Amcaoğlu Kaptan Erdoğan

Hilmi Sancak Dedeoğlu
18

ŞİİR


1

TAKİPÇİ

Amcaoğlu Kaptan Erdoğan

Yaklaşık 15 yıl önce Sarıyer’den kalkan minibüsün en ön koltuğundayım; öyle bir yolculuk ki o gün İstanbul’un Fethi’ne benzer ya da bir Nuh Tufanı gibi bir minibüs yolculuğumu hiç unutamıyorum. Üstelik Boğaziçi’nde hiç yaşanmamış bir heyecan, bir de acayip panik ve de duygu sağanağıyla Taksime varabilmiştik ama öyle bir yolculuk ki, şehir hatları dışına bile çıkmıştık ve de inmiştik geçmişin derinliklerine ama hiç dokunmamıştık tarihin dokusuna da... Bir ara asfalt yoldan ayrılmış, takılmıştık boğazda sürüklenen gemilerin peşine… Ve öyle bir yolculuk ki, az gittik, uz gittik bir müddet denizaltından bile gittik, coğrafyamızı ve de şanlı tarihimizi de dize getirdik… Sonra da çift yönlü akıntıyla bulmuştuk kendimizi Marmara açıklarında… Üstelik o gün İstanbul’da dört mevsim, üç beş yüzyıl, birkaç da çağ birden yaşamış ve de İstanbul’u baştanbaşa iliklerimizde hissetmiştik. Nihayet Taksim’e varmıştık ama nice savaş kahramanlarının, meydan muharebelerinin ve de mareşallerin de pabuçlarını dama atmıştık…

Bir İstanbul sevdalısı; Karadeniz’den gelen dev bir çınar; başı dik, alnı açık Taksim-Beşiktaş-Sarıyer minibüs hattında taşıyor İstanbul’u tam yarım asır… Sarıyer’den kalkan bir minibüsle Beşiktaş, Taksim’e doğru hızla yol alıyoruz; minibüs tıka basa dolu; yolcularda bir korku; acayip bir heyecan; bir de panik, boğazda öylece seyrediyoruz ve de hızla ilerliyoruz Marmara’ya…

Poyrazköy’den esen bir poyraz, arkasından bilmem kaç gros tonluk Rus şilebi; bir de Gürcü kuru yük gemisi; hemen Karadeniz girişinde; Kavaklar’dan heybetle seyrediyorlar ve de tarihin dokusunu zedelemeden hızla ilerliyorlar; Sarıyer önlerinde nefes kesen bir yarış; gemilerin peşindeyiz; çok fena kaçıyorlar ama hepsini yakalamışız; hemen önümüze katmışız şerefsizleri… Bizim minibüste bir korku, acayip bir heyecan, bir de panik, Taksim-Beşiktaş-Sarıyer minibüs kaptanı “ya Allah Bismillah” deyü tam yol akıyoruz Marmara’ya…

Bir İstanbul aşığı, Karadeniz’den gelen dev bir çınar; taş gibi yüreği; fabrika bacası gibi nefes buğusu tütüyor Çamlıca sırtlarında; geğirmesi bile ilişiyor boğazın dalgalarına ve de sürüklenen Rus şilebinin sol cenahına; bir de poyrazın sürüklediği Gürcü kuru yük gemisinin bandırasına… Karadeniz fena kudurmuş, bugün çok acayip bir rüzgâr var ama…

Karşı yönde ansızın dev bir transatlantik; rotası belli değil ama Panama bandıralı… Hemen geri çevirdik, tayfalar acayip direndi; sonra da pes ettiler, kattık önümüze şerefsizleri… Arkamızdan bir de Yunan şilebi… Onun peşinden ne idüğü belirsiz bilmem kaç balıkçı takası daha; Karadeniz’den geliyorlar, rotaları belli mi belli, gidiyorlar tam yol Marmara’ya ve de dosdoğru Kumkapı’ya… Bizim minibüste bir korku, acayip bir heyecan, bir de panik; hoparlörden yanık bir arabeskle hızla ilerliyoruz… Allah’ına ve de kitabına dek en son sesle, “Batsın bu dünya diyor” Orhan Baba…

Bebek sahilleri var ya, şu sıralar hanımeller ve de güller çok acayip kokuyorlar… Sümbüller, akasyalar, leylaklar sarkmışlar yollara... Erguvanlar, lavantalar ve de zambaklar içimizin en derinliklerinde geziniyorlar… Boğazda bu mevsimi yaşamak var ya, aman Allah, hayat bir başka güzel ama… Bir yudum nefes almak var koyu yeşil sarmaşıklar altında… Bugün derinden bir iç çekip ölmek var Tarabya koylarında… Emirgan Korosu’ndan salınır beyaz bir lale adalara… Kanlıca sırtlarından bir pembe gül kokusu ilişir İstanbul semalarına… Boğazın serin sularında bir kuru yük gemisi daha; Macar bandıralı, veyahut ta bir İtalyan… Almışlar boğazın enfes kokularını, keyifle seyrediyorlar ama kıyıya çarpacaklar ha… Bizim minibüste bir korku, acayip bir heyecan, bir de panik, hep birlikte akıyoruz Marmara’ya…

Bir palamut sürüsü peydahlandı aniden tarihi Beykoz Vapuru’nun hemen kıçında… Çengelköy’den bir hıyar tarlasına teğet geçiyorlar… Vay namussuzlar vay… Varsın sürsünler kıçlarını iskeleye; ne olmuş zerzevatlara yani… Azıcık yamulsunlar; birazcık benzesinler hıyara, domatese, patlıcana ve de taze soğana… İşte tam turşu zamanı ha; üç beş kavanoz da salça… Bugün dünyanın yuvarlak oluşunun bilmem kaçıncı yıldönümüdür ve de tam cacık zamanı… Gelmiş geçmiş en büyük buluş, yoğurtlu cacıkla insanlığa bahşedilmiş… Rönesans- Reform ve de Coğrafi keşifler cacık yiyerek keşfedilmişler... Bir kâse ekşi ayran, veyahut ta Kanlıca yoğurdu; üç beş diş sarmısak; bir tutam da dereotu veyahut ta maydanoz… Yanında iki iri Çengelköy hıyarı… Şöyle bir kesip doğrayacaksın; sonra da altını üstünü karıştırıp servise hazırlayacaksın; öf anam öf… İnsanın şahdamarına giden yol, midesinden geçermiş; Hazreti Mevlana der ki “gönül sofralarımız yoğurtlu cacıkla inşa edilmiş; bol bol cacık yiyiniz, ağzınızdakileri çiğneyiniz ve de insanları çok seviniz ”… Yanında birkaç dilim de kaşar var ya; bir şişe de yeni rakı veyahut ta yıllanmış şarap; bir de hamsi ızgara ki uy anam uy… yeme de gel yanında yat… Ve de Hisar önlerinden bir ses “Batsın bu dünya” diyor hala Orhan Baba…

Taksim-Beşiktaş-Sarıyer minibüsünden kaçış yok bugün, boğaza acayip el koymuşuz; tam yedi âlemi akıntıya sürmüşüz; ortalık toz duman, perişan; Boğaz’da acayip bir can pazarı… Laf dinlemeyen birkaç NATO gemisini az önce batırmışız ve de bulmuşlar Cehennemin en derinliklerini… Kaptanımız “tam yol ileri” ama tarihten bir ses diyor ki,“ordular ilk hedefiniz Sarayburnu önleri”… Beylerbeyi açıklarında üç yunus, zıplıyor havalara; bugün yanıyor İstanbul Allah’ıma kitabıma… Üsküdar’ın gül bahçelerinde acayip bir budama var ha; Bağlarbaşı, Toptaşı ve de Selamsız dâhil, kırmızı, beyaz, sarı, pembe güller budanıyor ve de yabani otları ayıklanıyorlar... Paşakapısı Cezaevi’nde acayip bir tahliye var; özgürlükler ve de ileri demokrasinin nimetleri içimizde bugün… Hırsızlar, kapkaççılar ve de soyguncular birer birer tahliye oluyorlar… Her biriniz birer muhteşem kazmalarımızsınız; bugün sokak aralarında olunuz İstanbul’un; ya Allah Bismillah deyü nidalarınızla yeniden işbaşı yapınız… Yiyiniz ey can dostlarımız acayip yiyiniz; hiç durmaksızın yiyiniz; ama sakın gebermeyiniz ve de bol bol geğiriniz lütfen…

