Allahaısmarladık Şiiri - Yorumlar

Faruk Nafiz Çamlıbel
54

ŞİİR


515

TAKİPÇİ

Elimi beş yerinden dağladı beş parmağın,
Bağrımda da yanmadık bir yer bırakmadan git.
Bir yarın göçtüğünü, çöktüğünü bir dağın
Görmemek istiyorsan ardına bakmadan git!

Yavrusunun yoluna dalan bir dul bakışı,
Andırıyor ışıksız evinde pencereler.

Tamamını Oku
  • Şakir Nazmi Hakanlı
    Şakir Nazmi Hakanlı 21.12.2019 - 14:09

    Türkçe'nin en büyük şairidir. Değeri bilinmiyor yazık.

    Cevap Yaz
  • Billur Çağlayan
    Billur Çağlayan 12.02.2018 - 12:31

    Elimi beş yerinden dağladı beş parmağın,

    Tek mısrayla şiir. Aşk ateşi, sevgiyle kenetlenen eller bundan daha güzel nasıl anlatılabilir ki?
    Tebrik ederim.

    Cevap Yaz
  • Billur Çağlayan
    Billur Çağlayan 12.02.2018 - 12:31

    Elimi beş yerinden dağladı beş parmağın,

    Tek mısrayla şiir. Aşk ateşi, sevgiyle kenetlenen eller bundan daha güzel nasıl anlatılabilir ki?
    Tebrik ederim.

    Cevap Yaz
  • Hülya Cerit
    Hülya Cerit 05.01.2018 - 20:06

    Şiirin giriş mısrası bile nice şiire bedel. Huzur içinde yat üstat. Seni sevenlerin kalbinde yaşıyorsun.

    Cevap Yaz
  • Nazır Çiftçi
    Nazır Çiftçi 26.12.2016 - 17:31

    Şair; duygusal düşüncelerini realist anlayışıyla veya romantik vasıflarıyla gerçek ve anlamlı şiirler yazmıştır.Seve seve okuduğum Şair-imidir.Güne düşen anlamlı şiir ve çok kıymetli yazarımız.++ rahmet diliyorum.

    Cevap Yaz
  • Hüseyin Demircan
    Hüseyin Demircan 26.12.2016 - 04:22

    baska sanat blmeyiz
    karsimizda dururken
    yazamis destan gibi anadolumuz
    arkadas biz bu yolda turku tuttururken
    sana ugurlar olsun ayriliyor yolumuz..

    dizeleri ile sinei millette taht kurmus

    yirmidort ayar som.. su karismamis sek sairimizdir..

    sairler olmez uzun omur dilerim.. saygilar

    mutesekkirim seckisel baglam.. saygilar..

    yeniyila iyi bir secki sepeti hazirlar curi umit ederim..

    Cevap Yaz
  • Erman Öcal
    Erman Öcal 29.03.2014 - 18:51

    Sevgilisi ama kendisiyle evlenmeyi kabul etmeyen Şukûfe Nihal için yazmıştır bu şiiri Faruk Nafiz Çamlıbel..

    Cevap Yaz
  • Simay Baltacıoğlu
    Simay Baltacıoğlu 05.02.2012 - 11:57

    Faruk Nafiz Çamlıbel’in Şiirleri

    ALÇIDAN HEYKEL
    Tanıştığım günden beri enginle
    Bir taşın üstünde hayale daldım.
    Bulacaksın koymuş gibi elinle,
    Ben nerde doğmuşsam o yerde kaldım.

    Kimi esti başucumdan yel gibi,
    Kimi sızdı bir toprağa sel gibi…
    Yalnız ben, alçıdan bir heykel gibi
    Sonsuzluğu dinlemekten tat aldım.

    Ses topladım, renk topladım derinden,
    Geniş his ve hayal bahçelerinden…
    Fakat artık en görünmez yerinden,
    Yaralanmış bir kap gibi boşaldım.

    ALİ
    Namluya dayanır yola dalarsın
    Duruşun bakışın yaman be Ali
    Boşuna tetiği ne kurcalarsın
    Var daha ateşe zaman be Ali

    Yıllanmış bir çınar pusuluk yerin
    Neredeyse gelecek beklediklerin
    Var iki atımlık canı kederin
    Desene işleri duman be Ali
    O’nu sen büyütte söğüt boyunca
    Kendini ellere versin o gonca
    Sözüne kanmadın bunu duyunca
    Gönlündü gözünü yuman be Ali

    Geldiler beklenen çiftler ormana
    Duruyor iki genç ne hoş yanyana
    Bir kurşun kadına bir de çobana
    Çınlasın yıllarca orman be Ali
    Görünce uzanmış yar kucağına
    Boynunu dolamış zülfü bağına
    Kurşunu kahpeye atacağına
    Kendine çevirdin aman be Ali

    ALLAHAISMARLADIK
    Elimi beş yerinden dağladı beş parmağın,
    Bağrımda da yanmadık bir yer bırakmadan git…
    Bir yarın göçtüğünü,çöktüğünü bir dağın
    Görmemek istiyorsan ardına bakmadan git!

    Yavrusunun yoluna dalan bir dul bakışı
    Andırıyor ışıksız evinde pencereler.
    Biraz yeşermek için beklesin artık kışı
    Çağlayansız yamaçlar,suyu dinmiş dereler.

    Bir sarı yaprak gibi düştü gönlüm yoluna,
    Buğulu gözlerimden geçmediğin gün olmaz:
    Benim kadar titremez hiç bir yiğit oğluna,
    Hiç bir ana kızına bu kadar düşkün olmaz.

    Bin fersahtan duyarım kimle gülüştüğünü,
    Alnından öz kardeşim öpse ben irkilirim.
    Değil yalnız ardına kimlerin düştüğünü,
    Kimlerin rüyasına girdiğini bilirim.

    Gözlerimi gün gibi kamaştıran yüzünü
    Daha candan görürüm senden uzaklaşınca.
    Sararırsın dönüşte görünce öksüzünü:
    Bir gelinlik kız olur aşkım senin yaşınca.

    Elimi beş yerinden dağladı beş parmağın,
    Bağrımda da yanmadık bir yer bırakmadan git.
    Bir yarın göçtüğünü,çöktüğünü bir dağın
    Görmemek istiyorsan ardına bakmadan git!

    ARDINDA

    Yaktı yanardağ gibi can yurdunu son bakış,
    Ve gönlüm koşmaz oldu maceralar ardında.
    Önünde dün beyazlar giyinirken karakış
    Bugün sensiz kalan yaz kara bağlar ardında.

    Siyah kanatlarını batıya açtı kuşlar,
    Benden sana haberdir bu çığlıklı uçuşlar.
    Dereler ardın sıra akmağa koyulmuşlar,
    Arıyor batan güneş seni dağlar ardında.

    Gezdirir rüzgar gibi üstünde yamaçların,
    Boynuma çifte zincir çift örgülü şaçların.
    Ateşimden yanarken dalları ağaçların,
    Gözlerimin sel gibi yaşı çağlar ardında.

    BAĞ BOZUMU

    Kuytu ormanları, tenhâ bağları
    Geziyor mevsimin yorgun rüzgârı.
    İnce dallar kırık, yapraklar sarı,
    Geçmiş bu yoldan da, belli sonbahar.

    Duyulur bir ayak sesi gizlice
    Hâlî bahçelerden rüzgâr esince:
    Geçen bir yolcu mu, yoksa her gece
    Yollarda beklenen bir kadın mı var?

    BEŞİKTEN MEZARA KADAR

    Seni istakbal için önce gelmek cihana,
    Ve başkasınan almak sonra geliş müjdeni.
    Bir nefes dinlemeden yıllarca koşmak sana,
    Aramak her tarafta… Bulmamak asla seni.

    Suda, rüzgarda,kuşta senin sedanı duyup
    Seni beyaz çiçekli dallar içinde sanmak.
    Vuslatın rüyasını görmek üzre uyuyup
    Hasretin azabına ermek için uyanmak.

    Başka bir şekle koymak her gün güzel yüzünü,
    Boyamak gözlerini bir siyah, bir maviye.
    Tek seni hayal için süzerek batan günü,
    Gece mahtaba dalmak, sen de dalmışsın diye.

    Seni anlatmak üzre yazıp her gün bir gazel
    Geçirmek ömrü yalnız sana dair eserle.
    Saçlarını çözerek hulya dizinde, tel tel,
    Bugün güllerle örmek, yarın menekşelerle…

    Tesadüf ümidinin bittiği müşiş anda
    Dudağa kanla çizmek yeniden tebessümü:
    Seni istikbal için artık öbür cihanda,
    Dosta el sallar gibi, davet etmek ölümü.

    BİZİM MEMLEKET

    İçimden tanırım ben o illeri
    Onlar ki zahirde viran olurlar
    Ardıçlı dağları çamlı belleri
    Aşanlar Şirin’e hayran olurlar

    Dökülür köpüklü sular yarından
    Baharlar yaratır kışın karında
    İçenler sihirli pınarlarında
    Şöyle bir silkinir ceylan olurlar

    Başı boş kırlara salar tayını
    Elinden düşürmez okla yayını
    Aklına getirmez zafer payını
    Memleket yolunda kurban olurlar

    CENNET VE CEHENNEM

    Bu akşam bilmediğim bir âlem içindeyim,
    Ya rüyada bir seyyah, ya semavi Çin’deyim,
    Bir orman yangınıyle kızardı karşı dağlar,
    Taraf taraf tutuştu meş’aleler, çırağlar,
    Bir renge girdi eşya günün altın tasında,
    Bu kızıl kâinatın gezerken ortasında.
    Birden alev alıyor düşünceler, duygular,
    Ateştir burda hattâ ateşe düşman sular…
    Burda her göz ateştir, her gönül ateşperest,
    Ateş vermiş çizdiği esere bir çiredest!

    Duyuyorum bu akşam, din gibi, sevda gibi,
    Ne duyarsa içinden bir Mecûsi rahibi:
    Andırıyor hisarlar birer tütsü kabını,
    Leylekler ezberliyor Zerdüşt’ün kitabını,
    Benziyor bir mermere alnını koyan dere
    Bu ateş mabedinde bir ateşten ejdere.

    Parlıyor bir damla kan çamların sorgucunda
    Birer kâğıt fenerdir meyveler dal ucunda,
    Gördüm, sihirbaz gibi geçtiğini üç kızın
    Bu ateş âleminin içinden yanmaksızın! …
    Sandım, ömrüm bitecek, bitmeyecek bu yanma! …

    ÇOBAN ÇEŞMESİ

    Derinden derine ırmaklar ağlar,
    Uzaktan uzağa çoban çeşmesi,
    Ey suyun sesinden anlıyan bağlar,
    Ne söyler su dağa çoban çeşmesi.

    ‘Göynünü Şirin’in aşkı sarınca
    Yol almış hayatın ufuklarınca,
    O hızla dagları Ferhat yarınca
    Başlamış akmağa çoban çeşmesi…’

    O zaman başından aşkındı derdi,
    Mermeri oyardı, taşı delerdi.
    Kaç yanık yolcuya soğuk su verdi.
    Değdi kaç dudağa çoban çeşmesi.

    Vefasız Aslı’ya yol gösteren bu,
    Kerem’in sazına cevap veren bu,
    Kuruyan gözlere yaş gönderen bu…
    Sızmadı toprağa çoban çeşmesi.

    Leyla gelin oldu, Mecnun mezarda,
    Bir susuz yolcu yok şimdi dağlarda,
    Ateşten kızaran bir gül ararda,
    Gezer bağdan bağa çoban çeşmesi,

    Ne şair yaş döker, ne aşık ağlar,
    Tarihe karıştı eski sevdalar.
    Beyhude seslenir, beyhude çağlar,
    Bir sola, bir sağa çoban çeşmesi…

    DAĞLAR

    Yaslanır bir buluttan bir buluta başınız,
    Gövdeniz Tanrım gibi gökte yaşardı,dağlar!
    Engin kanatlı kuşlar olmasa yoldaşınız
    Tepenizden bir güneş,bir ay aşardı,dağlar!

    Kalbini göstermese göğsünün yırtığından,
    Yol mu bulurdu Kerem kurduğunuz yığından?
    Cihangirler hızını göklerden aldığından
    Üstünüzden sel gibi ufka taşardı,dağlar!

