Ana Karnına Dönüş - 1.7

İsmet Barlıoğlu
1529

ŞİİR


6

TAKİPÇİ

Ana Karnına Dönüş - 1.7

1.7
Analiz ve Sentez Ünitesi

Yıldızlararası Uzay Gemisi Foton 1 ‘de yakıta gerek kalmamıştı. Zira, gemi bir türlü kurtulamadığı paradoksal rotada serbest düşüş halindeydi. Dünya ile ayın manyetik çekim alanları çevresinde, bu alanların ortak manyetik etkisiyle dönüp duruyordu. Her iki etki alanına en yakın noktası, çekim alanlarının teğetteki sıfır noktasıydı. Gemi bu noktayı her geçişinde, önce dünyanın, sonra da ayın çekim çekim alanları çevresinde tur tamamlamak zorunda kalıyordu.
Foton 1 ‘de yakıt mevcudu kendi miktarını korurken enerji tüketimi her an biraz daha artıyor ve enerji göstergeleri sürekli azalma gösteriyordu.
Kaptan Çi Vaştar komuta kabininde sinirli adımlarla dolaşmakta ve öfkeli bir tutumla sağ yumruğunu sol avucuna vurup durmaktaydı. Bir ara yerine oturmaya bile gerek görmeden, öne eğilerek enerji merkeziyle bağlantılı iç görüşme tuşuna dokundu:
- Rem…
Kanaldan zorlukla duyulabilen cılız bir ses yükseldi:
- Rem kanalda kaptan.
- Komuta kabinine iç enerji ver. Bu pozisyonda ünitelerle bağlantı kurma olanağı bulamıyorum. Ana podyumu ancak iç enerji verirsen kullanabilirim.
- Bunu yapabileceğimi pek sanmıyorum kaptan.
- Üreteçler devreye girmiyor mu?
- Girdikleri söylenemez kaptan. Tümü sekizinci devrede.
- Birini komuta kabinine bağlamalısın.
- Mevcutla yetinmelisiniz kaptan. Enerjiden ekonomi yapmak zorundayız. İmdat bobini izin verirse; enerjinize çok az bir katkı sağlayabilirim.
- Sağla şunu.
- Evet buna olanak var.
Kanaldaki ses birdenbire yükselip kolaylıkla duyulur bir tona kavuşmuştu. Bununla aynı anda, komuta kabininin bir duvarını boydan boya kaplamakta olan devimsi bir kapağın otomatik bir hareketle geri açıldığı ve ılımlı bir inişle aşağı doğru düşerek bilgisayar ekranını gözler önüne serdiği, ekran altında bir taraça oluşturduğu, bu biçimde ortaya çıkan geniş bir podyumda sayısız üç boyutlu hayallerin kaynaşmaya başladığı görüldü. Bu podyumun ortaya çıkışını, komuta masasının sağ ve solundaki iki küçük podyumun göreve girmesi ve kabin ışıklarının güçlenmesi izledi. Her üç podyum bir türlü güçlenip durulmayan hayallerle dolup dolup taşmaktaydı. Ana podyumdaki hayaller birbirine karışıp dururken Kaptan Çi Vaştar:
- Oldu Rem. Diye seslendi. Seni podyuma almak istiyorum.
Komutanın, sağdaki küçük bilgisayarın tuşlarından birine dokunması üzerine, küçük podyumdaki parazit hayaller kayboldu ve Fotonist Kay Rem podyumda cisimleşti. Kaptan Vaştar, boşlukta döşemeye paralel olarak duran, ayaksız ve desteksiz bir yüzeyden ibaret bulunan manyetik taburesine oturdu. Önündeki podyumu dolduran üç boyutlu görüntüye seslendi:
- Rem, ekonomiyi dış enerjiden yapamaz mısın?
Fotonist doğrudan komutanın gözlerinin içine bakarak başını salladı:
- Olanaksız kaptan. Üreteçlerin altısının birden dış enerji hizmetine sokulması gerek.
- Dış enerjinin kendi üreteçleri buna yeterlidir.
- Değildir kaptan. Çünkü bunlardan hiçbiri çalışmıyor. İç enerji üreteçleri şu anda dış enerji hizmetinde.
- Ne ölçüde ekonomi yapabilirsin? Bu husustaki limitin nedir?
- Limitim yok kaptan. Hiç ekonomi yapamam.
- İlle yap dersem?
Fotonist gülümsedi:
- O zaman, gemiye kabinde uçarak komuta etmeniz gerekebilir kaptan.
Kaptan karşılık vermedi. Fotonist Kay Rem podyumda öne doğru yürüdü:
- Serbest düşüş halindeyiz kaptan. Yani ağırlığımız yok. Bu durumda, gemi içinde havada uçmamız gerekir ama uçmuyoruz. Zira, yeryüzündeki çekime paralel tutulan yapay bir yerçekimi sayesinde öz ağırlıklarımızı korumaktayız. Çünkü; Foton 1, bir yandan paradoksal rotada uçmakta, bir yandan da kendi ekseni çevresinde dönüp durmaktadır. Bu dönüşü sağlayan ise gemiye bağlanmış olan dış enerjidir. Bu koşullar altında dış enerjiyi kesmeye kalkışırsak, eksen dönüşü durur ve haliyle ağırlığımız ortadan kalkar. Biz buna razı olsak bile, gemi razı olmaz; varlığı tehlikeye düşer. Zira, kozmik toz zerrelerini gemiden uzak tutan itici kalkanlarımızdır ve bu kalkanlara görev yapma olanağı sağlayan ise dış enerjidir. Enerjiyi kesersek kalkanlar görevden çıkar ve ilk kozmik toz zerresinin dokunuşunda da Foton 1 parçalanıp darmadağın olur.
- Dış enerjiyi aralıklı olarak kullanamaz mısın Rem?
- Bu çok rizikolu ve çok sorumsuzca bir davranış olur kaptan. Çünkü; milyarlarca kozmik toz zerresinden hangisinin hangi zaman gemiye çarpacağını bilemeyiz.
- Böyle bir riziko göze alınamaz mı?
- Sanmam kaptan. Zira, eksen dönüşü durdurulursa; gemideki tüm canlı ve cansız cisimler ağırlıksız kalacaklardır. Bu koşullar altında geminin içi havada yüzen bağımsız cisimlerle dolacak, bunları kontrol altında tutmak daasla kolay olmayacaktır. Enerji kalkanlara ve eksene yeniden bağlandığında; yeni çevresel dönüşler başlayacak, gemideki tüm cisimler yeniden ağırlık kazanacak fakat bu kere, eskiden bulundukları yerlere değil, rastgelebildikleri yerlere düşeceklerdir. Bu kadarı bile gemiyi gemi olmaktan çıkaracak, beklenmedik durum ve tehlikelere yol açacaktır. Ayrıca, hiçbir astronotun peryodik bir çekime ve çekimsizliğe dayanabileceğini pek sanmamaktayım. Zira, enerjiyi aralıklı kullandığımızda; çekim ve çekimsizlik yani ağırlık ve ağırlıksızlık ardarda ortaya çıkacak, en azından personel bu benzeri görülmemiş değişkenliğe uyum gösteremeyecek ve bu tür bir uygulama belki de onların ölümüyle sonuçlanacaktır. Eksen dönüşünün Foton 1 ‘e yapay bir yerçekimi sağladığını biliyorsunuz kaptan. Bu önemli bir roldür. Dönüşün ikinci rolü ise; sanırım bundan da önemlidir. Çünkü; eksen dönüşü geminin hep aynı yanının güneşe dönük durmasını engellemektedir. Foton 1, bu dönüş sayesinde güneşe dönük olmayan yüzünü soğutabilme olanağını bulmakta, sonra bu soğumuş yüzünü güneşe çevirip akkor duruma gelmiş bulunan yüzünü güneşten kurtarıp soğutmaya çalışmaktadır. Enerjiyi aralklı kullanmaya kalkıştığımızda, bu nedenle geminin güneşe dönük bulunan yüzünün akkorlaşmasına yol açılacağı, bunun da Foton 1 ‘e felaket yağdıracağı ortadadır. Sonuç olarak şunu söylemek zorundayım: Dış enerjinin aralıklı olarak kullanılmasına yıldızlararası uzayda belki olanak bulabiliriz ama güneş uzayında asla. Ve ne denli yazıktır ki; biz henüz güneş uzayındayız. Tüm bu nedenlerle kaptan, enerjiden biraz daha yararlanalım derken, onarılması olanaksız yaralara yol açacağımızdan korkarım.
Kaptan karşılık vermeden dinliyordu. Fotonist podyuma o denli yaklaştı ki; podyumda salt gözleri kaldı:
- Eksen dönüşünün ilk duruşundan sonraki başlamasının hiçbir astronotun hoşuna gideceğini sanmıyorum kaptan. Zira, bir tek gravitelik bir ivme, mevcut hızı her bir saniyede tam kırk kilometre arttırır. Eksen dönüşünün durmasıyla düşecek olan hızımızın yeniden yörünge hızına ulaşması için onbeş dakikalık bir zaman gerekmektedir. Bu süre içerisinde herkes, kendini, kendi ağırlığının tam iki katı bir ağırlıkta bulacaktır. Bu bir bakıma, benim sırtıma benim ağırlığımda bir ikinci Kay Rem ‘in binmesi demektir. Dahası var kaptan. Enerjiden yararlanmak için eksen dönüşü durdurulursa; bu duruş kendisiyle birlikte yeni bir ağırlıksızlık getirecektir. Bu koşul altında; sırtımızdaki ikinci ağırlığın kalkması yeterli olmayacak, onu izleyerek kendi öz ağırlığımız da uçup gidecektir. Sonra herkes, ikinci adamın yeniden gelip sırtına binmesini bekleyecek ve bundan da çok büyük bir huzursuzluk duyacaktır. Yani “Ha geldi, ha geliyor, ha gitti, ha gidiyor.” diyerek. Başkaları bir yana kaptan, şahsen siz, böyle bir şeyden hoşlanacağınızı sanıyor musunuz?
Kaptan can sıkıntısıyla başını salladı:
- Sanmıyorum Rem.
Fotonist bu kez podyumda küçülüp minyatür bir insan halini aldı:
- Öyleyse komuta kabinine tahsis ettiğim yarım üreteçle yetinmeye karar vermiş bulunuyorsunuz demektir kaptan.
Komutan podyumdaki minyatür adamın çevresindeki bir takım aygıtlarla uğraşmasını izlerken sözü değiştirmek zorunda kalmıştı:
- Sinyal bilgisayarlarındaki dış enerji ne durumda Rem?
- Yeterli sayılır kaptan.
- Teşekkürler Rem. Rotayı ana podyuma al.
- Başüstüne kaptan.
