Ali İmran Suresi Şiiri - Osman Erdoğmuş

Osman Erdoğmuş
561

ŞİİR


10

TAKİPÇİ

Ali İmran Suresi

ALİ İMRAN SURESİ
Adını 33. Ayetinden geçen bir aileden alır. Ali İmran’da İmran Ailesi demektir. İmran, Hz. İsa’nın anne tarafından dedesi. Medenidir. İlk 83 ayeti hicretin 9. Yılında Necran Hristiyanlarının Medine’yi ziyaretleri sırasında indiği söylenir. Bu yıl “elçiler yılı” olarak ünlenmiştir. Necranlı Hristiyanlar 64 kişilik bir ekip kurarlar ve İslam’ı araştırmak için Medine’ye gelirler. Tartışmayı genelde Hz. İsa’nın üzerinden yaparlar. Bu heyetin içerisinde de bir fikir birliği yoktur. Kimisi Hz. İsa’yı ilah, kimisi oğul, kimisi teslis iddiasındaydılar. Tartışma sonucu Kur’an karşısında söyleyecek söz bulamazlar. İslam’a davet eder Peygamberimiz ona da razı olmazlar. O zaman “mülaane”ye davet eder Resulullah. Yani “kim hak üzerindeyse, hak üzerinde olmayana Allah’ın lanetini dileyelim” denir. Necranlıların içerisinde bir heyet arkadaşlarını bundan vaz geçirirler. Çünkü Resulullah’ın peygamber olduğunu çok iyi bilenler vardı. Bu heyet ibadetlerini Peygamber Mescidinde eda ederler. İslam devletinin otoritesini kabul ederler ve bu ziyaret son bulur.
Bu surenin muhtevası Hristiyanlaşma diyeceğimiz bir temayüle karşı, Müslümanları uyarmak üzere gelmiştir. Bakara Suresi Müslümanları Yahudileşme tehlikesine karşı uyarıyordu. Hristiyanlar Peygamberlerini ilahlaştırırken İncil’deki birtakım kelimeleri, birtakım cümleleri yanlış yorumlayarak ilahlaştırdılar.
1. Bir yoruma göre bu harfler “Ey insanlar, elinizde tuttuğunuz bu metin, Allah’ın size hitap ettiği bu metin işte gördüğünüz bu harflerden oluşmuştur. Bakın Allah size harflerden oluşan bir metin içerisinde ebedi mesajını bildirmektedir” anlamına gelir. Hz. Ebubekir “Her kitabın bir sırrı vardır, bir gizemi vardır, bir şifresi, bir anahtarı vardır. Kur’an’ın şifresi, gizemi, anahtarı da bu harflerdir.
2. Allah’ı tanıtarak giriyor. İlahi kimliğe ait bilgiler veriyor bize. Kendisinden başka ilah olmayan Allah. Kimdir? Hayatın ve varlığın kaynağıdır, dayanağıdır. Bu bir kimliktir. Allah’ı dinlerken, Allah’ın sözlerine muhatap olurken, sıradan bir sözmüş gibi davranmayın. Unutmayın sizi muhatap alan, size söz söyleyen, şu anda sizinle diyaloga giren zat, sizin varlığınızın da kaynağıdır, dayanağıdır.
3. Tevrat: İbranicede Tora kelimesinden türeyen bu kelime “kanun” manasına gelir. İncil, Yunancada “müjde” anlamına gelir. Hz. İsa’ya verilen mesajdır.
4. Furkan: vahyin bir sıfatıdır, Kur’an’ın değil. Kur’an’da vahiy içinde olduğu için tüm vahiylerin bir sıfatıdır. Hakkı batıldan ayıran, iyiyi kötüden ayıran, doğruyu yanlıştan ayıran, hakkı batıldan ayıran, güzeli çirkinden ayıran özelliği demektir. Onun için Furkan Kur’an’a isim olarak ta verilmiştir. Allah’ın Aziz olması; burada vahye karşı tüm insanlık birleşse, O’nun izzetinden, O’nun mesajının değerinden hiçbir şey kaybettirmez. Züntikam; intikam sahibi. Bu bizim anladığımız manada bir öç alma değil, mana itibarıyla, cezalandırmak, yapılan bir suçu cezasız bırakmamak, karşılığını vermek anlamına geliyor. Allah kendi vahyine, kendi mesajına ihanet edenlerin cezasını vereceğini beyan ediyor.