    Siz,ki yalnız kahraman geldi mi geç derdiniz,
    Yalnız ulu canlara karşı baş eğerdiniz,
    Nasıl oldu o soysuz kıza geçit verdiniz,
    O taş yürek bu işi nasıl başardı,dağlar?…

    DAĞLAR

    Yaslanır bir buluttan bir buluta başınız,
    Gövdeniz Tanrım gibi gökte yaşardı,dağlar!
    Engin kanatlı kuşlar olmasa yoldaşınız
    Tepenizden bir güneş,bir ay aşardı,dağlar!

    Kalbini göstermese göğsünün yırtığından,
    Yol mu bulurdu Kerem kurduğunuz yığından?
    Cihangirler hızını göklerden aldığından
    Üstünüzden sel gibi ufka taşardı,dağlar!

    Siz,ki yalnız kahraman geldi mi geç derdiniz,
    Yalnız ulu canlara karşı baş eğerdiniz,
    Nasıl oldu o soysuz kıza geçit verdiniz,
    O taş yürek bu işi nasıl başardı,dağlar?…

    DAVET

    Seni ben bekliyorum göğsüm açık, bağrım açık;
    Hançer ol göğsüme saplan, ecel ol karşıma çık.

    Çalmamış madem ki bir gece felekten gönlüm;
    Gelecek bari elinden gelsin dilerim ölüm.
    Toprağın rengi kanımdan kızarırken yer yer;
    Uzanıp sapsarı, son busemi koymazsam eğer;
    Obenim kalbimi göğsümden ayırmış çeliğe.
    gezsin ismim yedi kat gökte kahpe diye.
    Beni mahfetmeden alemde obiğane duruş;
    Bana sal yalvarırım pençeni, ey yırtıcı kuş.

    İşte ben bekliyorum göğsüm açık, bağrım açık;
    Hançer ol göğsüme saplan, ecel ol karşıma çık.

    ERİYEN ADAM

    Gözlerim gözlerinde dinlenirken eriyor,
    Eriyor yaklaşırken dudağına dudağım.
    Zerrelerim çözülmüş gibi sesler veriyor,
    Ben sıcak bir denize inen buzdan bir dağım.

    Yanında damla damla bittiğimi duyarım,
    Yoklarım yerinde mi yüzüm,alnım,saçlarım?
    Bir göğüs geçirerek derim ki: ‘Yine varım,
    Fakat bir rüya gibi şimdi kaybolacağım’

    Bir gün,için içimde neyim varsa alacak,
    Varlığım bir su olup kabından boşalacak,
    Benden nişan olarak kucağında kalacak
    Boş bir yığın: Elbisem, gömleğim, boyunbağım.

    FİRARİ

    Sana çirkin dediler, düşmanı oldum güzelin
    Sana kafir dediler, diş biledim Hak’ka bile
    Topladın saçtığı altınları yüzlerce elin
    Kahpelendin de garez bağladım ahlaka bile.

    Sana çirkin demedim ben, kafir demedim
    Bence dinin gibi küfrün de mukaddesti senin
    Yaşadın beş sene kalbimde, misafir demedim
    Bu firar aklına nereden, ne zaman esti senin.

    Zülfünün yay gibi kuvvetli çelik tellerine
    Takılan gönlüm asırlarca peşinden gidecek.
    Sen bir ahu gibi dağdan dağa kaçsan da yine
    Seni aşkım canavarlar gibi takip edecek.

    GENÇLİK

    Anlattı erenler: Bir bahar değil,
    Aşıkın ömründe bin bahar varmış.
    Hicranla ağaran bu saçlar değil,
    Savgisiz kalan kalb ihtiyarlarmış…

    Sorardım sırrını hiç düşünmeden:
    ‘Bu fani gönlümün sevinci neden?’
    Beni günden güne meğer genç eden
    Daima değişen maceralarmış!

    Gönlümde kovalar eskiden beri
    Sarışın kumralı, kumral esmeri.
    Dolmadan boşalmaz birinin yeri.
    Gönlümde, anladım, her dem baharmış.

    GİZLİ BAKIŞLAR

    Bir bakışki açıyor gönül muammasını,
    İki sevdalı kalbin en gizli yarasını,
    Bir bakış ki kudreti hiç bir lisan da yoktur,
    Bir bakış ki bazen şifa, bazen zehirli oktur.

    Bir bakış, bir aşığa neler anlatır,
    Bir bakış, bir aşığı saatlerce ağlatır
    Bir bakış, bir aşığı aşkından emin eder,
    seven insanlar daima gözleriyle yemin eder.

    GÖNÜL

    Bağından her güzel bir gül seçerdi,
    Bundan mı sarardın soldun, ey gönül?
    Kadınlar geçerdi,kızlar geçerdi,
    Bir zaman aşk için yoldun, ey gönül!

    Dünyaya baksan da gülümser gibi
    Uzuyor hayatın bir keder gibi,
    Ellerde dolaşan kadehler gibi
    Yıllarca boşaldın, doldun, ey gönül!

    Çare yok,matemin çok derinse de,
    Hasretin tükenmez yaşın dinse de.
    Gençliği hoş geçti,eğlendinse de
    Sanmam ki bahtiyar oldun, ey gönül!

    GÖRMEDEN TAPTIĞIM PUT

    Nasıl gönül taparsa Tanrı’ya, görmeksizin,
    Var adını bilmeden bağlandığım bir peri…
    Bir beyaz dalga gibi hep o engin denizin
    Üstünde gezmedeyim doğduğum günden beri.

    Ne ben yedim ihtiras peteğinin balından,
    Ne o tattı arzunun buğulu kevserini,
    Ne kırda kestiğimiz taze incir dalından
    Kaval yapıp çağırdık gönül türkülerini…

    Gördü mü efsaneler buna benzer haile?
    Leyla böyle sevilmiş, böyle sevmiş mi Mecnun?
    Yavrusuna tapınan analık aşkı bile
    Şehvete benzer biraz yanında bu duygunun.

    O bir gülüdür, yetişmiş kalbin altın tasına,
    Ve bir bülbül ki yalnız şi’re vermiş sesini:
    Ne sular genç yüzünü nakşetmiş aynasında,
    Ne güneş yere sermiş boynunun gölgesini!

