Ben, Yazarlık Atölyesi kursunun kapıdan taraftaki soldan ikinci ders sırasıyım. Beni Sevim Hanım sahiplendi. Diğer sıra arkadaşlarımı da başka öğrenciler. Genelde herkes aynı sırada oturuyor; sanırım bizim gibi bu durum onlarında hoşuna gittiği için birbirimizi bırakmıyoruz. Boş olduğumuzda arada hoca bize misafir gelse de, o da kendi yerinde oturuyor genelde.
Hoca, sabahki derste yazarlığın teknik kısmını anlatılıyor; öğleden sonra ise öğrencilerin ödev olarak yazdıkları metinler okunmakta. Metinler okunup yorumlandıktan sonra herkes birbirini alkışlıyor. Öğleden sonraki ders sabahki dersten daha zevkli geçse de; öğrencilerin sabah hocanın verdiği kelimelerden yola çıkarak on beş dakika içinde yazdıklarında ayrı bir güzellik var. Kalplerini sanki üzerimize bırakıyorlar yazarken; bu muhteşem bir şey.
Sevim Hanım bugün derse gelmişti ve ben yine çok mutlu olmuştum; bazen özel durumlardan dolayı gelemiyor çünkü.
Bir saatlik öğle arasından sonra saat birde tekrar ders başladı. Öğrenciler, yine yazdıkları metinlerini sırayla okumaya başladılar; kimi şiir, kimi deneme, kimi hikaye vb.
Mehmet'in hikayesinin yorumlanması bittikten sonra Mehmet alkışlanırken; Sevim Hanım da elini benim üzerime hızlı hızlı vurarak alkışlıyordu Mehmet'i. Ben onun diğer eli olmuştum. Çünkü Sevim hanım sol kolunu trafik kazasında kaybettiği için arkadaşlarını alkışlayamazdı. Sevim Hanım İlk defa bir arkadaşını alkışlamıştı yüzündeki o kocaman mutluluk dolu tebessümle. Bizim alkışımız diğerlerinin alkışından çok çok farklıydı; papatya tarlasında kalbe sunulan tek güldü. Dünyanın en manidar, en güzel alkışıydı bu. Hangi şarkı, hangi şiir, hangi söz kalbe böylesine nakış nakış işleyebilirdi ki o an... Ben Sevim Hanımı hiçbir zaman unutmayacağım kalbime işlediği alkışıyla.
Ne taze ölüyü mezar.
Ne de şeytan, bir günahı,
Seni beklediğim kadar.
Geçti istemem gelmeni,