Amaç (öykü) Şiiri - Çetin Özdemir 2

Çetin Özdemir 2
205

ŞİİR


4

TAKİPÇİ

Amaç (öykü)

Sıra kendine geldiğinde, masanın üzerindeki bordroda adını bulup imzasını attı. Mutemedin saymış olduğu paraları –değersiz kağıtlarmış gibi- düzensiz bir şekilde aldı, boş bulduğu bir sandalyeye oturdu. Kağıt hışırtıları, konuşmalar, yavaş yavaş duyulmaz olurken, kendi iç dünyasında geriye doğru bir yolculuğa başladı.

O sabahki telaşı daha dün gibi hatırlıyordu. Alışılmışın dışında uyandırılmış, iki yanağından öpen annesi tarafından kahvaltıya oturtulmuştu.Masa ne kadar da doluydu o sabah! Bunların hepsi yenilecek miydi? Kızarmış ekmek, tereyağı, peynir, zeytin…

- Çayını koyayım mı yavrum?
- Koy.
- Yumurtan nasıl olsun?
- Yumurta istemiyorum.
- Aaa! Olur mu yavrum, sora acıkırsın.

Siyah önlüğü ne kadar da yakışmıştı. Hele çantası, hele çantası! ..Ceviz ağacından yapılmış, neredeyse kendi kadar, kocaman! Par par, parlayan çantası! Biraz ağırdı; ama olsun bütün kitaplarını rahatça alıyordu.

O sabah besmele ile evden çıkılmış, bilinen dualar okunmuş ve çok sevdiği babası tarafından “eti senin kemiği benim, hocam.” Sözleriyle kaç yıl süreceği meçhul olan bir maratonun içine sokuluvermişti.

Ailesinin ısrarı olmasa da okuyacaktı. Doktor olacaktı, mühendis olacaktı, öğretmen olacaktı… Okuyacaktı. Adam olacaktı. Babası küçücük bir memurdu; ama köyde büyük bir saygınlığı vardı. Sözü dinleniyor; kahveye girildiğinde yer veriliyor; sokakta kime rastlasalar, selam verilmeden geçilmiyordu. Bu saygınlık okumanın sonucu değil miydi?

İçinde büyük bir istek vardı: okumak! .. Sınıfta öğretmenini can kulağı ile dinliyor, evde zamanının büyük bir kısmını ders çalışarak geçiriyordu. Artık onun için oyun matematik çözmek, eğlence resim yapmak olmuştu.

İlk iki yılın sonunda almış olduğu karneleri, baştan aşağı pekiyi idi. Demek ki büyüklerini hayal kırıklığına uğratmayacaktı. Artık ona da büyük bir adammış gözüyle bakılıyordu. Köyde herkes ondan söz ediyor, çocuklarına onu örnek gösteriyordu. Hatta öğretmeni bile bazen onu üst sınıflara matematik çözdürmek için götürüyordu. Artık iyice inanmıştı; her karne getirişinde verilen hediyeler olmasa da okuyacaktı. Okuma gibisi var mıydı? ..

Babasının tayini nedeniyle şehre geldiler. Yeni okulunu, yeni öğretmenini, yeni sınıfını önceleri çok yadırgadı. Burası ne kadar büyük bir binaydı böyle! Ne kadar çok dersliği vardı? Ne kadar kalabalıktı! Sıralarda hep dörder beşer oturuluyordu. Bu öğretmen kimdi? Acaba babasını tanıyor muydu? Bütün bir günü bu sorulara cevap aramakla geçti.

Evdekiler de onun kadar meraktaydılar:

- Okulunu sevdin mi?
- Sevdim…
- Öğretmenini sevdin mi?
- Sevdim…
- Sınıfın nasıl?
- İyi…

Tam bu sıkıcı sorulardan kurtulacakken, tam da yeni ortama alıştım artık derken yeni bir okula nakledildiler. Ters giden bir şeyler vardı. Aklı iyice karıştı! Aynı sorular tekrar başladı:

- Yeni okulunu sevdin mi?
- Hayır.
- Yeni öğretmenini sevdin mi?
- Hayır.
- Yeni sınıfını sevdin mi?
- Hayııır!

Odada çınlayan sesi sanki tavanda asılı kalmıştı. Kimse çıkıp o sesi almıyordu! Hani boyu yetişse, tutup kendi alacaktı. Boyundan büyük laf etmişti. Babasına baktı, gülümsüyordu. Sanki, aldırma diyordu. O da gülümsedi. Gerilen sinirleri yerini gevşemeğe bırakmıştı.

