Birinci Bölüm
1.1
Santrifüj Kuvvet
Yıldızlararası Uzay Gemisi Foton 1, önce çelik bir duvara çarpmış gibi sarsıldı, sonra titredi, daha sonra korkunç bir anafora kapılmışcasına yörünge merkezinden çevreye doğru savruldu. Gemiyi yönlendirmekte kullanılan jiroskopik kompasların görevden çekildiğini belirten kırmızı bir ışık iç şebeke kontrol radarı ekranını boydan boya taradı. Pozitronik enerji merkezinden enerji taşıyan hatlardaki akkorlaşma sonucu aydınlatma şebekesi felce uğradı. Nötron ve mezon difüzyonu sağlayan osilofon ışıması durdu. Ana ekran kararmasını çevresel ekranların kararması izledi. İmdat ekranları otomatik kumandaya yanıt vermez oldu. Oksijen ve azot karışımından oluşmuş iç atmosferi düzenleyen jeneratörlerin frekans altı band titreşimleri kumaNda kabinini dolduran cılız vınıltılara dönüştü. Foton motorları durduğu için sıfıra düşmesi gereken kabin içi ağırlık olağanüstü bir nedenle arttı. Kabindeki bağımsız cisimler, nereden doğduğu bilinmeyen santrifüj bir kuvvetin etkisiyle merkezdeki denge noktasından kabinin iç çeperlerine doğru savruldular. Her şey iç çeperlere yapışık olarak dönmeye başladı. Bunun doğal sonucu olarak kabinde kulakları sağır eden bir gürültü fırtınası koptu.
Sonra her şey sustu. Gürültü ne denli çabuk başlamışsa o denli çabuk bitti. Foton 1 ‘i saran anafor, cançekişen bir ahtapot gibi güçlü kollarını gevşetti, sarsıldı ve dağıldı. Gemi yoğun bir sıvı içinde yalpa vuran bir saman çöpü gibi sağa sola sallanmaya başladı.
Doktor Emmol Lek, kaos anında kollarının ileriye doğru dayanılmaz bir acıyla çekilir gibi olduğunu anımsıyordu. Kendisini yitirmeden önce, sol kolunun koparak sola, sağ kolunun koparak sağa doğru gittiğini sanmıştı. Kendine gelir gibi olduğunda da bu sanısı değişmemişti. Şu anda, kollarına sahip bulunduğu yolundaki düşüncesinin içinde kaldığı durumu ve gerçeği değiştiremeyeceğini biliyordu. 48 Yaşlarında, esmer, kıvırcık saçlı, sağlam bünyeli, orta boylu, uzay tıbbının otoritesi sayılan bir bilim adamıydı. Öğrenimini çok büyük başarılarla tamamlamasından hemen sonra uzayda hizmet vermeyi ideal edinmişti. Bu onun ilk uzay yolculuğu değildi ve uzayın garipliklerine, çelişkilerine zorlanmadan uyabilen bir kafa yapısı vardı. İnsan anatomisi ve organizmanın fonksiyonel direnişi konularında uzay tıbbının ana kaynak olarak benimsediği yapıtlar vermişti. Bu nedenle; organizmanın, yitirdiği bir organı, onun yokluğundan doğan duruma alışıncaya dek var olarak kabullenmek zorunda kaldığını çok iyi biliyordu. Nitekim, gözünü yitiren bir gövde gözsüz görmeye, bacağını yitiren bir gövde bacaksız olarak yürümeye çalışırdı. Doktor Emmol Lek bu bakımdan, gerçekte, kaos sırasında her iki kolunu da yitirdiğini fakat bu yanılma yüzünden onlara hala daha sahip bulunduğu sanısına kapıldığını içi burkula burkula düşündü. Sonra, kollarını geri çekmeye çalıştı ve içini derin bir sevincin kapladığını sezinledi. Kendisi geriye çekmek istediği halde kolları geri gelmemekteydi.Bu durum kollarının kopmadığını açıklamaya yeter de artardı bile. Zira; kollarını geriye çekmek istemesi bilinçli bir istemdi ve refleksin doğurduğu bir istem değildi. Var olmayan organı kımıldatmayı refleks isterdi. Var olan organı çalıştırmak isteyenin ise bilinç olması gerekirdi.
Dokror Emmol Lek ancak o zaman olanları anımsadı ve değerlendirebildi: Gemiyi yönlendirmekte kullanılan jiroskop kompaslarını parçalayan kaos kendisiyle birlikte bir santrifüj kuvvet getirmiş, bu santrifüj kuvvet kabindeki bağımsız cisimleri merkezden çevreye savurup rastgeldikleri yerlere yapıştırmış, kendi kolları işte bu arada santrifüj etkiye kapılmış fakat tehlike anında harekete geçen manyetik eldivenleri sayesinde elleri önündeki manyetik yüzeyli çalışma masasına kilitlenmişti.
Doktor Emmol Lek tüm yaşantısında ilk kez olarak kollarını bir çift manyetik eldivene borçlu bulunduğunun farkına varıyor ve pozitif bilime karşı içinde derin bir minnettarlık duyuyordu.
Problemi çözebilmek Doktor Lek ‘in içini rahatlattı. Geriye salt ellerini kurtarabilmesi kalıyordu. Normal koşullarda bunu sağlamak için masanın altındaki düğmelerden birine ayağının ucuyla basması yeterliydi. Fakat olağanüstü koşullarda ve özellikle tehlike anlarında, botlarının taban ve burunlarındaki elektromiknatıslar otomatik olarak harekete geçip manyetik zemine kilitlendiğinden ve kaos sırasında da bu kilitlenme gerçekleşmiş bulunduğundan yalıtıcı düğmelere basabilme olanağı kalmamıştı.
Doktor Lek zorunlu konsantrasyona girmekten öte yol bulamadı. Kaos sırasında çalışma masasında bulunması gereken volüm aygıtından yararlanarak kilitlenmeden kurtulmayı tasarlamaktaydı. Umudunu, düşünceleri cisimleştiren bu aygıttan faydalanarak botlarındaki kilitlenmeyi açabilmeye bağlamıştı. Ne yazık ki; kabinin koyu karanlığı içindeki bu konsantrasyon pek fayda sağlamadı. Doktor Lek, tüm gücüyle düşüncelerini volüm aygıtına yöneltmeye çalıştığı halde, masada bulunması gereken volüm aygıtı aydınlanmıyor ve düşünceleri de boyutlaşacak ortam bulamıyordu. Doktor Lek, bu tabanı kare, yüzeyleri ise üçgen biçiminde olan küçük piramit aygıtın çalışmasını bu derece özlemle istediğini pek anımsamıyordu. Gerçekte, salt üç-dört saniye kadar düşünce yoğunlaştırmış olduğu halde, kendisine sanki yüzyıllarca konsantrasyonda kalmışmış gibi geliyordu. Geçirdiği o kaostan sonra, bu kadarcık bir konsantrasyon çabası bile Doktor Lek ‘i yormaya yetmişti. Kendisini çalışma masasına ellerinden ve ayaklarından zincirlenmiş bir tutsak saymaktaydı. Birisi yardımına koşup gelmedikçe veya önünde pozitronik sistemi arızalanmamış bir volüm aygıtı bulunmadıkça sonsuza dek masasından kalkamayacağından korkuyordu. İnsanı hem sevindiren, hem de üzen garip bir tutsaklıktı bu. Zira, bu tutsaklık bir bakıma, kaos sırasında doğan santrifüj kuvvetin etkisiyle yerinden kopup kumanda kabininin iç çeperlerine çarparak parçalanmasına engel olmuş ve canını kurtarmıştı. Şimdi de ayni tutsaklık masasının başında canını almaya hazırlanıyordu.
Doktor Emmol Lek koyu bir karanlık içinde yüzmekte olan kumanda kabinine kulak verdi.
Kabinde, oksijen-azot karışımından oluşmuş iç atmosferi düzenleyen jeneratörlerin frekans altı band titreşimlerinin zayıf vınıltılarından başka ses yoktu.
Emmol Lek ‘in gözünde felaket çok yeni boyutlar kazanmıştı: Vınıltılar jeneratörlerin görev dışı kaldığını göstermekteydi. Bu ise iç atmosferin çığrından çıkmak üzere olduğunun belirtisiydi. Jeneratörlerin yeterli görev yapmayışları yüzünden oksijen-azot karışımını oranlayan düzengeçlerin de yeterli görev yapamayacaklarını, orandaki dengesizliğin oksijeni çoğaltıp azotu azaltacağını veya azotu çoğaltıp oksijeni azaltacağını anlamak için kafayı zorlamaya pek de gerek yoktu.
Doktor Emmol Lek bu olasılık karşısında iliklerine dek titremekten kendini alamadı. Oksijen çoğalmasının nelere yol açacağını çok iyi biliyordu. Aydınlatma şebekesi felce uğradığında, kabin de koyu bir karanlığa gömüldüğüne göre; pozitronik merkezden sisteme enerji taşıyan hatlarda akkorlaşma olduğu kuşkusuzdu. İşin kötüsü, belki de bu akkorlaşma hala süregidiyordu. Böyle bir durumda, iç atmosfer karışım oranındaki oksijen çoğalması çok büyük bir kolaylıkla yangın çıkarabilir ve bu da Yıldızlararası Uzay Gemisi Foton 1 ‘in sonu olurdu. Doktor Lek 'i iliklerine dek ürperten, yangından da öte birşeydi. Enerji hatlarında yangın çıkarabilecek nitelikte bir akkorlaşma olmaması bile ölüm tehlikesinin ortadan tümüyle kalkacağı anlamına gelmezdi. Tehlike oksijen adına denge bozulmasıyla eleleydi. Doktor Lek, orandaki oksijen arttıkça her an derece derece çoğalan bir canlılık kazanacağını, bu canlılığın şu elleri, ayakları bağlı durumuyla tehlikeli bir çelişmezlik doğuracağını, elinde olmaksızın ölünceye dek gülmek zorunda kalacağını çok iyi biliyordu. Bir bakıma Azrail onu güldüre güldüre öldürecekti. Karışımdaki oksijen oranı arttıkça en hafif gülücükleri bile ister istemez kahkahalara dönüşecek ve ölümünü de ona bu dozu gittikçe artan kahkahalar getirecekti. O nedenle Doktor Lek, iç atmosferdeki azotun çoğalmasını oksijenin çoğalmasına yeğ tutuyordu. Zira, azot çoğalmasının doğuracağı sersemletici hal organizmada bir tür anestezi etkisi yapacak, bu da ölümün gelmekte olduğunu bilmeden ölüme boyun eğmeyi sağlayacaktı. Bu bakımdan Doktor Emmol Lek gülerek ölmekle sinerek ölmek arasında tam bir yeğleme yapamıyor, içten gelen güçlü bir dürtüyle ölümden tüm varlığıyla kaçmak, kurtulmak istiyordu.
Herhangi bir yararı olmadığını bile bile, tüm gövdesiyle koyu karanlık içinde eğildi ve kararlama bir davranışla masanın sağındaki biyonik kulağa çenesiyle dokundu. Sessizlik içindeki kumanda kabinini, o anda aygıtın hoparlöründen yayılan “Bip… Bip… Bip…” sesleri doldurdu. Doktor Emmol Lek, el attığı her yerde, birbiri ardınca kapanan tüm umut kapılarının birbiri ardınca açılmaya başladıklarını sezer gibi oldu. Sanki görünmeyen bir şalter inmiş ve tüm kapalı kapıları tek bir komutla birbiri ardı sıra açıvermişti. İnsan kulağının sezemeyeceği ölçüdeki alçak titreşimli sesleri duyan ve duyuran biyonik kulaktaki bu “Bip… Bip… Bip…” sinyalleri Doktor Emmol Lek ‘in iç beninin sesleriydi. Tüm iç benlerin sesleri birbirinin ayni olmakla birlikte, Emmol Lek kendi iç beninin sesini bunlardan yüzlercesinin arasından seçip tanıyabilirdi.Devlet, her vatandaş gibi Doktor Emmol Lek ‘e de, dünyaya geldiği gün, kontrolden yeni çıkmış bir iç ben vermişti. Kibrit kutusu büyüklüğündeki bu minicik, sevimli aygıt tam 48 yıldır yanından ayrılmamak suretiyle kendisiyle birlikte yaşamış, onun gerçek iç beninin içindeki bir başka beni olmuş, Lek ‘in davranışlarını, zevklerini, öfkelerini, düşüncelerini, alışkanlıklarını, inançlarını öğrenip benimsemiş, onun bilincini ve mantığını tanımış, tüm iyi ve kötü günlerinde yardımda bulunmuş, bozulan aygıtlarını onarmış, verdiği direktifleri yerine getirmiş, yasa dışı davranışlarıyla kötülüğe yeltenişlerinde onu uyarmış, mutlu-mutsuz her anında ona arka vermişti. Şimdi de ona yardım elini uzatan bu süper bellekli, binbir yetenekli mikrokompütür oluyordu.
