerinde daha ilk anda ortaya çıkan bir kesik, lazerin engel tanımayan kararlılığı karşısında hızla aşağı doğru inip durmaktaydı.
Fotonistin imdat kapakları üstünde açtığı koskocaman bir kapıdan içeri saldıran sapsarı bir güneş ışığı, sevinç nağraları atan astronotların bal rengi giysilerini bir anda yaldızlar içinde bıraktı ve hemen arkasından komuta kabininin derinliklerini güneş rengine boyadı.
Şaşkınlığı sona erdiğinde; Kaptan Çi Vaştar, Etimolog Şur Çarup ‘u göğsüne yarı yarıya sıkışmış bir halde, büyülenmiş gözlerle kabinden dışarıya bakarken buldu.

(Hikmet BARLIOĞLU (1933 – 2003) ‘nun
Ana Karnına Dönüş İsimli Kurgubilim Roman ‘ından > 168-191/731)

İsmet Barlıoğlu
Kayıt Tarihi : 1.9.2007 10:22:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

İsmet Barlıoğlu