Fotonist Kay Rem podyumda eriyip kayboldu. Podyum parazit hayallerle kaynaşmaya başlarken kaptan başını kaldırıp karşısındaki duvarı boydan boya kaplayan ana podyuma baktı. Podyumda Yıldızlararası Uzay Gemisi Foton 1 ’in izlediği paradoksal rota cisimleşmiş bir biçimde göze çarpmaktaydı. Çevrede, uzaklarda, simsiyah bir fon üstünde, mültimilyarlarca yıldızdan oluşan Samanyolu bulutları yer almıştı. Uzaklardan beliren küçücük gök cisimleri akın akın podyuma saldırmakta, yakınlaştıkça irileşmekte ve podyumun önünden kabine düşercesine kaybolmaktaydılar. Bunun hemen arkasından, gözler önüne serilen mavi-yeşil bir top biçimindeki dünya, podyuma komuta kabininden giriyormuş izlenimi uyandıran ve sağdan sola içerlek bir yarım daire üstünde döne döne ilerleyip uzaklaştıkça küçülerek ve yakınlaştıkça irileşerek podyumdan çıkmakta, hemen arkasından aynı podyuma ay girmekte ve aynı biçimde ilerleyip podyumu terk etmekteydi.
Kaptan Vaştar gözlerini ana podyumdan ayırıp masasının önündeki parazit taramalı küçük podyumlu bilgisayarın tuşlarından birine dokundu. Bu dokunuşla aynı anda Teğmen Vag Lom ‘un başı podyumda cisimleşti.
- Vag.
- Selam kaptan.
- Sinyal bilgisayarlarında pozisyon nedir?
- Pozisyon normal kaptan. Tümü otomatik sinyal veriyor.
- Yanıt kayıtları ne durumda?
- Kayıtlar boş kaptan. Yanıt yok.
Kaptan Vaştar eliyle çenesini oğuşturdu:
- Peki, bu durum seni şaşırtmıyor mu?
Teğmen Vag Lom ‘un başı podyumda beline dek cisimleşti:
- Şaşkınlığımı tanımlayabilmem olanaksız kaptan. Bilgisayarlar otuzaltı saatten bu yana aralıksız sinyal veriyorlar.
- Ve tek yanıt alamıyorlar?
- Alamıyorlar kaptan.
- Bu konudaki düşüncelerini öğrenmek isterim Vag. Dünyayla bağlantı kurmamıza engel olan nedir?
- Geçerli tek engel düşünemiyorum kaptan. Paradoksal rotanın bir kesiminde dünyayla radyo bağlantısı kuramayışımız normal. Yani ayın çekim çemberinin dış yarı alanında. Bildiğiniz üzere; bu kesimde gemi ayın arkasında kalıyor ve haliyle haberleşmeyi ay engelliyor. Bunda da anormal bir şey olduğu söylenemez. Zira, elektromanyetik dalgaların, ışık hızıyla yayılmalarına rağmen ayın kütlesini aşamadıklarını bilmekteyiz. Fakat dünyanın manyetik çekim alanının çevresinde dönerken bu dalgaların engelle karşılaşmaması gerek. Hal böyleyken, hiçbir yanıt alamayışımıza ne anlam vermemiz gerektiğini ben bile pek kavrayamıyorum.
- Bana dünya için bir kanal aç Vag.
- Yararı olacağını sanmam kaptan. Böyle bir girişim jeneratörlerin üretebildiği gücü boşa tüketmekten öte hiçbir fayda sağlamaz.
- Başka çıkar yolumuz yok.
- Karar sizin kaptan.
Teğmen Vag Lom podyumda eriyip silindi. Podyum parazit çizgilerle kaynaşmaya başladı. Kısa bir süre sonra kaynaşmalar durdu ve Teğmen Vag Lom yeniden podyumda cisimleşti:
- Kanal hazır kaptan.
- Teşekkürler Vag.
Kaptan manyetik taburesinde yan döndü. Çalışma masasını dolduran göndericilerde, anlamları ilk bakışta çıkarılamayan bir seri minik ışık yanıp yanıp sönmeye başladı. Bunlar arasında yer alan ve ses frekansına uygun bir biçimde yanıp yanıp sönen yeşil bir ışık harekete geçer geçmez, gizli hoparlörlerden mekanik bir ses yükseliverdi:
- Haberleşme birimi mesaj göndermeye hazırdır… Haberleşme birimi mesaj göndermeye hazırdır… Haberleşme birimi mesaj göndermeye hazırdır…
Yıldızlararası Uzay Gemisi Foton 1 ‘in komutanı Kaptan Çi Vaştar, sözcükleri tek tek belirte belirte mikrofonik bir sesle konuşmaya başladı:
- Yıldızlararası Uzay Gemisi Foton 1 Arkol Uzay Üssü ‘nü arıyor… Foton 1 komutanı Kaptan Çi Vaştar Arkol Uzay Üssü ‘nü arıyor… Yanıt verin… Bizi duyuyor musunuz? .. Uzay Üssü, lütfen yanıt verin…
Kaptan Çi Vaştar ‘ın dünyayla bağlantı kurma yolundaki bu çabaları uzadıkça uzadı fakat sonunda hiçbir yarar sağlamadı. Girişimlerini sona erdirmek zorunda kalan kaptan, taburesinde sağa dönerek mini podyuma yeniden başvurmaktan öte çıkar yol bulamadı. Başıyla podyumu doldurduğu görülen Teğmen Vag Lom:
- Üzgünüm kaptan. Dedi. Faydası olmayacağını söylemiştim.
Kaptan alnında biriken terleri silmekteydi:
- Kanallarımızda hasar var mı Vag?
- Yok kaptan. Tümü sağlam ve tümü görevde.
- Öyleyse nedir bu sessizlik?
- Bilemiyorum kaptan. Gerçekten çözülmesi çok zor bir problem bu.
Kaptan ister istemez öfkelenmeye başlamıştı:
- Peki ama ne oldu bu adamlara? .. Geberdiler mi? .. Üstlerine ölü toprağı mı serpildi? .. Sinyallerimizi alamıyor bunlar galiba… Bağlantılarımız ve ilişki kurma konusundaki çabalarımız tümüyle boşa çıkıyor… Ne var bunun altında Vag? ..
Teğmen Vag Lom podyumda boynunu büktü:
- Sizden fazla bir şey bilemiyorum kaptan.
Kaptan Çi Vaştar ana podyuma baktı. Podyumun derinliklerinde, biri obirinden bir hayli büyük iki nokta halinde görünmekte lan dünya ile ay hızla öne doğru gelmekte, geldikçe; biçimleri daha bir iyi ortaya çıkmakta, podyumun önüne doğru döne döne yakınlaşan kürelerin ilerledikçe birbirinden ayrıldıkları, sonunda; kabine düşercesine kayboldukları görülmekte, bu nedenle Foton 1 ‘in kürelere ait manyetik çekim alanlarının teğet noktasından geçtiği kolaylıkla anlaşılmakta, yeniden podyumda yer alan ayın nherbir yanını göstere göstere dönüşü geminin ayın çekim çemberinde dönmeye başladığını belirtmeye yetmekteydi.
Kaptan bakışlarını küçük podyuma çevirmişti:
- Uzaydan, dünya dışı sinyal kaydımız var mı Vag?
- Ne yazık ki böyle bir kaydımız yok kaptan.
- Sence sinyal alış-verişini engelleyen ek bir enerjiden söz edilebilir mi?
Teğmen Vag Lom duraladı:
- “Ek enerji” sözcükleriyle anlatmak istediğiniz nedir kaptan?
- Soruyu şöyle sorayım Vag: Bizim dış enerjimizin karşısında bir başka dış enerji yani bir yabancı enerji bulunduğu düşünülebilir mi? Ve ortada böyle bir karşıt enerji bulunsa; bu bizim yayınlarımızı engelleyebilir mi?
- Herhangi bir karşıt enerjinin bizim yayınlarımızı etkisiz duruma getirebileceği elbette ki düşünülebilir kaptan. Ancak, böyle bir enerjinin bizim yayınlarımızı etkisiz duruma getirebilmesi için, jeneratörlerimizin gücünden daha üztün bir jeneratör gücüne sahip olması gerek.
- Güç bizimkinden zayıf olsa?
- O zaman elektromanyetik dalgalarımızı etkisiz duruma getiremez fakat dalga boylarımızı bozabilir. Karşıt enerji güçlüyse dalga yutulmak suretiyle de yokedilebilir. Bu tür bir güç, isterse; dalgaları bizim istemediğimiz yönlere dahi yansıtabilir.
- Böyle bir enerjinin varlığından kuşkulanmak aklına hiç gelmedi mi Vag?
- Gelmedi kaptan. Neden gelsin? Özür dilerim kaptan, acaba uzayda düşman varlıklar bulunduğundan mı kuşkulanıyorsunuz?
- Olamaz mı Vag?
- Sanmam kaptan. Böyle bir şeye ancak uzay romanlarında, uzay filmlerinde rastlanabilir. Bilinmeyen varlıkların veya kimliği belirsiz uzay gemilerinin bilinmeyen yöntemlerle, bizi içine düşürebilecekleri bir kaos yaratmaları, büyük sayıdaki tayfanın acımasızca canına okumaları, gemimizi yolundan alakoyup paradoksal bir rotaya sokmaları, böyle bir rotada fırıldak gibi çevirip durmaları, bizimkinden güçlü bir enerjiyle enerjimizi nötralize ederek haberleşmemizi engellemeye çalışmaları, biraz fazla romantik düşünce sayılmaz mı? Hayır kaptan, ben böyle bir dış enerjinin varlığına inanmıyorum.
- Nedenin var mı?
- Var.
- Açıkla.
- Kaptan, ortada herhangi bir karşıt enerji bulunsaydı, elektromanyetik dalgalarımızın kendi enerji alanımızda yutulup ortadan kalkması veya en azından yansıması gerekirdi. Oysa; göndericilerimiz, dalgaların uzayda düzenli olarak yayınladıklarını belirtiyorlar.
Kaptan Vaştar sözü değiştirdi:
- Az önceki mesajım banda geçti mi Vag?
- Geçti kaptan.
- Çağrıyı kanala bağla.
- baş üstüne.
- Teşekkürler Vag.
Kaptan Vaştar mini podyumu parazit hayallere bırakırken bakışlarını ana podyuma çevirdi. Podyumdaki cisimlerde eskisine oranla hiçbir değişiklik yoktu. Yıldızlararası Uzay Gemisi Foton 1, yakalanmış bulunduğu paradoksal rotadaki tutsak ve amaçsız uçuşunu sürdürüyor, kendisi podyumda yer almadığı halde, uzak yıldızların hızla yaklaşıp büyümesinden teğet kolonunda yoluna devam ettiği kolayca anlaşılıyordu.
Kaptan mini podyumlu bilgisayarlardan birinin tuşlarından birine daha dokundu. Podyumdaki parazit hayallerin yerini podyumda cisimleşen revir aldı. Revir, podyumda oluşan bir soldan sağa panla ve tüm üniteleriyle birlikte kaptanın gözleri önünden geçti. Üniteler baştanbaşa boştu.
- Komuta Doktor Emmol Lek ‘i arıyor…
Podyumdan geçip durmakta olan cisimleşmiş hayallerin üzerinden mekanik bir ses yükseldi:
- Doktor Emmol Lek Analiz ve Sentez Ünitesi ‘ndedir… Dördüncü kanal not alınmıştır… Doktor Emmol Lek Analiz ve Sentez Ünitesi ‘ndedir…Dördüncü kanal not alınmıştır…
Kaptan Çi Vaştar not alınan kanalla bağlantı kurar kurmaz; podyumda Analiz ve Sentez Ünitesi cisimleşti. Ünite oldukça geniş bir salondan ibaretti. Tam karşıdaki duvarın yerden yüksek bir kesiminde dikdörtgen biçimli bir kapı göze çarpmaktaydı. Elektronik aygıtlarla güçlendirildiği ilk bakışta anlaşılan bu kapının önüne dek gelip oradan aşağı kata inen bir yürüyen band vardı ve bu band hareket halindeydi. Üstü dolu olarak kontrol uzaklığına yaklaştıkça; kapı otomatik bir hareketle alttan yukarıya doğru açılıyor, emici bir güç bandın üstündeki yükü içeri çekiyor ve kapı hızla aşağı inip kapanıyordu. Kapının solunda küçük bir pencere yer almaktaydı. Bu pencere kapının hareketlerini çok az bir süre farkıyla izliyor, kapının her açılışında kapanıyor, her kapanışında açılıyordu. Duvarın artakalan kesimlerinde sayılamayacak kadar çok aygıt mevcuttu. Bunlardan bazılarının üstlerindek rengarenk lambalar birbiri ardı sıra yanıp yanıp sönüyor, bazılarındaki göstergeler türlü alçalış ve yükselişler kaydediyor, şeffaf bazı borulardaki bazı renkli sıvılar ritmik kaynamalar yapıyor, bazı sayaçlardaki rakamlar büyük bir hızla değişiyor ve aygıtların tümünden mırıltıyı andıran derin uğultular yükselip duruyordu.
Doktor Emmol Lek ‘le Etimolog Şur Çarup ünitedeydiler. Emmol Lek ‘in sırtında radyoaktiviteye dirençli, beyaz bir önlük vardı. Ayaklarında, boğazları önlük altında kaybolan koyu renkli çizmeler, ellerinde bileklerini göstermeyen kurşun liflerinde yapılma eldivenler, yüzünde olastik bir maske, başında saçlarını örten bir baret, gözlerinde ikidebir renk değiştiren gözlükler göze çarpmaktaydı. Önlüğünün sağ ve sol yakalarında sese boyut kandıran rozet biçimli mikrofonlar ve göğsünde yukarıdan aşağı inmekte olan telekontrol düğmeleri mevcuttu.
Etimolog Şur Çarup ‘un giyinişi doktorun giyinişine pek benzememekteydi. Sırtında saydam bir giysi vardı. Başı saydam ve küresel bir başlığın içindeydi. Sırtında, kendisine başlık içinde solunum sağlayan bir seri mini pil bulunmaktaydı. Ayaklarına altları düz olan manyetik düzengeçli patenler takmış, ellerini radyoaktivite geçirmeyen eldivenlerle koruma altına almıştı. Kendisi pencerenin az ötesinde çalışmaktaydı. Tam önünden ince metalden yapılma yürüyen bir band geçmekteydi. Yerden bir metre kadar yüksekte bulunan bu band üniteye alt kattan geliyor, pencerenin tam önünden yukarıya çıkıyor, yatay bir biçimde ilerleyip manyetik bir taburede oturan genç kadının önünden geçiyordu. Bandın az ilerisinde, kapıyla pencerenin tam ortasında yer alan saydam bir duvar üniteyi iki büyük bölüme ayırmaktaydı. Doktor Emmol Lek bu saydam duvarın ötesinde kalmıştı. Önünde alt kattan bu kata yük çıkaran bir asansör vardı. Yanından, Şur Çarup ‘un önündekinin benzeri olan genişçe bir band geçmekteydi. Band duvardaki kapıya dek yatay ilerliyor, kapı önünden aşağı kata dikey olarak iniyordu. Doktorun taburesi önündeki döşeme büyük bir dikdörtgen halinde kesilmişti. Gerektikçe, bu kapak peryodik hareketlerle yana kayıp açılıyor, alt kattan gelen ve düz bir yüzeyden ibaret olan asansör yükseliyor, işi bitinceye dek doktorun önünde bir çalışma masası gibi görev yapıyordu.
Kaptan Çi Vaştar Analiz ve Sentez Ünitesi ‘ni podyumda cisimleştirdiğinde; asansör, üstünde yaralar, kırıklar ve ezikler içerisindeki bir cesedi taşıyarak yukarı çıkmış ve doktorun tam önünde durmuştu. Komuta kabininden denetlendiğini sezinlemişe benzeyen Doktor Emmol Lek özenli davranışlarla asansör üstündeki cesedi yanındaki yürüyen banda aktardı. Boşalan asansör döşemede açılan geçitten geçip yeniden aşağı kata inerken yürüyen band, üstündeki cesetle birlikte duvardaki kapıya doğru ilerledi. Ceset elektronik gözün etki alanına girince manyetik kapı açıldı ve cesedin emilerek içeri alınmasından sonra kapandı. Boşalan band ise aşağı kata indi.
Doktor Emmol Lek ‘in sesi ünite hoparlörlerinden yükselmekteydi:
- Çarup… Seninle birlikte böyle bir görevde çalışacağımız aklımdan bile geçmemişti desem yalan olmaz. Böyle bir ünitede görev alacağını aklından bile geçirmemişsindir sanırım.
Etimolog Şur Çarup podyumunda cisimleşen Doktor Emmol Lek ‘e baktı:
- Haklısın doktor. Dedi. Böylesine bir ünitede görev yapmak zorunda kalacağımı hiçbir zaman düşünmemiştim. Bu belki de, kendi mesleğimle ilgili olmadığı içindir.
Doktor Emmol Lek podyumda eliyle saçlarını taramaktaydı:
- Evet, bunun içindir. Yıldızlararası bir uzay gemisinin analiz ve sentez ünitesinin özel bölmelerinde, ölmüş arkadaşlarının cesetlerini analiz etmenin, onların bedenlerinden kimyasal elementler üretmenin, bilinen-bilinmeyen yabancı dilleri incelemekle uzak-yakın herhangi bir ilgisi olmasa gerektir.
Genç kadın, açılan pencereden yürüyen banda dökülerek gönderilen renkli kristal zerrecikleri eldivenli elleriyle yayıyor, aralarından seçtiği bazı cisimleri duvar dibindeki bir emiciye doğru savuruyordu:
- Başa gelen çekilir doktor.
- Bu benim başıma bir ikinci kez gelse, doğrusu ben çekemem.
- Ben de çekebileceğimi pek sanmıyorum. Bundan önce bu ünitenin görevleri konusunda hiçbir bilgim yoktu. Bu konuda meraklanıp kısa bir kayıt bile incelemiş değilim. İnan ki doktor, bu anda bile bu ünitenin ne yaptığını, ne ettiğini, buradaki işlemlerin ne fayda sağladığını bilmiyorum. Bildi ve gördüğüm tek şey; arkadaşlarımızın cesetlerini veya kalıntılarını senin o bandla şu manyetik bölmeye gönderdiğin, benim de pencereden gönderilen şu renkli zerrecikleri ayıklamaya ve düzenlemeye çalıştığımdır.
Doktor Emmol Lek, podyumda yeni bir asansörü boşaltırken:
- Haklısın. Diye homurdandı. Esasen senin bir ikinci kere böyle bir ünitede çalışmanı isteyecek değilim. Böyle bir istek en azından katı yüreklilik olur. Yine de, belki bazı koşullar altında bir analiz ve sentez ünitesinde çalışman gerekebilir düşüncesiyle sana bu ünite konusunda bazı bilgiler vermekte yarar görüyorum.
Doktor Emmol Lek, asansörden aldığı ezilmiş yeni bir cesedi yanındaki banda aktarırken sözlerini sürdürdü:
- İnsanlar doğarlar, yaşarlar ve ölürler. Bu bir kuraldır. Değiştirilemez. Kişiye salt yaşamak için çaba göstermek kalır. Bu çaba, karşısında bulduğu zevke veya acıya göre değer kazanmaktadır. Kişi, acıdan kaçıp zevke yöneldikçe yaşar, yaşantısı uzanır. Zevkten kaçıp acıya yöneldikçe ölüme yaklaşır ve yaşantısı kısalır. Çabadan beklenen zevki çoğaltmak ve acıyı azaltmaktır. Çaba zevki azaltıyor ve acıyı çoğaltıyorsa yaşamın tadı yoktur ve ölüm yaşama hükmetmeye başlıyor demektir. Doğum ve ölüm yaşantının iki ucudur ve yaşantı bunlar arasındaki uzaklıktır. Yaşam ve ölüm birbirinin alternatifidir. Yaşamın olduğu yerde ölüm, ölümün olduğu yerde yaşam yoktur. Ölüm bir bakıma yaşamla başlar. Nitekim, her doğan doğduğu andan itibaren ölüme doğru yürür. Doğanın doğumdan önce ve ölenin ölümden sonda yapabileceği hiçbir şey mevcut değildir. Onlar için bu konuda yapılması gerekenleri başkaları yapmak zorundadır. Birisi ölünce onun için yapılması gerekenler bellidir ve kolaydır. Koşullara, durumlara, yerlere, insanlara ve geleneklere göre bazı törenler yapılır, ceset gömülür veya yakılır, nehire veya denize atılır ve herşey biter. Uzayda ise bu iş oldukça zordur. Ölenin gömülebileceği herhangi bir toprak parçası veya içine atılabileceği herhangi bir nehir veya deniz yoktur.
Doktor Emmol Lek ‘in küçücük bilgisayarının podyumunda başını öne doğru eğen genç kadın belli belirsiz bir üzüntüyle mırıldandı:
- Geriye yakmak kalıyor.
Doktor Emmol Lek homurdandı:
- O tür ilkel yöntemlerden söz etmek bile istemem. Yakmak; yüzyıllar öncesi Avrupa ‘sının en yeni yöntem sanarak gururla uyguladığı en ilkel metodlardan biridir. Ki; bu metot onun bu gururlanmasıyla alay edercesine, kendisinden de önceki Asya ‘nın Avrupa ‘dan yüzyıllar önceki Hindistan ‘ında ölülerin yakıldığı ve küllerinin ya Ganj Nehri ‘nin sularına, ya da Himalaya Dağları ‘nın yamaçlarına savrulduğu yolundaki bilgilere işportada satılan bilgi bankalarında bile kolayca rastlanabilmektedir. Hatta, göksel dinlerden olan Müslümanlığın döneminin Hindistan ‘ında ortaya çıkan Ahmediye Mezhebi ‘nin yandaşlarının ölünün gövdesini üçe böldükleri, bir parçasını Ganj Nehri ‘ne attıkları, bir parçasını yakıp küllerini rüzgarda savurdukları ve bir parçasını da toprağa gömdükleri, ancak bunun geçersiz bir mezhep sayılması yönünden gerçek Müslümanlar arasında önemsenmediği geçmişten gelen bilgiler arasındadır. Önü-sonu itibariyle bunlar çok eski dönemlerin uygulamalarıdır ve günümüzde uygulama alanı bulamamışlardır. Uzay yolculuklarında ölülerin ortadan kaldırılması konusunda başvurulan başka çözüm yolları bulunduğunu bilmekteyiz. Yıldızlararası bazı uzay gemilerinde cesetler buzluklarda saklanmaktadır. Fakat bunun pek hoşa giden bir yöntem olduğu ileri sürülemez. Zira, ceset sayısı çoğaldıkça buzluk kapasitelerinin de arttırılması gerektirmektedir. Buzluk kapasitesinin büyütülmesi gerekli kapasitelerin azaltılmasına bağlıdır ve bu da gemi için yarara değil, zarara yol açar. Kapasitenin arttırılamadığı hallerde cesetlerin buzluk dışında kalma olasılığı ortaya çıkar. Buzluk dışında kalan cesetlerin ise bozulacağı, çürüyeceği, kokuşacağı, gemide salgın hastalıklar çıkaracağı, sonunda yaşayanları ölüme götüreceği ortadadır. Özellikle, çok uzun yolculuklara çıkmış olan yıldızlararası uay gemilerinde bu yöntemlerin hiçbirinden yararlanma olanağı yoktur. Böyle durumlar için bulunmuş olan ve yıllarca uygulanan en iyi çözüm yolunun cesetleri asit banyolarında eritmek olduğu yolunda bazı bilgi bankalarında kayıtlar vardır. Bunun az-çok yararlı bir yöntem olduğu söylenebilir. Zira, bir cesedi nitrik asitle veya hidroklorik asitle dolu bir küvete yatırırsan, çok kısa bir süre sonra kemiklerini bile bulamayacağını kolaylıkla görürsün. Çünkü; bilinen asitler içinde en belalı sayılanlar bunlardır. Boş bir küvete birkaç cesedi birden sığdırmak veya üst üste yığmak çok zor, hatta olanaksızsa da, bu olanaksızlık hemencecik ortadan kalkar. Ta ki asit doygun bir eriyik halini alıncaya dek. Çünkü; doymuş bir asit artık bir çöpü bile eritemez.
Genç kadın koruyucu giysisi içinde tüylerinin diken diken olduğunu sanmaktaydı. Podyumda sağ elini soldan sağa sallayarak haykırdığı görülüp duyuldu:
- Korkunç bir yöntem bu doktor.
Doktor Emmol Lek sözlerini sürdürdü:
- Başka yöntemler de var. Fakat bu yöntemlerin geminin ağırlığı konusuyla çok yakın ilişkileri mevcuttur. Hafif bir gemi az enerjiyle yetinirse de, ağır bir gemi çok enerji tüketmek zorundadır. Sen kalkıp bir veya birkaç cesedi herhangi bir asit banyosunda eriterek yok etmiş olsan bile, senin bu akıllıca çözüm yolun geminin ağırlığında hiçbir değişiklik yapmaz. Zira, ağırlık gerçekte azalmamış, sadece biçim değiştirmiştir. Şimdi kalkıp bana belki de, ölenin başlangıçta gemiye sağ bindiğini, ölümünün esasen gemide ağırlık değişikliğine yol açmadığını söyleyebilirsin. Ama benim söylemek istediğim bu değildir. Ben ölümün geminin ağırlığını azaltma bakımından elde edilmiş bir şans kapısı olduğunu varsaymaktayım. Bana göre; o ki ölüm vukubulmuştur, öyleyse bu şans iyi kullanılıp geminin ağırlığında ölenin ağırlığınca bir azaltma yapılmalıdır. Çünkü bu, gemiye göze gelir bir enerji tasarrufu sağlayacaktır. Bu nedenlerle ne yapıp ne edip cesetleri gemiden çıkarmanın bir yolunu bulmak gerekmektedir. Bu hem gemideki diriler, hem de geminin ağırlığı bakımından yararlıdır. Diriler için iyidir, zira, onlar ölülerle birlikte yaşamayacaklardır. Geminin ağırlığı bakımından iyidir, zira, gemideki toplam ağırlık ölenlerin toplam ağırlığı oranında azalacaktır. Bunun ise yakıttan tasarruf sağlayacağı ortadadır.
Genç kadın şaşırmıştı:
- Cesetlerin gemiden çıkarılması çok garip bir şey doktor.
- Neresi garip?
- Sizce herhangi bir cesedin uzaya atılması garip değil mi?
Doktor podyumda başını yana çevirmiş olduğu için gülüp gülmediği belli olmuyor ve böyle bir durum sesinin tonundan da anlaşılamıyordu:
- Hayır. Bence garip olan cesedin uzaya atılması değil, atılmanın sonrasıdır. Zira, gemiden attığın hiçbir ceset atıldığı yerde kalmaz. Öylece geminin ardından gelir.
- Geminin ardından mı gelir?
- Geminin ardından gelir. Yani tıpkı geminin bir uydusu gibi. Çünkü; gemi, ardında tam bir çekim alanı yaratmaktadır. O nedenle, dışarı atılan bir cesedin bu çekimin etkisiyle gemiyi izlemekten başka yolu yoktur.
Etimolog Şur Çarup ‘un podyumda şaşkınlıktan işini bırakmış olduğu uyarı lambalarının birbiri ardı sıra yanıp sönmelerinden anlaşılmaktaydı. Nitekim, band önünden geçip durduğu halde, genç kadın tek işe el atmamakta, podyumda öylece dikilip durmaktaydı:
- Bir cesedin geminin ardından uçarak gelmesi hiç de hoş bir şey değil doktor.
- Hoş bir şey olmadığı kuşkusuz. Fakat yararı inkar edilemez. Böyle de olsa; bunun her zaman işleyebilen bir yöntem olduğunu savunamam. Zira, çok güçlü nedenlerim var. Özellikle şu içinde bulunduğumuz durumda.
- Ne özelliği var bu durumun?
- Düşünsene kızım: Kaosta tam 120 arkadaşımızı yitirdik. Parçalanmış, dağılmış, ezilmiş de olsa, elimizde tamı tamına 120 ceset var. Bu 120 cesedi gemiden dışarı attığımızı tasarlarsan, uzayın alacağı görünümün pek de iç açıcı olmayacağını kolaylıkla kavrarsın.
Genç kadının sarsıldığı görüldü:
- 120 Cesedin yıldızlararası bir uzay gemisinin ardından, tıpkı bir turna katarı gibi süzüle süzüle gelişini düşünmek bile istemiyorum Lek.
Doktor Emmol Lek, podyumda boyutlanmış ünitesindeki bazı göstergeleri incelerken sesi Çarup ‘un podyumunda yankılar yapmaktaydı:
- Şimdi, durum biraz daha kolay anlatılabilecek bir düzeye geldi sanırım. Senin de bildiğin üzere; bu 120 cesedi bozulmadan, çürümeden, kokmadan saklayabilecek bir buzluğumuz yok. Tümünü birden eritebilecek asit banyolarına da sahip değiliz. Buzlukların ve yanımız sıra taşınacak asitlerin yapım sırasında, gemiye yük olacağı ve ağırlığı arttıracağı düşünüldüğünden inşa planına koyulmadığı gemi kütüğünde kayıtlıdır. 120 Cesedin tümünü birden uzaya fırlatıp arkamızdan bir konvoy halinde gelmelerine ise zaten sinirlerimiz dayanmaz.
- Bu durumda tek çıkar yol; şimdi yaptığımız gibi onları yakarak yok etmek mi doktor?
Doktor Emmol Lek podyumda dikildi ve yine homur homur homurdanmaya başladı:
- Sinirlerimi bozan şu “Yakma” sözcüğünü ağzına alıp durmasana kızım.
- Neden Lek? Ayıp mı?
- Ayıp değil ama yanlış. Cesetleri bizim ilkel atalarımızın en ilkel ataları yakarak yok etmeye çalışmış. Yani mezarlıkları ortadan kaldırmak suretiyle dirilerin yerlerini ölülerle paylaşmamak için. Zira, ölülerden çok çekmiş zavallılar. Nitekim, en verimli topraklarını, hatta kentlerinin içini bile ölüleriyle paylaşmak zorunda kalmışlar. Ölülerin varlığı ve buyruğu altında yaşamaktan usanmışlar. Zira, yüzyıllar boyunca diriler ölüleri değil, ölüler dirileri yönetedurmuş. Düşünsene; kentlerinin en büyük alanlarında, diriler oturacak yer bulamazken ölülerin heykelleri dokunulmazlıklarını ilan etmişler. Adamlar ölülerinin tarihlerini okumak, ölülerinin dinlerine girmek, ölülerin gelenek ve göreneklerini benimsemek, ölülerin terbiyesini terbiye edinmek, ölülerin yasaklarına boyun eğmek zorunda kalmışlar. Onların bıraktıklarını korumakla yükümlü tutulmuşlar. Ölülerin koyagittikleri eskimiş kalelerden, geniş alanları kaplayan şatolardan, şuraya buraya diktikleri anıtlardan, artık kimsenin oturmadığı eskimiş konaklardan, daha da sayılabilecek bir yığın şundan bundan dirilere yaşayacak yer kalmamış. Ölülerin koyup gittikleri yasalarla doğar, evlenir, ölür olmuşlar ve ister istemez ölülerin dilleriyle konuşup durmuşlar. Bu nedenle ve hiç olmazsa; bir mezarlık yer kazanmak için bir ölüyü yakmalarını o ilkel atalarımıza çok görmemek gerektiği kanısındayım. Çünkü; bu onların zorunluluklar içinde bulabildikleri tek taktiktir. Cesetleri yakmak belki onlara yakışmıştır ama bize yakışmaz. Onun için de biz burada cesetleri yakarak yok etmiyor, tam tersine; onları değerlendiriyoruz.
- Ne tür bir değerlendirme bu doktor? Hala daha anlayabilmiş değilim.
Doktor Emmol Lek can sıkıntısıyla başını salladı:
- Önündeki band üstünde akıp giden kristal yığınlarıyla şu kapıdan içeri gönderdiğimiz cesetler arasında herhangi bir bağlantı kuramadığını zaten anlamıştım. Bu hep böyle olur zaten. İnsanlar, aralarında derin ayrılıklar bulunan varlıkları pek yakın edemezler birbirlerine. Zamanın yardımı olmaksızın varlıklar arasındaki temel benzerlikleri göremezler. Mikroskop altındaki tek bir sperm ile alabildiğine karmaşık bir yapısı bulunan insan arasında gereken ilintiyi kuramazlar. Yani o spermin sonunda bir insan olabileceğine anlatsan da inanmazlar.
Etimolog Şur Çarup kekeledi:
- Yani doktor, band üstünde akıp giden milyarlarca zerreciğin senin bandındaki o cesetlerle herhangi bir ilgisi bulunduğunu mu söylemek istiyorsun?
