İnsan
eşref-i mahlûkattır derdi babam
bu sözün sözler içinde bir yeri vardı
ama bir eylül günü bilek damarlarımı kestiğim zaman
bu söz asıl anlamını kavradı
geçti çıvgınların, çıbanların, reklamların arasından
geçti tarih denilen tamahkâr tüccarı
Kalplerinde aşk işaretiyle doğar kimileri... Yeryüzüne gönül indiremez onlar... Hayatı ve insanları anlarlar,hayata ve insanlara merhamet duyarlar,ama hayatın ve onun içindeki insanların yaşadıkları gibi yaşamazlar.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Devamını Oku
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
bir zamanın garip olguları içinde didilenmiş gibidir şiir. daha önceleride okumuştum. biryanı acıları diğer yanı acıtan anıları anlatır. 1974 şiirin yazılışı yani seksen öncesi. kaç gençlik heba oldu, kaç aile yıkıldı, kaç ana-baba yüreğine ateş düştü, kaç hayal yıkıldı.o yılları anımsamak bile istemiyor insan. uzun şiir uzun yıllara kalan acıları yansıtmaya çaba sarfetmiş. edebi hatalar olsada saf ,çıplak gerçek. birzaman bunları yaşadı binlerce insan.
'1944'de, Söke'li bir polis memurunun altıncı çocuğu olarak Kayseri’de dünyaya gelir.'
Demek ki geliri yetmiyordu. Ek iş olarak kök toplayıp satıyordu. O kadar çocuk doyuracak, helal parayla... Çoğu memurlar ek iş yapmak zorunda kaldı yıllarca, yasak olduğu halde. Birileri de:
'Benim memurum işini bilir...' dedi, bu ne demekse! Rüşvet yemez, çalmaz çırpmaz onlar. Temiz ekmek götürürler evlerine. Ne bilsin öyle şeyleri onlar. Her şeyi BÖYÜKLER bilir.
ESENLİK BİLDİRİSİ OKUNMAYA DEĞER, ÖZEL BİR ŞİİR.
HAYATI
1944'de, Söke'li bir polis memurunun altıncı çocuğu olarak Kayseri’de dünyaya gelir. İlk ve orta öğrenimini Kastamonu, Çankırı ve Ankara’da tamamlar. Öncelikle Ankara Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi'nde okuduysa da mezun olacağı okul Hacettepe Üniversitesi Fransız Dili ve Edebiyatı olacaktır. On sekiz yıl Devlet Konservatuarı'nda Fransızca okutmanlığı yapar, ilk şiiri 1963'de Yelken Dergisi'nde yayınlanır. Bu tarihle birlikte ; yazın, düşün ve sanat dünyasındaki serüvenine başlamıştır. İlk kitabı Geceleyin Bir Koşu'yu 1966 yılında, büyük yankılar uyandıran ikinci kitabı Evet, İsyan'ı ise 1969 yılında yayımlar. 1970'de yakın arkadaşı Ataol Behramoğlu ile birlikte Halkın Dostları dergisini çıkarır. 1974 yılına gelindiğinde ise , o zamana dek içerisinde bulunduğu ve savunduğu sosyalist düşünce çizgisini geride bırakarak fikri ve ruhi bir değişim yaşayacaktır. Bu tarihten sonra yazı ve sanat hayatına, İslami düşünce çerçevesinde devam eder. Bu düşünce yapısı aynı zamanda ona yeni sorumluluklar da yüklemiştir. Bu sorumluluk bilinci ile 1977'de Yeni Devir gazetesinde günlük fıkralar yazar, yine aynı gazetede Abdullah Çıdamlı müstear ismi ile çeviriler yapar, Pazar günlerine özel kültür sayfaları hazırlar. 1985 yılında Milli Gazete'de Cuma Mektupları'na, 1997 yılında Yeni Şafak Gazetesi'ndeki günlük fıkralarına başlar. Yazdığı deneme kitabı Taşları Yemek Yasak ile Türkiye Yazarlar Birliği Deneme ve 2005'de üstün hizmet ödülünü kazanır. 1995'de Şilili Ozan Gabriela Mistral nişanı alır. Siyasi yazıları 2003 yılına dek kısmi aralıklarla çeşitli gazete ve dergilerde yayımlanmıştır. Halen İstiklal Marşı Derneği'nin genel başkanlık görevini yerine getirmektedir.
Evli ve dört çocuk babası, iki çocuk dedesi İsmet Özel, Çengelköy’deki evinde düşünce ve sanat hayatına devam etmektedir.
ESERLERİ
Şiir
Geceleyin Bir Koşu (1966),
Evet İsyan (1969),
Cinayetler Kitabı (1975),
Şiirler 1962-74 (1980),
Şiir Kitabı (1982),
Celladıma Gülümserken (1984),
Erbain (1987),
Bir Yusuf Masalı (2000).
Of Not Being A Jew (2005)
Deneme, Söyleşi, Mektup
Üç Mesele (1978),
Şiir Okuma Kılavuzu (1980),
Zor Zamanda Konuşmak(1984),
Taşları Yemek Yasak (1985),
Bakanlar ve Görenler (1985),
Faydasız Yazılar (1986),
İrtica Elden Gidiyor (1986),
Surat Asmak Hakkımız (1987),
Tehdit Değil Teklif (1987),
Waldo Sen Neden Burada Değilsin? (1988),
Sorulunca Söylenen
Cuma Mektupları (1-10)(1995-2004),
Tahrir Vazifeleri
Neyi Kaybettiğini Hatırla(1994)
Ve'l-Asr,
Bilinç Bile İlginç,
Genç Bir Şairden Genç Bir Şaire Mektuplar (1995),
Tavşanın Randevusu(1996)
Kırk Hadis(2004)
Henry Sen Neden Buradasın? 1-2 (2004)
Kalın Türk (2006)
Çenebazlık (2006)
Çeviri
Siyasi Felsefenin Büyük Düşünürleri - William Ebenstein
Gariplerin Kitabı - Ian Dallas
Osmanlı İmparatorluğu ve İslami Gelenek - Norman Itzkowitz
Bilim Kutsal Bir İnektir - Anthony Standen
Cihad- Bir Temel Tasarım - Abdülkadir Es-Sufi
(Alıntı)
1-Şairin şiirin bölümleri arasında sergilediği ruh hali ile söylemini analiz edelim.
***********************************************************************************
BÖLÜM-1
**********
DÜZ MANTIK(Şiirin mısralarından aynen)(manzumu nesir yaparak)
*******************************************************************************
'İnsan eşref-i mahlûkattır derdi babam, bu sözün sözler içinde bir yeri vardı; ama bir eylül günü bilek damarlarımı kestiğim zaman bu söz asıl anlamını kavradı '
Burada, 'bu söz asıl anlamını kavradı' demekte ise, asıl bu sözün anlamını yani insanın en şerefli mahlukat olduğunu kavrayan söz değil şairin kendisidir. Dolayısıyle, bence şair 'sözü söze kavratmak' yerine,
bileğini kesen kendi olduğuna göre 'kavradım' demeliydi.(m-M)
Ayrıca;'geçti tarih denilen tamahkâr tüccarı ' söz dizimi de yanlış yazılmışa benzemekte.Bu da 'geçti tarih denilen tamahkâr tüccar' olmalıydı.
Dikkatimi çeken bir başka husus ta 'aşk için karnıma ve göğsüme, ölüm için yüreğime sürdüğüm eczâ uçtu birden' söylemidir. Aşk ile göğüsü anlarım, kalbin yeridir göğüs, ya karın nesi olmakta? Evlilikle biten aşk sonrası doğacak çocuğu mu ifade etmeye çalışmıştır, anlayamadım doğrusu.