Kazıklı yolda kahverengi bir kedi boylu boyunca yatıyor yerde... Frene bile basmamış, çiğnemiş, ezip geçmiş ve de kaçmış alçak bir şerefsiz… Plakası bile beli değil adi herifin… Bir seyyar lahmacuncu son anda yetişmiş; Aman Allah’ım, yerde can çekişiyor kahverengi kedi… Elinde keskin bir bıçak, lahmacuncu iş başında... Neyse ki iş tatlıya bağlanmış ama yolcular hala tedirgin… Bizim minibüste acayip bir homurdanma; Midesi bulanan bulanana ve de bir genç kız başladı kusmaya... Minibüste tam bir rezalet; herkesin eli burnunda; ortalık berbat mı berbat… Kızcağız yoğurtlu ıspanak yemiş, kimilerine göre de salçalı makarna… Ama en son sözü kaptan söylemiş, “Allah’ıma kitabıma, patlıcan musakkadır ve de bol sarmısaklı cacık yemiştir; açınız camları; hava girsin içeri; lütfen yardımcı olunuz; kustukça kussun; aman dikkat edin boğulmasın kızcağız… Tüh be… Mahvoldu yine arka koltuk; daha bu sabah iç dış yıkama yapmıştık ve de motoryağını değiştirmiş, lastikleri de yeni şişirmiştik”

Kıyametler kopuyor, kulaklar sağır, gözler kıpkızıl ufuklarda… Allah aşkına; çok acayip siren sesleri var; Kabataş-Üsküdar arabalı vapurunda 21 pare top atışı… Sona erdi gül bahçelerindeki yabani otların ayıklanışı… Bahçıvan çöpleri, budanan gülleri ve de cimleri boğaza dökmesin mi; vay şerefsiz hıyar oğlu vay, pardon… yani görgüsüz adam… Tam bu sırada Sultanahmet’ten yükselen yüz yirmi desibel ezan sesi; boğazın serin sularından semalara yayılan acayip gül kokuları; ya Allah, Bismillah deyü nidalarıyla göç kervanında bir de martı sürüsü var… Kız Kulesi açıklarında birkaç yunus, önden giden atlılar misali… İstanbul’dan bir kaçış var gülüm; yok oluş çığlıkları bugün; acayip bir Nuh Tufanı ama… Ya Allah, Bismillah, motor tornistan, iskele alabanda… Bozuk bir plak gibi “batsın bu dünya” diyor hala Orhan Baba...

Gök yarıldı; kırmızı oklar gibi Boğaza düşen yıldırım ve de şimşek… İstanbul Boğazı’nda sanki bir Preveze Deniz Savaşı daha… Çekmiş kılıçlarını Barbaros Hayrettin Paşa, bir bir gönderiyor Rus şilebini Boğaz’ın serin sularına bir kez daha… Bizim minibüse el sallıyor ve de gülümsüyor Barbaros Hayrettin Paşa... Bugün cehennem’den bir kaçış var gülüm… Dolmabahçe önlerinde yaşanıyor bir tarih tekerrürü… Ayasofya’dan dumanlar yükseliyor; dev alevler paçayı sarmış, yangın göğe eriyor; aman Allah; trafik acayip tıkalı; ağır ağır ilerliyor itfaiye… Galata Kulesi’nden Hazanfer Çelebi tam tepemizden uçuyor... Patrona Halil ve adamları Osmanlıya kafa tutmuş, kök söktürüyorlar, acayip bir başkaldırı ha… Topkapı Sarayı'nda acayip isyan; Yeniçeriler sarayın çatısında III. Selim'in kellesini almışlar; Harem’den cariye çığlıkları; Babıâli Baskını ve de kazaskerler idam sehpasında; kelleler acayip koltukta; havada uçuşuyorlar, hepside birer birer asılıyorlar bugün…

Bizim minibüsün yolcuları elden ele verirken ücretleri, yolculardan birinin diş ağrısı tutmasın mı; aman Allah’ım; hem de azı dişi ha… Acayip canı yanıyor kadıncağızın, fena kıvranıyor ama... Kolonya verdik acısı dinsin diye; bir şişe bedava kolonya içip kafayı çekmesin mi? Vay be, bizim minibüs biranda döndü meyhaneye… Kadıncağız bir daha susar mı hiç... Evdeki kirli çamaşırlar bir bir döküldü ortaya… Kocasının şerefsizlikleri olduğu gibi serildi dışarıya ve de kulak misafiri olduk şerefsizin binlerce yediği nanelere... Olmaz böyle bir şey… Tüh suratına be… Amma da rezil adammış… Yazıklar olsun… Çiğ çiğ yemiş bitirmiş karıyı be… Ne adamlar var yahu… Önce kıracaksın kemiklerini çatır çatır şerefsizin; yedi âleme birden ibretlik olsun diye asacaksın böylelerini; hiç acımadan Taksim Meydanı’nda sallandıracaksın; sonra da bir çöp kovasına boylu boyunca atacaksın…

