Molla Cami ‘nin “Mevlana nebi-i nist amma kitabı hest” yani; “Mevlana peygamber değildir ama kitabı vardır” diye övdüğü Celaleddin-i Rumi, elbette ki; “Mesnevi” sahibidir, elbette ki; büyük ozandır, elbette ki; büyük düşünürdür, elbette ki; velilik basamaklarındadır ama gününden günümüzdeki halka “Mesnevi” sini bırakabilmiş midir? Buna olumlu yanıt verebilenlerden birçoğunun “Mesnevi” den bir tümceyi bile doğru-dürüst anlayabileceğini, söyleyebileceğini pek sanmıyorum. Kendisi Farça bilmedikçe veya yanında bir çevirmen bulunmadıkça; halk, şu tümceleri anlayabilecek, anlayınca da sevebilecek, pekilenebilecek, yeri geldikçe yineleyebilecek midir: “Pürsid yegi ki; aşık cist? Guftem ki; çu men, şevi bidani.” Veya “Men bende-i Kor ‘an ‘em, eger candanem, men hak-i rahi Mohammed-i Mohtar ‘em.” Peki niçin anlamayacaktır? Niçini ortadadır: Mevlana halka kucak açmıştır ama halkın yanındalığından sıyrılmıştır.
Ya Yunus? İşte o, halkın içinde doğmuş, öldüğü halde o günkü kadar var olmayı başarmıştır: “Mal sahibi, mülk sahibi, Hani bunun ilk sahibi? Mal da yalan, mülk de yalan, Var biraz da sen oyalan.” Şimdi bu dizeler karşısında kim çevirmene gereksinebilir? Şimdi bu tertemiz dizeleri kim anlamayabilir? Şimdi bu büyük düşünürü kim sevmeyebilir? Şimdi bu dizeleri kim unutabilir ve kim yineleyemez?
Dadaloğlu, Karacaoğlan, Pir Sultan Abdal, Sümmani, Emrah, Seyrani, Cevlani, Şenlik, Hıfzı ve daha yüzlerce ozan hala daha yaşamıyorlar mı? Halkın onları arasında yaşatan sevgisi boşuna mıdır? Elbette ki; değildir. Zira; onlar halkın ögeleridir. Onlar halkı halk yapan parçalardır. Halk onlarla yaşamakta ve onları da kendinde yaşatmaktadır. Masallar, destanlar, türküler ve halkın edebiyatı onun için eskilerden güne gelirler, yüzyıllara hükmederler ama saray ağızları ve saray edebiyatları onlarla birlikte silinip giderler. Günümüzde bir “Duhter-i Hindu” nun bir “Battalgazi Destanı”, bir “İntibah” ın bir “Ergenekon Destanı”, bir “Diyojen” in bir “Nasrettin Hoca”, bir “Hafız Post” un bir “İbrahim Tatlıses” kadar değeri yoktur. Çünkü; halk, kendinden olanla yaşar ve kendisinde kendisinden olanı yaşatır. Dede Korkut ‘ların varlık nedeni budur. Hiçbir saraylı bu halka, “Yüzün yırttım tırmığınan-elinen, Bağrın yardım kazmayınan-belinen, Yine beni karşıladı gülünen, Benim sadık yarim kara topraktır.” Diyen Aşık Veysel kadar yanaşmamıştır. Halk elbette ki; ölüm-mölüm dinlemeyecek onu ve onları yaşatacaktır.
“Halk Edebiyatı” dediğimiz dev piramitte, gelmiş geçmiş ve gelmiş ama henüz geçmemiş ozanlarımızdan her birinin bir taşı vardır ve zamanın her şeye yeten gücü dahi onlardan bir tekini bile yerinden oynatamamaktadır. Aşıklık geleneği onun için sağdır ve onun için yerli yerindedir.
Reyhani bu gelenekte yeni bir soluktur. Yeni bir candır. Yeni bir ruhtur.
Erzurum ‘a bağlı Pasinler (Hasankale) ilçesinin Alvar Köyü ‘nde 1932 yılında dünyaya gelmiştir. Kendisine “Alvar ‘lı” denmesinin nedeni budur.
Babası, 1914-1918 yılları arasında patlak veren Osmanlı-Rus savaşı gazilerinden Recep Ağa adındaki bir çiftçidir ve bu çiftçinin, acımasızlığı dillere destan Ağa ‘larla herhangi bir ilgisi yoktur. Dedesi Muhittin “93 Savaşı” da denen 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı şehitlerindendir.
Birinci Dünya Savaşı ‘nın 1914 yılında patlak vermesi üzerine, Recep Ağa gönüllü olarak askere yazılmış, kimsesiz kalan karısını, İç Anadolu ‘ya göç etmek zorunda kalan komşularına katıp yollara çıkarmış ve evini-barkını gerilerde bırakıp köyünden ayrılmıştır.
Savaşın sona ermesine ve Erzurum ‘un Rus işgalinden kurtulmasına rastlayan günlerde, karısını arayıp bulan ve köyüne dönen Recep Ağa ‘yı, köyde vahşi bir zulmün kalıntıları ve baş edilmez bir yoksulluk beklemektedir.
Rus, Erzurum ‘dan olduğu gibi Alvar Köyü ‘nden de çekilmiş, çekilirken yanında götüremediği savaş araç ve gereçlerini, yardakçısı olan Ermenilere bırakmıştır. Nuh ‘un torunlarından Hayk ‘ın soyundan geldiklerini öne sürerek övünen Ermeni çeteciler soyluluklarının gereğini yerine getirmiş, köyde taş üstünde taş, beden üstünde baş bırakmamış, yakılabilenleri yakmış, yıkılabilenleri yıkmış, kuyuları-suları zehirlemiş, hayvanların bile canlı canlı karınlarını yarmış, boğazını bıçaklamış, başını kurşunlamıştır.
Köyde sığınılabilecek tek bir ayakta kalmış dam, yenebilecek bir lokma ekmek, içebilecek bir yudum su yoktur. Yoksulluk, yangının külleri ve savaşın yıkıntıları arasında kolgezmektedir.
Yaşam “Ben yine de buradayım.” Demektedir.
Her şeye yeniden başlanır. Yığma taştan evler, barınaklar, ahırlar yapılır. Sular temizlenir. Köylü, varsa; karısını-çocuğunu, yoksa; komşusunu çifte koşar, kendisi yerinde başkasının çiftine koşulur. Tarlalar sürülür, yeşertilir, hayvan beslenir büyütülür, yıllar yılları, yoksulluk da onları kovalar durur.
Recep Ağa ‘nın bir oğlu olur ve yaşamayanlara nispet adı “Yaşar” koyulur.
(Hikmet BARLIOĞLU (1933 -2003) ' nun
ALVARLI AŞIK REYHANİ isimli Araştırma-İnceleme 'lerinden > 17-20/201)
Devam ediyor…
Kayıt Tarihi : 6.1.2005 23:15:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!