Ana Karnına Dönüş - 1.5

İsmet Barlıoğlu
1529

ŞİİR


6

TAKİPÇİ

Ana Karnına Dönüş - 1.5

1.5
Kaostan Artakalanlar

Kaptan Çi Vaştar ‘ın gözleri tam yanındaki trankilizasyon aygıtından kendisine bakan Etimolog Şur Çarup ‘un gözleriyle karşılaşrı. İlk duyduğu ses genç ve güzel dilbilgininin kadife gibi yumuşacık sesi olmuştu:
- Selam, kaptan.
Komutan Çi Vaştar bu tatlı seslenişe karşılık vermedi. Kendini toparlamakta zorluk çektiği, bunu başarabilmek için en azından kısa bir hazırlık dönemi geçirmesi gerektiği yüzünden belli oluyordu. Gözlerini kırpmadan genç kadının gözlerinin ta içine bakmaktaydı. Şur Çapur ‘un yeşil gözleri çok büyük, çok geniş, çimenlik bir alanı andırmaktaydı. Başka hiçbir rengin sığınamadığı, bir başına salt yeşilin buyruk sürdüğü bir alan. Bu yeşil renk, üstüne su zerrecikleri püskürtülmüş gibi taptaze ve ıpıslaktı. Sisli ıslak gibi bir şey. Sanki buhar renkli bir incecik tül perde arkasından seçilir gibi. Sis bir ara yavaş yavaş dağıldı, her yanı saran, her yeri kuşatan o sonsuz yeşillik gittikçe küçülen daireler halinde daraldı, daraldı, daraldı ve sonunda genç kadının gözbebekleriyle bir oldu. Kaptan Vaştar gözlerini kırptı. bir şeyler yapmak, bir şeyler söylemek istiyor fakat yapamıyor, söyleyemiyordu. Gözleriyle çevreyi tarar gibi olunca, kendisini yatak büyüklüğünde iri bir tabut içinde yatıyor sandı. Bombeli plastik kapakları böcek kanatları gibi yanlara açılmış olan bir tabuttu bu. Üstünde bol ışıklı bir tavan yükseliyordu. Çevresinden, her bir yanından, içine buhar serinlikleri veren çiçek kokuları gelmekteydi. Adını, rengini, kokusunu bildiği veya bilmediği binlerce çiçeğin kokusu ve bu kokuya bulanarak uçuşan su zerrecikleri. Komutan kokun gerçek olup olmadığını anlayamadı. Ama serin zerrecikleriyle ruha mutluluk veren suyu gördü. Plastik duvarın değişik yüksekliklerdeki taraçalarından küçücül çavlanlar halinde atlaya atlaya akıyor, rengi derin maviden filiz yeşiline, filiz yeşilinden derin maviye dönüşüyor, dur-durak bilmeksizin dökülüp sonuncu taraçada gölleniyor, çevreyi rengarenk zerreciklere boğuyordu. Kaptan Vaştar başını hafifçe çevirdiğinde; minyatür çavlanın yanındaki masada oturan Teğmen Vaglom ‘u gördü. Sırtı kendisine dönüktü. Oturduğu yerde bellek bankalarından birinden almış olduğu çiçekler konusundaki dökümanter ve üç boyutlu bir kaydı seyrediyor, arada bir başını öne eğip hayali çiçeklerdeki gerçek kokuları kokluyordu. Komutan çevresini saran o başdöndürücü çiçek kokularının bu bandan yayıldığını kavramaya başlar gibi oldu. Kokuyu yeniden ve sindire sindire içine çekmeye çalışırken bakışları, az ilerde durarak kendisine bakmakta olan Dr. Emmol Lek ‘le Fotonist Kay Rem ‘e ilişti ve orada kaldı. Canlılığı gitgide artan gözleri astronotların birinden obirine, sonra yeniden berikine geçiyordu. Neden sonra, başını hafifça çevirip bitişiğinde duran ve bombeli kapakları yana açılmış olan trankilizasyon aygıtına baktı. Gözleri Etimolog Şur Çarup ‘un gözleriyle yeniden karşılaşmıştı.
Genç kadın yeniden tatlı bir sesle mırıldandı:
- Kaptan, iyi misiniz?
Kaptan Çi Vaştar yerinden doğrulmaya çalıştı:
- Çarup…
Bilincindeki sisler yeni yeni açılmaya yüz tutmaktaydı. İçine düştükleri kaosu, canlı cansız tüm cisimleri toparlayan, silip süpüren, brifing platosunun çevre duvarlarına çarparak korkunç bir çatırtıyla kırıp ezen o benzeri görülmemiş santrifüj kuvveti, her şeyi, her şeyi bir anda anımsamıştı. Yeniden doğrulmaya savaştı. Onun bu atılımını elleriyle önlemeye çalışan Doktor Emmol Lek homurdandı:
- Uslu dur bakalım, ateş gözlü canavar. Ölümü bilmem ama yaşamın uyulması gereken kuralları var.
Doktor Lek ‘in bu uyarısı gereksizdi. Zira, komutanın boş bulumup yaptığı bu safça atılım, tan göğüs kafesi üzerine dayanılmaz bir acının yıldırım gibi çöreklenmesine yol açmıştı bile. Bu nedenle kendini yatağına sırtüstü bırakmak zorunda kaldı. Şakaklarından boşanan ter damlacıkları tavandan yağan ışık altında pırıl pırıl parlamaya başlamıştı.
Doktor Emmol Lek homurdanarak parmağını sallamaktaydı:
- Umarım soğuk bir şaka yapıp beni pülverizatör kullanmak zorunda bırakmazsın. O meredi pek kullanmak istemem ama bir de kullanmaya kalkıştımmı tüm keyfini burnundan alırım adamın. Kazara bir anımsayabilse de benim e denli ustaca pülverizatör kullandığımı Çarup anlatsa sana.
Kaptan Çi Vaştar şakayı pek umursamışa benzemiyordu. Yüzünde o felaketi şimdi daha bir iyi kavradığını belirten bir anlatım vardı. Yeniden doğrulma gereğini duymadan:
- Personelden kaçı kurtuldu Lek?
Diye sordu. Alacağı karşılığı sanki biliyor ve bunu da korkuyla bekliyordu. Doktor Emmol Lek, mesleğinin verdiği katı tutumla ellerini yanlara açıp homurdandı:
- İşte biz, kalanlar, tümümüz buradayız Vaştar. Komuta zincirinden sen, sağlık ordumuzdan ben, Foton Motorları Grupu ‘ndan Kay Rem, Etimoloji Ünitesi ‘nden dil bilginimiz Şur Çarup ve Kurtarma Ünitesi ‘nden salt kendisi kurtulabilen Teğmen Vag Lom.
Komutanın yüzünden derin bir üzüntü dalgası geçti. Artık bir şey görmek istemiyormuşcasına gözlerini kapatıp sımsıkı yumdu. Dişlerini tüm gücüyle birbirine kenetlemişti.
Komu trankilizasyon aygıtında yatan Etimolog Şur Çarup yerinde doğruldu. Ellerini pijamasının geniş kollarına sokmuş ve öylece göğsünde kavuşturmuştu. Oturduğu yerde, dizleri kalkık bir biçimde meraklı gözlerle çevresindekilere bakınıyordu.
Teğmen Vag Lom, konuşmaların başladığı andan bu yana ilgisizce bakmakta olduğu üç boyutlu, kokulu ve renkli görüntüleri doldurdu. Band sadece koku yayınını sürdürürken dirseklerini masaya ve başını da ellerine dayadı.
Fotonist Kay Rem, elleri ceplerinde olduğu halde revir duvarına yaslanmış duruyordu.
Revirde sadece minyatür çavlanın tatlı şırıltılarıyla bellek bankasının imajları durdurulmuş bandından yükselen çiçek kokuları buyruk sürüyordu.
Kaptan Çi Vaştar gözlerini açmadan mırıldandı:
- 125 Astronottan geriye kalan bu mu? ... Bu beş kişi mi? .. Bu dört erkekle bir kadın mı? ..
Revirde bulunanlardan hiçbiri bu sözlere yanıt verebilmek yürekliliğini gösteremedi. Kimsenin durumunda en küçük bir değişiklik olmamıştı. Kaptan yattığı yerde üzüntülü bir sesle eklemekteydi:
- Bu çok acı bir şey Lek… Çok acı bir şey…
Doktor Emmol Lek, sahici olduğu izlenimini vermeye çalıştığı yapay bir boşvericilikle homurdandı:
- Ah sizler… Romantikler… Programlanmış bilgisayarlar. Programınız az biraz değişik geldimi hemencecik dünyanız başınıza yıkılıyor. Neyi nasıl çözeceğinizi bilemiyorsunuz. Gerçekleri gerçek olarak benimsemeyi, üzüntüleri gerektiğince göğüslemeyi ne zaman öğreneceksiniz bilmem. Şunu unutmamanızı istiyorum: Gerçek benimsenmek içindir, reddedilmek için değil. Gelin şunu hep birlikte söyleyelim: “Olan olmuştur. Zira, olan olması gerekendir.”
Etimolog Şur Çarup öfkeyle başını kaldırdı:
- Tüm duyguları nasıl bir yana atabiliriz doktor?
Doktor Emmol Lek sert bir sesle:
- Atmanız gerek. Dedi. Atın ki gerçeği tanıyabilesiniz. Hayalde gerçek yoktur. Hayalcilik kolaycılıktır. Hayal kuranın hayalleri yıldırım gibi ileri gitse de, kendisi kaldığı yerdedir. Hayalcilerin ilerlemesine gerek de yoktur. Zira, “Ol” dediği olur. Ona göre; yaşamak için rölantiden çıkmak gereksizdir. Siz; hayalciler, gerçekten ürkenler, onu benimsemekten korkanlar ve ona karşı direnenler, siz her zaman rölantidesiniz. Hayal kurma yetenekleriniz tüm gücüyle çalışıyor, en küçük vidasına, en ince pimine dek işliyor ama faydası olmuyor. Çünkü vites boşta.
Doktor Emmol Lek önce bir soluk aldı, sonra sözlerini sürdürdü:
- Sen Vaştar… Dirençli olmalısın… Sana tüm personel olarak gereksiniyorduk. Şimdi dört kişi, tıpkı onların tümünün gereksindiğince gereksiniyoruz ve gereksineceğiz. Bu andan sonra bizi çok daha zor görevlerin ve koşulların beklediğini bilmekteyiz. Sen de bilmeli ve bunu benimsemelisin. Durum ortada: Beklenmedik bir şeyler oldu. Birilerinin ölmesi, birilerinin kalması gerekiyordu. Kalması gerekenler biz olduk. Biz; beş kişi. Bir kadın, dört erkek. Beş kişi. Beşibiryerde. Ölenler ölüp görevden çekildiler. Biz ise görev başındayız. Zor olan bizim görevimiz. Zira bu görev eskiden tamı tamına tam 125 kişiye düşen görevdir. Ne eksik, ne artık.
Kaptan Çi Vaştar gözlerini arkadaşının yüzünde gezdirdi:
- Galiba haklısın Lek. Dirençli olmamız gerek. Salt benim değil, tümümüzün.
- Bunu böyle benimsemene sevindim. Zira, eski dönem kapandı ve bu yeni dönemdir.
- Öyleyse bu yeni dönemin ilk sağlık raporunu benim hakkımda ver. Durumum nasıl?
Doktor Emmol Lek bilgisayarın düğmesine bastı. Belleğe vermiş olduğu notlarını geri alıp gözden geçirdi. Kontrol şemalarını, ışıklı göstergeleri inceledi. Bazı hesaplamalar yaptı. Sonra:
- Analiz-Sentez Fırını ‘ndan paçayı kurtarmış sayılırsın Vaştar. Dedi. En geç yarına kadar pek bir şeyinin kalmayacağını söyleyebilirim. Işın…
Kaptan Çi Vaştar kaçamak bakışlarla Şur Çarup ‘un yüzüne göz gezdirdi ve elini kaldırarak arkadaşının sözlerini kesti:
- Tamam Lek, anlaşıldı. Ben senden sağlık durumumu açıklamanı istedim, neye uğradığımı açıklamanı istemedim.
Doktor Emmol Lek homurdandı:
- Konferansımı az önce çektim sanıyorum Vaştar. Beni, gerçekleri benimsemek konusunda yeniden söylev vermek zorunda bırakmanı istemiyorum. Olup biteni burada açık-seçik ortaya koymakta yarar var. her şeyden önce birçok noktanın burada aydınlığa kavuşturulması gere.
Kaptan bu kez kaçamak bakışlarının arkasına sığınamadı. Şur Çarup ‘la yeniden gözgöze gelmişlerdi. Genç kadın derin bir merakla kendisini süzüyordu. O da aynı merakla onu süzmekten kendini alamadı. Sonra başını çevirerek:
- Peki Lek. Dedi. Düşüncelerini benimsedim. Fakat olup bitenin açık-seçik ortaya koyulmasından önce bir noktayı öğrenmek zorundayım.
Kaptan bir-iki kez yutkunduktan sonra sordu.
- Çarup ‘un bu andaki sağlk durumu konusunda neler söyleyebileceksin bana?
Komutan bu soruyu sorarken doğru davranmış olduğuna pek emin değildi. Belki de bunun için elinde olmayarak başını öne eğdi.
Şur Çarup hala pozisyonunu bozmamış, oturduğu yerde gülümseyerek bir kaptana, bir de Doktor Emmol Lek ‘e bakmaya başlamıştı. Fotonist Kay Rem tüm ilgisiyle onları izlerken Teğmen Vag Lom, kayıttaki çiçek kokularını da durdurmuştu. Revirde salt çavlanın şırıltıları duyuluyor, binlerce su zerresi binbir renkli ışıltıyla havada uçuşuyor, taraçalardan atlaya atlaya akan suyun rengi maviyle yeşil arası tonlarda oynaşıyordu.
Sessizliği Doktor Emmol Lek ‘in kendine güvenli sesi bozdu:
- Şurasını açıklamakta yarar var Vaştar. Durumu askıda olan sendin. Çarup değil.
Davranışının çevresindekiler yönünden onaylanmasını bekleyen doktor, Şur Çarup ‘un gözlerinin ta içine bakarak sözlerini sürdürdü:
- Genç ve güzel dil bilginimiz yazgısının oynamak istediği oyundan kurtulmakla şansının bir hayli Yörük olduğunu ortaya koydu. Çok kısa süren başarılı bir tıbbi operasyon geçirdi.