    HAMD U SENA

    Ne var ki mevcûd ise âlemde, güzel, doğru, iyi;
    Arayan fikri, bulan râhu, seven sevgiliyi
    Bize bahşetmiş olan Hazret-i Rahmân’a şükür.

    O büyük Rabb’e şükürler ki, ayak bastığımız
    Yeri halketti barınsın diyerek varlığımız;
    Ve yer üstünde hayâlin cereyânınca uzun,

    O büyük Rab ki, ışıklar yakıyor göklerde,
    Lûtfunun feyzini, görsün diye insan yerde;
    En büyük nîmete hamd, en küçük ihsâna şükür.

    O büyük Rab ki, ufuklar boyu nîmetlerini,
    Hüsn ü an, reng ü füsun, aşk ü cünûn mahşerini
    Gayrı kâfi görerek sevdiği biz kullarına
    Şimdiden vâdediyor başka bir âlem yarına;
    Mâ-i Tesnîm’e şükür, Ravza-i Rıdvân’a şükür.

    O ki, sedâsına yandıkça bütün mahlûkat,
    Arş-ı Alâ’da Ezel kasrına çıkmış yedi kat,
    Geriyor hüsn-i ilâhîsine atlas perde…
    En güzel vuslatı tattırmak için mahşerde
    Bize, gündüz gece, zehrettiği hicrâna şükür.

    HAN DUVARLARI

    Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı
    Bir dakika araba yerinde durakladı.
    Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,
    Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar…
    Gidiyorum, gurbeti gönlümle duya duya,
    Ulukışla yolundan Orta Anadolu’ya
    İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık
    Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık,
    Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı…
    Arkada zincirlenen yüksek Toros dağları,
    Önde uzun bir kışın soldurduğu etekler,
    Sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler…
    Ellerim takılırken rüzgarların saçına
    Asıldı arabamız bir dağın yamacına,
    Her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık,
    Yalnız arabacının dudağında bir ıslık
    Bu ıslakla uzayan, dönen kıvrılan yollar.
    Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar
    Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu.
    Gökler bulutlanıyor, rüzgar serinliyordu.
    Serpilmeye başladı bir yağmur ince ince,
    Son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince
    Nihayetsiz bir ova ağarttı benzimizi
    Yollar bir şerit gibi ufka bağladı bizi
    Gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine
    Yol, hep yol, daima yol… bitmiyor düzlük yine.
    Ne civarda bir koy var, ne bir evin hayali
    Sonunda ademdir diyor insana yolun hali,
    Arasıra geçiyor bir atlı, iki yayan
    Bozuk düzen taşların üstünde tıkırdıyan
    Tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor,
    Uzun yollar bu sesten silkinerek yatıyor…
    Kendimi kaptırarak tekerleğin sesine
    Uzanmış kalmışım yaylının şiltesine,
    Bir sarsıntı… uyandım uzun suren uykudan;
    Geçiyordu araba yola benzer bir sudan
    Karşıda hisar gibi Niğde yükseliyordu,
    Sağ taraftan çıngırak sesleri geliyordu;
    Ağır ağır önümden geçti deve kervanı,
    Bir kenarda göründü beldenin viran hanı.
    Alaca bir karanlık sarmadayken her yeri
    Atlarımız çözüldü, girdik handan içeri
    Bir deva bulmak için bağrındaki yaraya
    Toplanmıştı garipler şimdi kervansaraya.
    Bir noktada birleşmis vatanın dört bucağı
    Gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı,
    Bir pırıltı gördü mü gözler hemen dalıyor,
    Göğüsler çekilerek nefesler daralıyor,
    Şişesi is bağlamış bir lambanın ışığı
    Heryüzü çiziyordu bir hüzün kırışığı,
    Gitgide birer ayet gibi derinleştiler
    Yüzlerdeki çizgiler, gözlerdeki çizgiler…
    Yatağımın yanında esmer bir duvar vardı,
    Üstünde yazılarla hatlar karışmışlardı;
    Fani bir iz bırakmış burda yatmışsa kimler,
    Aygın baygın maniler, açık saçık resimler…
    Uykuya varmak için bu hazin günde, erken,
    Kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken
    Birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı;
    Bu dört mısra değil, sanki dört damla kandı
    Ben garip çizgilere uğraşırken başbaşa
    Raslamıştım duvarda bir şair arkadaşa;
    *On yıldır ayrıyım Kınadağı’ndan
    Baba ocağından yar kucağından
    Bir çiçek dermeden sevgi bağından
    Huduttan hududa atılmışım ben*
    Altında da bir tarih. Sekiz mart otuz yedi..
    Gözüm imza yerinde başka ad görmedi.
    Artık bahtın açıktır, uzun etme arkadaş
    Ne hudut kaldı bugün, ne askerlik, ne savaş;
    Araya gitti diye içlenme baharına,
    Huduttan götürdüğün şan yetişir yarına
    Ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk
    Soğuk bir mart sabahı…Buz tutuyor her soluk
    Ufku tutuşturmadan fecrin ilk alevleri
    Arkamızda kalıyor şehrin kenar evleri
    Bulutların ardında gün yanmadan sönuyor,
    Höyükler bir dağ gibi uzaktan görünüyor…
    Yanımızdan geçiyor ağır ağır kervanlar,
    Bir derebeyi gibi kurulmuş eski hanlar
    Biz bu sonsuz yollarda varıyoz, gitgide,
    İki dağ ortasında boğulan bir geçide
    Sıkı bir poyraz beni titretirken içimden
    Geçidi atlayınca şaşırdım sevincimden
    Ardımda kalan yerler anlaşırken baharla
    Önümüzdeki arazi örtülü şimdi karla
    Bu geçit sanki yazdan kışı ayırıyordu
    Burada son fırtına son dalı kırıyordu
    Yaylımız tüketirken yolları aynı hızla
    Savrulmaya başladı karlar etrafımızda
    Karlar etrafı beyaz bir karanlığa gömdü;
    Kar değil, gökyüzünden yağan beyaz ölümdü…
    Gönlümde can verirken köye varmak emeli
    Arabacı haykırdı *İste Araplıbeli*
    Tanrı yardımcı olsun gayri yolda kalana
    Biz menzile vararak atları çektik hana.
    Bizden evvel buraya inen uç dört arkadaş
    Kurmuştular tutuşan ocağa karşı bağdaş
    Çıtırdayan çalılar dört cana can katıyor
    Kimi haydut kimi kurt masalı anlatıyor
    Gözlerime çökerken ağır uyku sisleri
    Çicekliyor duvarı ocağın akisleri
    Bu akisle duvarda çizgiler beliriyor
    Kalbime ateş gibi şu satırlar giriyor
    *Gönlümü çekse de yarin hayali
    Aşmaya kudretim yetmez cibali
    Yolcuyum bir kuru yaprak misali
    Rüzgarın önüne katılmışım ben*
    Sabahleyin gökyüzü parlak, ufuk açıktı
    Güneşli bir havada yaylımız yola çıktı
    Bu gurbetten gurbete giden yolun üstünde
    Ben üç mevsim değişmiş görüyordum üç günde
    Uzun bir yolculuktan sonra İncesu’daydık
    Bir han yorgun argın tatlı bir uykudaydık
    Gün doğarken bir ölüm rüyasıyla uyandım.
    Başucumda gördüğüm su satırlarla yandım
    *Garibim namıma Kerem diyorlar
    Aslı’mı el almış haram diyorlar
    Hastayım derdime verem diyorlar
    Maraşlı Şeyhoğlu Şatılmış’ım ben*
    Bir kitabe kokusu duyuluyor yazında
    Korkarım yaya kaldın bu gurbet çıkmazında
    Ey Maraşlı Şeyhoğlu, evliyalar adağı
    Bahtına lanet olsun aşmadıysan bu dağı
    Az değildir, varmadan senin gibi yurduna
    Post verenler yabanın hayduduna kurduna
    Arabamız tutarken Erciyes’in yolunu
    Hancı dedim bildin mi Maraşlı Şeyhoğlu’nu?
    Gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende,
    Dedi
    Hana sağ indi ölü çıktı geçende
    Yaşaran gözlerimde her sey artık değişti
    Bizim garip Şeyhoğlu buradan geçmemişti…
    Gönlümü Maraşlı’nın yaktı kara haberi.
    Aradan yıllar geçti işte o günden beri
    Ne zaman yolda bir han raslasam irkilirim,
    Çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim
    Ey köyleri hududa bağlayan yaşlı yollar
    Dönmeyen yolculara ağlayan yaşlı yollar
    Ey garip çizgilerle dolu han duvarları
    Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları…

