Ana Karnına Dönüş - 1.3

İsmet Barlıoğlu
1529

ŞİİR


6

TAKİPÇİ

Ana Karnına Dönüş - 1.3

1.3

Kaptan Çi Vaştar ve Etimolog Şur Çarup

Kaptan Çi Vaştar brifing platosunun ortasındaki yuvarlak masada oturmaktaydı. Masanın yanları küçük yarım daireler halinde kesilerek üzerinde altı oyuk açılmıştı. En çok altı kişinin alınabildiği brifinglere katılanlar masanın bu boşluklarına oturuyor olmalıydılar.Astronotlar platoya girdiklerinde, masada salt Kaptan vardı ve kalan beş daire boştu. Dairesel metalik duvarların çerçevelediği plato yarı aydınlıktı. Aydınlatma devrelerinden biri yedek jeneratör komutasına girebilmiş, hasar gören tüm obir devreler, jeneratör komutuna başkaldırıp görevden çekilmişlerdi.
Yıldızlararası Uzay Gemisi Foton 1 ‘in komutanı olan Kaptan Çi Vaştar, oturduğu yerde kımıldamaksızın durmaktaydı. Gövdesinin masa altında kalan kesimi görünmüyordu. Elleri masaya serbestçe dayalıydı. Bakışları, masanın iki eli arasında kalan bir kesimine dikilmişti. Kapının ültrasonik dalgalarla kesilmesinden ve iki astronotun içeriye girmesinden haberi yok gibiydi. Kaptan bu görünüşüyle tam bir konsantrasyona girmişe benziyordu. Neredeyse tüm varlıklarla ve tüm olaylarla ilgisini kesmiş bulunduğu söylenebilirdi. Yaşayıp yaşamadığı ilk bakışta anlaşılamıyordu. Soluk alıp almadığı belli bile olmuyor ve vücudunda en küçük bir canlılık belirtisi görülmüyordu.
Doktor Emmol Lek kapı dibinde, platoya girdiği yerde kalmış, meraklı bakışlarla platonun her yanını incelemeye başlamıştı. Gözleri kaptanın üzerinde fazla durmadı: Az ötede yerde yatan biri vardı. Cesed duvarın dibindeydi. İnsandan çok bir kan, çaput, et ve kemik yığınını andırıyordu. Doktor Emmol Lek, ışığın leke halinde aydınlattığı üniforma etiketlerinden ölüyü hemen tanıdı. Bu; İkinci Kaptan Kana Sum ‘du. Midesi sayısız deneyimlerine, dayanıklılığına ve doktorluğuna başkaldıra kaldıra kabarmıştı. Bu anda kendisini revirdeki solunum reaktörüne ulaştıracak birine minnettarlık duyabilecek bir durumda olduğunu sezinlemekteydi. Ciğerleri daralmış, biryerlerinden kopup gelen bir acı tam gırtlağının üzerine oturmuştu. Bunca yıllık meslek yaşantısını aşan, direncine ve alışkanlıklarına kafa tutan, tanımlanması zor bir acı. Artık gözlerini ayıramadan bakıyordu. İkinci Kaptan Kana Sum ‘un cesedinin, daha doğrusu; kalıntısının öbeklendiği yerde duvar kan içindeydi. Kandan, ezilmiş etten, kırılmış kemiklerden oluşan lekeler, duvar boyumca düzensiz aralıklarla serpilmişlerdi.Sanki, benzerine mitolojilerde rastlanabilen bir canavar, bu zararsız insanları, bulundukları yerlerden kapıp kapıp kaldırmış, metal duvarların üstübde göğüs kafeslerini, kafataslarını, karın boşluklarını korkunç bir basınçla patlatarak ezmiş, posalarını da duvar diplerine savurmuştu. Doktor Lek, ışığın ulaşamadığı yörelere serpilmiş olan cesedleri bulunduğu yerden pek tanıyamamakla birlikte, brifing platosunda bulunmaları nedeniyle az-çok öz kimliklerine bağlayabilmekteydi. Plaroyu baştan sona taramaya çabalayan bakışları brifing masasının az ötesinde, yerde yatan bir vücudun üzerinde durdu. Koskoca platoda, nakşa kanıt aramaya gerek görmeden tanıyabildiği tek insan bu olmuştu; Etimolog yani dil bilgini Şur Çarup. Genç kadın metal döşemede sırtüstü yatmaktaydı. Saçları darmadağınıktı. Üniforması yer yer parçalanmış, yakaları ve apoletleri kopmuş, botları ayaklarından çıkmış, kolunun biri yana açılı olduğu halde, obiri katlanıp sırtının altına sıkışmıştı. Başı yan düşmüş olan ve sağ yanağı döşemeye dayalı bulunan Şur Çarup ‘un güzel yüzünde korkunç bir kasılma göze çarpıyordu. Kaşları alabildiğine çatılmış, yüzü alabildiğine gerilmiş ve dişleri sımsıkı kenetlenmişti. İşin en ilginç yanı, genç kadının belinde üç parmak kalınlığında, file örgülü metal bir kemer bulunmasıydı. Doktor Emmol Lek ‘in şaşkın bakışları bu kemere dikilip kalmıştı. Kemerin varlığı durumun hiç de normal olmadığını belirlemeye yetiyordu. Bir anda birçok şeyi birden sezinler gibi oldu. Doktor Lek ‘e göre; Etimolog Şur Çarup ‘u bu duruma sokan o santrifüj kuvvet olmasa gerekti. Böyle bir şey sözkonusu olsaydı; genç kadının vücudunun, belki de cesedinin şimdiki yerinde olmaması, duvar diplerinden bir yerde olması gerekirdi. Vücuda kan, ezilme ve