Doktor Lek elini salladı:
- Düşünceni ve korkunu anlıyorum. Onun için de hemen açıklamak istiyorum: Çarup ‘un burada konuşulacaklardan şoke olacağını sanmamız için ortada herhangi bir neden yok.
Kaptan Çi Vaştar genç etimologa baktı:
- Başarılı bir operasyon geçirdiğini az-çok sezinlemiştim. Bu nedenle sözlerin beni sevindirdi. Bu koşullar altında, Çarup ‘a “Geçmiş olsun” dememde sakınca kalmamıştır sanırım.
Genç kadın pırıl pırıl parlayan bembeyaz dişlerini gösteren bir gülüşle:
- Sağol kaptan. Dedi. Doktorun bana anlattıklarına bakılırsa; benim sizden özür dilemem gerekmektedir.
Kaptan, şaka olup olmadığı anlaşılamayan bir tutumla:
- Özür kabul edilmiştir.
Dedi. Sonra başını çevirerek seslendi:
- Olup bitenleri anlatmanda herhangi bir sakınca kalmadı Lek.
Doktor Emmol Lek trankilizasyon aygıtlarının yanındaki manyetik tabureye çöktü ve diliyle dudaklarını yalayarak:
- Vaştar… Diye homurdandı. Öykü anlatmakta ustalığım yoktur. Fakat madem ki istedin, öyleyse anlatayım. Bir varmış, bir yokmuş. Güneş tellal iken, Merih berber iken, ben Venüz ‘ün beşiğini tıngır-mıngır sallar iken…
Kaptan gülümseyerek:
- Şarlo ‘yu oynamak zorunda değilsin Lek.
Dedi. Doktor Emmol Lek homurdandı:
- Her Şarlo ‘nun arkasında bir kahraman vardır kaptan. Tıpkı her kahramanın arkasında bir Şarlo bulunduğu gibi. Bu her kahramanda ve her Şarlo ‘da nasılsa seninle bende de aynen öyle. Bir bakıma senin Şarlo ‘luğunun benim Şarlo ‘luğumdan pek de geri kalır yanı yok. Senin gösterin burada; revirin şu volüm aygıtında başladı. Teğmen Vag ‘ı revire yeni getirmiştik. Trankilizasyon aygıtındaki radyasyondan zarar görüp görmeyeceğini anlamak amacıyla onu kontrolden geçirmek üzereydim. Senin volüm aygıtındaki şaklabanlığının işte o zaman farkına vardım. Ne yazık ki; o anda şaklabanın sen olduğunu bilmiyordum. Birisi aygıtta düşüncelerini cisimleştirmeye çalışıyor, düşüncelere derinlik veremediğinden boyutlar enden, boydan ve zamandan ibaret kalıp duruyordu. Derinlik yani yükseklik mevcut olmadığından zamanda kendi üstüne katlanmalar vardı. Enle boyun oluşturduğu düzlemler dörtgenlerden ileri gidemiyor, aygıtta maksimum-minimum arası dörtgenler belirip belirip siliniyordu. Bu başarısızlığı görür görmez; “Bu şaklaban olsa olsa kaptandır.” diye düşünmekten kendimi alamadım.
Komutan kendisini tutamayıp güldü:
- Bir geceyarısı ıık devrelerini bozmaya ve senin volüm aygıtında iğnesi bir karışlık bir enjektör olarak boyutlaşmaya kararlıyım doktor.
Doktor Lek bu espriyi omuzlarını silkerek karşıladı:
- Bir başına yapabileceğini sanmam. Yanına bir de yardımcı almalısın. Esasen, kaptanların sürekli olarak yardıma gereksinimleri vardır. Bu husus çevrelerindeki kalabalık tayfa kadrosundan bellidir. Ben de zaten bunun için senin o anda zorda olduğunu sezinledim. Koşup Rem ‘i buldum. Belki bilzmezsin diye söylüyorum; Rem çocukluğunda terzi çıraklığı yapmıştır. Müşteri giysilerinin kumaşlarından kendisine de yelek çıkarabilmek için gerekli çözümleri araya araya neyi nereden, ne ölçüde keseceğinin üstadı olmuştur. Nitekim, bu kere üstadlığını bir kez daha kanıtladı. Ana devre görevden çekildiği için kapalı kalan ve elektronik gözleri bozulan brifing platosundaki üç kapıyı ültrasonik fülütle o kesti. Yani işte şu karşımızda entegrelerine yağ kaçmış bilgisayar gibi duran kapı düşmanı.
Fotonist Kay Rem ‘in sessizce gülümsemesine karşın Doktor Emmol Lek ciddileşmişti:
- Vaştar… Diyerek konuşmasını sürdürdü. Platoya girdiğimizde masada oturuyordun. Revirin volüm aygıtında cisimleşebilmek için konsantrasyona girmiş olduğunu sandık. Biz yanlışımızın farkına vardığımızda sen çoktan katelepsiye girmiş bulunuyordun. Geç kalmamış olmayı dileye dileye getirip seni buraya zor ulaştırabildik.
Kaptan Çi Vaştar şaşkınlıkla:
- Katelepsi mi? .. Diye söylendi. Yanılmadığına emin misin Lek? ..
Doktor Emmol Lek kararlı bir tutumla başını salladı:
- Ben eminim. Emin olup olmadığını sen Rem ‘e sor. Senin o andaki durumunu tanımlamak için kullandığım bu sözcük yerli yerindedir. Katelepsi; reflekslerle tüm bilinçli davranışların olduğunca askıda kalma hali. Taşlaşma da diyebilirim buna. Bazı katelepsi olaylarında nabızın sıfır olduğuna dahi rastlanmıştır. Olaya anında elkoyulmazsa ölümün kesin olduğu söylenebilir. Katelepsi bilinçli olarak manyetizmayla doğar. Bilinçsiz ortaya çıkışına tek neden yol açar ki; o da, yaralı bir vücutla konsantrasyona girilmesidir.
Kaptan gözlerini doktordan ayırmadan:
- Davranışımın doğru olmayacağını biliyordum Lek. Dedi. Yine de, yaralı durumda konsantrasyona girmek zorunda kaldım. Volüm aygıtında cisimleşemeyişimin nedeni bu.
Doktor Emmol Lek onayladı:
- Evet, nedeni bu. Taşlaşmış olman durumunu az çok açıklıyordu. Gerçekten de, revirdeki ilk sağlık kontrolünde yaralı olduğun ortaya çıktı. Ama görünürde yaran-beren yoktu. Zaten platodaki yanılgımıza da bu yol açtı, sanırım.
Bir anlık bir sessizlik oldu. Doktor Emmol Lek Şur Çarup ‘a bakarak sözlerini sürdürdü:
- Gemide bir ölüm rüzgarı gibi esen ve her geçtiği yerde, arkasında parçalanmış, ezilmiş, dağılmış vücutlarla kırılmış kemikler bırakan santrfüj kuvvetten doğma herhangi bir yaran-beren yoktu. Bir başka deyişle; yaralıydın ama bu yaraların santrfüj kuvvetle hiçbir ilgisi mevcut değildi.
Doktor Lek gözlerini Şur Çarup ‘tan ayırmadan sözlerinin altını çizer gibi yaptı:
- Seni birisi süpersonik bir fülütle yaralamıştı.
Kaptan Çi Vaştar eini uzatarak yanındaki trankilizasyon aygıtında bulunan Şur Çarup ‘un omzunu okşadı:
- Yaralı kurtulduğuma şükretmeliyim. Zira, o anda beni öldürmek istiyordun.
Etimolog meraklı bakışlarını genç adamın yüzünde gezdirdi:
- Gerçekten böyle mi oldu kaptan? Sizi öldürmek mi istedim?
Kaptan Çi Vaştar gülümseyerek başını salladı:
- Bayanların bu tür davranışlarına artık alışmamız gerek. Kendileri yaşlanmak bile istemedikleri halde erkekleri öldürmeye can atarlar.
Genç kadın büyük bir canayakınlıkla mırıldandı:
- Bağışlamanızı dilerim kaptan.
Komutan gülümseyerek:
- Dilek kabul edildi.
Dedi. Sonra Doktor Emmol Lek ‘e bakarak sözlerini sürdürdü:
- Brifing henüz başlamamıştı. Masada oturuyordum. İkinci kaptan eğilmiş, bana koordinatlar konusunda bazı bilgiler vermekteydi. Diğer astronotlar brifing konularını tartışarak küçük adımlarla platoyu arşınlıyorlardı. Çarup çevre duvarı dibindeydi ve kendi kendisiyle görüşme halindeydi. Tam o anda anormal bir sarsıntı oldu. Eldivenlerim ve botlarım otomatik olarak masaya kilitlendi. Bu arada ikinci kaptanın sendelediğini görüp ona seslendiğimi anımsıyorum. Gördüğüm ilk ayrıntılı davranış, Çarup ‘un önce başını duvara çarpması, sonra kendisini yere fırlatıp el ve ayaklarıyla döşemeye kilitlenmesi oldu. Plato, anlatılması olanaksız bir hızla kendi çevresinde dönüyor olmalıydı. Haliyle; döndüğümüzü anlayamıyor fakat seziyordum. Saniyede birbuçuk, iki milyon turluk bir dönüşe uğradığımıza inanmamı gerektiren nedenler vardı. Zira, insanları, bağımsız cisimleri ve aygıtları bu biçimde parçalayabilmek için ortalama birmilyar grevitelik bir kuvvet gerekmekteydi. Ancak saniyede birbuçuk, iki milyon devir yapabilen bir ültrasanrfüj böyle bir gücün doğmasına yol açabilirdi. Bu nedenle, o anda kendimi yıldızlararası yolculuk yapan bir uzay gemisinde değil, bir ültrasantrifüjün içinde sandım. Devir hızı sonsuza yakın olduğundan bana göre herşey yerli yerinde durmaktaydı. Doğal olarak ben de yerimde duruyordum. İkinci kaptan ve diğer astronotlar emildikleri duvarlara çarpıp kalmışlardı. Onların duvarlara ne zaman ve nasıl emilip çarpmış olduklarını ne görebilmiş, ne sezebilmiştim. Platodaki hiçbir şeyde en küçük bir kımıldama bile mevcut değildi. Herşey taşlaşmış ve bulunduğu yerde adeta kristalize edilmişti. Gerçekte, akıl almaz bir dönüşten ibaret olan bu hareketsiz duruş kaç saniye sürdü, farkında bile olamamıştım. Santrifüj kuvvet yavaşlaya yavaşlaya, alıştıra alıştıra azaldı, dağıldı ve tükendi. Gelişinde kulakları sağır eden bir gümbürtü vardı, fakat gidişinde bu gümbürtü yoktu. Salt yerel ve hafif sesler duyuluyordu, o kadar. Çevreme bakındım. İkinci kaptan ve obir astronotlar, yapışmış oldukları duvarlardan ılımlı bir biçimde kayarak aşağı düşüp dağılıyorlardı. O ana dek onların parçalanmış yığınlar halinde duvarlarda durduklarını sezememiştim. Zira, santrifüj kuvvet her şeyi parçasıyla, bütünüyle manyetize ve kristalize etmişti. Kuvvet etkisini yitirdiğinde duvarlardan kanlar akmaktaydı. Döşemeye kilitlenme fırsatı bulabildiği için içlerinde sağ kalan bir başına Çarup ‘tu. Tehlikenin geçtiğini anlayınca aynı anda otomatik kilitlerimizi açtık ve benim ilk işim Çarup ‘un yardımına koşmak oldu.
Kaptan Çi Vaştar sözlerinin burasında durup tatlı bir gülümsemeyle genç kadına baktı:
- Fakat o… Dedi. Hiç de normale benzemeyen kahkahalar atmaktaydı.
Komutan sıkıntılı bir biçimde yutkundu:
- Burasını anlatmayacağım Lek.
Doktor Emmol Lek ‘e yanıt verme şansı tanımayan Şur Çarup atıldı:
- Lütfen kaptan… Dedi. Yaşantımın bu ilk çılgınlığında neler yaptığımı bilmek istiyorum. Bu benim hakkım. Saklamaya çalışmanız ve sözcükleri seçmeye özen göstermeniz gereksiz. Bilincimi yitirmiş olduğumu, daha doğrusu çıldırmış bulunduğumu Doktor Lek bana zaten anlattı. Gerçeği bir de sizden duymak istiyorum. Lütfen.
Kaptan Vaştar elleriyle şakaklarını oğuşturdu:
- Önce basit bir sinir bunalımı geçiriyor sandım. Fakat davranışının böyle bir bunalımla ilgisi yoktu. Mantığa uymayan sözler söylüyor, hakaretler ve tehditler savuruyordu. Çıldırdığına kuşkum kalmamıştı. Kullandığı sözcüklere, tanımadığım yabancı dillerden sözcükler karışıyordu. Bu enteresan haykırışlar arasında belirgin olarak seçebildiklerim “Kurban”, “Tanrı”, “Adamak” ve “Kanını Akıtmak” gibi sözcüklerdi.
Doktor Emmol Lek güldü:
- Bu onun totemciliğe sevdalı bilinçaltı.
Kaptan Çi Vaştar sözlerini sürdürmekteydi:
- Yardım konusundaki çabalarım boşa gitti. Brifing platosunda bazan yürüyor, bazan koşuyor, bazan yırtıcı bir kaplan gibi atılıyor, bazan üstünü-başını yırtıyor, bazan hüngür hüngür ağlıyor, bazan botlarını çıkarıp başıma savuruyor, ağlama-gülme sınırındaki karışıklıkları her keresinde daha da bir derinleşiyor, daha da bir belirginleşiyordu. Bir ara kemerinden süpersonik fülütünü çektiğini ve bana çevirip üflediğini gördüm. Böyle bir şeyi beklemiyordum. Boş bulunmuştum ama şansım da yardımını esirgememişti. Zira, Çarup ilk üfürüşünde ıskaladı. Süpersonik dalgalar yanımdan geçmiş olmalıydı ki, arkamdaki metal duvarın yukarıdan aşağı lazerle kesilircesine biçildiğine tanık oldum. Dalgaların kapı devrelerinde çıkardığı yangının alevleri platoya ve koridorlara doğru saldırıyordu. Ne iyi ki; bilgisayar hemen göreve geçmiş, alevleri asitli suyla kısa sürede söndürmüş, duvar yarığından içeri saldıran suları emmiş ve metalik çatlağı boydan boya manyetik onarıma almıştı. Aydınlatma devreleri felç halindeydi. Çarup ‘un amacını artk kavradığım için çevreme çift katlı ve dairesel bir enerji perdesi çektim. Gerçekte buna başvurmak istemiyordum. Zira, perde yürümemi önleyecek, onu yakalama ve durdurma olanağım kalmayacaktı. Fakat o koşullar altında ben buna zorunluydum. Çünkü bilinçsiz durumdaydı ve tek amacı beni öldürmek olmuştu. Nitekim, enerji perdemin teğetinde oluşan korkunç sarsıntı, Çarup ‘un ikinci üfleyişte hedefi az çok tutturabildiğini ortaya koymuştu. Gerçeği söylemeliyim ki; paniğe kapılmıştım. Kaçmak istiyor fakat kaçamıyordum. Perde bu yoldaki girişimlerimi önlemekteydi. Çarup ‘un yeni bir üfleyişinde dış perde çemberinde gözkamaştıran kıvılcımlar göründü. Önce dış, sonra iç perdenin yırtıldığını sezer gibi oldum. Hemen arkasından göğüs kafesimde keskin bir acı duydum. Artık kurtulamayacağımı anlamıştım. Çarup bir kez daha üflerse; bu benim sonum olurdu. Fakat korktuğum başıma gelmedi: Dengesiz bir kahkahayla fülütü başıma fırlatıp koşmaya başladı. Ben, yırtılmış enerji perdelerine çarpıp savrulan o minicik fülütü bulup kapabilmek için perdeleri yoğaltmaya çabalarken Çarup garip melodiler mırıldanarak dansetmeye koyulmuştu. Haliyle üstüne atıldım ve kemerimi beline takıp döşemeye yıktım. Göğüs kafesim hava basıncını yaylayamıyor, dayanılmaz acılar yaratarak gövdeme içeri esniyordu. Bu koşullar altında kapıya dek yürüyemeyeceğimi, zorla yürümek istersem; böyle bir çabanın yaşamıma malolacağını kolayca anlamıştım. Zorlukla masaya çöktüm ve kendimi konsantre etmeye koyuldum. Tek amacım; düşüncelerimi revirin volüm aygıtına yönelterek orada cisimleşip yardım istemekti. Bundan öte de çıkar yol bulamamıştım. Zira, öyle bir santrifüj kuvvetin en az zarar verebileceği tek ünite revirdi.
Doktor Emmol Lek:
- Sağ oluşunu işte bu doğru varsayımına borçlusun Vaştar. Dedi. Bir başka kez bu kızın delisiyle değil, akıllısıyla karşılaşmaya özen göster. Belli ki; etimologların delisi çok tehlikeli oluyor. Kendisi duymasın ama fülütün sürgüsünü en güçlü frekansa kaydırmış. Elbette ki; bunu bilmeden yapmış ama yine de perdelerin olmasaydı seni çok büyük bir kolaylıkla Analiz-Sentez Ünitesi ‘ndeki fosfat fırınına gönderebilirdi.
Doktor Lek zevksiz zevksiz homurdandı:
- Göğüs kafesi kemiklerinde bazı kesikler var. Bunların tümüyle iyileşmesi olanaksız. Esasen tıbda geri dönüş yoktur. Her hastalık kendi kurallarınca ilerler. Bizim görevimiz bu ilerlemeyi yavaşlatabilmekten öteye geçemez. O bakımdan, bundan sonraki yaşamında zaman zaman bu kemik acılarını duyman gerekecek. Ve her sızlama Çarup ‘u sana az biraz anımsatacak.
Genç kadın gerçekten üzgündü:
- Beni bağışlayabilecek misiniz kaptan?
Kaptan Çi Vaştar gülmeye çalıştı:
- Bunu bana zaman zaman sorman gerekeceğine eminim. Her keresinde ayrı ayrı söylememek için sana toptan bir yanıt vereyim bari: Kemiklerimin bundan sonraki her sızlamasında seni kolaylıkla bağışlayacağım Çarup. Tıpkı şu an olduğu gibi.
Şur Çarup başını öne eğdi:
- Teşekkür ederim kaptan.
Doktor Emmol Lek gülerek sessizce kendilerine bakmakta olan Fotonist Kay Rem ‘e seslendi:
- Aklını başına topla Rem. Bu işler onun-bunun pantolon kumaşından yelek çıkarmaya benzemez. Bak, hiç sana teşekkür eden var mı?
Ellerini açıp omuzlarını kaldıran Lek bu kez Şur Çarup ‘a dönüp:
- Yahu kızım… Diye söylendi. Senin uğrunda yumruğu çenesine yiyip brifing platosunun ortasına serilen bu adam. Sen ise kalkmış teşekkür ediyorsun bir yanlış adama.
Etimolog Şur Çarup, Kaptan Çi Vaştar ve Teğmen Vag Lom aynı anda sordular:
- Yumruk mu? .. Ne yumruğu? .. Kimden yumruk yedi Rem? ..
Doktor Emmol Lek gururla gülümsedi:
- Benden yedi, benden. Çarup ‘un yardıma gereksinmesi olduğunu anlayınca; manyetik kemeri yalıtmak istedim. Amacım onu revire aktarmaktı. Ben bunun kurallara aykırı olduğunu, yazılı izin olmadan hiçbir tutuklunun kemerini yalıtamayacağını ileri sürüp duruyordu. Ben isyancıyı oynuyordum, o ise kraldan yanacılık taslamaktaydı. Yumruğumu çenesine indirir indirmez ortada kral da, kural da kalmadı.
Şur Çarup gülümsedi:
- Öyleyse sana da teşekkür ederim Rem.
Doktor Emmol Lek homurdandı:
- Ona değil kızım, bana teşekkür etmen gerek. Zira, tartışmayı o kazansaydı; sen şimdi delileri akıllı olduğuna inandırmaya çalışıyor olurdun.
Fotonist Kay Rem:
- Doktor… Dedi. O yumruğu hak etmiş olduğumu yeni yeni anlıyorum. Ne yazık ki; Çarup ‘un o anda ne durumda bulunduğunu kavrayabilmem az biraz olanaksızdı.
Kaptan çi Vaştar sordu.
- Çarup ‘u yeniden kazanmamızı neye borçluyuz Lek?
Doktor Emmol Lek:
- Elektroşoka. Dedi. Bir bakıma, olayları gördüğünü fakat aralarındaki bağıntıyı kuramadığını söylemek gerek. Çarup ‘un başını duvara çarptığını, hemen arkasından dengesiz davranışlarda bulunduğunu az önce kendin anlattın. Senin ayrı ayrı değerlendirdiğin bu iki pozisyon, gerçekte birbirinin hem nedeni, hem de sonucudur. Aralarında bir nedensellik yani kozalite ilişkisi mevcuttur.
- Yani başını duvara çarpması mı Çarup ‘u dengesizliklere itti demek istiyorsun?
- Öyle demek istiyorum. Nitekim, burada yaptığımız testler de varsayımımızı doğruladı. Durum ortada ve basit: Çarup başını duvara çarptı ve bu çarpma, kendisini bir bellek kaybı olarak gösterdi. Bellek kaybı yani amnezi denilen bu tür olaylarda, geçmiş ya anımsanır, ya da hiç anımsanmaz. Anımsama zorlukla ve kopuk kopuk gerçekleşir. Bu; bir tür yerleşme ve yerleştirme eylemi rahatsızlığıdır. Böylesi rahatsızlıklarda, önceden çok iyi bilinen ve çok iyi tanınan bir kimse tümden yabancı görünüm kazanabilir. Ya da, önceden hiç tanınmayan biri, hastanın çok yakından tanıdığı biriymişçesine izlenim bırakabilir. Olayımızda ilk durum ortaya çıkmıştır. Belleğin beyinde kendine özel bir merkezi yoktur. Ama kendisi beynin tüm çalışmalarıyla ilgi kurmaktadır. Bu ilginin her türlü duygu ve heyecanlarla ilişkisi vardır. Çarup ‘un belleği o anda bu görevi yapamaz ve bu ilgileri kuramaz durumdaydı. Bu nedenle düzelmesi kolay oldu. Çünkü tek bir elektroşok gereken ilginin kurulmasına yeterli geldi.
Kaptan soran gözlerle bakıyordu:
- Bu kadarı her şeyi düzeltebildi mi?
- Düzeltemedi. Şoktan sonra olumlu sonuca ulaşabilmek için, birden fazla duyguya elatmamız gerekiyordu. Görme ve işitme duyuları gibi. Bu nedenle dikkat, çağrışım ve yinelemeler üstünde alıştırmalar yaptık. Bellek bankası ekranında Çarup ‘a önce senin sesini dinletip hareketli resimlerini verdik. Sonra kendi sesini dinleterek kendi resimlerini gösterdik. Bundan sonra, her ikinizi birlikte gösteren yaşanmış bazı olayların imajlarıyla seslerinden sentezler yapabilmesine yardımlar ettik.
Fotonist Kay Rem takıldı:
- İşte gerçek kibarlık budur. Tüm bunları bir başına yaptığı halde, sanki birilerinden yardım görmüşcesine başarısını bölüştürüyor bu sevimli doktor. Her kendi yaptığını “Yaptık”, her kendi ettiğini “Ettik” diye vurgulayarak.
Kaptan Çi Vaştar:
- Sonuç umduğunu verdi mi Lek?
Diye sordu. Doktor Emmol Lek Şur Çarup ‘a baktı:
- Pusulan yine yanlış adrese gidiyor kaptan. Bunu bana değil, Çarup ‘a sormalısın.

(Hikmet BARLIOĞLU (1933-2003) 'nun
Ana Karnına Dönüş isimli Kurgubilim Roman 'ından > 68-87/731)

İsmet Barlıoğlu
Kayıt Tarihi : 14.8.2007 14:50:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

İsmet Barlıoğlu