    HAYAT

    Ağzında şarkılıktan çıkmış iniltilerle
    Dağ,taş deme, arkadaş, gün batmadan ilerle!

    Yara açsın kayalar ayaklarında,varsın,
    Varsın omuz başların kamçılardan kızarsın,
    Bu ağrılar duyurmaz sana yalnızlığını.
    Kızıl dudaklarından bırakma ıslığını,
    Ağzında şarkılıktan çıkmış iniltilerle
    Dağ,taş deme, arkadaş, gün batmadan ilerle!
    Sırtında bir tüy gibi taşı taştan yükünü,
    Görmesinler belinin, sakın, büküldüğünü…
    Başında şakladıkça, atlıların kırbacı
    Anla ki her gün sana hız veriyor bir acı!
    Yara açsın kayalar ayaklarında varsın,
    Varsın, omuz başların kamçılardan kızarsın,
    Hayda, sarıl yollara… Ardına bakma, hayda!
    Sen yük altında haykır, yatsın eller sarayda.
    İnce bir iz bırakır yere sızdıkça kanlar,
    Seni bulur izinden ıslığını duyanlar…
    Bu ağrılar duyurmaz sana yalnızlığını,
    Kızıl dudaklarından bırakma ıslığını,
    Fırtına, yağmur,soğuk… Ne varsa üstüne çek!
    Bu çetin yolculuğun sonunda,gün gelecek,
    Sırma saçlar saracak her kan akan yerini,
    Gül dudaklar öpecek o kırbaç izlerini…

    Ağzında şarkılıktan çıkmış iniltilerle
    Dağ, aş deme, arkadaş, gün batmadan ilerle!

    İNANCINI KAYBETMİŞ ZÜMRELERE SESLENİŞ…

    Gövdeler, varsa gönüllerden alır cevherini,
    Yürek olmassa bilekler çekemez hançerini,
    Kahramansız yaşamak kahrına mahkumdurlar,
    Kaybeden zümreler Allahını, Peygamberini.

    İNME

    Bir gün,
    Uzak bir yolculuktan sonra, nefes nefese,
    Kalbimin çarpışını sofranda sayacağım.
    Ömrümü vermek için ağzından çıkan sese
    Kapını sol elimle aralıklayacağım…
    Yabancı bir fısıltı söyleyecek adını,
    Tanıdığım bir gülüş kıvrılacak içerde.
    Vurur vurmaz duvara kapının kanadını
    Karşımda ürperecek halı, sedir ve perde.
    Korkma!
    Sana ne dil uzatır ne de el kaldırırım,
    Gözümü kan bürümüş diye benden çekinme:
    Nasıl birden düşerse bir ağaca yıldırım
    Beni baştaan aşağı çarpar o lahza inme.
    Sakın kalkma köşenden, ısıttığın yerde dur,
    Yine öpsün o dudak… Sarsın o kol belini!
    Eşiğinde canımla ödüyorsam ne olur
    Bir kadına inanmış olmanın bedelini? …

    İSTANBUL

    Bütün hayatı uyur bir sema-yı mühmelde
    Geniş ufukları efsanevi hikayelerin
    Tasavvur ettiği gökler kadar beyaz, narin,
    Minarelerle müzeyyen, sevimli bir belde…

    O mai dalgaların bu sesiyle perverde

    Sevahilinde güler ruhu başka bir denizin,
    Gezer bu levhaya ait bir ihtiram-ı hazin
    Melul hisli mükedder nazarlı gözlerde.

    Bütün bedayi’-i ezman, nefais-i a’sar
    Bu mai çehreli İstanbul’un beyaz ve uzun
    Ufuklarında bulur penah şi’r ü füsun

    Dalınca gözlerim ağlar bu hüsn-i sakinde;
    Bu beldenin uyuyan bir başka güzellik var
    Bütün tulu’ ve gurubunda, subh u leylinde

    KIR TÜRKÜSÜ

    Yayılır karanlık sisler engine,
    Korkarım, bakamam sana ben yine.
    Yıllarca dalardım solgun rengine
    Güneşten nur uman gözler yanmasa!