pek göze çarpar yara-bere bulunmaması da bu düşüncenin doğruluğunu kanıtlıyordu. Metal kemerin varlığı durumu oldukça çıkmaza sokmuştu. Zira, bu manyetik bir kemerdi ve salt tutuklama işlerinde kullanılırdı. Tutuklananın beline geçirilen bu kemeri herhangi bir yöntemle açabilmesine ve ondan kurtulabilmesine olanak yoktu. Yüzlerce denemesi yapılmış, böyle bir kemerin herhangi bir tutuklu eliyle açılabilmesindeki başarı oranının sıfır olduğu görülmüş, kanıtlanmış ve benimsenmişti. Kemer tüm bölümleri itibariyle manyetikti ve beline takılan herhangi bir tutukluyu metal bir duvara, herhangi bir bölmeye veya döşemeye sımsıkı yapıştırmak özelliğine sahipti. Böyle bir kemere tutsak edilen bir tutuklu için duruma boyun eğmekten öte yol yoktu. İşte bu nedenle Doktor Emmol Lek, birinin Etimolog Şur Çarup ‘u özellikle tutukladığını düşünmekten kendini alamıyor ve çözümü pek de kolay olmayan bir problemle karşı karşıya olduğunu anlamış bulunuyordu. Düşüncelerini anlamak istercesine bakışlarını Fotonist Kay Rem ‘e çevirdi. Arkadaşı geiger aygıtıyla platoyu kontrolden geçirmekteydi. Ayni şeyleri görüp görmediği pek belli değildi. Doktor Emmol Lek ‘in kendisine baktığını görünce:
- Platoda radyasyon yok.
Dedi. Doktor Lek:
- Ne yok dedin, Rem?
Diye sordu. Kay Rem onunla ilgilenmeyerek:
- Platoda radyasyon yok. Diye yineledi. Platoda radyasyon yok.
Ağır adımlarla masaya doğru ilerlediler Işık yetersiz olduğu halde yaklaştıkça ayrıntılar değer kazanıyordu. Kay Rem:
- Ölü mü?
Diyerek kaptanı gösterdi. Doktor Emmol Lek:
- Görünüşe bakılırsa; hayır.
Dedi. Sonra saatine baktı. Konuşmadan bir süre salt gözleriyle inceledi, sonra:
- Canlı… Diye söylendi. Nabız sayısı 13. Yaşı dikkate alındıkta 50-60 arasında olması gerekir.
Fotonist bakışlarını Doktor Lek ‘in yüzüne dikti:
- Öyleyse konsantrasyonda.
- Pek değil. Derin konsantrasyonda nabız sayısının sıfıra yakın olması gerek. Bu sayı şu anda 13 ten ibaret bulunduğuna göre; düşünce yoğunlaştırması yetersiz diyebiliriz.
- Revirin volüm aygıtında düşüncelerini yoğunlaştırmak isteyen kaptan olabilir mi, Doktor?
- Kesinlikle odur.
- Öyleyse neden boyutlaştıramadı düşüncelerini aygıtta? Acaba ayni anda düşüncelerini birçok aygıta birden yöneltmeye kalkışmış olmasın? Böylesi bir başarısızlığa başka neden düşünemiyorum.
Doktor Emmol Lek eliyle saçlarını karıştırdı:
- Kaptanın düşüncelerini özellikle revire yönelttiğinden ve oradaki volüm aygıtında boyutlaştırmak istediğinden eminim.
- İyi ama neden tek aygıta başvurmakla yetinmiş olsun?
- Bunun nedenlerini bulmak pek zor olmasa gerek. Bana göre; kaptan kaos anında santrifüj kuvvetin doğacağını bilmiyordu. Zira uzay tarihinde bugüne dek böyle bir olaya rastlanmış değildir. Fakat sanırım ki; teorik olarak santrifüj bir kuvvetin doğuracağı etkilerin farkındaydı. Esasen bu tür etkilere bilgi bakımından yabancı olduğu düşünülemez. Belirli bir ortamda tepki gösterecek cisim yoksa; teorik olarak kuvvet de yoktur. Başka deyişle; kuvvet, salt kendisine tepki gösterecek cisimler varolduğunda mevcuddur. Belirli yönden etki yapan kuvvet belirli yönden tepki görür. Yani salt kuvvet vektöründe hasar doğurur. Bu hasar vektör dışına pek taşamaz. Santrifük kuvvetin durumu bundan biraz değişik. Nitekim santrifüj kuvvet, ortadaki bağımsız cisimleri merkezden çepere savurur ve etkisini koruduğu sürece onları çembere bağlı tutar. Bu nedenle kaptan, kaos sonunda öbir ünitelerde canlı varlık kalmadığını düşünmüş olabilir. Veya bu konuda, revire oranla obir ünitelere daha az olasılık tanıdığı düşünülebilir. Zira, kaptan sağlık personelini bir yana bıraksa bile, revirde en azından birkaç hasta bulunduğunu bilmekteydi. Böyle düşündüyse; bu düşüncelerinde kaptana hak vermemek elde değil. Çünkü; santrifüj kuvvetten en az etkilenecek yerin revir olması gerektiği ortada. Nedeni de belli: Hasta yatakları hem manyetiktir, hem de her tehlikeye karşı korunmuşlardır. Böylesi bir tehlike sırasında hastaların tümünün birden, hem de yataklarıyla birlikte çembere savrulmuş olabilmeleri düşünülemez. Bu bakımdan, içlerinden hiç olmazsa birinin tehlikeden sağ kurtulmuş bulunması revirin volüm aygıtında düşünce nakli bulunup bulunmadığını merak etmesi en doğru ve en yarar sağlayıcı davranıştır.
