Ve biri söz alarak; Bize sevinç ve kederden söz et:Dedi.
Koca Adam yanıtladı;
Sevinciniz,gerçekte peçesini kaldırmış kederinizdir.
Gülümsemelerin yükseldiği o kendisiyle özdeş pınardan,çoğu kez gözyaşlarıyla dolu nice hıçkırık da duyulmuştur.
Hem,başka türlü olabilir mi ki?
Keder,varlığınızın derinliklerine işledikçe sevinciniz artar.
İçinden şarap içtiğiniz kadeh,çömlekçinin fırınında pişirilmiş olan kadehin ta kendisi değilmidir?
Ruhunuzu sakinleştiren saz,bıçak ve keser darbeleriyle oyulmuş ağacın kendisi değil de nedir?
Sevinçli olduğunuz zamanlarda gözlerinizi yüreğinizin derinliklerine çevirirseniz,size sevinç veren şey uğruna bir zamanlar nice kederlenmiş olduğunuzu görürsünüz.
Kederli olduğunuz zamanlarda yine yüreğinizin derinliklerine bakın,o zaman gerçekte,bir zamanlar sizi mutlu kılmış olan şeye ağlamakta olduğunuzu görürsünüz.
Aranızdan bazıları,’’Sevinç kederden büyüktür’’, bazılarıda,’’Hayır,keder sevinçten büyüktür’’,demektedir.
Oysa ben size derim ki,bunlar birbirinden ayırt edilemezler.
Daima birlikte gelirler,biri yanı başınızdayken,öbürü yatağınıza uzanmış uyuklamaktadır.
Bir kefesinde kederin,ötekisinde sevincin oturtulduğu ve hangisinin ağır basacağını kestiremeyen bir terazi gibisinizdir.
Ancak kefeleriniz boşaldığında durulursunuz ve kendinize bir denge edinebilirsiniz.
Birisi,altın ve gümüşlerini tartmak için sizi eline aldığında kederiniz ve sevinciniz ne yükselir ne de alçalır.
Acı’nız,idrakinizi kaplayan kabuğun kırılmasıdır.Nasıl ki,bir meyvanın yüreğinin güneşi görebilmesi için kabuğunun çatlaması gerekir,acı’da sizin için öyledir.
Kalbinizi güncel yaşantınızın mucizelerine hayran tutabilseydiniz, acınız mutluluğunuzdan daha az görkemli olmazdı.Tıpkı bahçelerinizden geçen mevsimler gibi,yüreğinizin mevsimlerini de kabul edebilseydiniz. Pişmanlık ve üzüntülerinizin Kış’ında çevrenize huzur içinde bakabilirdiniz.
Acılarınızın çoğu kendinizce seçilmiştir.İçinizdeki hekimin hastalıklı benliğinizi tedavi amacıyla verdiği tatsız ilaçtır.Bu nedenle içinizdeki hekime güvenin ve uzattığı devayı sükunetle ve yatışarak için.
Gerçi onun eli ağır ve serttir,ama; Görülemeyen’in yumuşak eli tarafından yönetilmektedir. Gerçi uzattığı kadeh dudaklarınızı yakar,ama çamuru Çömlekçi’nin içine kutsal gözyaşlarını kattığı çamurdandır.
Ve ölümün gizemini bilmek istiyorsunuz.Ama onu Yaşam’ın kalbinde aramadıktan sonra nasıl bulabilirsiniz ki?
Gözleri geceyle sınırlanmış ve gündüzleri kör bakan baykuş,aydınlığın gizeminden peçeyi kaldırabilir mi? .Eğer ölümün ruhunu gerçekten kavrayabilmek istiyorsanız,kalbinizi tam anlamıyla yaşamın gövdesine açın,bakın.
Çünkü yaşam ve ölüm,tıpkı nehir ile deniz gibi, bir’dir.
Umut ve tutkularınızın derinliklerinde,sizin öte yaka ile ilgili sessiz bilginiz yatar.Ve tıpkı kar’ın altındaki tohumlar gibi,yüreğiniz de baharı düşler.Düşerinize güvenin,çünkü sonsuzluğun kapısı onlarda gizlidir.
Ölümden korkuşunuz,kendisini kutsayacak olan kralın karşısında titreyen çobanın korkusuna benzer.Korkudan titreyen çoban,kralın nişanına sahip olacağı için mutlu değil midir? Ama titredikçe daha düşünceli olmuyordur herhalde?
Çünkü ölmek,soyunuk olarak rüzgarın önüne dikilmek ve güneşin altında erimekten başka nedir ki? Ve soluk alışın durması da,soluğun kendi huzursuz çalkantılarından arınıp sınırlandırılmamış olan Tanrı’ya erişmek için yükselerek dağılması değil de nedir ki?
Ancak sessizliğin nehrinden içebildiğinizde gerçekten şarkı söyleyebilirsiniz.
Ancak dağın tepesine eriştiğinizde gerçekten tırmanmaya başlayabilirsiniz.
Ve ancak yeryüzü sizin gövdenizi geri çağırdığında gerçekten dans edebilirsiniz.
(Cibran) Ali Osman Yılmaz
Kayıt Tarihi : 11.2.2004 00:04:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!