Oldun ise bendeki aşk, doldur ab-ı Kevser iç,
Kimde olduğu meçhuldür, imana gel, gelelim.
Huzuri ‘yim söz isterim; söz içinde söz ola;
Ölçü, tartı, mana, maksad; mizana gel, gelelim.
Usta ve yetkin aşık sertleşmiş ve vuruşlarını da sertleştirmişti. Şöyle demekteydi: ‘Aşkın kölesi-bileni oldunsa; Kecser Şarabı ‘ndan kana kana içsene. Ondan önce, kimde bulunduğu hiç de bilinmeyen inançtan söz et bana. Ama unutma ki; ben Huzuri ‘yim, söz altında söz isterim. Hem de öylesine söz ki; ölçüsü, tartısı, anlamı ve ereği eksiksiz söz. Haydi gel de göreyim teraziye.’
Aşık Reyhani ‘nin gözleri Huzuri Usta ‘da, eli mızrabında, mızrabı sedef göğüslü sazının tellerindeydi. Çalıp söyleyerek Huzuri ‘ye şöyle yanıt veriyordu:
‘‘İsyancıya ihsan yoktur.’ Dedi ben Reyhani ‘ye,
İnanmışım şahadetle Süphan ‘a, geldim geleli.
Aşkı maharet tanıyan iç içinden iç söyler,
Oldum katre-i aşka mestane, O ‘na geldim geleli.’
Yanıtının anlamı şöyleydi: ‘O Tanrı bana, yani Reyhani ‘ye ‘Bana karşı gelene ben acımam.’ Demiştir. Ben o Yaratıcı ‘ya, inandığımı belirterek inanmışım. Aşkı bir hüner, bir beceri olarak pekilenenler öz altında öz ararlar. O ‘na inandığımdan bu yana, aşkının tek bir damlası bile benim aklımı başımdan almış, beni kendimden geçirmiştir.’
Aşık Huzuri hem hoşlanmış hem de şaşırmıştı ve şaşkınlığını da gizlemiyordu. Yanımızda söyledikleri şunlar oldu: ‘Allah, Allah… Maşallah…’
Bu; Aşık Reyhani ‘nin tanıklığını yapabildiğimiz ilk karşılaşmasıydı. O ‘nun Huzuri ‘yle karşılaşması ve O ‘ndan övgüler alması az zamanda tüm bölgede yankılandı. O sıralarda, Doğu Anadolu ‘nun ünlü Halk Aşıkları ‘ndan Cemal Hoca, Kağızman ‘dan Camışlı Köyü ‘ne kadar gelmişti. Reyhani ile Huzuri ‘nin karşılaştıklarını duymuş, O da Reyhani ‘yi karşısına bir almak istemişti. Çağrıya birlikte uyduk ve Cemal Hoca ‘nın yanına gitmek üzere Camışlı Köyü ‘ne uzandık. Bizi köyün konuk odasında ağırladılar, yiyecekler-içecekler getirdiler. Oda köylülerle doluydu ve Cemal Hoca, kendisi için hazırlanmış bir divanda oturmaktaydı. Sazı yanındaki duvara asılmıştı. Yeme-içme sonrası görüşmeler ve konuşmalar sırasında, odaya 14-15 yaşlarında bir genç girdi. İki elinde gümüş bir tepsi, tepsinin üstünde bir cam kase ve kasede şerbet vardı. Delikanlı önünde eğilerek tepsiyi ve şerbet dolu kaseyi yanımızdaki Aşık Reyhani ‘ye uzattı. Aşık elini uzatıp kaseyi almak üzereyken delikanlı gümüş tepsiyi saygılı bir tutumla geri çekti. Ozan da, biz de şaşırıp kalmıştık. Ama Cemal Hoca gülümsemekteydi ve bakışlarını Reyhani ‘nin yüzünde gezdirerek ona şöyle söylemekteydi: ‘Aşık, bu bizde bir görenektir. Şerbete ve onu sunan şu delikanlıya methiyede yani övgüde bulunmazsan; şerbet-merbet içemezsin. Şerbeti içmek ve delikanlıya teşekkür etmek istiyorsan; söyle methiyeni.’
Aşıklık Geleneği ve Aşıklık Göreneği öyledir: Aşığı het yerde, her fırsatta, her olayda denemek, gerçek bir aşık olup olmadığını anlamak isterler. Ve denerken aşığa zaman tanımaz, hazırlanma fırsatı da vermezler. O ki; aşıktır, anında, yerinde, istenildiğinde, gerektiğinde irticalen yani hiçbir ön hazırlığı olmadan çalmalı, öyle de söylemelidir.
Reyhani ‘nin bu denenmesi de öyle olmuştur. Peki, aşık altında kalacak, aşık utanca düşecek midir? Elbette ki; kalmayacak, elbette ki düşmeyecektir. Çünkü O, Reyhani ‘dir ve Reyhani aşıktır.
Ozan da, Camışlı Köyü ‘nün konuk odasında, tüm köylülerin yanında ve Kağızman ‘lı Cemal Hoca ‘nın huzurunda öyle yaptı. Başı püsküllü, göğsü sedef işlemeli sazına şöyle bir düzen verdi ve sonra hazırlıksız çalıp söylemeye koyuldu:
(ALVARLI AŞIK REYHANİ isimli Araştırma-İnceleme 'lerinden > 178-180/201)
(Devam edecek...)
Kayıt Tarihi : 13.2.2005 13:22:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

TÜM YORUMLAR (1)