Fotonist Kay Rem üzüntüyle başını salladı:
- Ne yazık ki; bu varsayımlar gerçek duruma pek de uygun değil. Zira, revirde canlı kalabilmiş tek hastamız yok.
- Suçu, alınmış önlemlerin yetersizliğinde değil,santrifüj kuvvetin çok güçlü oluşunda aramak gerek.
Kay Rem, oturduğu yerde en küçük canlılık göstermeden taşlaşmış pozisyonunu gösteren kaptana baktı:
- Peki neden düşüncelerini aygıtta boyutlaştıramadı? Yardım istemeyi neden gerekli gördü? Masaya otomatik olarak kilitlenmiş olduğunu sanmıyorum.
- Zaten masaya otomatik olarak kilitlenmiş değil.
- Olsa da iç beninin yardımıyla kilidi açabilirdi.
- Açabilirdi.
Kay Rem öksürdü:
- Yaralı mıdır dersin, Doktor?
- Dış görünüşe bakılırsa hayır. Hiçbir yerinde yara-bere yok.
- Bu konuda ne düşündüğünü öğrenmek istiyorum.
- Şimdilik hiçbir düşüncem yok, Rem.
- Şu halde, yapılacak olan nedir?
- Yapabilecek herhangi bir şeyimiz olduğunu sanmıyorum. Bu anda bize düşen onun konsantrasyondan çıkmasını beklemek.
- Uyarmamızda sakınca olabilir mi?
Doktor Emmol Lek yerde yatan Şur Çarup ‘un yanıbaşına çömelirken:
- Kafanı çalıştır Rem. Diye çıkıştı. Yardım istemek için konsantrasyona girmiş bir kimsenin yardıma zaten gereksinmesi var demektir. Böyle bir durumda onu dıştan uyarmak ölüme çağrı çıkarmaktır.
Fotonist direnmedi. Platonun yedek jeneratörlerini göreve sokmaya girişti.
İlk inceleme sonunda Doktor Emmol Lek Şur Çarup ‘un sağ olduğunu sezinledi ve içini derin bir sevinç dalgası kapladı. Eliyle genç kadının başını düzeltti. Altta sıkışmış kolu kurtardıktan sonra her iki kolu rahat bir biçimde yanlara doğru uzattı. Şur Çarup ‘un yüzünde öncekine oranla herhangi bir değişiklik olmamıştı. Botları ayaklarında bulunmadığı halde vücutta yara-bere olmaması doktorun şaşkınlığa düşmesine yol açıyordu. Emmol Lek kırık-dökük bazı noktalar buluyor fakat problemi çözebilecek temel ögeleri elde edemediğinden bulduklarını yerlerine oturtamıyordu. En çok üstünde durduğu şey; Etimolog Şur Çarup ‘u metal döşemeye yapıştırmış olan manyetik kemerdi. Doktor Lek kemeri ilk bakışta tanımıştı. Bu kemer Kaptan Çi Vaştar ‘ın kemeriydi. Durum ortadaydı: Şur Çarup; bu genç ve güzel dil bilgini Kaptan Vaştar yüzünden tutuklanmıştı. Doktor Emmol Lek tutuklama nedenini arıyor fakat bir türlü bulup çıkaramıyordu. Kaos sırasında ona yardımda bulunacağı, onu koruyacağı yerde, Kaptan Çi Vaştar Şur Çarup ‘u neden tutuklama gereğini duymuş olabilirdi? Neden? Neden? Neden?
Doktor Lek korunmasız bir biçimde uzanmış bulunan genç kadına acıyarak baktı. Sonra çömeldiği yerden kalkarak bakışlarını çevresinde gezdirdi. Fotonist Kay Rem, kolları yanına düşmüş bir halde az ileride durmaktaydı. Doktorun doğrulduğunu görünce ona doğru ilerledi:
- Jeneratörleri devreye soktum, doktor. İstersen platoyu aydınlatabilirim.
Doktor Lek:
- Gerekmez. Dedi. Kaptanın konsantrasyondan çıkmasını beklemek zorundayız.,Bir an için susan astronot, bu kez yerde yatan genç kadını gösterdi:
- Canlıların sayısı beşe ulaştı, Rem. Şur Çarup sağ.
Kay Rem gözlerine ve kulaklarına inanamıyordu. Bakışlarını yerde yatan etimologa dikmişti:
- Sağ mı? .. Diye haykırdı. Şur Çarup sağ mı? ..
Doktor Emmol Lek yineledi:
- Sağ. Yarası-beresi yok. Örselenmiş biraz, tümü o kadar.
Fotonist şaşkın bakışlarını genç kadının belindeki kemerden ayıramıyordu. Doktor Emmol Lek bunu görünce:
Kaptanın kemeri. Diye söylendi. Tutuklamış onu.
- Çok garip. Buna neden gerek duydu dersin?
- Bu soruyu yanıtlayabilmek için Çarup ‘un kaostan önce mi, yoksa sonra mı tutuklanmış olduğunu bilmek gerek. Neden her ikisi için de başka başka olabilir.
Fotonist Kay Rem genç kadının kıprdanmaksızın yatışıyla ilgilenerek:
- Nesi var, doktor?
Diye sordu. Doktor Lek omuzlarını silkti:
- Nesi olduğunu pek söyleyemem. Bunu sçyleyebilmek için onu sağlık kontrolünden geçirip bazı aygıtların kayıtlarını da okumam gerek.
Kay Rem sözlerinin onaylanmasını istercesine mırıldandı:
- Canlı olduğu kesin.
- Bunda kuşkumuz yok. Tutuklanma olayını ise; kendisine geldiğinde öğrenebileceğimizi umarım.
- Bunu bize kaptan da söyleyebilecektir.
- Elbette.
İki astronot bir süre konuşmadan platoya göz gezdirdiler. Neden sonra Doktor Emmol Lek, alacağı karşılığı biliyormuşcasına sordu:
- Obirlerinde umut var mıydı, Rem?
Fotonist üzgün bir tutumla başını salladı:
- Termoelektrisite yani hareket elektriği testlerini yaptım, doktor. Gemide bizden başka canlı yok. Tablo ışıkları platoda dördümüzden ve revirde Teğmen Vag Lom olmak üzere bir kişinin vücud sıcaklıklarını kusursuz belirliyor ama bundan başka tek bir vücud sıcaklığı göstermiyor.
Emmol Lek arkadaşlarından ayrılıp platoyu dolaşmaya başladı. Gerçekten umut yoktu. Brifing platosunu dolduran ve kaos sırasında orada bulundukları anlaşılan astronotlardan salt ikisi; Kaptan Çi Vaştar ‘la Etimolog Şur Çarup yaşıyordu ve bunların da nasıl bir etki altında kaldıkları şimdilik kesinlikle belli değildi. Nitekim kaptan hala daha konsantrasyondaydı. Düşüncelerini belirli bir uzaklığa yöneltip gönderebilmiş fakat rastgetirdiği aygıtta boyutlaştıramamıştı. Bu başarısızlık, davranışta lokal bir yetenek noksanlığının mevcud olduğunu ortaya koyuyor fakat nedenleri şimdilik çıkarılamıyordu. Kaptan göze batar bir yara-bere almadığına göre bu durum nasıl açıklanabilecekti? Etimolog Şur Çarup ‘un gizemi de kaptanınkinden pek değişik değildi. Doktor Emmol Lek, her nedense, Şur Çarup ‘un şu anda içinde bulunduğu durumla kaptanın durumu arasında belli belirsiz bir ilinti olduğunu sezinliyordu. Doktoru şaşırtan noktalardan birisi, belki de kendine göre en önemlisi; diğer dört astronotun kaosa pek kolay teslim olmuş bulunmalarıydı. Anlaşıldığına göre; kaos sırasında bunların tümü kaptanla brifingdeydi. Santrifüj kuvvet ortaya çıktığında, botları ve eldivenleri otomatik olarak kilitleneceğinden bu anda tümünün masada yer almaları gerekirdi. Zira, tüm ölülerin botları ayaklarında ve eldivenleri ellerindeydi. Doktor Lek, olay sırasında tüm bot ve eldivenlerdeki güvenlik mandallarının görevdışı kalmış olabileceğini bir türlü benimseyemiyordu. Astronotların tümünü birden gafil avlayabilecek, botlardaki ve eldivenlerdeki güvenlik mandallarının göreve geçmelerini engelleyebilecek bir şeylerin oluştuğu kesindi ama bunun ne olduğu konusunda doktorun hiçbir fikri yoktu.
Daldığı bu düşüncelerden Doktor Emmol Lek ‘i arkadaşının sesi ayırdı:
- Doktor…
Fotonist Kay Rem ‘in elinde ültrasonik bir fülüt vardı. Genç adam birkaç adımda yanına gelmişti:
- Bu… Diyordu. Masanın bir metre kadar ilerisinde, yerde duruyordu.
Doıktor Emmol Lek fülütü aldı. Parmağıyla kontrol mandalına bastı. Fülütün üzerinde minyatür bir kırmızı göz lambası yanıp sönmeğe başlamıştı. Fotonist Kay Rem:
- Göreve hazır, doktor.
Dedi.
- Evet, göreve hazır. Bunu döşemede, masanın yakınında bulman garip değil mi?
Kay Rem ilerleyerek parmağıyla yeri gösterdi:
- Buradaydı.
Doktor Emmol Lek düşünceliydi:
- Oysa bunu duvarın dibinde, hiç olmazsa; yakınında bulmamız gerekirdi. Santrifüj kuvvetin bunu savurup duvara yapıştırması, etkisini yitirince de duvarın dibine bırakması olabildiğince akla yakın olduğu halde, masanın yakınında, yerde bırakması akla hiç de yakın değil. Ortada bir solaklık var ama ne?
Fotonist Kay Rem öksürerek gırtlağını temizledi:
Durum açık-seçik ortada, doktor.
- Nasıl?
- Fülütün bulunması gereken yerle bulunması gereken yerin ilişkisini saptamakta santrifüj kuvveti ölçü olarak kullanabiliriz, sanıyorum.. Nitekim, santrifüj kuvvetin etkisinde kalmış olsaydı; senin de öne sürdüğün nedenlerle fülütü masadan çok uzakta, duvar dibindeki bir yerde bulmamız gerekirdi. Masanın yakınında bulduğumuza bakılırsa; fülütün düşmesi veya fırlaması hiç de santrifüj kuvvetle ilgili değil.
- Şu halde?
- Bence fülüt kaos sırasında bağımsız durumda değildi. Bu nedenle çekime kapılıp çepere fırlamadı ve bunun için de biz onu duvar dibinde bulamadık. Bana sorarsan; bu durum fülütün kaostan sonra düştüğünü öne sürmeye yeter.
- Kaostan sonra düştüğünü mü?
Fotonist Kay Rem yineledi:
- Evet, kaostan sonra düştüğünü.
Doktor Emmol Lek sordu:
- Sana göre fülütün kaptanın durumuyla bir ilişkisi olabilir mi?
Kay Rem elini salladı:
- Kaptanın durumuyla ilişkisi olmasa bile, Şur Çarup ‘un durumuyla ilişkisi olabilir.
- Peki, seni böyle düşünmeye iten ne?
Fotonist homurdanarak:
- Baksana, doktor. Dedi. Şur Çarup manyetik kemerle tutuklanmış. Kemer kaptanın ve Şur Çarup da kendinde değil. Üstelik de görünürde herhangi bir yarası-beresi yok. Bu da bize, onun santrifüj kuvvetin etkisinde kalmış olmadığını göstermez mi? Bence; kuvvetin etkisinde kalsaydı ölüsünü duvarın dibinde bulmamız gerekirdi.
Doktor Emmol Lek:
- Galiba haklısın, Rem. Dedi. Durum yavaş yavaş aydınlanıyor.
Fotonist Kay Rem sözlerini sürdürdü:
Tutuklama nedenini bilemiyoruz. Zaten bilmeyişimizin pek önemi yok. Önemli olan Çarup ‘un tutuklanmış olması ve bu tutuklanmanın zamanı. Yani tutuklanmanın kaostan önce mi, yoksa sonra mı ortaya çıktığı.
Doktor Emmol Lek:
- Anladım sanıyorum. Diyerek düşüncesini belirtti. Herhalde Şur Çarup ‘un kaostan sonra tutuklanmış olabileceği sonucuna götürmek istiyorsun, beni.
Fotonist Kay Rem güvenli bir tonla:
- Tamam, doktor. Dedi. Benim anlatmak istediğim de bu.
İki arkadaş kısa bir an bakıştılar. Sonra fotonist sordu:
- Yoksa sen ayni kanıda değil misin?
Doktor Lek başını sallayarak homurdandı:
- Bir bakıma seni kutlamam gerek. Zira, ben de ayni kanıdayım. Ortada bir şeyler döndüğünü sezinliyordum ama sezinlemeye çalıştığımın ne olduğunu kesinlikle bulup çıkaramıyordum.
Doktor Lek kollarını yanlara doğru sallayarak konuşmasını sürdürdü:
- Problem az-çok çözülmüş görünüyor. Bu durumda, Şur Çarup ‘un kaostan etkilenmemiş olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Kaptan için de öyle. Kalan astronotlar ise felaketten kurtulamadılar. Sonra kaptanla Çarup arasında bir şeyler oldu. Her ne olduysa oldu ve işte bu olanlar üzerine kaptan Çarup ‘u tutukladı. Bence işte böyle bir olay geçmiş olsa gerek burada.
Fotonist Kay Rem:
- Yine de pek olmuyor, doktor. Dedi. Bulduklarımız pek oturmuyor yerine. Bana bazı noksanlarımız var gibi geliyor.
- Ne gibi noksanlar?
- Problemin çözülmesine engel olan noktalar. Zira, bulduğumuz veriler kaptanın durumunu pek açıklamıyor. Çünkü; karşımızda yanıt bekleyen bazı sorular bekliyor. Kaptanla Çarup arasında olanlar kaostan sonra ortaya çıktıysa, bunun açıklaması nasıl olacaktır? Yani kaptan şu veya bu nedenle etimologu tutukladıktan sonra mı gelip şu brifing masasındaki yerine oturmuştur? Bunun böyle olduğunu varsayarsak, o zaman kaptanın neden böyle bir yola başvurduğunu kendi kendimize sormamız gerekmez mi?
- Bana göre kaptanın neden gelip masaya oturduğu belli.
- Neden oturmuştur?
- Rahatça konsantre olmak istemiştir. Nitekim, düşüncelerini revirin volüm aygıtına yönelten ve orada boyutlaştırmak isteyenin kaptandan başkası olmadığını artık bilmekteyiz.
- Ondan kuşkumuz yok. Fakat doktor, biraz düşünsene. Düşüncelerini revirin volüm aygıtına yöneltmesinde kaptanın ne amacı olabilir?
Doktor Emmol Lek öksürdü:
- Amaç ortada: Kaptan yardım çağırmak istiyordu.
- İyi ama kaptan neden yardım çağırmak için yetersiz bir konsantrasyona girmiş olsun? Sen ve ben, doktor, yardıma gereksinmemiz olsa; platodan çıkıp yardımı bizzat aramayı mı yeğ tutarız, yoksa masaya çöküp yarar sağlayığ sağlamayacağı belli olmayan bir konsantrasyona girmeyi mi?
Doktor Emmol Lek eliyle kapıyı göstererek homurdandı:
- Bir noktayı unutuyorsun, Rem. Biz buraya tam üç kapıyı keserek girebildik. Bir bakıma, kaptan da belki platodan çıkmak istemiştir ama kapılara komuta eden genel devrenin görev yapmadığını görünce bundan cayıp masaya dönerek konsantrasyona girmeyi yeğlemiştir.
Fotonist Kay Rem başını salladı:
- Böyle bir savı benimsememe olanak yok, doktor. Genel devrenin kapılara komuta etmediğini görmesi, kaptanın böyle bir denemeden hemen caymasını gerektirmez. Böyle bir durumda, uyarıcısıyla kapıları yoklaması gerekirdi.
- Belki de yoklamış ve uyarıcının dahi kapılara komuta etmediğini görmüştür.
- Ve ondsan sonra çıkar yol bulamayıp masaya oturarak konsantrasyona girmiştir?
- Sanırım.
- İşte bu noktada birbirimizden ayrılıyoruz.
- Niçin?
- Niçini basit. Az önce, platoya kapıları keserek girdiğimizi söyleyen sendin.
- Ne çıkar bundan?
- Şu çıkar, doktor: Biz, kapıları uyarıcıyla açamadığımız zaman yenilgiyi kabullenmedik. Bu yüzden onları ültrasonik fülütle kesmeyi denedik ve başardık.
- Doğru.
- Öyleyse kaptan neden ayni yola başvurmadı da onun yerine masaya çöküp konsantrasyona girmeyi yeğledi dersin?
Doktor Emmol Lek şaşırmıştı. Kekeleyerek:
- Belki… Belki… Dedi. Belki de ültrasonik fülütü yanında yoktu. Olamaz mı?
Kay Rem başını sağa sola sallayıp:
- Olamaz.
Diyerek elindeki ültrasonik fülütü gösterdi. Bu; az önce yerde buldukları ve üzerinde tartıştıkları fülüttü. Fotonist fülütün kontrol mandalına bastı. Fülütün kırmızı göz lambasının düzenli aralıklarla yanıp sönüşüne bakarak mırıldandı:
- Kaptanın ültrasonik fülütü vardı, doktor. Zira, bu gemideki astronotlardan hiçbirinin silahını yanında bulundurmayacağı düşünülemez. Çünkü böyle bir davranış her şeyden önce iç yönetmeliğe aykırıdır. Onun için kaptanın fülütünün yanında bulunduğu konusu her türlü tartışmadan uzaktır. her şeye karşın bulunmadığını varsaysak bile, bu bizi olumlu bir sonuca götüremez. Zira kaptan buradaki ölülerden birinin, o da olmasa; Şur Çarup ‘un fülütünü alıp kapıları kesmeyi kolayca deneyebilirdi. Ve denemesi de onu başarıya ulaştırırdı. Nedeni belli: Biz ayni başarıya ayni yolla ulaştık.
- Kapıları sağlam bulduğumuza göre kaptan bu denemeye girişmemiş.
- Evet, girişmemiş.
- Peki ama neden?
- Nedenini ben söyleyeyim, doktor. Bence kaptan platoyu bir baştan bir başa yürüyemeyecek yani bulunduğu yerden kapıya ulaşamayacak durumdaydı da ondan.
- Yani?
- Yani kaptan yaralıydı.
Doktor Emmool Lek gözlerini arkadaşının gözlerine dikti:
- Yarası-beresi olmadığı halde mi?
Fotonist Kay Rem sözlerini vurguladı:
- Görünüşte yarası-beresi olmadığı halde. Yaralıydı. Zira, birisi ona ateş etmişti.
Doktor Lek şaşkınlıkla sordu:
- Ateş mi etmişti?
Fotonist Kay Rem elindeki fülütü göstermekteydi:
- Evet ateş etmişti. Bu fülütle.
Doktor Emmol Lek kuşkuyla başını çevirip masasında oturan kaptana baktı:
- Şu halde kaptan konsantrasyonda değil?
Fotonist Kay Rem:
- Konsantrasyondaydı. Dedi. Fakat artık konsantrasyonda olduğunu sanmıyorum.
Kay Rem uyarıcısıyla platonun yedek jeneratörlerini göreve soktu. Plato baştanbaşa aydınlanmıştı. Duvar diplerine sıralanmış insan kalıntılarıyla acı gerçek daha belirgin bir biçimde ortaya çıktı. Plato parçalanmış aygıtlarla doluydu. Bu düzensizlikte bile benzeri görülmemiş bir düzen vardı. Platodaki tüm bağımsız cisimler görünmeyen bir elle bulundukları yerlerden zorla çekilip alınmış, sanki özel bir amaç için özenle kırılıp ezilmiş, parçalanmış ve duvar diplerine tepeleme yığılmıştı.
Işıkların güçlenmesi üzerine yerde yatan etimolog Şur Çarup ‘un yüz kasları eskisine oranla daha bir kasıldı, dişleri daha bir sıkıldı ve kaşlarındaki çatılma daha bir arttı.
Kaptanın durumunda hiçbir değişiklik olmamıştı. Brifing masasındaki yerinde bir heykel gibi oturup durmaktaydı. Bakışları, birbirine paralel duran elleri arasındaki bir noktaya dikilmişti. Masaya vuran ışık altında gözleri cam gibi parlıyordu. Işık güçlendiği halde bu gözlerde en küçük kasılma, büzülme ve kırpılma olmamıştı. Oturduğu yerde bile boyunun uzunluğu, yapısının sağlamlığı belli olan bu kumral ve yakışıklı genç adamın yüzü kağıt gibi bembeyaz bir renge bürünmüştü.
Fotonist Kay Rem:
- Işık bir uyaran değil midir, doktor. Dedi. Onun en güçlü konsantrasyonu bile bozması gerektiğini biliyorum. Fakat görüyorsun işte, kaptanı hiç etkilemedi. Ses de bir uyarandır. Bir kez de onu denemek ister misin?
Doktor Emmol Lek karşılık vermeden kaptana doğru eğildi. Brifing platosunda yankılar yapan kalın ve monoton bir sesle haykırdı:
- Vaştar… Vaştar… Vaştar…
Kaptanın durumu değişmedi. Başlangıçtan bu yana sergilediği o tutumu birdenbire değiştirmişe benzeyen Doktor Emmol Lek doğrularak:
- Ne kadar zamandır durmuş aptal aptal çene yarıştırıyoruz burada... Diye homurdandı. Kaptanın durumu ciddi… Nasıl da sezinleyemedik… Umarım geç kalmamış olalım… Çabuk ol Rem… Derhal revire kaldırılması gerek…
İki astronot güvenli, becerikli fakat ivedi hareketlerle kaptanın taşlaşmış vücudunu brifing masasından kaldırdılar. Fotonist Kay Rem kemerinden antigravite aygıtını çıkardı. Kaptana yönelterek komuta mandalına bastı ve telekonrrolü çalıştırıp komutanı sarsıntısızca havaya kaldırdı. Önde Doktor Lek, arkada kendisi ve başının bir-iki karış kadar üstünde de kaptanın taşlaşmış vücudu olduğu halde asansöre doğru yürüdüler.
Kısa süre içerisinde revire ulaştırılan Kaptan Çi Vaştar çabucak yara-bere kontrolünden geçirildi. Ciğerleri solunum reaktörüne bağlandıktan sonra vücudu trankilizasyon aygıtına alındı. Modern bir hasta yatağını andıran bu aygıt manyetik bir düzengeçle çekilerek dipteki bir ikinci aygıtın yanına yerleştirildi. Önceki trankilizasyon aygıtının gösterge panosunda minyatür bir kahverengi lamba yanmakta, söner sönmez yerini portakal renkli bir lamba göreve girmekte ve bu yanıp sönmeler öylece sürüp gitmekteydi. Komutanın yerleştirildiği ikinci aygıtta ise yanan bir tek lamba vardı ve bunun renginin siyah olduğu ilk bakışta göze çarpmaktaydı.
Her iki trankilizasyon aygıtının ışıklarını bir süre gözden geçiren Doktor Emmol Lek başını çevirip yanında sessizce beklemekte olan Fotonist Kay Rem ‘r göz kırptı:
-Seninki lokal sarsıntıyı atlatmış sayılır. Dedi. Teğmen Vag Lom ‘dan söz ed,yorum. Durumu iyice. Ancak bir süre daha bu aygıtta kalması gerek. Ta ki şu kırmızı lamba yanıncaya dek. Komutan için şimdilik…
Doktor Emmol Lek ‘in sözleri reviri dolduran korkunç bir çığlıkla kesilmişti. Ses kadın sesiydi. Revirin hoparlörlerinden dalgalar halinde yükseliyordu. Yalıtılmış trankilizasyon aygıtlarını etkileyemeyen bu çığlıklar astronotların tüylerini bir anda diken diken etmişti. Şaşkın şaşkın Doktor Emmol Lek ‘e bakan Fotonist Kay Rem:
- Bu, Biyolog Gava ‘nın sesi.
Dedi. Doktor Lek başını salladı:
- Olamaz, Gava öldü. Hem de yüzü metalik kapıya çarpıp parçalanarak.
Sonra ikisi ayni anda haykırdılar:
- Şur Çarup… Şur Çarup…
Astronotlar revirden fırladılar. Yürüyen banda atlayıp band üzerinde koşmaya başladıklarında tüm gizli hoparlörlerden hala daha Şur Çarup ‘un haykırışları yükselmekteydi. İçerisinde sözcük bulunmayan bu çığlıklar tüyler ürpertici bir takım anlamsız bağrışlardan ibaretti. Asansöre girmeye çakışırlarken Doktor Emmol Lek:
- Ortada anlayamadığım bir şeyler var. Diye homurdandı. Biz brifing platosuna girdiğimizde hoparlörler çalışmıyordu, sanırım. Zira, bunlar devrede olsaydı, kaptan volüm aygıtında maddeleşmek için konsantrasyona girmeye kalkışmaz, yardımı hoparlörle isterdi.
Fotonist Kay Rem onayladı:
- Kaptan konsantrasyona girdiğinde hoparlörlerin çalışır durumda olmadığından ben de eminim, doktor. Hoparlörler yedek jeneratörler devreye girdiklerinde çalışmış olmalılar.
- Olabilir mi bu?
- Olabilir. Jeneratörlerden beslenen kondansatörlerdeki enerji optimal dizeye çıkınca; bilgisayar haliyle kendini onarmış ve hoparlörleri de devreye sokmuştur. Ortada başka neden yok.
Kapıyı açarak bellekteki komutu silen asansör kabin lambasını söndürürken astronotlar brifing platosuna giden ilk kapıya koştular. Daha önce, açılmadığı için tam ortasından ültrasonik fülütle bir levha kesilmiş bulunan metalik kapı, astronotların etki alanına girmesiyle kendiliğinden yana kayarak yol verdi. İkinci, üçüncü kapıları da ayni kolaylıkla açan astronotlar platoya girer girmez oldukları yerde kalakaldılar.
Dil bigini Şur Çarup, bıraktıkları yerde sırtüstü yatıyor, birbiri ardı sıra anlamsız çığlıklar koparıyor, kendisini belinden kavrayıp döşemeye yapıştırmış bulunan manyetik kemeri elleriyle açmaya çalışıyor, bu çabaları boşa gittikçe; elleriyle saçlarını yolmaya kalkışıyor, paramparça durumdaki üniformasını yırtıyor ve haykırıyor, haykırıyor, haykırıyordu.
Kapıdan girmekte olan astronotları görünce kadının çığlıkları derece derece azalarak son buldu. Tüm yırtıcı hareketleri duruldu. Bakışları her iki astronotun üstünde dolaşmaktaydı. Bir ara, dudakları, aralarından diş etleri bile görünecek bir biçimde geriye kaydı. Sarı saçlarının bir tutamı alnından aşağı düşüp sol gözünü yarı yarıya kapatmıştı. Dişlerinin arasından tıslamayı andıran bir ses çıkardı ve hemen arkasından yırtıcı bir kahkaha kopardı. Manyetik kemerden kurtularak her an üstlerine saldıracakmış gibi atılımlar yapıyordu.
- Çarup…
Fotonist Kay Rem genç kadına doğru ilerlemek istdi fakat etimologun ileri atılmaya çalışması üzerine geri çekilmek zorunda kaldı.
- Doktor Emmol Lek üzüntüyle:
- Çıldırmış olabilir.
Dedi.Sonra, cebinden kalem biçiminde bir pülverizatör çıkardı. Ayni üzgün tutumla ve titrek bir sesle:
- Bağışla Çarup… Böyle davranmak zorunda kaldığım için bağışla beni….
Diyerek pülverizatörün mandalına bastı. Pülverizatörden pırıl pırıl zerrecikler halinde yükselen bir sıvı yağmuru haykırıp tepinmekte olan genç kadının üstüne yağdı. Etimolog Şur Çarup ‘un saldırıları ve tepinip bağırmaları duruldu. Elleri yanına ve başı arkaya düştü. Gözleri kapandı ve belinde parlayan manyetik file kemerle bağlı bulunduğu döşemeye serilip kaldı.
Pülverizatörünü cebine sokan Doktor Emmol Lek bu kez belindeki yalıtma aygıtına yapışınca Fotonist Kay Rem önüne geçti. Elleriyle ona engel olmaya çalışırken:
- Doktor… Dedi. Bunun kurallara aykırı olduğunu biliyorsun. Komutanın tutukladığı herhangi bir kimseyi tayfa kemerden yalıtamaz.
Doktor Emmol Lek tok bir sesle:
- Çekil önümden, Rem… Diye homurdandı. Kadıncağızın yardıma gereksinmesi var, görmüyor musun?
Fotonist Kay Rem direnmekteydi:
- Yapma Doktor… Manyetik kemeri açmak için geçerli bir nedenin yok… Yasal ve yönetsel hükümler asla böyle bir yetki tanımıyor…
Doktor Lek haykırdı:
- Çekil Rem… Geçerli nedenim ortada: Kadın çıldırmış…
- Yetmez…Bu geçerli neden değil… Tam tersine; çıldıranların tutuklanması yasa ve yönetmelik gereği…
Doktor Emmol Lek iyice öfkelenmişti:
- Sizin saçma yasalarınızın ve yönetmeliklerinizin gerekliliği beni ilgilendirmez… Ben, bana her türlü yetkiyi tanıyan sağlık hükümleriyle bağlıyım… Çekil…
Fotonist Kay Rem direnişini sürdürüyor ve elleriyle hala daha arkadaşına engel olmaya çalışıyordu:
- Yapma doktor… Yargılanırsın…
Doktor Emmol Lek gürledi:
- Ben sorumluluğu kabul ediyorum… Çekil önümden…
- Hayır…
- Çekil Rem… Çekil…
- Hayır…
Yalıtım aygıtını sağ elinden sol eline aktarmış olan Doktor Emmol Lek ‘in sağ yumruğu olanca şiddetiyle Fotonist Kay Rem ‘in çenesine indi. Genç astronot gerisin geri bir-iki adım atıp boylu boyunca yere yıkıldı. Doktor Emmol Lek onu yattığı yerde bırakarak yalıtma aygıtını sağ eline geçirip sürgüsünü sıfıra getirdi. Aygıtı genç kadının belindeki kemere yöneltip mandalına bastı. Şur Çarup ‘un belindeki manyetik kemer şaklayarak kanatlarını yanlara atıp geniş bir yarım daire halinde açıldı. Doktor baygın yatan genç kadının vücudunu antigravite aygıtıyla havaya kaldırıp başının bir-iki karış kadar üstündeki hareketsiz gövdeyle birlikte asansöre doğru yürüdü.
Asansör, kapısını aşağıdan yukarı doğru sıyırarak açarken Fotonist Kay Rem brifing platosunun metal döşemesinde boylu boyunca yatmaktaydı.

(Hikmet BARLIOĞLU (1933-2003) 'nun
Ana Karnına Dönüş isimli Kurgubilim Roman 'ından > 42-64/731)

İsmet Barlıoğlu
Kayıt Tarihi : 13.8.2007 22:25:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

İsmet Barlıoğlu