    Vadide bir hazin nağme ürperdi;
    Bu ıssız dağların sen misin derdi?
    Üstünde yabani güller biterdi
    Dereler, tepeler seni anmasa…

    Çoşarak ruhunun bütün hevesi
    Yükseldi uzaktan bir çoban sesi.
    Bence bir, kırların ye’si,neşesi,
    Kolların boynuma halkalanmasa!

    KISKANÇ

    Sakın bir söz söyleme… Yüzüme bakma sakın!
    Sesini duyan olur, sana göz koyan olur.
    Düşmanımdır seni kim bulursa cana yakın,
    Anan bile okşarsa benim bağrım kan olur…

    Dilerim Tanrı’dan ki, sana açık kucaklar
    Bir daha kapanmadan kara toprakla dolsun,
    Kan tükürsün adını candan anan dudaklar,
    Sana benim gözümle bakan gözler kör olsun!

    KIŞ BAHÇELERİ

    Dinmiş denizin şarkısı, rüzgar uyumakta,
    Rıhtım boyu sonsuz bir üzüntüyle karaltı
    Körfez düşünür, Kanlıca mahzundur uzakta,
    Mazi gibi sislenmiş Emirgan Çınaraltı.

    Can verdi kışın sunduğu taslarla zehirden
    Her gonca kızıl bir gül açarken yolumuzda,
    Üstündeki son dallar ağarmış diye birden
    Pas tuttu nihayet suların rengi havuzda.

    Yerlerde gezen hatıralar var korulukta;
    Yapraklar, atılmış nice mektuplara eştir.
    Mehtaba çalan sapsarı benziyle ufukta,
    Binlerce dalın verdiği tek meyva güneştir.

    İçlenme tabiattaki yekpare kederden,
    Yas tutma dağılmış diye kuşlarla çiçekler.
    Onlar dönecektir yine gittikleri yerden,
    Onlarla giden günlerimiz dönmeyecektir.

    KIZIMA

    Dünyada aşk denilen varlık da yalan,
    İnanma, aldanma, kapılma kızım,
    Hıçkırır ağlarlar, inanma yalan,
    Erkekler yılandır, sokarlar kızım.

    ‘Ölürüm ben seni unutmam’ derler,
    Sen ona aldanma kapılma kızım.
    Gelirler önünde secde ederler,
    Arkandan lanetler ederler kızım.

    Şimdi bir çiçeksin göğse takılır,
    Solunca kaldırır atarlar kızım.
    Aşktan sonra hayalin yıkılır
    Baharda saçların ağarır kızım.

    KOLSUZ

    Sağ kolu kesilmiş omuz başından,
    Dev adımlarıyla bir yolcu gitti:
    Solunda bir kılıç gibi sallanan
    Tek kolu anlattı, bu bir yiğitti.

    Bir dağdı, gölgesi kararttı yolu,
    Ardınca yürürken içim yaş dolu
    Canlandı gözümde kesilmiş kolu
    Sınırda düşmanı göğsünden itti.

    KOŞMA

    Kirpiğine sürme çek,
    Kına yak parmağına:
    Bu yıl yaşın girecek,
    Kız, gelinlik çağına.

    Anlatıyor duruşum,
    Ben sana vurulmuşum;
    Ko, düşsün gönül kuşum
    Saçlarının ağına.

    Yaş olsam gözden akmam.
    Göz olsam gayre bakmam,
    Vatanımsın, bırakmam
    Ellerin kucağına!

    MELEK-ÜL-MEVT

    Hangi ceylan seni kesmiş de çocukken memeden,
    Hangi kaplan sana süt vermiş öz annen yerine?
    Üç yüz evlik köyü takmış saçının tellerine,
    Sürüyorsun bu mezarlıkta için titremeden.

    Seyre çık, sevdiğim,akşamları kurbanlarını;
    Yarıyor kalbini herkes sana göstermek için.
    Ah, o taş kalbine bir gün heyecan vermek için
    Yedi köy halkı sebil etti bu yıl kanlarını.

    Bir çiçek rikkati sinmiş de ipekten tenine,
    Sonra göğsünde çelikten mi dövülmüş bu yürek?
    Sen köyün derdine bigane yaşarken,gülerek,
    Gömüyor can veren evladını yüzlerce nine.

    Bir ölüm meltemi halinde eserken nefesin,
    Ömrü bir dal gibi aşıklarının,sallanıyor;
    İhtiyarlar yanıyor, körpe çocuklar yanıyor;
    Sen köyün sıtmalı bağrında cehennem mi,nesin?

    Hangi ceylan seni kesmiş de çocukken memeden,
    Hangi kaplan sana süt vermiş öz annen yerine?
    Üç yüz evlik köyü takmış saçının tellerine,
    Sürüyorsun bu mezarlıkta için titremeden.

    NAZ

    Gönlümün yok niyeti
    Açılmak için sana.
    Çektiğim eziyeti
    Yüzümden anlasana!

    Ben,ki her damla derdim
    Deniz olsun dilerdim,
    İpi elimle verdim
    Benliğimi alsana.

    Kan doldurup tasımı,
    Sildim gönül pasımı,
    Taşa açtım yasımı,
    Söylemedim insana!

    OĞLUMA

    Biliyorsun ki, oğlum, ortada ne sen varsın,
    Ne seni yeryüzüne getirecek bir anne:
    Bir gün cihana gelmen mukadderse, anlarsın,
    Bu gelişten gözümü, gönlümü yıldıran ne?

    Her gün saban başında topladığın kederler
    Seni yorgun çıkarır sabahın altısına
    Çalışkan ellerine bakanlar kirli derler,
    Leke derler alnında güneş karaltısına.

    İnce belin bükülmez zamanın dizlerinde,
    Öpülen eteklere ayağını silersin.
    Yoksulluğun yüzerek sonsuz denizlerinde
    Gördüğün her kıtaya açıktan diş bilersin.

    Ayağında çarıklar dökülür parça parça,
    Göz yaşların çürütür gömleğinin kolunu.
    Bir lokmanın ardında dolaşır haftalarca,
    Sürgün gibi gezersin kendi Anadolu’nu!