5. 6. Varlığın kaynağı olan Allah, varlığı nasıl yarattığını izah ediyor. O izzeti kendisinden olan bir Aziz’dir. Tüm varlık O’na karşı tavır alsa, yine Onun izzetinden hiçbir şey eksilmez.
7. Siz buradaki “sana” ibaresinin içine kendinizi de koyabilirsiniz. Ve bilin ki bu ayetler sizin için nazil oldu. İşte böyle bir zihinle, böyle bir düşünceyle yaklaşın. O zaman göreceksiniz daha farklı algılayacaksınız. MÜTEŞABİH: Benzer demektir. Birbirine benzeyen, benzetilen. Kur’an’da sadece burada geçer. Bu cümle Kur’an’ı anlamanın anahtar metinlerinden biridir. Bu metin bize muhkem ve müteşabihat ayırımını veriyor. MUHKEM: kesin olanlar. Tahkim edilmiş, güçlendirilmiş ya da netleştirilmiş. Bu ayetleri tefsir ediyoruz, açıklıyoruz. Birde müteşabih var. Anlamı tek olmayan, kesin olmayan, ilk bakışta insanın anlamakta zorlandıkları. Muhkem ayetler, Allah ne dedi sorusunun cevabını verirler, cevabı olurlar. Müteşabih ayetler ise, Allah ne demek istedi sorusunu da mutlaka sordururlar. Müteşabihi 3’e ayırabiliriz. 1. Gaybın sembolik ifadesi olan müteşabih türleri. Bunlar Allah, melekler, cin, şeytan, cennet, cehennem, ahiret hakkındaki ayetler bu kısma girer. GAYB: İnsan idrakinin anlamakta acze düştüğü hakikatlerdir. Kur’an bu ayetlerle insan idrakinin seviyesine indirir bunları. 2. Gerçekten zor kıvranılabilen bir düşünce: Mesela, kainatın yaratılışı. Bizim bilgi ufkumuzu aşan bilgiler. Onun için dilin imkanlarını son sınırına kadar kullanıp mecaza başvurmak kaçınılmaz olmaktadır. 3. Sade bir fikrin çok edebi bir dille anlatılmasıdır. Ki buda belagattir. Yani ana fikir sade bir biçimde kavranabilir. İnsanın kavramakta zorlanmayacağı bir şeydir. Ama onu muhteşem bir üslupla anlatır Kur’an…İman gibi bir ön bilgi ile ilahi metinlere yaklaşmayanlar, o metinlerin vermek istedikleri hakikati anlayamazlar…Yukarıdan beri söylenen bu derin hakikatleri, bu hakikatlerin tasnifini, ancak derin kavrayış sahipleri anlayabilirler.
8. Bu ayetle Kur’an, ilahi kelam insanın dilinden Allah’a doğru yükselen bir duaya dönüştü. Adeta Rabbimiz dua öretiyor bize. Allah’tan ne istememiz gerektiğini ifade ediyor. VEHHAB: Karşılıksız ve sınırsızca lütfeden sensin. Bu lütuftan bize de bir pay ver Allah’ım.
9. 10. İnsanın kalbi gemi, bütün varlıkları okyanus olsun. Su geminin dışındaysa bütün sahip olduklarınız size fayda sağlayacaktır. Eğer su geminin içindeyse her şeyinizle batıp gidersiniz. Allah’ı bırakan insan, eşyanın çekim alanına girer. Eşyanın çekim alanına girdiğiniz zaman, eşya sizi Allah’tan uzaklaştırır. Allah’a tutunan ruhlar yücelir, eşyaya tutunan bedenler alçalır.
11. Burada bize Kur’an ilahi mesaj karşısında kör ve sağır davrananların, ilahi mesaja doğru bir biçimde yaklaşmayanların, tarihte nasıl bir örnek sergilediğini misal veriyor. Ne yaptı bunlar? Onların ortak özellikleri var. Nasıl Firavuni bir toplum olunur birinci unsuru; Ayetlerimizi yalanladılar diyor Kur’an.
12. 13. Bu ayet çoğu tefsirciler tarafından “Bedir Savaşı” olarak nitelendirilir. Bununla beraber ayet tarihin bir yasasına dikkat çekiyor. Oda şu; tarihin aktif öznesi daima çok olanlar değil, az olup da imanlı ve disiplinli hareket edenlerdir. Tarihin pasif nesnesi; daima kalabalık olsalar dahi, disiplinsiz ve inançsız oldukları için sürüler, kalabalıklar, kitleler halinde pasif nesne olmaya razı olanlardır. Çokta değil, Hakta olmak esastır.