İÇSEL BAKIŞ
**********************
'İnsan eşref-i mahlûkattır derdi babam, bu sözün sözler içinde bir yeri vardı , AMA, bir eylül günü bilek damarlarımı kestiğim zaman, bu söz asıl anlamını kavradı'
'geçti çıvgınların, çıbanların, reklamların arasından, geçti tarih denilen tamahkâr tüccarı'
'kararmış rakamların yarıklarından sızarak bu söz yüreğime kadar alçaldı,damar kesildi, kandır akacak, AMA, kan kesilince damardan sıcak, sımsıcak kelimeler boşandı '
'aşk için karnıma ve göğsüme, ölüm için yüreğime sürdüğüm eczâ uçtu birden'
'aşk ve ölüm bana yeniden su ve ateş ve toprak yeniden yorumlandı.'
ile söylenmek istemen :
BÖLÜM-1-ÖZÜN ÖZÜ
*********************************
-SÖZ VARDIR SÖZLER İÇİNDE, KENDİ ANLAMINI KENDİSİ KAVRAR.'
-TARİHİN TAMAHKÂR TÜCCARI ÇIVGINLARIN, ÇIBANLARIN, REKLÂMLARIN ARASINDAN DA GEÇER.
-KARARMIŞ RAKAMLARIN ARASINDAN SIZAN, KESİLEN DAMARDA KAN BİTİNCE DE SIZAR
-GÜNÜ GELİR AŞK VE ÖLÜM İÇİN ARADIĞIN-BULDUĞUN ÇARE YETERSİZ KALIR, UÇUVERİR.
-UÇUVERİR DE AŞK VE ÖLÜM İNSANA SU-ATEŞ VE TOPRAĞI YENİDEN YORUMLATIR.
Şu halde, şiirin başlığına bakarak, bu şiirin DİNÎ ağırlıklı bir şiir oldğunu var sayıyorsak aldanırız. Bu şiir BU BİRİNCİ BÖLÜM' de ifade ettikleriyle(İnsanın yaratılmışların en şereflisi olduğu, bu sebeple insanları yönetenlerin söz söylerlerken, vaatler yaparlarken dikkatli olmaları gerektiği, yalan, hile ve aldatmaca dolu, reklâm dolu sözlerin bir gün gerçek olup olmadığının anlaşılacağı, milletin hayat damarları
koptuğu, yaşama direnci azaldığı, hayata bağlılığı kalmadığı-kısaca EKONOMİ ÇÖKTÜĞÜ ZAMAN herşeyin anlaşılacağını söylemektedir.
Bu bakımdan, bu şiir daha ilk bölümde SİYASİ SÖYLEMİ-TERCİHİ BULUNAN bir şiirdir.
Zira;
-(Sözü sözle tartan siyasetçilerdir. Sen şunu dedin, ben demedim, bu böyle, şu şöyle ... vs.. )Yöneten,idare eden, yani İKTİDAR, başbakan olan, hükümet olan TARİHE GEÇER. Ülkenin 40'ncı hükümeti, 20'nci Başbakanı gibi. Ama, bu yönetenler rakamları karartıyorsa, ekonominin durumunu halktan gizliyorsa, yalan beyanlarda bulunuyorlarsa ve iktidarın bütün bu çabalarına rağmen hayat çekilmez hale geldi ve millet geçinemiyor, geçim sıkıntısı İNTİHARLARI getiriyorsa, aşk yerine ÖLÜM tercih ediliyor demektir).
Bu TAMAMEN EKONOMİK SİYASETLE İLGİLİ BİR BÖLÜM değil midir?
*
BÖLÜM-2
***************
DÜZ MANTIK
*************
Dilce susup bedence konuşulan bir çağda biliyorum kolay anlaşılmayacak kanatları kara fücur çiçekleri açmış olan dünyanın yanık yağda boğulan yapıların arasında delirmek hakkını elde bulundurmak rahma çağdaş terimlerle yanaşmak için
bana deha değil belgeler gerekli kanıtlar, ifadeler, resmi mühür ve imza
gençken peşpeşe kaç gece yıllarca acıyan, yumuşak yerlerime yaslanıp uçardım bilmezdim neden bazı saatler alaturka vakitlere ayarlı neden karpuz sergilerinde lüküs yanar
yazgı desem kötü bir şey dokunmuş olurdu sanki dudaklarıma Tokat aklıma niye gelmezdi babam onbeşli olmasa.