    Fazilet arkadaşın, hakikat yoldaşınla
    Seyredersin yabancı bir ufkun baharını,
    Bulutları delsen de yükselen dik başınla
    Sonunda mal edersin bir dişiye varını.

    Akşamları bir camın önünde seni değil,
    Elindeki çıkını gözetleyen karındır.
    Hakkın önünde eğil, zulmün önünde eğil!
    Taçlar bile cihanda eğilen başlarındır…

    Derdim, omuzlarına yük olmasın bu varlık,
    Derdim, oğlum ne haktan, ne kuldan bir şey umsun.
    Nasip olmaz kimseye bu kadar bahtiyarlık
    Ki sen benim doğmamış, doğmayacak oğlumsun!

    ONU BİR GÜN GÖRMEDİM

    Yüzüme sert çizgiler çekti senin adını,
    Hasret saatlerini saydı saçımda aklar.
    Senin ağzından çıkan bir cümlenin tadını
    Ne bugün içki verdi, ne bu gece dudaklar!

    Sorma, nasıl yollarda tutunabildiğimi,
    Nasıl siyah rüzgara yaşımı sildiğimi…
    Görür görmez kapında yere devrildiğimi
    Ürperdi bir tekinsiz kedi gibi sokaklar.

    Gece muzlim şeklini bana çizmese perde,
    Sesin bir sırça gbii kırılmazsa içerde,
    Beni bugün serilmiş görenler orta yerde
    Yarın da bir çukurun içinde bulacaklar…

    ÖLÜMÜ HATIRLATAN KADIN

    Kayalıklarda gördüm seni,bir sisli günde,
    Fırtınadan saçların çözülmüş bir demetti.
    O kayalıklarda ki bir yıl evvel üstünde
    Çöllerden aşık dönen bir genç intihar etti…

    Seni her nerde, artık, her ne suretle görsem
    Bir gölgenin duyarım ruhuma düştüğünü.
    Ben de o aşık gibi bir kayada ölürsem
    Rabb’im mukaddes etsin seni gördüğüm günü!

    Kayalıklarda bir genç öldüğü gün beldenin
    Halkı seni karanlık rüyalarında görmüş,
    Ey yadı gönlümüzden çıkmayan afet senin
    Sevmediklerin değil, sevdiklerin ölürmüş.

    Bazı ruhum kararır kefenlerden,mezardan;
    Yok mu, Rabb’im, ölümün bir güzel şekli,derdim.
    O kayalıklarda ilk seni gördüğüm zaman
    Hayalimde ölüme en güzel şekli verdim.

    Başka bir göz yaşını dudaklarınla silsen
    Ürpererek: Bu, derim, mezardan bir nefestir!
    Buna kıskançlık deme,bence değil yalnız sen,
    Seni gören göz bile ne kadar mukaddestir!

    Kimse karşında belki titremez gönlüm gibi,
    Bense hala korkarım dizinde ağlamaktan.
    Teması korku veren tatlı bir ölüm gibi
    Daha cana yakındır görünüşün uzaktan…

    SANA

    Gençliğim ardında sürünsün
    Aşkına ihanet edersem eğer.
    En kalpsiz cellatlar boynumu vursun
    Senden başkasını seversem eğer.

    Allahı unuttum, yalnız sana taptım
    Sevmekti maksadım, ben sana ne yaptım.
    Bana her yer zindan sen olmadıkca
    Aşkım ölmeyecek; kalbim durmadıkca.

    SANAT

    Yalnız senin gezdiğin bahçede açmaz çiçek,
    Bizim diyarımızda bin bir baharı saklar!
    Kolumuzdan tutarak sen istersen bizi çek
    İncinir düz caddede dağda gezen ayaklar

    Sen kubbesinde ince bir mozaik ararda
    Gezersin kırk asırlık mabedin içini
    Bizi sarsar bir sülüs yazı görsek duvarda,
    Bize heyecan verir bir parça yeşil çini

    Sen raksına dalarken için titrer derinden
    Çiçekli bir sahnede bir beyaz kelebeğin
    Bizimde kalbimizi kımıldatır derinden
    Toprağa diz vuruşu dağ gibi bir zeybeğin

    Fırtınayı andıran orkestra sesleri
    Bir ürperiş getirir senin sinirlerine,
    Istırap çekenlerin acıklı nefesleri
    Bizde geçer en yanık bir musiki yerine

    Sen anlayan bir gözle süzersin uzun uzun
    Yabancı bir şehirde bir kadın heykelini,
    Biz duyarız en büyük zevkini ruhumuzun
    Görünce bir köylünün kıvrılmayan belini…

    Başka sanat bilmeyiz karşımızda dururken
    Yazılmamış bir destan gibi Anadolumuz
    Arkadaş, biz bu yolda türküler tuttururken
    Sana uğurlar olsun… ayrılıyor yolumuz

    SEN NERDESİN?

    Caddeden sokaklara doğru sesler elendi,
    Pencereler kapandı, kapılar sürmelendi.
    Bir kömür dumanıyle tütsülendi akşamlar,
    Gurbete düşmüşlerin başına çöktü damlar…
    Son yolcunun gömüldü yolda son adımları,
    Bekçi sert bir vuruşla kırdı kaldırımları.
    Mezarda ölü gibi yalnız kaldım odamda:
    Yanan alnım duvarda, sönen gözlerim camda,
    Yuvamı çiçekledim, sen bir meleksin diye,
    Yollarını bekledim görüneceksin diye.
    Senin için kandiller tutuştu kendisinden,
    Resmine sürme çektim kandillerin isinden.
    Saksıda incilendi yapraklar senin için,
    Söylendi gelmez diye uzaklar senin için…
    Saatler saatleri vurdu çelik sesiyle,
    Saatler son gecemin geçti cenazesiyle,
    Nihayet ben ağlarken toprağın yüzü güldü,
    Sokaklardan caddeye doğru sesler döküldü…

    SERENAT

    Bir nisan akşamı, serin bir günün,
    Şark’ın bu sevimli, güzel köyünün
    Cenneti andıran bir akşamıydı.

    Sizi ilk balkonda gördüğüm gündü,
    Yüzünüz sararmış gibi göründü,
    Acaba ruhunuz çok hasta mıydı?

    Sordum ki bu kimdir, gülümsediler,
    ‘Eşinden ayrılan bir kız dediler,
    ‘Gezdiği yer işte bu ücra saray.

    Hicran ne anlamış, sevda ne bilmiş,
    Ağlatmış, ağlamış, sevmiş, sevilmiş
    Bir güzelmişsiniz, isminizde Ay.

    SON AŞIK

    Hasretinle geçiyorken bu gençlik çağım,
    Ey sevdiğim, ben umitsiz değilim gene
    Ak düşünce saçların kumral rengine
    Kollarında son aşıkın ben olacağım.

    Ey başında şimdi sevda rüzgarları esen,
    Böyle her gün yollarımdan geçsen de süzgün
    Sen benimsin büsbütün terk olunduğun gün …
    O mukadder günü, bilmem, düşündün mü sen?

    Ben bir beyaz şaçlı aşık, sen bir ihtiyar …
    O gün bana yalaşırken ey ilahi yar,
    Esirgeme gözlerimden bir son buseni,

    Kirpiğinden yavaş yavaş bir damla aksın,
    Çünkü, ruhum, sen de o gün anlayacaksın
    Ki hiç kimse benim kadar sevmemiş seni

    SON BEKLEDİĞİM

    Ufkumda bulutlar kümelerken kara bahtım,
    Ben her gönül ufkunda doğan sabahtım.
    Devran herkese taslarla zehir sundu da birden
    Ben herkese bir neşe yarattım o zehirden.
    Bir köprü kurup, zulmetin ardında, seherle,
    Bildim gülüp eğlenmeyi ömrümce kederle.
    Alnımdaki her çizgi beyaz bir gece saklar,
    Bir başka şafaktır saçımın gördüğü aklar.
    Farkım ne, emel kaynağı bir körpe çocuktan,
    Mademki henüz gelmedi son yolcum ufuktan?
    Ömrümce neden yılları zincir gibi çektim,
    Mademki bir aşk uğruna can vermeyecektim?
    Bir müjde taşır her gün uzaktan bana rüzgar;
    Elbet gelecek, gelmedi, bir beklediğim var!

    Son beklediğim gelmeden, ölsem de yüzünde,
    Devran bulacak yar ile ağyarı hüzünde.
    İsmim gezecek pembe dudaklarda elemle,
    Gözler dolacak bir çocuk ölmüş gibi nemle,
    Bir günde doğup can veren altın kelebekler,
    Bizden daha genç bir şair öldü diyecekler!

    SUYUN ÜSTÜNDE MISRALAR

    Dün gece parçaladı bir aslan kafesini,
    Bir gönül sonsuz ufka yol aldı kartal gibi.
    Fırtınam!Baş ucunda duyunca nefesini
    Otuz yıllık bir ağaç eğildi bir dal gibi.

    Tatmak için enginin şi’rini dalgalarla
    Kalbimiz göğsümüzde ayrı bir şeydi yarda.
    İki taş heykel oldu vücudumuz kenarda,
    Ruhumuz enginlere açıldı sandal gibi.

    Sonsuzluğun sırrına ererek biz denizde
    Sonsuzluğu yaşatmak istedik sevgimizde,
    Saçımız ağarmadan toprak olunca biz de
    Gezecek maceramız dillerde masal gibi.

    ZAFER TÜRKÜSÜ

    Yaşamaz ölümü göze almayan
    Zafer, göz yummadan koşarda gider.
    Bayrağa kanının alı çalmayan
    Gözyaşı boşana boşana gider!

    Kazanmak istersen sen de zaferi
    Gürleyen sesinle doldur gökleri
    Zafer dedikleri kahraman peri
    Susandan kaçar da coşana gider.

    Bu yolda herkes bir ey delikanlı
    Diriler şerefli ölüler şanlı
    Yurt için döğüsen başı dumanlı
    Her zaman bu sandan, o sana gider.

    BÜTÜN ŞİİRLERİ BİR BİRİNDEN GÜZELDİR. sevgilerimle...

    Cevap Yaz
  • Birgül Soyluer
    Birgül Soyluer 30.11.2011 - 19:26

    AYŞEYE DAİR

    Saklıyor içinde yüzen hayali
    Ne zaman gözlerin yaşlansa, Ayşe!
    Diyemem boynuna olsun vebali
    Sevdiğin o güzel çobansa, Ayşe!

    Gönlünü yorarak bütün bütüne
    Benzedin sararmış yaban gülüne.
    Güvenme sana ant içtiği güne,
    Ya bütün sözleri yalansa, Ayşe?

    Canına karışmak istiyor canı
    Kim görse bu güneş başlı çobanı.
    Gün yüzlü Zeynep’in çekildi kanı,
    Gözyaşı döküyor Kezban’sa, Ayşe!

    Çobanın bir kızıl yele saçları,
    Ateştir, alınmaz ele saçları,
    Ah hele saçları, hele saçları...
    Yakar parmağına dolansa, Ayşe!

    Ayşe, kaç çobandan, tehlikelidir,
    Kendine ateşe atan delidir.
    Kuşlara emniyet etmemelidir.
    Buluştuğumuz yer ormansa, Ayşe!

    O ne, birdenbire karşımda soldun
    Bir anda boşaldın bir anda doldun?
    Yoksa, dün çocukken, ana mı oldun?
    Yanarım kederin bundansa, Ayşe!

    Şairim en çok sevdiğim şiiri budur. Nur içinde uyu.

    Cevap Yaz
  • Yağmurla Dans Eden Kadın
    Yağmurla Dans Eden Kadın 14.02.2010 - 23:21

    DEMEKKİ GİTME ZAMANI GELİNCE GİTMEK GEREKİR.KALMAYI GEREKTİREN SADECE KARŞILIKLI SEVGİDİR.E SEVGİ KARŞILIK BULMADI İSE DEMEKKİ GİDEN HAKLIDIR.KALMAK İÇİN SEBEP OLMALI,KALMAK İÇİN YÜREK OLMALI,KALMAK İÇİN SEVEN KAL DEMELİ YOKSA KİM İNANIR SUDAN LAFLARA ...

    Cevap Yaz

Bu şiir ile ilgili 41 tane yorum bulunmakta