Başkaları öyle anlarda ne yaparlar, bilinmez ama Ağa, biricik kızının ölüsüne elini bile süremedi, saçının bir teline bile değinip dokunamadı, yüzünü-gözünü tek bir kere bile öpemedi. Sadece ve sadece şunu yapabildi: Başını Yaşar ‘ın yanan bağrına dayadı ve gözlerinden iplik iplik yaşlar dökerek ağladı.
Yaşar, yıkılıp çöken bir dünyanın taşları-duvarları, kirişleri-sütunları, gövdesi-temeli altında kalmıştı. Zaman zaman çılgınlık belirtileri gösteriyor, gün geçtikçe bu belirtiler azgınlaşıyordu.
Koca bir dünyayı öylece bir yana itti ve birbaşına yasını pekilendi.
Hocalara baktırdılar, türbelere götürdüler, adaklar adadılar, orasına-burasına muskalar bağladılar, nefesler ettirdiler, okunmuş sular içirdiler.
Fayda etmedi.
Avuntusunu Hatun ‘un mezarının başında bulmak istiyor, ‘Terkedeptir.’ Diye bırakılmıyordu.
Esen yele, uçan kuşa, akan suya, duran dağa konuşur, yelleri-selleri-yağmurları dinler, acılarını ota-çiçeğe, arıya-böceğe anlatır olmuştu. Öğle güneşleri yüzünde gölgeleniyor, baharlar yüreğinde yaprak döküyor, koyunlar-kuzular sazının tellerinde meleşiyor, sabahlarına gecelerin karanlıkları leke leke düşüyordu.
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
İçimi seninle ısıtıyorum.
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta