Fikrin çok azaldı, noksanı buldu,
İhsan arayanlar ihsanı buldu,
Yaşı seksenbeşi-doksanı buldu,
Tutar gelir benle meydan gözetir.
Her yanı sarıp sarmalayan akşam karanlığında hayal-mayal seçilebilen, eskisinin güçlü ve ünlü, günün beli bükülmüş, yaşlı aşığı, pencereye yakın bir yerde kalakalmıştı. Bellediğinin ve anılarının geçmişten önüne gelip dikildiği anlaşılmaktaydı.
Bastonuna dayanarak ve olduğu yerde dikilip başını yukarıya kaldırarak penceredeki saza, anında sesle şöyle bir yanıt verdi:
Elif her bir mahreç ile hecelmez,
Aşıklar yorulmaz, durmaz, dincelmez,
Ömür geçer ama gönül kocalmaz,
Yüz yaşında bile meydan gözetir.
Ünlü aşığın ilk sözcükleri, kendinden beklenir biçimde çift anlamlıydı. Arapça ‘da (a-e-i-ı) harflerinin yerini tutan ve elifbanın yarımsesli harflerinden sayılan ‘Elif’ gerçekten de; her kaynakla heceye girmezdi. Ve o ‘Elif’ yani Yaratan, sadece bir kaynakta, bir yerde değil, her kaynakta, her yerdeydi. Obir sözler herkesin kolayca anlayacağı arılıkta ve duruluktaydı.
Reyhani, yaşlı aşıktan öylesine anlamlı bir yanıt beklemiyor olmanın şaşkınlığına düşmüştü. Yanıt, eski aşığın hala daha güçlü, hala daha etkin olduğunun açık kanıtıydı. Reyhani, Sümmani Baba ‘nın onun için söylediği sözleri düşünerek sazını yeniden mızrapla taramaya başladı.
Yaşlısı dışarıda, genci içeride olmak üzere; biri sazlı, obiri sazsız iki aşık karşılıklı söyleşmeye koyulmuşlardı ve genç yaşlıyı iğnelemekteydi:
Sen kocaldın, hükmün-halin kalmadı,
Dağıldı kovanın, balın kalmadı,
Bir yana gidecek yolun kalmadı,
Mezarlık hasretle her an gözetir.
Genç aşığın acımasız vuruşu şöyleydi: ‘Sen yaşlandın. Neye yararsın ki? Ne etkin, ne de yaşayacak halin kaldı. Ballarla dolu o eski kovanın bitti tükendi. İçinde arı-marı, bal-mal kalmadı. Bundan sonra, ölümden öte ne bekleyebilirsin? Mezarlık, sen oraya gidesin diye özlemler içinde.’
Nihani Baba ise; ‘Sen neyi koymuş, neyi arıyorsun? ’ lardaydı. Reyhani ‘yi sazsız olarak şöyle karşıladı:
Danıştım alime, sordum hocaya,
Yolum düştü bir karanlık geceye,
Ölüm gelir, bakmaz gence-kocaya;
Bazen pir yerine civan gözetir.
Yaşlı aşığın sözlerinin altında filozofça düşünceler yatıyordu. Ve sözleri öğüt değerindeydi. Şunları diyordu: ‘Bre oğul, bir kapkara gece gibi yollarımı kesme, bağlama. Ben olabileceği bilginlerden, hocalardan öğrendim. Onlar bana, ölümün gence, yaşlıya asla bakmadığını, bazen çok yaşlı birinin yerine, çok genç birinin canını çok daha önce aldığını söylediler. Gençliğine nasıl güvenebiliyorsun? Sen benden de önce ölebilirsin.’
Reyhani bir aşıktı ama o da her insan gibi bir insandı. Yenilmeye yüz tutar tutmaz, sevecenliği elinde olmaksızın gidiyor ve yerini acımasızlık alıyordu. Yaşlı aşığa şu kırıcı dörtlükle yüklendi:
Reyhani, dünyada sanma tad olur,
Aşıklarda maşukaya vad olur,
Afganlı Kız elbet senden yad olur,
Kalkar yadellerde düşman gözetir.
Reyhani gerçekten acımasız, gerçekten kırıcı olmuştu. Zira; küllenemeyen, bir türlü kabuk bağlayamayan bir eski, bir köklü yarayı hançerlemekteydi.
Nitekim, birçok aşık gibi Nihani Baba da, gençliğinde bir düş görmüş, düşünde ak saçlı, ak sakallı bir eren kendisine bir kız göstermiş, birbirlerinin nasibi olduklarını her ikisine de söylemiş ve her ikisine de, avuçlarındaki billur bir kaseden aşk şarabı içirmişti. Ve aşık bu düşten sonradır ki; elde saz, dilde söz, yer yer, ülke ülke dolaşmış, ona olan sevgisini, şimdilerde nine olan bir ‘Perişan’ a yöneltmek zorunda kalmıştı.
Bulunduğu yerde gözlerinin yaşarıp yaşarmadığını seçemedik ama yanındaki-yöresindeki taşlara vurduğu bastonunun sesini ve pencereye vuran haykırışlarını tümüyle işittik:
Merhametin yok mu bu ihtiyara?
Açtın Nihani ‘ye bir derin yara,
Ben o yarle söz kesmişim mezara,
Vuslatımız Ulu Divan gözetir.
‘Bre oğul.’ Demek istiyordu. ‘Sende yaşlılara acımak yok mudur? Neden böyle sözlerle yaramı kanatıyorsun? Biz; düşte, birbirimizi ölünceye dek seveceğimize söz kestik. Sen neden gerçekleşmemiş bir kavuşmayı kötülüyorsun ki? Kavuşmamız burada olmasa da, mahşer günü kurulacak olan Yaratan ‘ın huzurunda elbette ki olacaktır.’
(ALVARLI AŞIK REYHANİ isimli Araştırma-İnceleme 'lerinden > 194-198/201)
(Nasipse yarın bitecek...)
Kayıt Tarihi : 20.2.2005 16:15:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Böylesine akıcı eserlerin okumamasını hayretle karşılıyor ve bu eserler serisinin yarın bitecek olmasından dolayı da burukluk hissediyorum...
Danıştım alime, sordum hocaya,
Yolum düştü bir karanlık geceye,
Ölüm gelir, bakmaz gence-kocaya;
Bazen pir yerine civan gözetir.
Bu eserin bu dörtlüğüne hayran kaldım...
Adı başka olsun, ama olsun... Eklemeye devam...
En derin saygılarımla...
TÜM YORUMLAR (1)