14. HUBBUS ŞEHEVAT; tutkulu sevgi, daha doğrusu tutku. Tutku tutuklar, sevgi özgürleştirir. Onun için burada insanı tutuklayan, elini kolunu bağlayan, insanın yüreğine görünmez zincirler geçiren, eşyaya, mala, evlada olan sevgiden söz ediyor. Ve insan ebedi istikbalini, geçici ufacık geleceği için feda eder.
15. 16. 17. Burada önemli bir hakikat ifade ediliyor. Allahtan af dilemek. Resulullah’ın “Ben günde en az 100 defa Allah’a istiğfar ederim” deyişini hatırlayın. Esteğfirullah diyen, Tevbe eden ben kendimi biliyorum Ya Rabbi demiş oluyor. Eğer sınırlarını bilirse bir insan, haddini bilirse bir insan; insanın Allah’ı bilmesi, haddini bilmesine bağlıdır.
18. 19. İslam 3 mastara birden izafe edilir. Selamdır, barıştır, teslimiyettir. Allah’a kayıtsız şartsız teslimiyettir ve selamettir. Allah’a kayıtsız şartsız teslim olan iç barışa erer.
20. İslam tarih boyunca tüm insanlığın değişmez hakikatlerin öbür adıdır. Tüm peygamberler İslam peygamberidir. Ve tüm peygamberlerin getirdiği din de İslam’dır.
21. Onlar kendilerini cennetle müjdelenmesini bekliyorlar. Siz onları cehennemle müjdele. Çünkü onlar kendi peygamberlerini katlettiler.
22. 23. 24. 25. 26. Bu ayet, Allah’ın kudret, azamet ve kuvvetine dikkat çekiyor. Her ne yapıyor olursanız olun mutlaka Allah’ın müdahalesi altındasınız. İnsan bunu bildiği anda kul olur. Allah’ın eşya ve kâinat üzerindeki müdahalesini inkâr, Allah’ı inkardır. İman etmiş kimse, öncelikle Allah’ın mutlak otoritesini onaylamak zorundadır. Bu ayet aynı zamanda insanlık yürüyüşündeki hem maddi hem manevi, alçalış ve yükselişlere dikkat çekiyor.
27. Burada adeta, gece ile batıl gündüz ile Hak, gece ile kötü gündüz ile iyi, gece ile acı gündüzle sevinç, gece ile keder gündüzle neşe ifade ediliyor. Allah’ın müdahalesini doğrudan görmek istiyorsanız, şu her gün yaşadığınız 24 saate bakın deniliyor. Nuh bir geceyi aydınlatan kandildi. Nemrut bir gecenin adıydı, İbrahim ise gündüzün. Muhammed bir gündüzün adıydı, Ebu Cehil ise bir gecenin. Birini görmeden diğerini bilemiyorsunuz…24 saate bakın, aslında insanlık çizgisinin 24 saat içerisinde bir modelini görürsünüz adeta. Sabah doğum, öğle olgunluk, ikindi ihtiyarlık, akşam ölüm, adeta yatağınız kabre giriş, geceniz uzun bir mahşeri bekleyiş, ertesi sabahınız yeniden dirilişiniz…Allah’ın verdiği en büyük rızkın hayat rızkı, ömür rızkı, nefes rızkı olduğu anlaşılıyor. Ve bu anlamda gökler bir rızık, yer bir rızık, gece bir rızık, gündüz bir rızık ve hakeza.
28. Buradaki dostluk Kur’an’ın birçok yerinde geçtiği gibi 2 manaya gelir. 1. Politik dostluk. Müslümanların çıkarları ile, Müslüman olmayanların çıkarları birbirine çakıştığında bir Müslüman, Müslüman olmayanların hesabına çalışamaz. Bu manada dostluğu Kur’an reddeder. Bu ayet öncelikle bunu yasaklar. 2. Ahlaki dostluk. Onlar tarafından onurlandırılmak ve eşit kabul edilmek için onların hayat tarzını benimsemek. Bunu da yasaklamaktadır Kur’an. Kur’an’ın hiçbir yerde yasaklamadığı dostluk insani dostluktur. Bunu hiçbir zümre ile, hiçbir din kitlesi ile yasaklamaz Kur’an. Bir Mümin, bir Müslüman, her din mensubuyla insani ilişkisini insani çerçevede sürdürür.
29. Şöyle özetleyebiliriz. Göklerde ve yerde her şeyi bilen Allah, açıklasanız da, gizleseniz de, açıklamasanız da içinizde sakladıklarınızı bilir. Yüreğinizin dehlizlerinde gezdirdiğiniz ama kuyruğu birbirine değmeyen kırk tilkiyi de bilir. İçinizin kırkıncı odasında ne saklı olduğunu da bilir.
30. Önce ahiret gününe iman etmek gerekiyor. Ama iman etmiş kişide bile böyle bir zaaf bulunabilir. O gün, hesap günü uzak olsun ister. Çünkü hesap verme işi çok ağırdır.
31. Siz Allah’ı seveceksiniz. Ama sevdim demekle yetinmeyeceksiniz. Sevginin bir bedeli var. Nedir o. Gönderdiği peygambere uymak. Biz sevgimizin bedelini ödüyoruz. Ya biz Allah’ı sevip, o bedeli ödedikten sonra Allah bizi sever mi? Kesinlikle evet. Allah bizi sevecek ve bedelini ödemeyecek mi? Hayır, kesinlikle Oda bedelini ödeyecek. Bedel olarak değil lütuf olarak. Öncelikle sizi bağışlayacak. Sevginin en güzel meyvesi bu değil midir? Allah’ı sevmenin bir bedeli var. Peygambere ittibadır. Peygamberi sevmeden Allah’ı sevmiş olamazsınız.
32. Allah’a ve Resülüne itaatın zıddının küfür olarak niteleyen bir ayetle yüz yüzeyiz. Eğer yüz çevirirseniz Allah küfründe ısrar edenleri sevmez.
33. Bu ayette 4 unsur var. 1. Âdem 2. Nuh 3. Ali İbrahim 4. Ali İmran. Dört unsursan ikisi şahıs, ikisi aile. Adeta insanlık tarihini tüm özetini verircesine; Adem insanlığın sabahını, Nuh insanlığın kuşluğunu, İbrahim ailesi insanlığın zevalini yani güneşin en dik olduğu zamanı, İmran ailesi öğlesini, Hz. Muhammed ise ikindisini verir gibidir. İşte vel-asr burada anlamını buluyor. Bunlar sosyolojik açıdan alındığında Hz. Adem insanlığın çocukluğuna, Hz. Nuh insanlığın akil ve baliğ olmuşluğuna, Hz. İbrahim gençliğine, İmran olgunluğuna işaret ediyor adeta. Allah bunları seçti (istafa) diyor ayet. Adem, emanetin verilmesi için varlık içerisinde insanlaşma lütfunun verildiği tek yaratık olan insanlık seçimi. İnsan olma seçimine işaret eder. Adem insanlığın atası. Nuh, insanlığın ikinci atası. Adeta peygamberlerin atası da diyebiliriz. İbrahim Ebul-Enbiya bilinen kendinden sonraki tüm peygamberlerin atası. İlk üç isimde yakınlarının küfrüyle sınandılar. Adem, Kabil’in küfrüyle. Nuh, Kenan ve karısının küfrüyle. İbrahim babasının küfrüyle. İbrahim ailesi, İsmail’i kurban eden bir aile. İmran ailesi Meryem’i adayan bir aile…Şimdi o Meryem’in adayış sürecine geçiyoruz.
34. Onlar birbirinin neslindendir. Ama bu nesil döl nesli değil, yol neslidir. Bu sayılan isimler birbirlerinin davasını devam ettiren bir sürecin isimleridir.
35. 36. 37. Allah güzel bir kabul ile kabul ediyor Hanne’nin hediyesini. Ve onu çiçek gibi yetiştirdi. O çiçeğe de Zekeriya’yı (AS) bahçıvan etti.
38. 39. 40. Biraz önce çocuk isteyen Hz. Zekeriya, şimdi nasıl çocuğum olur diye sorguluyor. Duayı aşk ile yapmıştı, burada akıl ile sorguluyor. İman ile algılamıştı şimdi mantıkla algılıyor. Eğer mantıklı düşünseydi dua etmezdi. Aşkla düşündüğü için dua etti.
41. henüz daha teskin olmadı. Mantık yatışmadı. Üç gün konuşmamak, sükût orucu denir buna…Zikret ve teşbih et. Burada zikir; Allah’ı dert edin, kaygın Allah olsun. Teşbih; Onu diline de taşı. Yani her zerren Allah’ı ansın, dilinde Allah’ı ansın.
42. 43. Ey Meryem, bir muştuyu taşıyacaksın ilerde. Onun için buna hazırlanmalısın. Yığınak yapmalısın, sabır yığmalısın.
44. Bu haberlerin, olayların bazıları İncillerde ve Tevrat’ta da yok. