Şiir gönüllü insanlar yaşarmış bu ülkede bir zamanlar...
Devletin en zirvesinde oturan padişah da şairmiş, eli hayatta kalem tutmamış, şehir dahi görmemiş genç, yaşlı, köylü erkek ve kadınlar da...
Biri:
'Merdümü dideme bilmem ne füsun etti felek?
Giryemi etti füzun eşkımı hun eyledi felek!
Şirler pençe-i kahrımda olurken lerzan
Beni bir gözleri ahuya zebun eyledi felek! ...' (Yavuz Sultan Selim)
derken padişah, askerden dönmeyen oğlunun ardından da köylü kadını:
'Eledim eledim, öllük eledim,
Aynalı beşikte bebek beledim.
Büyüttüm, besledim, asker eyledim,
Gitti de gelmedi cânân bu ne çare? ...' (Anonim- Türkü formunda bir ağıt)
diye ağıtlar yakarmış... Bu ne müthiş bir kaynaşım, bu ne efsunlu bir vergi ki, şair ruhlu insanlar mutlu, mesut ve bahtiyârmışlar bu ülkede...
Gün olmuş, devran dönmüş... Herşeyi maddede aramaya başlamış insanlar... Ekonomi, para, mal, mülk, koltuk, mevki, makam hırsları sarmış yürekleri... Yüreğin çocuğu olan şiir, kovulmuş mekânından... Kayıplara karışmış... Derler ki kırklara karışarak, kırk bir oldu şiir! ... İnsanlar şiiri yitirince aşkı da yitirmişler yüreklerinden... Bu durumu farkedebilen şair yürekler feryat edip özlem duymuşlar o günlere:
'söyleşir
evvelce biz bu tenhalarda
ziyade gülüşürdük
pır pır yaldızlanırdı kanatları kahkaha kuşlarının
ne meseller söylerdi mercan köz nargileler
zamanlar değişti
ayrılık girdi araya
hicrana düştük bugün
ah nerde gençliğimiz
sahilde savruluşları başıboş dalgaların
yeri göğü çınlatan tumturaklı gazeller
elde var hüzün.'... (A. İLHAN)
diyerek feryad-u figan etmişlerse de nafile...
Bu yokluğa rağmen, adına şiir denilen ürünler, bu ülkede daha da çok ortaya konmaya başlamış... Lâkin, sadece adıyla şiirmiş bunlar; o tad, o lezzet kalmamış.
Beş kişiden altısının şair (!) olduğunun, istatistiklerle kayda geçirildiği bu tablo içerisinde, yürekteki eksikliği, şiirsizliği, aşksızlığı hissedememiş kimsecikler...
* * *
Ben şair değilim... Şiiri seviyorum sadece. Şiirdeki o efsunu, ruhu saran, okşayan, kanatlandıran, insanı 'bir hoş eden' o havayı seviyorum...
Şiiri, duyumsamaya çalışıyorum…
Şiiri, yaşam biçimi yapmak istiyorum…
“Şiir olsun her şey! ...” ilkesini benimsiyorum…
Çünkü şiirin, insanın vahşi ve kaba yanlarını o ıpılık havasıyla sararak yumuşattığını, ruhun o kaba-saba yanlarını yontarak şekillendirdiğini biliyorum...
Bu yüzden şiirin kokusunu genzimde değil, ta yüreğimin kılcal damarlarında hissetmek istiyorum…
Yazmak konusunda hiçbir iddiam da yok! ... Yukarıda da dediğim gibi şair değilim; sadece bir şiirseverim ben…
1960 Gölbaşı doğumluyum. Türk Dili ve Edebiyatı eğitimi aldım ve hâlen, eğitim aldığım alanda öğretmenlik yapıyorum.
Bazı şiirlerim: TÖRE, TÜRK EDEBİYATI, DOLUNAY, ÇINAR, MİLLÎ EĞİTİM, YENİ NESİL, ALKIŞ, HAKİKAT, KOZA, MARTI, ANADOLU’M, BİR EDEBİYAT YAPRAĞI ve MAVİ ÇINAR adlı dergilerde yayımladı. Hâlen MAVİ ÇINAR Dergisi'nin yayın Kurulundayım.
“…
‘Bana bir şiir yaz! ’ demiştin bir gün
Bu şiiri sana yazdım Can! …
Hasret çok mu kolay, hele bir düşün!
Sensiz avareyim, sensiz kör düğüm
Kimi gün taneyim, kimi gün harman
Bu şiiri, bu şiiri sana yazdım Can! …” (BU ŞİİR SANA)
Şimdi benimlesin tüm kaygılardan uzak
Anlatılmaz bir şey var aramızda hazin
Şiir gibi bir şey seninle yaşamak
Bulutsuz bir gökyüzüdür güzelliğin
üzerinde yorum yapamayacağım kadar etkilendim.lütfen mutlu ol mutlu yaşa.ellerine yüreğine sağlık.