İÇSEL BAKIŞ ve ÖZÜN ÖZÜ
***************************************
Bu bölümde üç olay var
a-YANIK YAĞ YAKAN EVLER,
b-KARPUZ SERGİLERİNDE YANAN LÜKS,
c-DUDAKLARINA DEĞEN TOKAT
Evet, siyasî ve ekonomi ağırlığı olan şiir dedik, bu bölümde de devam etmekte. YANIK YAĞ YAKAN evler, sanayide işçi olarak çalışan, makina ve motorlardan artan yanık yağları,lâstikleri yakan; hattâ AYDINLATMASI bile yanık yağla olan is kokulu fakir-fukara evleridir. KARPUZ SERGİLERİNİN LÜKS lâmbalarıyla aydınlatılması, İTHAL-DIŞARDAN GETİRİLENLERLE, İTAHALATÇILARIN rahatını, lüks yaşantısını ve evlerinin aydınlatılmasını ifade etmektedir. Fakir-fukara karpuz sergisinden-pazardan geçimini sağlamaktadır. Orada yanan LÜKS LAMBASI' na değil, siz onların yaşantısı LÜKS MÜ, DEĞİL Mİ, YANIK YAĞ YAKILAN EVLERDE Mİ YAŞIYORLAR, onlara bakın hele! Sonra, onları, genç işçileri, genç insnaları neden dövüyorsunuz ki? Dudaklarına attığınız 'tokat'ların farkındayız, ama, iyi bilin ki, o tokadı yiyen fakir-fukaralar, o halk, ONBEŞLİ-YANİ ÇANAKKALE'yi GERÇEKLEŞTİREN KAHRAMANLARIN evlâtlarıdırlar.
Burada şair, iki CİNAS yağmakta LÜKS ve TOKAT.. Oldukça başarılıdır.
*
BÖLÜM-3
******************
DÜZ MANTIK
*********************
Meyan kökü kazarmış babam kırlarda, ben o yaşta koltuğumda kitaplar , işaret parmağımda zincir, cebimde sedef çakı, cebimde kırlangıçlar çılgınlık sayfaları kafamda yasak düşünceler, Gide mesela.
Kar yağarken kirlenen bir şeydi benim yüzüm, her sevinç nöbetinde kusmak sunuldu bana
gecenin anlamı tıkansın diye ıslık çalar, resimli bir kitaptan çalardım hayatımı
oysa hergün merkep kiralayıp da kazılan kökleri Forbes firmasına satan babamdı.
İÇSEL BAKIŞ ve ÖZÜN ÖZÜ
**************************
Meyan kökü kazan ve onu yabancı bir firmaya(FORBES'e)satan bir babam var. Ve benim İŞARET PARMAĞIMDA ZİNCİR.. İşte burası önemli. İşaret parmağında ZİNCİR olması ifadesi, DİNÎ ÖZGÜRLÜĞÜNÜN OLMADIĞINI, dine dair hoşuna gitmeyen şeyleri bu iktidarın yapmakta olduğunu ifade eder ki, cebimde KIRLANGIÇLAR ve kafamda YASAK DÜŞÜNCELER derken de, bu kısıtlamalara ve bu DİNSEL BASKILARA, YANLIŞ GİDİŞLERE KARŞI, özgür düşünceler taşıdığını ve GECENİN -KARANLIĞIN-KÖTÜ YÖNETİMİN GİTMESİ İÇİN ISLIK ÇALDIĞINI, korkmadığını çünkü hayatını resimli bir kitaptan, DAHA ÖNCE SENARYOSU YAZILMIŞ, ÇİZİLMİŞ, KURGULANMIŞ bir öyküden aldığını-çaldığını söylemektedir.
Görüleceği gibi, ŞİİR, asla DİNÎ AĞIRLIĞI olan bir şiir değil, EZİLEN BİR MÜSLÜMAN'ın, çalışan fakat kazancını, ürettiklerini bir AMERİKAN -Forben firmasına-teslim eden, VASITASI eşek olan, hayatı BAŞKA GÜÇLER TARAFINDAN senaryolaştırılımış olan bir insan ve insanlardan oluşan toplumsal doku vurgulanmaktadır.
*
BÖLÜM-3
*****************
DÜZ MANTIK
***********************
Budur işte bir daha korkmamak için korkmaz görünen korku
işte şehirleri bayındır gösteren yalan işte mevsimlerin değiştiği yerde buharlaşan kelepçeler, sürgünler, gençlik acılarıyla güç bela kurduğum cümle işte bu;
ten kaygusu yüklü ağır bir haç taşımaktan tenimin olanca ağırlığı yok oldu.
Solgun evler, ölü bir dağ, iyice solmuş dudak bile bir bir çınlayan ihtilal haberidir ve gecenin gümüş ipliklerden işlenmiş oluşu nisan ayları gelince vücudu hafifletir şahlanan grevler için kahkahalarım küstah bakışlarım beyaz bulutlara karşı obur marşlara ayarlanmak hevesindeki sesim gider şehre ve şaraba yaltaklanarak
biraz ağlayabilmek için fotoğraflar çektirir babam seferberlikte mekkâredir.
İÇSEL BAKIŞ ve ÖZÜN ÖZÜ
**************************************
-KORKMAZ GÖRÜNEN KORKU... KELEPÇE -ZİNDAN-HAPİSHANE... Evet korku imparatorluğu. bazı idarelerin metododur. ŞEHİRLERİ BAYINDIR-İMARLI-KALKINMIŞ-GÜZEL gösteren, yaşa varol dedirten korkudur. Oysa şehirlerimin teninde-yüzeyinde-görünümünde HAÇ-BATI GÖMLEĞİ vardır. Müslümana yakışan bir KENTSEL MİMARİ, GÖRÜNÜM ve İMAR yoktur. Batılı bir yüz, BATILI BİR ANLAYIŞ, korku ile hakim olmuştur. Ve sonucunda SOLGUN EVLER, ÖLÜ DAĞ, SOLMUŞ DUDAK... SOLMUŞ DUDAK-Gerçeği haykıra haykıra yorulmuş, hapishane-zindan-kelepçe görmüş dil... Ve içten içe kaynaşmalar. Bileniş. Toplumsal direnişe doğru hareket ve İHTİLAL.. Bütün bunlar İHTİLALİN HABERCİSİDİR. Çünkü, geceleri hazırlıklar yapılmakta; çünkü nisan ayında GREVLER şahlanacaktır. Ve kahkahalarım küstah olacak, MARŞLAR çalınacak şehir şarapla kendine gelecektir. Bütün bunlar olurken de BABAM, mazisini hatırlayacak, ağlayacak, ağlamak için, geçen zamanı düşünecek ve fotoğraf çektirecek, unutulmasın bu zaman diye anılar dizecektir.
İşte bu bölümde de, İMARSIZ KENTLER, İHTİLAL, BATILI ŞEHİR, GREVLER-MARŞLAR diyerek, şiirin siyasal-ekonomik dokusunu örmeye devam etmektedir.
*
BÖLÜM-4
*************
DÜZ MANTIK
*****************
İnsanın gölgesiyle tanımlandığı bir çağda marşlara düşer belki birkaç şey açıklamak, belki ruhların gölgesi düşer de marşlara mümkün olur babamı varlık sancısıyla çağırmak:
Ezan sesi duyulmuyor,Haç dikilmiş minbere,Kâfir Yunan bayrak asmış Camilere, her yere
Öyle ise gel kardeşim Hep verelim elele Patlatalım bombaları Çanlar sussun her yerde
Çanlar sustu ve fakat binlerce yılın yabancısı bir ses değdi minarelere:Tanrı uludur Tanrı uludur
polistir babam Cumhuriyetin bir kuludur bense anlamış değilim böyle maceralardan ne Godiva geçer yoldan, ne bir kimse kör olur
yalnız coşkunluğu karşısında içlendiğim şadırvan nüfus cüzdanımda tuhaf ekmek damgası durur benim işim bulutlar arşınlamak gün boyu etin ıslak tadına doğru
yavaş yavaş uyanmak çocuk kemiklerinden yelkenler yapıp hırsız cenazelerine bine bine temiz döşeklerin ürpertisinden çeşme korkak dualarından cibinlikler kurarak dokunduğum banknotlardan tiksinmeyi itiraz nakışsız yaşamakları silâhlanmak sayarak çıkardım boğaza tıkanan lokmanın hartasını
çıkınımda güneşler halka dağıtmak için halkı suvarmak bin saçlarımda bin ırmak ıhtırdım caddeleri meğer ki mezarlarmış hazırmış zaten duvar sıkılmış bir yumruğa
fly Pan-Am
drink Coca-Cola
İÇSEL BAKIŞ ve ÖZÜN ÖZÜ
**************************************
Demin yukarıda ŞAİRİN BABASI,kiralık merkeple meyan kökü toplayıp Forbes isimli firmaya satan bir sade vatandaş iken, burada bir anda CUMHURİYETİN BİR KULU VE POLİS demektedir. Bu kadar da HATAyı şahsen ben şiirde kabul edemem. Şiirde KONU BÜTÜNLÜĞÜ ÖNEMLİDİR. Şair, ikinci dünya savaşı yıllarında, KITLIK-YOKLUK-EKMEĞİN KARNE İLE VERİLDİĞİ- Düşmanın kovulduğu-Haç sesinin silindiği-ancak-BATI ÇZİGİSİNDE KENTLERLE-YAŞANTIYLA-EZAN'ın(Tanrı Uludur-tanrı Uludur) diye YABANCI BİR SES OLARAK minarelere değdiğini söylemektedir ki, GÜNÜMÜZDE DE EN ÇOK TARTIŞILAN ve bitmeyen bir konu olan-EZAN TÜRKÇE Mİ OKUNSUN-YOKSA ARAPÇA' MI tartışmasını yansıtmaktadır, o başlangıç günlerini anımsatmaktadır. VARLIK SANCISINDAN İNLEYEN BABAM-Varlık vergisi veren babam derken hemen o mısraların altında ise Susan çanların yerine TÜRKÇEye YABANCI BİR SES diyerek, babasının POLİS olduğunu, polis devleti-güç ve cop yönetimi-baskı idaresini anlatmaya çalışmıştır. ŞAHSEN BEN, ŞAİRİN, TÜRKÇEYE YABANCI BİR SES DEMESİNİ kınıyorum. Ezanın Türkçe okunup okunmaması tartışmasına asla girmem, ama, TÜRKÇE ME DE YABANCI SES denilmesini de asla istemem.
Yani,
Çan gitmiş, BATILI ŞEHİR ve YAŞANTI gelmiştir, fakat, DİNİ konularda yanlışlar yapılmaktadır. Cami önlerindeki ŞADIRVANLAR ve üzerinde TÜRK-MÜSLÜMAN yazan NÜFUS CÜZDANIM VE KİMLİĞİM... BU yanlışlardan şikâyetçidir. HIRSIZLAR RAHATÇA YAŞAMAKTA, halk ezilmektedir. SİLAHLANMA tutkusu almış başını gitmekte.
Bütün bunlara rağmen, ÇIKINIMDA HALKA DAĞITACAĞIM UMUT GÜNEŞLERİ var ancak her caddenin köşe başında PAN-AM ve DRİNK COCA -COLA reklamı var. Yani, batı içinde batıl, yani giden YABANCININ YERİNE BİR BAŞKA YABANCI, BU KEZ ekonomisiyle-reklâmıyla girmiştir içimize. Umut güneşlerimiz solmasın...
BÖLÜM-5
*******************
DÜZ MANTIK
***********************
Tutun ve yüzleştirin hayatları, biri kör batakların çırpınışında kutsal, biri serkeş ama oldukça da haklı.
Ölümler ölümlere ulanmakta ustadır hayatsa bir başka hayata karşı.
Orada aşk ve çocuk birbirine katışmaz,nasıl katışmıyorsa başaklara ağustos sıcağı
kendi tehlikesi peşinden gider insan putların dahi damarından aktığı güne kadar sürdürür yorucu kovalamacayı.