- Evet. Benim belirtmeye çalıştığım şey bu işte. Dinle kızım. Burası cesetlerin yakılması için yapılmış bir fırın değil, bir analiz ve sentez ünitesidir. Sen buna bir tür “Değerlendirme Reyonu” da diyebilirsin. Zira, bu ünitede, öz değerlerini yitirmiş bazı varlıklardan daha değişik değerler elde edilmektedir. Bu tür bir değerlendirme salt bu gemide; Yıldızlararası Uzay Gemisi Foton 1 ‘de gerçekleştirilmeye çalışılmış, bunda da az-çok başarı kazanılmıştır. Başarımızın ilk kanıtları işte o band üstünde akıp giden milyarlarca zerreciktir. Üzülerek belirtmek isterim ki; insanlık ölen insanların cesetlerini hala daha değerlendirememektedir. Az önce de anlattığım üzere; ölüler bazı ülkelerde yakılarak ortadan kaldırılmış, bazılarında deniz hayvanlarına atılmış, bazılarında kurda, kuşa ve börtü-böceğe yem edilmiştir. Oluşa oluşa yüzyıllardan günümüze gelmiş bulunan şimdiki anlayışımıza göre; bu israftır. Zira, insan vücudu sanıldığından da zengin bir hammadde kaynağıdır. Analiz ve Sentez Ünitesi bu gemiye işte bu düşünceyle eklenmiştir. Ünite bir analiz bölmesiyle bunun alt ünitelerinden oluşmaktadır. Analiz Ünitesi ‘ne getirilen ve bölmeye gönderilen her ceset, alt ünitelerin her birinde bir yığın işlemlerden geçirilerek ayrıştırılır. İçerdiği tüm kimyasal maddeler tek tek bulunup alınır ve bunla ya saf olarak, ya da sentezleri yapılarak depolanır.
Genç kadının derin bir şaşkınlığa düştüğü podyumdaki davranışlarından kolayca anlaşılmaktaydı:
- Aman Lek… Bunu asla düşünememiştim.
Doktor sözlerini sürdürmekteydi:
- İnsan bedeninin hem nicelik, hem de nitelik bakımından en önemli kaynağı kemiktir. Bunun ardından yağ, et ve pıhtı gelir. Olgun bir insanın bedeninde 206 parça kemik mevcuttur. Baştaki kemik sayısı 22, sağlam olmak kaydıyla; iki kol ve iki bacaktaki kemik sayısı 126 dır. Gövdede ise 52 kemik yer almaktadır. Yaşlı vücutlarda bu sayı benim söylediklerimden biraz daha az olabilir. Çünkü; bazı koşullarda, iki veya üç kemiğin birbiriyle kaynaşıp birleştiği çok görülmüştür. Elimizdeki cesetlerde kemik eksikliği söz konusu değildir. Zira, bunlardan her biri son derece büyük bir özenle seçilmiş olan genç astronotların cesetleridir. O bakımdan kemik tenörleri yani verimlilik oranları yüksektir. Bunlardan büyük miktarda elde edemeyeceğimiz tek eleman yağdır.
Doktor Emmol Lek birtakım göstergelere bakarak, birtakım düğmelere dokunarak, birtakım kapakları açıp kapatarak yapılması gereken işleri kontrol etti:
- Biz tıbda kemik ana maddesine “Osteosit” diyoruz. Bu ana maddede yani osteositte çok bol ölçüde tuz bulunur. Kemik trabakollerinde kalsiyumla kaynaştırılmış band takımları vardır. Kemik dokularından hem organik, hem de enorganik madde kaynağı olarak faydalanmaktayız. Bu bileşimde organik faydanın oranı yüksektir. O nedenle bu işlem üzerinde önemle durulmaktadır. Zira, organik bölümlerden katı protein elde etme olanağı vardır. Enorganik bölümlerden elde ettiğimiz maddeler şimdilik mağnezyum, potasyum ve kalsiyumdan ibarettir. Bunlara ek olarak bazı fosfat ve karbonatları ayrıştırabilme olanağına sahibiz. Tuzların kristalizasyonunda pek zorluk çektiğimiz söylenemez. Çünkü, bunlar zaten yarı kristalize durumdadır. Üretimde en az elde edebildiğimiz madde fluordur. Zira, fluorun oranı her insanın kemik dokusunda başka başkadır. Astronot arkadaşlarımızın cesetleri salt bu bakımdan umduğumuzu pek veremeyecektir kanısındayım.
Doktor Emmol Lek alt kattan çıkıp önünde duran ceset yüklü asansörle ilgilenmeden, boşa akıp giden bandın yanı sıra ilerledi ve manyetik kapının yanındaki bazı tuşlarla oynamaya başladı. Bu arada;
- Çarup… Diyerek sözlerini sürdürmekteydi. Biz burada bir tür dekalsifikasyon yapıyor yani kemikte bulunan madensel bileşenleri ayırmaya çalışıyoruz. Bunun yanı sıra kemik konusunda bir de kalsinasyon işlemimiz var. Bu işlem kemiğin organik bileşenlerini çözmek ve değerlendirmek işlemidir.
Doktor Lek podyumun sağında kalan bir aygıta doğru ilerleyerek parmağıyla bunu gösterdi:
- Şu gördüğün aygıt bir basınçölçerdir. Bu da manyetik bir çekme aygıtı. Bu ikisinin arasında gördüğün ise; bileşik bir basınç kompresörüdür. Bunun görevi basınç yaratmaktır. Şu anda her bir metrekareye 16 kiloluk bir basınç sağlamaktadır. İşlemin kemik bölümü için bu ölçüde bir basınç yeterlidir. Zira; kemik dokusu metrekarede sadece 15 kiloluk bir basınca dayanabilir. Basınç bu sınırı aşarsa doku ayrışır. Manyetik çekim aygıtımızın çekme gücü 11 kilograma programlanmış bulunmaktadır. Bu da, genellikle en çok 10 kilogramlık bir çekme gücüne direnebilen kemik dokusunu parçalamayı başarır. Bu iki gücün birlikte çalıştırılmadıklarını söylememe gerek yoktur sanırım. Nitekim bunlar nöbetleşe çalışmaktadırlar.
Şur Çarup ‘un meraklı sesi gizli hoparlörlerden yankılandı:
- Bu işlemlerde kemiklerin ne kadarı değerlendirilebiliyor doktor?
- Şöyle-böyle tümü diyebilirim. Bunun önemini belirtmek için sana şu kadarını söyleyeyim ki; bu ünitede kemiğin külü bile değerlendirilmeye alınmıştır.
Genç kadın şaşkınlığını belli etmemeye çalışmakla birlikte, Doktor Lek onun bu şaşkınlığını sezmiş gibiydi:
- Çarup… Diye seslendi. Sakın övünmek için söylediğimi sanma ama hemen belirtmek zorundayım ki; kemik külünün değerlendirilmesi konusundaki düşüncenin patenti bana aittir. Bana gelinceye dek her nasılsa kemik külünün değerlendirilmesi konusuna eğilen tek bir bilim adamı bile olmamıştı. Özetle söylemek gerekirse; bu projenin uygulanmasında kişisel katkım var. Bu projem sayesinde kemiğin külünden oldukça önemli ölçüde fosforit yani trikalsiyumfosfat elde edilebilmektedir.
Genç kadın kendini tutamayıp podyumda geriye doğru kaykılarak hafif bir kahkaha kopardı:
- Dünya eğer bir gün uzaydan gübrelenebilme şansı elde ederse; sanırım bu mutluluğunu sana borçlu olacaktır doktor.
- İstediğin gibi alay et. Dünya uzaydan gübrelenmeye çoktan razı ama ben değilim. Modasını çoktan yitirmiş bir dünya için, en değerli arkadaşlarımın küllerinden elde edilmekte olan gübreme kıyamam.
- Peki, kemik külünün ne kadarı fosforite çevrilebilir doktor?
- Aşağı-yukarı yüzde 83 ü.
Şur Çarup önündeki banda yığılarak gelen ve gelirken çevreye parıltılar saçmakta olan zerrecikleri gösterdi:
- Bunlar, şu gelen zerre yığınları fosfor değil mi doktor?
Doktor Emmol Lek homurdandı:
- Daha ilk bakışta tanıdığın için seni kutlamak isterim kızım. Bir etimolog için çok büyük bir başarı sayılır. Evet, bunlar fosfordur. Fosfor iyonları vücudun tüm hücrelerinde görülür. Biz bunu bu anda ölülerin dişlerinden, ölüm sırasında sidik kesesinde kalmış idrardan ve gödende kalmış dışkılardan çıkarmaktayız. Elde edilebilen miktar fazla değilse de, az da sayılmaz. Dişlerden dört, idrardan iki gram kadarlık bir şey. Bir o ölçüde de dışkıdan. Ama böyle 120 ceset söz konusu oldukta; bu miktar pek o denli azımsanamaz sanırım.
Doktor Lek sözlerinin önemini belirtmek istercesine eldivenli ellerini yanlara doğru açtı:
- İnsan vücudu çok değerli bir hazinedir. Vücutta iki tür madde vardır. Bunlar da; az önce söylediğim organik ve enorganik maddelerdir. Sana, vücutta bulunan enorganik maddelerin bir listesini çıkarsam inan ki şaşarsın.
- Bazılarını biliyorum ben.
- Olsun. Ben saydıkça; sen bilmediklerinin ne denli çok olduğunu anlayıp şaşacaksın. Vücutta; hidrojen, sodyum, potasyum, kalsiyum, magnezyum, demir, manganez, bakır, çinko, klor, iyot, oksijen, kükürt, azot, fosfor, karbon ve arsen mevcut olduğunu düşünmüş müydün hiç?
Genç kadın şaşkınlıkla duralamıştı:
- Doğrusu hayır.
- Bunlar sadece enorganik maddeler. Bir de organik olan maddeler var. Yani proteinlerden, karbonhidratlardan ve yağlardan oluşan maddeler. Vücudun yüzde kırkı bunlardan oluşmuştur. Bunun dışında da çok bol ölçüde sudan bahsedilebilir. O da “İnsan” denilen varlığın aşağı-yukarı yüzde 65-70 i.
Kaptan Çi Vaştar bir düğmeye dokununca, cisimleşmiş hayali Analiz ve sentez Ünitesi ‘nin duvarını boydan boya kaplayan bilgisayarın podyumuna yerleşiverdi. Sesi ünitenin gizli hoparlörlerinden yükselmekteydi:
- Cesetlerden elde ettiklerimiz analiz ve sentez için tükettiğimiz enerjiye değecek mi Lek?
Doktor Emmol Lek kaptanın ansızın devreye girişinden pek etkilenmişe benzemiyordu. Bir düğmeye dokunup komuta kabinini podyumda cisimleştirdikten sonra:
- Hiç kuşkun olmasın Vaştar. Diye seslendi. Esasen analiz ve sentez için tükettiğimiz enerji dikkate alınmayacak derecede az. Zira, enerji tüketimi sadece ilk birinci saat için söz konusu. Bu sürede cesetlerden elde edilen enerji, gerekli olan çekimi ve basıncı sağlamaya yetti de arttı bile. O andan bu yana artık enerji kullanılmıyor. Çünkü ünite kendine dönüşlü olarak çalışmaktadır. Vücuttaki organik maddelerin yanıcı olduklarını biliyorsundur sanırım. Evet, bu maddeler yanarlar ve yanarken enerji yaratırlar. Bu nedenle ayrışan cesetlerden açığa çıkan enerji optik sistemle güçlendirilip kondansatörlere aktarılıyor, orada yeterli kapasiteye ulaşınca enerjiye dönüşüyor ve bu böylece sürüp gidiyor.
- Ceset değerlendirilmesinde ön plana kemikleri mi alıyorsunuz Lek?
Doktor Emmol Lek öteden beri yaptığı üzere homurdanmaktan kendini alamadı:
- Vücudu oluşturan obir elemanlara oranla kemiklere pek bir ayrıcalık tanıdığımız söylenemez Vaştar. Tüm elemanlara verilen önem aşağı-yukarı birbirinin aynıdır. Değişen sadece elde edilen ürünler ve bunların miktarları. Normal olarak her bir bileşen kendi içinde değerlendiriliyor. Amacımız elbette ki en büyük faydayı sağlamak. Örneğin; ünitemiz şu anda dördüncü alt ünite çalışması yapmaktadır. Bunu sayactaki 4 rakamından anlıyoruz. Bu alt ünite çalışmaları cesedin karbonik yapısını esas almaktadır. Biz bu çalışmalarda ölü bedenin karbonik yapısına damıtım uygulamaktayız. İşlem sonucunda ulaşılmak istenen hedef, cesedin karbon yapısından aseton elde etmekten ibarettir. Bildiğin üzere; bunun her bir molekülü üç karbon, altı hidrojen ve bir oksijen atomundan oluşturulabilmektedir.
Kaptan şaşkınlığını gizlemeye çalışarak sordu:
- Aseton mu?
- Evet, aseton. Fakat elbette ki aseton elde etmekle iş bitmiyor. Ünite, vücuttaki tuzun yani sodyum klorürün ayrışmasıyla ortaya çıkan kloru asetonla birleştirip bunları kloroforma çeviriyor.
- Bunlardan şimdiye dek hiç söz etmemiştin Lek.
- Analiz ve Sentez Ünitesi şimdiye dek çalıştırılmadığından haliyle söz etmek de gerekmemişti. O zamanlar revirle ilgili sağlık çalışmaları bana yetmekteydi.
Kaptan Çi Vaştar düşünceli bir tutumla mırıldandı:
- Tıb bilgimin hiç de yeterli olmadığını yeni yeni anlıyorum.
Doktor Emmol Lek homurdandı.
- Bunu bilmediğimi sanmıyorsundur herhalde. Tıb bilginin yeterli olmadığı zaten ortada. Zira, tıb konusunda birazcık bilgin olsaydı; bu anlattıklarımın tıbla değil, kimyayla ilgili olduklarını anlamış olman gerekirdi.
- Kimyayla mı?
- Elbette.
Sürekli homurdanmayı alışkanlık haline getirmiş olan Doktor Emmol Lek ilk keredir ki birbirini izleyen kahkahalar atmaktaydı:
- Kimyayla ilgili konuları tıbla ilgili zannettiğine göre; sen salt tıbbı değil, kimyayı da bilmiyorsun demektir kaptan.
Komutan kendini alamayarak gülümserken Doktor Lek sözlerini sürdürmeye koyuldu:
- Tıb bizim bu ünitemizin kapısında durur. Zira burası kimyanın, fiziğin ve mekaniğin bir başlarına buyruk oldukları bir ünitedir. Bu ünitede ben sana asetondan söz ederim, mideden, ciğerden, dalaktan değil. Onlar bizim ulaşmak istediğimiz cevhere giden birer galeridir. Bir madenci cevhere ulaşmak için üst galeriden alt galeriye desandre açar. Bir analizci cevhere gidebilmek için insan kaslarını parçalar. Gerçekte, bunların birbirlerinden pek fazla farkı yoktur. Önemli olan; aynaya yani cevherin bulunduğu yere ulaşmak ve üretimi sürdürmektir. Bu nedenle biz bu ünitede dalağın anatomisiyle değil, ondan çıkarılacak olan demirle ilgileniriz. Bizi kendisine çeken yağın kendisi değil, yağdan çıkarılacak olan formik asitle stearik asittir.
Renkli parazit hayallerin kaynaşmakta olduğu komuta kabinindeki küçük podyumlardan birine Fotonist Kay Rem ‘in baş planı oturmüş ve bilgisayar arananın dikkatini çekebilmek için bu cisimleşmiş başı sürekli olarak büyütüp küçültmeye başlamıştı. Durumu gören Kaptan Çi Vaştar:
- Teşekkürler Lek… Diyerek Doktor Emmol Lek ‘in podyumundan çekildi. Siz çalışmanızı sürdürün lütfen…
Koltuğunda bir tuşa dokunan komutan boyutlandırmak istediği hayalini Merkez Enerji Ünitesi ‘ndeki podyuma aktarıp seslendi:
- Ever Rem.
Küçük bilgisayarın podyumunda cisimleşmiş bulunan astronot baş plandan boy plana geçerken:
- Kaptan… Dedi. Foton motorlarında endüksiyon düzelmesi saptadım.
- Bu çok iyi bir haber Rem. Şu halde enerjiden ekonomi yapmaya gerek kalmadı sanırım.
- Kalmadı kaptan.
- Peki, arıza neymiş?
- Anilyasyon noksanlığı kaptan. Bildiğiniz üzere; elemanter bir antipartikülle zıt bir partikül birbirleriyle karşılaştıkları anda, taşıdıkları ters elektrik yükleri birbirlerini nötralize eder. Bu durumda, kitleleriyle eşdeğerli olan enerjiyi serbest bırakırlar ve kendileri de yok olurlar. Bu nedenle, bir adi elektronla bir pozitron anilyasyona uğrayınca; gamma ışınları doğuran elektromanyetik radyasyon vermeleri beklenir. Adi protonla antiproton ise mezon verici davranış göstermektedirler. Motorlarda elektromanyetik radyasyon ve mezon yayını azalmıştı. Üstelik yayında duraklamalar vardı. Oysa; yüksek enerjili elektronlar kurşun levhalar arasından geçerken, enerjilerinin yarısındaki kayba eşdeğerde foton salmaları beklenirdi. Şimdiye dek bu foton salmalar yetersiz kalmıştı. Bu aksaklık düzelince foton yayını da haliyle normale döndü ve sahip olduğumuz enerji düzeyi maksimuma yani en yüksek kapasiteye ulaştı.
- Bu onarımın övünme payı kimin Rem?
- Ne yazık ki; benim deil kaptan. Gerçekten de bu gururu bilgisayarla paylaşmak zorundayım. Ben sadece onun ayrıntıya inen kristalini onardım ve o da anilyasyonu yoluna koydu.
- Ne olursa olsun; her ikinize de teşekkürler Rem. Şimdi komuta kabininin enerjisini tam kapasiteye yükselt.
- baş üstüne kaptan.
Komuta kabininin ana podyumunda birbirinin benzeri olan olaylar yinelenip durmaktaydı. Kontrol masasının mini podyumlarında cisimleşemeyen renkli hayaller kaynaşıp durmaya başlamıştı. Kaptan çi Vaştar tuşlara dokunarak haberleşme ünitesinin podyumunda cisimleşirken Teğmen Vag Lom da kendi podyumunda boyutlaşmıştı.
- Sinyal sonuçları Vag?
- Olumsuz kaptan.
- Karşıt sinyal?
- Yok.
-Robot haberleşme karşılık kaydetti mi?
- Hayır kaptan.
Kaptan Çi Vaştar sıkın tılı görünmekteydi:
- Ben bunun ne anlama geldiğini kestiremiyorum Vag. Senin bu konudaki düşüncen nedir?
- Doğrusu hiçbir düşüncem yok kaptan. Sürekli sinyal gönderdiğimiz halde, dünyamız tek bir sözcükle bile yanıt vermiyor.
- Yeryüzüyle haberleşme bağlantısı kurabileceğimize inanıyor musun Vag?
- Üzgünüm kaptan. İnanmıyorum.
- Dünyayı gözlemleme olanağımız ne durumda?
- Dış enerjinizin görevde tuttuğu kalkanlar çalıştığı sürece dünyayı gözlemleme olanağımız yok kaptan.
- Kalkanları toplasak?
- O zaman gözlem yapabileceğimizi sanırım.
Kaptan bu kez Merkez Enerji Ünitesi podyumunda cisimleşti:
- Rem, yörünge bileşke merkezimiz ne durumda?
- Merkez dünya ve ay çekim alanları teğetindeki ölü noktada kaptan. Manyetik alan çemberleri salt orada birleşiyor.
- Kalkanlarımızı topladığımız takdirde vurgun yeme olasılığımız var mı?
- Var kaptan.
- Olasılık oranı nedir?
- Oranı söyleyebilmek olanaksız kaptan.
- Önerin nedir?
- Vurgunu kaos sırasında çekim alanlarının bileşkesi doğrultusunda yemiştik kaptan. Paradoksal rotaya düşmemizin gerçek nedeni bu olsa gerek. Bu koşullar altında kalkanlarımızı toplarsak meteorlara karşı geminin güvenliği tehlikeye girer.
- Meteorlarla ilgili radar raporlarını ver bana.
- Kayıtlar koyu kırmızı kaptan. Sinyallerin tümü alarmda. Küresel çeperimizde çemberden merkeze meteor yağmuru var.
- Helezon toz bulutu kaydedilmiş mi?
- Helezonsuz toz bulutu kaydedilmiş kaptan. Helezon yok. Sadece lokal kozmik radyasyon.
- Meteor yağmuruna karşı hareket yeteneğimiz var mı?
- Yok kaptan.
- Jet motorlarını çalıştırırsak olur mu?
- Bu paradoksal rotada olduğumuz sürece jet motorlarını çalıştırmamız durumu değiştirmez kaptan.
- Rotadan ayrılsak değiştirir mi?
- Öyle bir koşul altında, dünya çekim alanında umutlu olabiliriz. Ay çekim alanında ise hareket yeteneğimiz teğet noktasındakinin aynı. Yani meteor yağmuruna yakalanabiliriz. Zira, ayda atmosfer olmadığını biliyorsunuz.
- Ve ay yüzeyi meteorlara açık.
Kaptan Çi Vaştar ana podyumda kendi kendilerini yineleyen üç boyutlu ve renkli görüntülere şöyle bir baktı. Sonra:
- Rem… Diye sordu. Geminin eksen dönüşünü durdurmadan kalkanlarımızı toplayabilir miyiz?
Fotonist Kay Rem podyumda yakın plana girdi:
- Galiba, gemideki ağırlığın ortadan kalkmasını istemiyorsunuz kaptan?
- Evet, gemide ağırlıksızlk istemiyorum.
- Eksen dönüşünü durdurduğumuzda; Foton 1 ‘de ağırlıklar kalkar kaptan. Kalkanları toplarsak eksen dönüşü haliyle duracaktır. Çünkü; gemiye eksen dönüşü sağlayan dış enerji, kalkanları da görevde tutmaktadır.
- Peki, sence çıkar yol nedir?
- Kalkanları ille toplamak istiyorsak o zaman jet motorlarını çalıştırmamız gerek.
- Bunu yapmamı isteyebilir misin Rem?
- Sanmam kaptan.
- Nedenin var mı?
- Var.
- Açıkla.