- Ya, dedi.
- Evet.
- Köyde, küçücük okulda herkese yetecek sıra vardı. Burada, kocaman okulda oturacak yer yok! ..Köyde koca gün okuldaydık. burada öğleye kadar. O da eski okulda.
Şimdi ise üç posta okula gidiliyordu.Babası yine gülümsüyordu.

O da gülümsedi

Hiç bir zorluğa yenilmeyecekti. Bunlar neydi ki?

Zaman akıp gitti.

Sanki sorunlar da zamanın peşine takılan birer çocuk olmuştu. Artık eskisi gibi kurcalamıyorlardı kafasını.

Mezuniyet sınavları başlamıştı. Kendi öğretmeninin yanında başka öğretmenlerde giriyordu sınava. Kimseye göz açtırmıyorlardı. İşler epey karışıktı.

Nihayet sonuçlar açıklandı.

İlk hayal kırıklığı, eğitim hayatındaki ilk göz yaşı sağanağı orada, beşinci sınıfta başladı. Yazı dersinin sınavından orta almıştı. Yani pekiyi ile mezun olamıyordu.

- Hoş geldin yavrum.
- …
- Neyin var oğlum, bir şey mi oldu? ..

Annesinin sözleri son direncini de kırmağa yetti. Okuldan eve kadar kendini zor tutmuştu zaten. Gözlerlinden süzülen yaşlar, sarsılmağa başlayan göğsünün ilk işaretleriydi. Akşam babası geldiğinde ne söyleyecekti? Bunca zaman aldığı pekiyiler hep boşuna mıydı? Zaten doktorların güzel yazılarının olmadığını öğretmenleri bilmiyorlar mıydı?

- Oğlum sen buna okul mu diyorsun?
- …
- Hiç önemli değil.
- …
- Hele sen ortaokula bir başla…
- Hayır!
- Birinci sınıfı doğrudan geç…
- Ben okumayacağım.
- Niçin?
- Okumayacağım işte.

Ailesinin ilgisi daha da artmıştı. Yaz tatilinde amcasının yanına gönderdiler. O tatilde nasıl oldu, tam anlayamadı; ama aslında okulunu da, öğretmenini de, arkadaşlarını da sevdiğini fark etmeğe başladı.

Eve dönüşünde babası, onunla bir arkadaş gibi konuşa konuşa sonunda ikna etti.

Yıllar; o bitmez, tükenmez denilen yıllar geçti gitti.

***

Son durağa gelmişti işte. Kayıt evraklarını öğrenci işleri bürosuna teslim etti. Şimdi o küçük çocuk yoktu artık. Sanki içinden çıkıp gitmişti; ama nedense korkularını almayı unutmuştu! Demek ki burada, bu koca şehirde korkuları onun can yoldaşı olacaktı.

İstanbul: Güzel şehir, büyük şehir, korkunç şehir. Camileri, müzeleri; sinemaları, tiyatro-ları; boğazı, plajları… Gerçekten güzeldi. İnsanlar, insanlar, insanlar… Çok kalabalıktı! .. Korkunç şehir! .. Niçin?

Bilmediği, tanımadığı, tek başına olduğu bir yer. Anarşinin ayyuka çıktığı günler. Kahvelerin tarandığı, insanların boğazlandığı, yurtların basıldığı günler! Gerçekten korkunç şehir! Kime güvenecek, nereye sığınacaktı? Gazetelerin ilk sayfaları anarşiye ayrılmış. Televizyonda spiker olayları sayarken yoruluyor! Her dakika, her saniye değişen aylık ölüm bilançoları..! Ve bütün bunların arasında üniversite öğrenimi! ..

Okumak: Niçin?

Dayanmak: Nereye kadar?

Zil sesiyle birlikte anılarından kopuverdi. Elindeki paralara göz ucuyla baktı. Elli üç bin lira! On beş yıllık öğreniminin, on üç yıllık hizmetinin karşılığı… O kan denizinde boğulmayışının mükafatı elli üç bin lira. Yarısına ev sahibi ortak! Diğer yarısına? …

O korkunç yarışta elenenleri düşündü sınıfa girerken. İlkokulu zor bitirenleri; ortaokuldan tekme tokat kovulanları; liseden kapı dışarı edilenleri düşündü. Şimdi hepsi de hayatlarından memnundu. Kazandıkça ağlaşıyorlar; ağlaştıkça kazanıyorlardı! O ise bu güne kadar ağzını açamadı. “Adam sen de, dedi; ağlasak sesimizi kim duyacak? Adam yerine koyulmadıktan sonra…”

Sınıfın kapısını açtı. Öğrencileri şartlanmış bir şekilde ayağa fırladılar:

- Günaydın çocuklar!
- Günaydın öğretmenim!
- Gelmeyen var mı başkan?
- Sınıf tamam öğretmenim.
- Hazır mıyız!
- Hazırız öğretmenim!
- Yazın öyleyse: “Öğretmenler bir ulusun en fedakar insanlarıdır…”
Çetin Özdemir 02.05.1985 Karacabey

Çetin Özdemir 2
Kayıt Tarihi : 8.9.2008 23:55:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


Eriyen mum, yutulan tebeşir tozları, yalvaran bakışlar ve dalgasını geçen siyasiler.

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Talat Semiz
    Talat Semiz

    Severek okudum. Okurken kaleminizi sürekli Rahmetli Fakir Baykurt'a benzettim. Rahmetli öğretmeni,n kardeşi Veli Baykurt Liseden arkadaşımdı. Ağabeyinin bütün kitaplarından birer tane hediye ederdi bize...

    Öyküler, oldum olası sıradan şiirlerden daha özenli çalışılması gereken edebiyat çalışmalarıdır. Kim edebiyatın hangi dalında neler yazarsa yazsın, öyküde başarılı olanlar, tüm dallarda da başiarılı olurlar kanısındayım. Sevgiler, başarılar...

    Cevap Yaz
  • Gülçin Demirci
    Gülçin Demirci

    Her şeye rağmen en güzel meslek...Öğretmenim yüzünden öğretmen oldum..Hep onu taklit etmiştim..daha 7 yaşında iken ne ulaşılmaz gelirdi bana..Şimdi öğretmenim artık...Her şeye rağmen çok mutluyum...Hangi sevgi çocuklara verilen sevgiden daha güzel ve kalıcıdır...Yaşamayanların hayatında çok büyük eksikliktir...Ne mutlu bize ki öğretmeniz...Güzel öykünüzü beğenile okudum.tebrikler..

    Cevap Yaz
  • Recep Akıl
    Recep Akıl

    İlkokul oğretmenimden dolayı öğretmen olmayı çok istemiştim.Bunu da kendisine söylediğimde 'Aptal bir çocuk da değılsin ya bu aptalca düşünceyi kafana kim soktu senin?Git pazarcı ol,bakkal ol,fırıncı ol.Ne yapacaksın öğretmen olup?Ömür boyu sürünmek mi istiyorsun?'diyerek beni azarlamasına rağmen ben yine de vazgeçmemiştim idealimden.Ertesi yıl öğretmen okulu sınavlarına girip kazanmıştım da ama Kütahya öğtetmen okulu bize uzak olduğu için annem(Babamız öleli 3 yıl olmuştu.) yatılı kalmama izin vermediğinden başlayamamış ve normal orta okula gitmiştim.Ama Bütün hedeflerim tarumar olduğu için okuma hevesim kalmamıştı ve ikinci sınıftan terkedip Öğretmenimin tavsiyesine uyup Annemin babası dedemin yanında bakkal çıreklığına başladım.O gün bu gündür girmediğim boya küpü kalmadı.Ama içimde hep uhtedir öğretmen olamamış olmak.Bu yüzden iki kızımı da öğretmen yaptım(biri 4.sınıfta okuyor diğeri 1. sınıfta)Bu güzel hikâyenizdeki öğretmen gibi çok eza,cafa çekecekler biliyorum ama olsun.Yetiştirip hayata salacakları her çocukta güzelim cennet ülkemizin geleceği yaşayacak.Onların ve onlar gibi onbinlercesinin ellerinde filizlenip dal budak salacak yeni nesiller.Hikâyenizin sonunda öğretmenimizin dediği gibi 'Bu ülkenin en fedakâr insanları'dır öğretmenlerimiz Başta benim öğretmenim İsmail bey olmak üzere hepsine selam olsun! Size de selam olsun bu güzel hikâyenizden dolayı.Emeğiniz zayi olmasın Selam ve sevgiyle.

    Cevap Yaz
  • İsmet Kanat
    İsmet Kanat

    okuyana kadar canım cikti dilinize saglık...Son durağa gelmişti işte. Kayıt evraklarını öğrenci işleri bürosuna teslim etti. Şimdi o küçük çocuk yoktu artık. Sanki içinden çıkıp gitmişti; ama nedense korkularını almayı unutmuştu! Demek ki burada, bu koca şehirde korkuları onun can yoldaşı olacaktı.kimilerine göre korku kimilerine göre kimsesizlık ama bana göre eşgalsizlik korkutucudur...

    Cevap Yaz
  • Fikret Kemal
    Fikret Kemal

    kaleminize sağlık..üsdadım...sayğılar

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (7)

Çetin Özdemir 2