Hanidir görklü dünya dünyalar içre doğan? Nerde, hangi yöremizde zihnin tunç surlardan berkitilmiş ülkesi
ağzı bayat suyla çalkanmış çocuğa rahim olan parti broşürleri yoksa kafiyeler mi?
Hangi cisimdir açıkça bilmek isterim takvim yapraklarının arasını dolduran nedir o katı şey ki gücü gönlün dağdağasını durultacak?
Hayat dört şeyle kaimdir, derdi babam su ve ateş ve toprak.
Ve rüzgâr. ona kendimi sonradan ben ekledim pişirilmiş çamurun zifiri korkusunu ham yüreğin pütürlerini geçtim gövdemi alemlere zerkederek varoldum kayrasıyla Varedenin eşref-i mahlûkat nedir bildim.
İÇSEL BAKIŞ ve ÖZÜN ÖZÜ
************************************
Evet, eşref-i mahlûkat olan insanların iyi yönetilmei lâzım. şu dünyanın , şu ülkenin haline bakın. birisi serkesş, ötekisi İNTİHARı tercih etmekte, öte yanda AŞK ve ÇOCUK, gelecek ve PARTİ BROŞÜRLERİ, siyasetin olmayacak vaatleri. Oysa insan, çamurdan halkedilmiş, aslı toprak.Aslı DÖRT UNSUR NAZARİYESİ evren. Ölümleri ölümlere ulayan, dünyayı GÖRKLÜ olmaktan çıkarıp PUTLAŞMIŞ yönetenlere köle yapan sistem...
SONUÇ
******************
Bu şiir, dediğimiz gibi AMENTÜ başlığı sebebiyle DİNİ nitelikli bir şiir olmayıp, SİYASETİN-TOPLUMSAL DOKUNUN-ÜLKEMİZİN-İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI DÖNEMİNİ eleştiren, ekmeğin KARNE ile verildiği, Ezan'ın Türkçe okutulduğu DÖNEMİ ve O DÖNEMİN İDARESİNİ tam onikiden vuran, eleştiren bir şiirdir.
Şiir dili oluşmuş, şairin tarzı ve ses rengi şiire yansımıştır.
Bana göre;
Şiir olarak OLDUKÇA UZUN olmasına, bütün HATALARI'na rağmen BAŞARILI bir ŞİİRdir. Başlığı da 'AMAN TU!' olmalıdır.
Su ateş toprak rüzgar ve güneş...Dünyanın dönüşü ve gece gündüz.Var oluş öykümüz.
Tabiat Bilgisi Öğretmenimiz anlatırdı.SU,ATEŞ,TOPRAK, RÜZGAR, GÜNEŞ ve hayat... Düşünüyorum: CUMHURİYET varlığımızın ve hürriyetimizin meşalesi değil midir! Saygılarımla Nazır Çiftçi Ankara
Hiç değişmeyeceksin.. Usanmayacaksın böyle olmuş olmaktan.
Bıkmadan deleceksin içimizi!
Okuya okuya ne hallere gireceğiz!
Ah! Bana şiir yazdıran!
Şiir derken ne dediğini anlamayanlara Lady Godiva'ya bakar gibi bakan..
Ah! Hala katran
Şiir;
'Sözlerini etime basıyorum'
Bu şiirde uyak muyak, seci meci aradım. Pek bulamadım da galiba ondan hırslandım; oturup bir şiir yazdım, inadına sesli, derin nefesli, sarıklı fesli, hisli mi hisli, sisli mi sisli... :)
İkilemeler, şiirde hoş karşılanmayan nesneler... Onlara acıdım. Hani öyle itilip kakılmalarına... Toplayabildiğimi topladım bir araya, her dizeye birer çift oturttum, şiir doldu ama oldu mu olmadı mı ben nerden bilem hâkim bey, onu ancak BÖYÜKLER bilir.
