I.
nasıl tanınabilir yüzüm seninle
böyle bırakıp gittin ya beni
dalgın bir kuğuydum, oyalanmadın
sesinin rengine hapsettin beni.
Beni bu eylül öldürecek
Bir aşk kadar zehirli,bir orospu kadar güzel.
Zina yatakları kadar akıcı,terkedilişler kadar hüzünlü.
Sabah serinlikleri; yeni bir aşkın haberlerini getiren
eski yunan ilahelerinin bağbozumu rengi solukları kadar ürpertici.
Öğlen güneşleri; üzüm salkımları kadar sıcak.
Devamını Oku
Bir aşk kadar zehirli,bir orospu kadar güzel.
Zina yatakları kadar akıcı,terkedilişler kadar hüzünlü.
Sabah serinlikleri; yeni bir aşkın haberlerini getiren
eski yunan ilahelerinin bağbozumu rengi solukları kadar ürpertici.
Öğlen güneşleri; üzüm salkımları kadar sıcak.
ya ben sana nasıl gelirim şirin
Tekrar tekrar gündeme gelmeli bu şiir.Bence
…şair oldukça güzel anlatmış. Geçmiş yıllarda yazılan yorumların hepsini üşenmeden okudum.
…şiir tekrar güne gelmeyi hak ediyor mu? Bence hayır. Şiir tamam oldukça güzel güzel ama daha nice güne gelmeyi bekleyen eserler var. Onlar keşfedilip bizlere sunulmalıdır.
…evet açıkça şiir çok ama çok güzel. Hele bir ordu mensubunun böylesi duyguları seslendirmesi ayrıca bir güzellik.
…şiir kadar bir başka güzellik, hatta hatta şiiri gölgede bırakan ise Onur BİLGE ablamızın yorumu. Buyurunuz birkaç paragrafı sizin için buraya allıyorum;
Sanki bir güvercinsin, ben de senin kanadındayım. Öylesi bir bütünlük içindeyiz. O kadar yakın! Ha uçtuk ha uçacağız! Benim de ecelim yakın… Ölüm, ensemde gezmekte… Azrail, turuncu bir kandil gibi takip etmekte beni de…
Çok genç yaşta ayrıldın bu dünyadan. Saçına ak düşmemişti daha. Daha ne istiyorsun? Baksana bana! Saçım sakalım ağardı. Haydi, ver elini! Al beni de yanına! Bırakma buralarda!
Al, al götür beni akşamlarına! Senin diyarına… Ötelerin karanlığına… Hem oralar yabancı değil ki bana! Gideceğim adres belli, yol belli, iz belli… Asırlardır yaşanan bu! Dünya kurulalı beri… Yeni değil ki! Şu servilerin altı işte! Nihayetinde… Üstümüzde ot, çevremizde birkaç yabani menekşe…
Ne yalanmış bu dünya! Her şey fani… Birer birer yok olup gidiyor her şey… Dağlar aşınmakta, taşlar ufalanmakta… Her şey süratle yalan olmakta… İnsandan geriye, iki tarih arasına sıkışıp kalmış bir tire kalıyor. O bile zamanla silinip gidiyor…
…şairi, Bilge ablayı kutlarım.
kaleme sağlık
Tuhaf Bir Adam
Her sabah kalktığımda
Ümitle başlamak isterken yeni güne
Gene aynı
Cinnet,cinayet,intihar,ve kavgalar...
Yürekler ağlarken nasıl mutlu olunabilir.
Ya kazalar
Faaliyete geçer geçmez metresine bulaşmış kanlar.