- Biliyorsunuz kaptan; jet motorlarımız rotadan çıkmak yani yörünge değiştirmek içindir. Olağanüstü hallerde, eksen dönüşü kendiliğinden durur veya özellikle durdurulursa; gemideki ağırlıkların korunması yani yapay yerçekimi sağlamak için kullanılabilecekleri hususuna da yönetmelikte yer verilmiştir. Bu bakımdan, şimdilik onları bu amaçla kullanmamızda herhangi bir engel yok. Ancak, bizi amacımıza ulaştırabileceklerini pek sanmıyorum. Zira, kaosta yediğimiz vurgun nedeniyle jet motorlarımızın yanma odalarında parsiyel çökmeler mevcut. Onun için de bölmelerde yanan gazın egzozdan çıkarken doğurduğu tepki hatalı. Bu yüzden, bu motorların yorulmaması ve güçlerinin zorunlu bir yörüngeden çıkışa saklanması gerek. Çünkü bunlar istenilen görevi yapamadıkları takdirde; bizim bu paradoksal yörüngeden çıkmamıza en küçük bir olanak bile yoktur. Bildiğiniz üzere; bu yörüngeden çıkamadığı sürece Foton 1, paradoksal rotada sonsuzluğa dek dönüp duracaktır.
Kaptan düşünceli görünmekteydi:
- Jet motorlarındaki kusuru gideremez misin Rem?
- Şimdiki koşullar altında sanmam kaptan.
Kaptan direniyordu:
- Yapay yerçekimimizi sağlamak için foton motorlarından yararlanamaz mıyız?
- Yararlanabiliriz fakat gemi bu paradoksal rotada foton motorlarının olağanüstü gücüne dayanamaz, parçalanır.
Kaptan Çi Vaştar:
- Çıplak gözlem yapabilmemiz kalkanların toplanmasına bağlı Rem. Dedi. Biliyorsun; sinyallerimiz dünyaya ulaşmıyor. Oradaki uzay merkezinden de yanıt gelmiyor. Bu koşullar altında, Foton 1 ‘in yazgısı dünyayı çıplak gözlemlememize bağlı. O nedenle kalkanları toplamak zorundayız.
- Sizi anlıyorum kaptan.
- Teşekkür ederim Rem. Yeni direktifimi bekle.
- Karar sizin kaptan.
Kaptan Çi Vaştar podyumdan ayrılırken gemi içi ses bağlantısı kurmaya çalışıyordu:
- Personelin dikkatine… Komutan sesleniyor… Analiz ve Sentez Ünitesi ‘nin çalışma programı bu andan itibaren iptal edilmiştir… Bu ünite personeline yeni görev verilecektir… Doktor Emmol Len ve Etimolog Şur Çarup Haberleşme Ünitesi ‘nde yeni görevlerine başlasınlar… Haberleşme Ünitesi, Teğmen Vag Lom ‘un katılmasıyla dünya için çıplak gözlem yapmakla görevlendirilmiştir… Teğmen Vag Lom, Doktor Emmol Lek ve Etimolog Şur Çarup… Birinci, ikinci, üçüncü podyumlara geçiniz ve çıplak gözleme hazırlanınız… Merkez Enerji Ünitesi pozisyonunu aynen koruyacaktır… Tüm personele direktiftir: Manyetik botlarınızı giyiniz… Manyetik eldivenlerinizi takınız… Güvenlik kemerlerinizi bağlayınız… Görev sırasında ağırlığınız kalkacaktır…
Çok kısa bir süre içinde, komuta masasında, personelin görev başında bulunduklarını belirten lambalar yandı. Kaptan Çi Vaştar beklenen direktifini vermekteydi:
- Merkez Enerji Ünitesi… Komuta sesleniyor… Dış enerjiyi kesip kalkanları topla…
Komutanın bu direktifi üzerine Yıldızlararası Uzay Gemisi Foton 1 ‘in dış enerjisi kesildi ve gemiyi metal bir kabuk gibi kaplayan kalkanlar kayarak açılıp yerlerine çekildiler. Aynı anda geminin kendi ekseni çevresindeki dönüşü sona erdi. Güvenlik altına alınmasına olanak bulunamayan bazı bağımsız cisimler ağırlıklarını yitirir yitirmez geminin bazı ünite ve koridorları havada yüzmeye başlayan değişik türden eşyalarla doldu. Bir süre önce faaliyette bulunan Analiz ve Sentez Ünitesi ‘nin asansörü üstündeki kayışlarından kurtulmuş olan bir ceset havada yüzer gibi dolanmaya, bağlanmasına gerek duyulmamış bir iş önlüğü, iki lastik çizme ve bir-iki eldiven ona eşlik etmeye başlamıştı. Görev başında bulunan Haberleşme Ünitesi ile Merkez Enerji Ünitesi ‘nde uçuşan canlı veya cansız tek cisim yoktu. Fotonist Kay Rem, kendi ünitesindeki manyetik taburesinde oturmaktaydı. Aldığı güvenlik önlemleriyle her türlü ağırlıksızlığı karşılamaya hazırlanmıştı. Fotonistin önünde, yüzü önden arkaya eğik, üstü elektronik, manyetik, süpersonik ve selektronik aygıtlarla dolu bir kontrol masası, masanın ön yukarısında değişik büyüklüklerde ekranlar ve kompütürler vardı. Podyum, faaliyet halinde olan bir bilgisayarda Yıldızlararası Uzay Gemisi Foton 1 ‘in paradoksal rotasında dönüp durduğu görülmekteydi. Geminin renkli bir halde cisimleşmiş olan görüntüsü podyumda belirtilen bir şebeke sisteminin üstüne oturtulmuştu. Fotonist Kay Rem hareketlerle ilgili ayrıntılı bilgileri sözlü bir rapor halinde bilgisayarın belleğine işlemekteydi. Küçük ekranlardan birine bazan yağmur gibi yazılar dökülüyor, birbiri ardına silinen bu yazıların yerini bazan dairesel sinyaller alıyor, bazan da kayıtlar sese dönüşüp duruyordu. Bir başka ekranda geminin komuta kabini göze çarpmakta, bunu arka arkaya ekrana oturan sayısız ünitelerin görüntüleri izlemekteydi.
Komuta kabininde Kaptan Çi Vaştar kendi güvenlik önlemlerini yeni tamamlamış durumdaydı. Bakışlarını tüm canlılığıyla ekranlarda, podyumlarda, ışıklarda, panolarda, bakslarda gezdiriyor, birbiri ardı sıra canlı kayıtları gözden geçiriyor, otomat belleğin kayıtlarını geri alıp inceledikten sonra sürüp gitmesine yeniden izin veriyor, bilgisayarlara yanıtlarını öğrenmek istediği sorular yöneltip karşılıklarını değerlendiriyordu.
Kabinin ana podyumundaki canlı görüntüler değişmemiş fakat daha önceki görüntülere oranla daha da hızlanan bir hal almışlardı. Bu bir anlamda geminin rotadaki hızının arttığını göstermekteydi. Nitekim, uzaklarda parlak zerrecikler halinde görünmekte olan yıldızlar küme küme hızla yaklaşıyor, yaklaştıkça büyüyüp aralanıyor ve podyumdan kabine uçarcasına eriyip kayboluyorlardı.
Komuta kabinindeki podyumlardan birinde Fotonist Kay Rem ile Merkez Enerji Ünitesi, obirinde Doktor Emmol Lek, Etimolog Şur Çarup ve Teğmen Vag Lom ile Haberleşme Ünitesi yer almıştı. Bir üçüncü podyum geminin personelsiz ünitelerini birbiri ardı sıra tarayıp durmaktaydı. Bağlanmalarına olanak bulunamamış veya gerek görülmemiş olduklarından havada yüzüp duran bağımsız cisimlerin öteye-beriye çarpışlarını gösteren uyarı ışıklarının bazan biri-ikisi, bazan onlarcası aynı anda yanıp yanıp sönüyor, çarpmasıyla hasar yaratan cisimlerin davranışları elektronik gözlerle izleniyor, bunlardan tehlike yaratacağı saptananlar telekontrollerle manyetik hale getirip ünite çeperlerindeki güvenlik panellerine perçinleniyordu.
Haberleşme Ünitesi ‘nde Teğmen Vag Lom ortada yer almıştı. Sağında Doktor Emmol Lek, solunda ise Etimolog Şur Çarup vardı. Kurula Teğmen Vag Lom başkanlık etmekteydi. Astronotların önlerindeki çalışma masası birbirinden değişik aygıtlarla donatılmıştı. Ortada bir şebeke sistemini yani absis ve ordinat eksenlerini gösteren ana podyum yer almaktaydı. Bunun her iki yanında üçerli dizilerden oluşan mini podyumlar mevcuttu. Ana podyumda boyutlaşan her cisim bu küçük podyumlara da aynen oturuyor, gerektikçe bunlarla bazı görüşmeler yapılıyor, bazılarının yardımıyla elektrik sinyallerinin ortamları, nitelikleri, yansımaları, güçleri, frekansları ve boyları ölçülüyor, eriyip silinme eğilimleri hesaplanıyordu. Merkez bilgisayarındaki ana podyum değişik koordinat bölgelerine ayrılmış, absis ve ordinat eksenlerinin açıortayları üzerinde bazı zaman dilimleri belirlenmiş ve bunların tümü kendilerini değerlendirecek olan bilgisayara aktarılmıştı. Beri yandan alıcı radarlar verici radarlarla eşzamanlı bir çalışma düzenine sokulmuş bulunuyordu. Bunlar, antenlerine ulaşacak olan bütün ses, ışık ve elektrik sinyallerini anında kayda geçirebilmek için sabırsızlıkla bekliyorlardı. İç otomatlar ünitelerde ortaya çıkabilecek olan en küçük bir fısıltıyı, en küçük bir deprenişi, en küçük bir soluk alıp vermeyi veya en küçük bir beden sıcaklığını bile geminin bellek bankalarına ve alarmına anında işlemek üzere görev başındaydılar.
Ana podyum rotayı sürekli olarak taramakta, bir yandan manyetik çekim alanı gözlem yapmaya çalışmakta, bir yandan da gemi dışı sinyal aramaktaydı.
Personel arasındaki gemi içi bağlantının sağlanması amacıyla merkez komuta iç haberleşmeyi ortak kanal otomatına bağlamış ve kendisi aradan çekilmişti. Bu nedenle, komuta kabininin ünitelerle ve ünitelerin komuta kabiniyle ve birbirleriyle konuşmaları geminin her yanındaki gizli hoparlörlerden anında duyulmaktaydı.
Yıldızlararası Uzay Gemisi Foton 1 ‘in ana alarmları eksen dönüşünün durduğunu duyururken Fotonist Kay Rem ‘in sesi hoparlörlerden yankılanmaktaydı:
- Merkez Enerji Ünitesi ‘nden komutaya 1 nolu rapor: Yıldızlararası Uzay Gemisi Foton 1 ‘de eksen dönüşü durdurulmuştur.
Kaptan Çi Vaştar ‘ın otoriter sesi aygıtlardan yükseldi:
- Merkez Enerji Ünitesi ‘nin 1 nolu raporu onaylanmıştır… Personele 1 nolu direktif: Kişisel güvenlikler bildirilsin…
Hoparlörlerde birbirini düzenle izleyen sesler duyuldu:
- Fotonist Kay Rem… Kişisel güvenliğim tamdır…
- Doktor Emmol Lek… Kişisel güvenliğim tamdır…
- Etimolog Şur Çarup… Kişisel güvenliğim tamdır…
- Teğmen Vag Lom… Kişisel güvenliğim tamdır…
Kaptan Çi Vaştar ‘ın sesi yeniden yankılandı:
- Üniteler genel güvenlik bildirsinler…
- Merkez Enerji Ünitesi… Tam güvenlik… Olay yok…
- Haberleşme Ünitesi… Tam güvenlik… Olay yok…
Komutanın sesi yeniden yükseldi:
- Bellek bankalarına kayıttır: Yıldızlararası Uzay Gemisi Foton 1, nedeni bilinmeyen bir kaos yüzünden vektörel rotasından ve bulunduğu yörüngesinden çıktı. Paradoksal bir rotaya ve yörüngeye yakalandı. Nedeni bilinmemekle birlikte kaosun bir tür kozmik anafordan doğduğu konusunda kuşkular mevcuttur. Ancak bu konuda kesin bilgi sahibi olunamamıştır. Dünya ve ay manyetik çekim alanları çemberlerinin teğetindeki ölü nokta başlangıç ve bitiş noktası olmak üzere; izlediğimiz rota ve içinde bulunduğumuz yörünge devimsi bir sekiz rakamını andırmaktadır. Bu nedenle yörüngenin ilk yarı uçuşunu dünyanın ve ikinci yarı uçuşunu da ayın manyetik çekim alanı çevresinde sürdürmekteyiz. Geminin dünyadaki uzay üssüyle haberleşme ve telekontrol olanağı kalmamıştır. Foton 1 ‘in sinyal aygıtları görevdedir. Sinyal yayınlarında kusur görülmemiştir. Alıngaçlarda karşı sinyal kaydedilmediğinden komuta çıplak gözleme başvurmak zorunda kalmıştır. Dış enerjinin yalıtılmasını ve kalkanların toplanmasını isteyen ve bunu uygulamaya koyduran komutadır. Zorunluluk karşısında bu konudaki sorumluluk üstlenilmiştir. Bu nedenlerle Foton 1 ‘e yapay yerçekimi sağlayan eksen dönüşü durdurulmuş, çekim kaldırılmış ve bu kayıt anına dek herhangi bir olaya rastlanmamıştır. Şimdilik dikkati çeken en önemli nokta; paradoksal yörüngemizin foton motorlarının gücüne oranla çok dar bir alan oluşundan ibarettir. Nitekim bu motorların bu denli dar bir alan için değil, yıllarca sürecek uzay yolculukları için yapıldığı ortadadır. Stop… Kayıt tamamlanmıştır… Tarih düş…
Kaptan Vaştar eliyle bir tuşa dokundu:
- Haberleşme Ünitesi… Gözlem verilerin nedir? ..
Soruyu Teğmen Vag Lom yanıtladı:
- Veri yok kaptan. Podyumlarda boş kaynaşma, ayla ilgili çekim alanı titreşimleri ve atmosfersiz bir görüntü.
Kaptan Çi Vaştar seslendi:
- Merkez Enerji Ünitesi… Yörünge koordinatlarını bildir…
Fotonist Kay Rem kanala girdi:
- Koordinatları veriyorum kaptan: Ay eksenine paralel eksen… Tam dikme… 90 Derece… Temel yön açısı Polaris yıldızından 180 derece sol… Aynı açı manyetik çekim alanları çember teğet noktasından 270 derece itibariyle dördüncü basamak…
- Bellek bankalarına kayıttır: Ayın arkasındayız… Çıplak gözleme 90 derece… Stop… Kayıt tamam… Zaman boyutu düş…
Bir an sessizlikten sonra Kaptan Çi Vaştar seslendi:
- Merkez Enerji Ünitesi… Boyutlandırılmış görüntüleri komuta kabinindeki ana podyuma aktar…
- Görüntüler aktarıldı kaptan…
Komuta kabininin ana podyumundaki yörünge görüntüleri silindi. Yeni ve yabancı bir görüntü hızla podyumda cisimleşti. Kaptan Çi Vaştar ayın podyumu dolduran üç boyutlu ve renkli görüntülerine göz attı. Yüzeyde yer yer koyu renkli veya aydınlık bölgeler göze çarpmaktaydı. Bu bölgelerin sünger tarlalarından ve trankitlerden oluştuğu, obir bölgelerde lav ve bazalt oluşumlarının büyük yer kapladığı ilk bakışta belli oluyordu. Yüzey engebeliydi. Üstünde denizi andıran sincap rengi geniş ovalar, sıradağlar, tepeler, yanları yüksek birer huniye benzeyen kraterler kendini gösterip duruyordu.
Kaptanın sesi hoparlörlerden yükseldi:
- Haberleşme Ünitesi… Çıplak gözleme hazır ol… Teğetteki ölü noktaya 40 derece… Orijin 40…
Ana podyumdaki yön değiştiren, geçip geçip kaybolan son görüntülere göz atmakta olan kaptan yeni bir soru yöneltti:
- Merkez Enerji Ünitesi… Meteor kaydı var mı? ..
- Kayıtlarda zig-zag oynamalar kaptan… Bu bir meteor yağmurudur…
- Yönünü bildir…
- Yön, çeperden merkeze…
- Merkez nedir? ..
- Merkez Foton 1 kaptan…
- Kalkanları ser…
- Serildi kaptan…
Fotonist Kay Rem ‘in sesi hoparlörlerdeydi:
- Merkez Enerji Ünitesi ‘nden komutaya 2 nolu rapor: Yıldızlararası Uzay Gemisi Foton 1 ‘de eksen dönüşü başlatılmıştır…
Kaptan Vaştar ‘ın otoriter sesi yükseldi:
- Merkez Enerji Ünitesi ‘nin 2 nolu raporu onaylanmıştır… Personele 2 nolu direktif: Güvenlik önlemlerinde hiçbir değişiklik yapılmayacaktır…
Kaptan Vaştar seslendi:
- Merkez Enerji Ünitesi meteor yağmuru ile kalkanlar konusunda düşünce bildirsin…
- Kalkanların yağmura direnemeyeceği sanılmaktadır…
- Kalkanlara direnç sağla…
- Kalkanlara direnç sağlanabilmesi için ek enerji verilmesi gerekmektedir…
- Ek enerji ver…
- Bu riziko doğurur kaptan…
- Rizikoyu göze alsak sonuç ne olur? ..
- Normal koşullarda bu riziko göze alınabilir. Fakat bir meteor yağmuru karşısında rizikonun göze alınması geminin parçalanmasına yol açar.
Kaptan Vaştar homurdandı:
- Haberleşme… Gözlem pozisyonunu bildir…
- Cisim taraması başladı kaptan.
- Taramayı detektöre al…
- Alındı kaptan.
- İlk izlenim nedir? ...
- Manyetik bulantı var.
- Canlılık kayıtları mevcut mu? ..
- Henüz yok.
- Nedenini bildir…
- Detektörde bellek yorgunluğu gözlendi kaptan. Cisimleri çakıştıramıyor. Bu bakımdan değerlendirme minimum.
Aynı anda hoparlörlerden Kay Rem ‘in sesi duyuldu:
- Merkez Enerji Ünitesi ‘nden komutaya 3 nolu rapor: Sancak yönünde yoğun meteor yağmuru… Uzaklık 56 saniye…
- Merkez Enerji Ünitesi ‘nin 3 nolu raporu onaylanmıştır… Personele 3 nolu direktiftir: Tüm üniteleri alarma alıyorum…
Kaptan Vaştar haykırdı:
- Eksen dönüşünü durdur Rem…
- Kalkanlar toplanır kaptan… Bu meteor yağmuru altında çılgınlık bu…
- Enerji gerek bana…
- Çılgınlık bu kaptan…
Kaptan Çi Vaştar gürledi:
- Merkez Enerji Ünitesi ‘ne direktiftir: Eksen dönüşünü durdur… Kalkanları topla… Mevcut tüm enerjiyi komuta kabini jetlerindeki kondansatörlere aktar…
Kaptan Vaştar ‘ın hoparlörleri dolduran sesi üzüntü yansıtmaya başlamıştı:
- Üzülerek belirtmek zorundayım ki; bu koşullar altında gemiyi kurtaramayacağız… Bu, Foton 1 ‘in acı sonudur… Tüm personel bilgi edinsin… Ben Komutan Vaştar… Tüm personelin dikkatine… İlk direktifte tüm personelin komuta kabininde toplanacak biçimde hazır bulunmasını istiyorum…
Kaptan yeni bir bağlantı kurdu:
- Foton motorlarını devreye sok Rem.
- Paradoksal yörüngedeyiz kaptan. Gemi parçalanır. Bu dar ve kapalı yörünge foton hızına dayanamaz.
- Biliyorum Rem. Foton 1 ‘de ölenlerden geriye kalan bu son beş kişiyi kurtarmak gerek.
Kaptan bu kez resmi bir tonda seslendi:
- Merkez Enerji Ünitesi… Foton motorlarını göreve sok…
Fotonist Kay Rem ‘in sesinde belli bir durgunluk sezilmekteydi:
- Foton motorları devreye alındı.
- Pozisyon bildir.
- Gemide eksen dönüşü yok… Yapay yerçekimi düzeyi sıfırda… Kalkanlar açık… Meteor yağmuru yaklaşmakta…
Kaptan Çi Vaştar ‘ın konuşması hızlanmıştı:
- Bellek bankalarına kayıttır: Yıldızlararası Uzay Gemisi Foton 1, paradoksal bir yörüngede paradoksal bir rota izlerken kalkanları açık olarak meteor yağmuruna yakalandı. Üniteler alarmda. Komuta, personeli komuta kabininde toplama kararı aldı. Sorumluluk komuta yönünden kabullenilmiştir. Foton motorları devreye sokuldu. Tüm enerji komuta kabinindeki yörünge jetlerinin kondansatörlerine aktarıldı. Komuta, paradoksal yörüngede foton enerjisi kullanılırsa geminin parçalanacağı konusunda Merkez Enerji Ünitesi ‘nce uyarıldığı halde, karar değiştirilmedi. Zira, tek alternatif geminin gözden çıkarılmasından ve personelden artakalan beş astronotun kurtarılmasından ibarettir ve bu personele komuta dahildir. Tüm sorumluluk kabullenilmiştir. Stop… Kayıt tamam… Tarih at, zaman boyutlarını düş…
Kaptan Çi Vaştar ‘ın sesi son buyruğunu göndermekteydi:
- Personele 4 nolu direktiftir: Tüm personel komuta kabininde toplansın… Direktif alarm işaretlidir… Hazırlanma süresi tanınmadığından direktif derhal uygulanacaktır… Stop…

(Hikmet BARLIOĞLU (1933 – 2003) ‘nun
Ana Karnına Dönüş İsimli Kurgubilim Roman ‘ından > 117-161/731)

İsmet Barlıoğlu
Kayıt Tarihi : 22.8.2007 21:13:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

İsmet Barlıoğlu