Henüz çok yeni, ham... Göç yolda düzelir. Olgunlaşır zamanla. Yeter ki canım sağ olsun! Bugün de yorumum şiirle olsun:
İKİLEMELER
Düşünce zinciri şangır şungur düşünce
Akıl çıkrığından boşanarak gıcır gıcır
Hafızanın dibi karanlık allak bullak
Tüyleri diken diken yosun kokulu kuyu
Bulanır da bulanır rutubetli arşivin
Berrak mı berrak bilinen durgun suyu
Bir aşağı bir yukarı bir aşağı bir yukarı
Anı anı acı çekmeye başlar yukarı
Kovalar aşağı başlar yukarı
Kovalar aşağı nedamet tekme tokat
Bir aşağı bir yukarı bir aşağı bir yukarı
Yavaş yavaş doldurur ağzına kadar
Bin kere bin pişmanlıkla kocaman tankı
Oysa hiç ama hiç fark etmemiştir farkı
Hiç mi hiç kızmamıştır o zamana kadar
Kendi kendine nefsinden zamana kadar
Sayar döker ne sözler gelir de döner ağzına kadar
Bir aşağı bir yukarı bir aşağı bir yukarı
Başlar zıpkın yemiş gibi kıvrım kıvrım kıvranmaya
Başlar alev alev yanmaya başlar
Kıvranır da kıvranır bedende ruh uyanmaya
Ruhta can canda Canan kıvranır da kıvranır
Bir aşağı bir yukarı bir aşağı bir yukarı
Beyninde kaç katman varsa ayrı ayrı
Bilinçaltı kaç kademeyse birer birer
Tüm merdivenlerden art arda geçilirken
Basamaklardan teker teker inilirken
Her biri dile gelir çığlık çığlık
Kabir azapları dillenircesine feryat figan
Yaşananlar arka arkaya akla düşünce
Kâbuslar halinde zuhur eder de eder düş ünce
İdrakte vakit daraldıkça daralır
Ecel kıskıvrak yakalar canı dar alır
Başlar zıpkın yemiş kıvrım kıvrım kıvranmaya
Başlar alev alev yanmaya başlar
Kıvranır da kıvranır bedende ruh
Ruhta can canda Canan kıvranır da kıvranır
Bir aşağı bir yukarı bir aşağı bir yukarı
Boşalan yere yaş döker de döker
Sesli sessiz döner devranın çarkı
Canlı cansız cümle varlık diz çöker
Tövbeler sarnıçta ses yankı yankı
Onur BİLGE
Aziz yazarım, bu şiirinizde ne çok konu var. Şiir değil de düz yazı nesir desek , daha iyi olur. Yinede yazmak ne güzel bir kararlılıktır.Sağlıklı gelecekler diliyorum.Nazır Çiftçi / /Ankara// .
Hayat
dört şeyle kaimdir, derdi babam
su ve ateş ve toprak.
Ve rüzgâr.
ona kendimi sonradan ben ekledim
pişirilmiş çamurun zifiri korkusunu
ham yüreğin pütürlerini geçtim
gövdemi alemlere zerkederek
varoldum kayrasıyla Varedenin
eşref-i mahlûkat
nedir bildim.
bu çap ve evsafta bir şiirin metninde yanlışlıklar olmasını nasıl ve kim izah edecek merak ediyorum..örneğin :
'Tokat
aklıma **niye gelmezdi
babam onbeşli olmasa. '
değil
Tokat
aklıma **bile gelmezdi
babam onbeşli olmasa.
olacaktı
günün şiiri için harika şiir..güzel seçki..kurulu tebrik ediyorum..fakat bu tür çapaklar okurken keyfimizi kaçırıyor..editörlerimiz ne iş yaparlar bu sitede acaba merak ediyorum..
@..
seferberlikte mekkâredir.
Mekkâre: Yük hayvanı
Mekkâreci: Mekkâre işleten, mekkâre ile eşya taşıyan kimse...
Cİ eki almış olmalıydı.
Bu da o zamanların öyküsü. Düzyazıya yakın bir manzum eser. Bence şiirsellik kazanması için başka şeyler de ister. Öyle değil mi? Ne dersiniz?
Bu şiir ile ilgili 70 tane yorum bulunmakta