Doktor Emmol Lek zor duyulur bir mırıltı halinde:
- Lekta… Diye seslendi. Beni algılıyor musun? .. Karanlıkta nerede olduğu görülemeyen mikrokomptürün biyonik kulağın hoparlöründe yükselen kadınsı sesi:
- Algılıyorum, Lek. Dedi. Eldivenlerin ve botlarınla masana kilitlenmiş durumdasın. Şu anda volüm aygıtını aramakta fakat bulamamaktasın.
Astronot:
- Lütfen bana volüm aygıtını bulur musun, Lekta?
Diye mırıldandı. Erkek yurttaşlara verilen bütün iç benler gibi dişi bir sese ve ada sahip olan mikrokompitürün manyetik sinyallerle koyu bir karanlık içinde olan kabinde volüm aygıtını aradığı duyuldu. Dört değişik sinyalden sonuç alınamadığı için iç benin durakladığını biyonik kulaktaki çıtırtılardan anlayan Doktor Emmol Lek, iç beninin bu kez koordinat taramasına başvurduğunu sezinledi. Nitekim, kompütür yeni bir manyetik sinyal yollamış, görünmeyen volüm aygıtının bulunduğu yöne doğru manyetik olarak kaymaya başlamıştı. Bir anlık bir sessizlikten sonra iç benin kadınsı sesinin kabinde yankılar yaptığı duyuldu:
- Buldum onu, Lek… bir şeyi yok… Masadan düşmüş o kadar…
- Bu denli yakında olmasına karşın neden düşüncelerimi cisimleştiremedi dersin?
- Aygıt yanlamasına düşmüş. Bu nedenle düşüncelerinin üzerinde yoğunlaştırılabilmesine de olanak kalmamış. Zira, düşünceler yüzeylere çarpıp kalamıyor, çarpmasıyla yansıması bir oluyor.
Doktor Emmol Lek sordu:
- Ona antigravite uygulayabilir misin, Lekta?
- Elbette. Masana dek kalkmasını ister misin?
- Lütfen.
Yeni bir manyetik sinyalden sonra iç ben seslendi:
- Volüm aygıtı masanda, Lek.
Doktor Emmol Lek düşüncelerini yeniden yoğunlaştırmaya başladı. Çevresini saran karanlık yüzünden, varlığını algıladığı fakat kendisini göremediği masasının üzerindeki volüm aygıtı aydınlandı. Astronotun beyninden yayılan düşünce dalgaları, küçücük bir piramiti andıran volüm aygıtının tepesindeki sivri ucun bir-iki santim kadar yukarısında süpervizyonel bir alan oluşturuyor, düşüncenin dört boyutundan her biri mikrosistaller aracılığıyla üçgenlere emiliyor, imaj tarayıcı griflerle düzenlenip taban-tepe doğrultusunda ve kendi ekseni çevresinde dönen helezona aktarılıyor, düşünce burada boyut kazanıyor ve gerçeğinin kopyası olan küçücük bir örnek kusursuz olarak ortaya çıkıyordu.
Volüm aygıtında, Doktor Emmol Lek ‘in düşünebildiği kadarıyla geminin içine düştüğü kaos belirdi. Gemiyi ansızın etkisine alan o santrifüj kuvvet, kollarının koparcasına ileri doğru çekilişi, manyetik eldivenli ellerinin masasına, tabanları elektromiknatıslı botlarının kumanda kabini zeminine kilitlenişi, ayaklarının sağ ve solunda kalan yalıtıcı düğmeler.
Doktor Lek tüm hayal sınırlarını zorlayarak bilinciyle bu düğmeleri aşağıya doğru bastırdı. Bu sayede dört boyutlu vizyonla bağıntı kurabilen iç ben yalıtıcı düğmeleri harekete geçirdi. Volüm aygıtı karardı. Manyetik eldivenler masadan ve botlar da döşemeden kurtuldu.
Doktor Emmol Lek, elleriyle ayaklarındaki manyetik kilitlenmenin ortadan kalkması üzerine toparlanmaya çalıştı. Gövdesi derin bir uyuşukluk içindeydi. Kollarıyla ayaklarının aylardır kilitli kaldığını sanmaktaydı. Önce manyetik eldivenlerinin, sonra elektronik miknatıslı botlarının güvenlik mandallarını teniden görev yapabilecek duruma getirdi.
Yerinden doğrulup kalkmaya çalışırken kabin baştan aşağı aydınlandı.
(Hikmet BARLIOĞLU (1933-2003) 'nun
Ana Karnına Dönüş isimli Kurgubilim Roman 'ından > 13-21/731)
Kayıt Tarihi : 13.8.2007 22:22:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!