Kontrolsuz toplum eğitimsiz çoğunlukta hilekar toplum.anlayana
Anayasada
Kilometrelerce yollar yapıldı ise henüz bir metre ilerlemeden
Muhalefeti iktidarı hep aynı kavgalar karanlık ufuklara devam
Sağlıkta
Bir hastaya farklı teşhis tedavi denetlenemeyen gıdalar of of
Minik yavrular haksızca ölüme gidiyorlar görev hainleri yüzünden
İnançta
İçi başka dışı başka kendi bir başka istismar bencillik cahalet
İlimden imandan uzak felsefe demogoji polemik ırk kavgaları
Gelir dağılımı
Önce aç gözlü uyanıklar sonra orta direk kalırsa emekliler
Asgarili zaten açlık sınırı altında inim inim inliyor ağlıyor
Aşk hayatı
Boynuzlamak moda oldu kim kime dumduma çöplerde yavrular
Şehvetin tavan yaptığı şöhretin kapılarındaki salyalı bir köpek
Kardeşlik
Arkadan hançerlenmek malına,ırzına göz dikmek ego satmak
Paylaşılmayan miras cinayet vahşet kötüden yana ne ararsan
Dürüstlük
Azınlıkta ya saf ya ilan edilmiş düşman ya ağlıyor yada üzgün
Bakır köy tahtalı köy mahkumiyet yargısız infaz özgürlüğü yok
Sanat
Hilekar düzenbaz hırsızlık yolsuzluk var oğlu var davar sürüsü
Sahte aşk meşk rulet borsa avcılıkta müteahhitler avukatı orda
Yaşam
Gelecek için o parti bu parti şu parti o ırk şu gurup aş iş çiş
Dedi kodu fırıldak fındık kırmak aşırmak taşırmak felaket offff
Sonuç
Hangi bir başka millet olsa ya kafayı sıyırır yada sıyırırdıı
Uzlaşı anayasa sağlanamaz ise iç savaş kapıda yarınlarda
Vatan
Rengi solmuş hasta yanlış teşhis yanlış ilaç yanlış doktor
Atatürk kalk uyuma ne kurduğun partide nede kurulanlardan....
Kurtuluş
İmanı keşfetmek ümitle yaşamak Allah'a'yakarmak arzulamak
Evrimin yakasından düşüp geçici sahte insanlara aldanmamak
Ben
Mutluluğa adalete huzura hakka iyiliğe barış kardeşliğe güzele
Halk içinde hak hizmetine doğruluğa beyaz gelinliğe susamış..
Tuhaf bir ADAM..
.umarım yazdıklarım anlaşılabilir sevgi ve saygılarımla eğer bu günü huzurlu geçirebilirim diyen varsa tek kelime duyarsız....
Harun Tokucu
Amasya Mektupları
I.
nasıl tanınabilir yüzüm seninle
böyle bırakıp gittin ya beni
dalgın bir kuğuydum, oyalanmadın
sesinin rengine hapsettin beni.
ve şimdi bir büyük anısın sokaklarımda.
nasıl tanınabilir yüzüm seninle
ıtır kokusu toprağındayım
kapılara paslı kilit vurmuşlar
sarıya boyamışlar evlerimizi
sanki güvercinsin, kanadındayım.
ve bir turuncu kandil kovalar beni.
nasıl tanınabilir yüzüm seninle
bir kış odasında vuruldum ağır
bu yaralar şu kalbime musallat
işte gidiyorum açıyor zakkum.
yüzüme baktıkça çağırıyorum seni.
II.
her şey seninle şimdi, masum ve dilsiz
öyle çıkıyoruz yukarılara
ağzın, ötelerin şelalesidir
saçlarına kar değmemiş daha ne?
ellerinden tutayım bırakma beni.
sesin okunuyor su çırpıntısından.
her şey seninle şimdi, karanlık kışla
gömleğime değen berrak bir türkü
al, al götür beni akşamlarına
gideceğim adres yeni değil ki
oralarda selvi, bir kaç menekşe.
ihanet sıçrıyor ak gerdanından.
her şey dağılıyor seninle şimdi.
ah! künhüne vardığım sırlarım bitti
yüzünle sınandım, senin yüzünle
yalnız tasan kaldı bana, hafifliğinden
bir su kenarında akan gözlerim.
ayrılık topluyor dudaklarından.
III.
derler ki imlası kırık kaderin
içinden geçermiş ferhatın kahrı
ya ben sana nasıl gelirim şirin
bulutun içinden rüzgar sesinden
ya ben sana nasıl gelirim ferhat
kalbimdeki ırmak sakinliğinden.
derler ki goncası açmaz bir aşkın
kapıları örtük olurmuş he mi?
mermere yazılan harfler kaybolur
yağmur düşer sızlanırmış karanfil
ben böyle bekliyorum yollarda, gülüm
imlası kırık kalbimle seni.
Cafer TURAÇ
DÜNYADAN UKBAYA MEKTUP
Amasya’dayım. Senin memleketinde… Çok fazla değiştiği söylenemez. Yollar yenilenmiş, evler yapılmış, o kadar.
Birlikte yaşadığımız mahalleye gittim. Sokağımıza… Karşılaştığım tanıdıklara selam verdim. Aldılar almasına ama beni tanıyamadılar. Ne kadar değişmişim! Resmen çökmüşüm! Halbuki o kadar çok zaman da geçmedi göçümüzün üstünden.
I.
Böyle bırakıp gittin ya beni… Üzüntümden yüzüm ne hale geldi! Onun için hiç kimse tanıyamadı beni buralarda. En yakınlarımız, komşularımız… Hiç kimse…
Dalgın bir kuğuydum, avladın beni. Hiç vakit kaybetmeden sesinin rengine esir ettin. Fakat terk ettin! Şimdi, büyük ve acı bir anı olarak kaldın sokağımızda.
Nasıl tanınabilir yüzüm senin derdinle?
Itır kokan toprağındayım. Senin memleketinde… Fakat artık sen yoksun ve bir daha buralarda olamayacaksın. Burada oturamayacağız bir daha birlikte. Kapımızı açmamız imkânsız. Kilidi pas tutmuş.
Evimizi sarıya boyamışlar. Sarmaşıklar duvarı sarmış, ağaçlar büyümüş. Neredeyse ev görünmez olmuş.
Sanki bir güvercinsin, ben de senin kanadındayım. Öylesi bir bütünlük içindeyiz. O kadar yakın! Ha uçtuk ha uçacağız! Benim de ecelim yakın… Ölüm, ensemde gezmekte… Azrail, turuncu bir kandil gibi takip etmekte beni de…
Acından bu hale gelen yüzümle nasıl tanıyabilir yöre halkı beni?
O kış… O beni koyup gittiğin kış günü sonum oldu benim! Ölümüm oldu! O odada en ağır darbeyi yedim kalbime, kucağımda can verdiğinde!
Bu yara, o yara işte! Bu kalbime musallat olan… Kahrından açılan, biteviye kanayan, kalbimi hasta eden yara…
Hayat zehir zemberek!.. İşte, gidiyorum ben de… Ağular içerek… Cehennem çiçeklerine, zakkumlara doğru… Yavaş yavaş açıyorlar…
Yüzüme baktıkça… Yüzümün bu halini gördükçe çağırıyorum seni. “Ey sevgili! Gel, al götür beni de yanına! O diyarlara…”
II.
Sesin yankılanmaz olmuş bu sokakta. Şimdi her şey ne kadar sessiz, gidişinle! Her şey masum ve dilsiz… Biz de öyle… Birlikte çıkıyoruz bu dünyadan. Beraberce yükseliyoruz bulutlara… O âleme… Burada sesini duymam imkânsız, biliyorum ama sen orada konuşacaksın. Ötelerde şakıyacaksın. Çavlanca çağlayacaksın.
Çok genç yaşta ayrıldın bu dünyadan. Saçına ak düşmemişti daha. Daha ne istiyorsun? Baksana bana! Saçım sakalım ağardı. Haydi, ver elini! Al beni de yanına! Bırakma buralarda!
Sesini duyar gibi oluyorum. Su gibi çağıldayan pürüzsüz sesini…
Her şey seninle şimdi… Sana boyanmış. Rengine… Her şeyde sen varsın. En son, matemli bir kış günü duymuştum iniltini… Yanık bir veda türküsüydü, kalan son gücünle, en acıklı sesinle.
Al, al götür beni akşamlarına! Senin diyarına… Ötelerin karanlığına… Hem oralar yabancı değil ki bana! Gideceğim adres belli, yol belli, iz belli… Asırlardır yaşanan bu! Dünya kurulalı beri… Yeni değil ki! Şu servilerin altı işte! Nihayetinde… Üstümüzde ot, çevremizde birkaç yabani menekşe…
Ey benim ak gerdanlı yârim! Nasıl da ihanet ettin aşkımıza! Beni buralarda sensiz bırakıp gittin! Her sırrımız açığa çıkıyor. Bu zamana kadar sakladıklarım, yazdıkça dağılıyor… Şama şark oluyor… Ah! Ne yazık ki her şey ortaya çıktı! Açıklanmayan sırrım kalmadı artık!
Yüzünle sınandım ben, senin yüzünle! O güzel yüzünü gördüğümde başladı imtihanım. Sen gittin, ben bittim! Geride, dayanılmaz bir acı bıraktın! Uçup gittin hafifliğinden!
Bir su kenarında ağlıyorum şimdi. Sense biteviye acıklı ayrılık türküleri söylüyorsun en yanık sesinle…
III.
Derler ki: “İmlası kırıktır kaderin. İçinden Ferhat’ın kahrı geçer.” Bir kış günü bizim mutluluğumuz da kırıldı ortasından. Arasından en kötü ayrılığın acısı geçti. Benim kaderim de Ferhat’ınki gibiymiş.
Ya ben sana nasıl gelirim şimdi? Bulutların içinden geçerek mi? Rüzgâr olup eserek mi? Oralara nasıl gidilir? Ey güzel yüzlü Şirin! Bana yol göster!
Ya ben sana nasıl gelirim Ferhat, kalbimdeki bu güçsüz ve bozuk ritimle? O güç hiç kalmadı bende.
Bir zamanlar bu kalp nasıl da atardı! At kalbi gibiydi… Atlet kalbi gibi… Ya şimdi?
Derler ki: “Goncası açmaz bir aşkın kapıları örtük olurmuş.” He mi? Gülmedik başa gül soksan gülmezmiş. Nasibimiz kesikmiş, öyle mi? Cennette gülümüz açmış açmasına da açar açmaz solmuş mu yani?
Ne yalanmış bu dünya! Her şey fani… Birer birer yok olup gidiyor her şey… Dağlar aşınmakta, taşlar ufalanmakta… Her şey süratle yalan olmakta… İnsandan geriye, iki tarih arasına sıkışıp kalmış bir tire kalıyor. O bile zamanla silinip gidiyor…
İşte böyle omuzları düşermiş eşini kaybeden adamın. Kolları çaresiz iki yanında… Yağmur olurmuş gözyaşları… Böyle sızım sızım sızlanırmış benim gibi…
İşte! İşte ben böyle bekliyorum bu kahrolası hayat yolunda seni! Böyle perperişan yollarına bakıyorum, gülüm!
Şu ayarı bozuk kalbimle bekliyorum seni. Ölüme ayarlı vaziyette…
Ne olur… Ne olur, daha fazla bekletme!
***
Mutluluklar...
Onur BİLGE
Aradan yıllar geçti... Yine aynı şiir ısıtıldı, temcit pilavı gibi sofraya geldi. Alavere dalavere, Onur BİLGE nöbete!.. Döndü dolandı, iş yine bana düştü! Açıklayayım bari de AMASYA MEKTUPLARI açılmadan iade edilmesin!
Yüreğinize Hislerinize sağlık güzel bir mektup okudum sevgili şair..
Hiçbir şey çare değil,
Derdime senden gayri,
Yaşamaksa ne mümkün,
Ne mümkün senden ayrı.
Bu da benim mektubum olsun bari :)
Sayın Osman Tuğlu modaya uyduk bir rumuz koyduk,keşke koymaz olsaydık.:( Selam.
Sayın Binboğa haklısın amma alacağın yok.Bu rumuz işini kaldıracaklardı sözüm ona hala kalkacak.
Ben çok uğraşdım lakin kaldıramadım vesselam.:)
Bu şiir ile ilgili 26 tane yorum bulunmakta