Kuruçeşme önlerinden hızla yol alıyoruz, kâh denizden, kah karadan, martılar süzülüyorlar havadan ve de hepimizin rotaları tam yol Marmara’ya… Bugün Osmanlı Viyana önlerinde ama bir kaçış var İstanbul’dan gülüm… Gülhane üzerine çökmüş ağır bir kara bulut kümesi çiseliyor; fena gök gürlüyor ha… Acayip yağacak ama… Kadıköy’den yuh sesleri… Oh be, içimize değsin… Fener-Cim bom’dan tam beş gol birden yedi; 1461 Trabzon-Cimbom’u darmadağın etti ve de Muhteşem Süleyman buna çok fazla sevindi… Bugün tarih, bir kez daha bin dört yüz elli üç… Donanmayı kızaklardan değil, omuzlardan indiriyorlar Haliç’e… Olimpiyat Şampiyonu Naim Süleymanoğlu çok fena yorulmuş ve de bir çigara molası vermiş… Edirnekapı surlarını Macar topçusu değil, gol kralı Hami Mandıralı’nın bazuka şutlarıyla dövülüyorlar; gözlerimize inanamıyoruz, olmaz böyle şey Allah’ıma kitabıma…

Sarıyer-Beşiktaş-Taksim minibüsündeyiz, kaptanımız amcaoğlu Erdoğan ve de Galata önlerindeyiz. Yavuz Sultan Selim Han bembeyaz atıyla yürüyor en ön sıralardan… Şah İsmail’in ödü patlamış, korkudan fena kaçıyor ha… Dörtnala gelip Uzak Asya’dan, Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan deyü… nidalarıyla şanlı tarihimizle acayip böbürleniyoruz ve de Ergenekon Destanı’nı canlı canlı bir daha yaşıyoruz… 70 körükle eritilen Altay’lardan yeni çıkmışız; gök yeleli bir bozkurdun hemen peşindeyiz… Trabzonspor golleri yedikçe yiyor ama… Avni Aker’de durumlar çok vahim; lütfen uyumayın; aman uşaklar sıkunuz dişunizi ha… İstifa bir kaçış değil; Şenol Güneş milli takıma geri dönecek mi, bilemeyiz… Çileli coğrafyamızla şanlı tarihimiz bugün birbirine fena karışmış… Kimyamız, Fiziğimiz ve de matematiğimiz acayip mahvolmuş ama… Bugün önden giden atlıların peşindeyiz; Sarayburnu önlerinde dev bir akıntı, öylece ilerliyoruz, adım adım göçüyoruz Marmara’ya, Burgaz’a, Kınalı’ya ve de Heybeli’ye dek gülüm…

İçine tükürdüğümün İstanbul’u var ya… Yesinler senin tarihini; batsın coğrafyan ulan… Biter mi hiç çilen; boğazına yuh olsun senin; Allah belanı versin; zıkkımın kökünü yiyesin, seni Çengelköy hıyarı seni… Yazıklar olsun sana, vay anasına sayın seyirciler, ha sıttır ordan şerefsiz; batsın bu dünyan senin; içine şey ettiğimin coğrafyasının şeyi… tarihin derinliklerine ve de dokusuna hiç dokunulmadan yansın İstanbul bugün… Varsın Roma olsun İstanbul gülüm… Çayır çayır yansın ve de kül olsun İstanbul… Ellerinde meşaleler minibüs yolcuları birer Neron olsun ama Taksim-Beşiktaş-Sarıyer minibüs hattına sakın dokunulmasın…

Bir İstanbul sevdalısı, Karadeniz’den gelen dev bir çınar, minibüs kaptanımız Amcaoğlu Erdoğan… Bir güzellik abidesi gezinir durur Sarıyer-Beşiktaş-Taksim minibüs hattında bugün, elinde tespih, başı dik, alnı açık, taşıyor İstanbul’u tam yarım asır… Asla bükülmedi, eğrilmedi, helalinden yedi, harama uçkur filan çözmedi… Nihayet o gün, Sarıyer-Beşiktaş-Taksim yolculuğumuz da sona erdi ama tadı ise hala damağımızda kaldı gülüm…

Yaklaşık 15 yıl önceki Sarıyer-Beşiktaş-Taksim minibüsündeki yolculuğumuzun anısına…
20.02.2013
Hilmi DEDEOĞLU

Hilmi Sancak Dedeoğlu
Kayıt Tarihi : 20.2.2013 15:29:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Hilmi Sancak Dedeoğlu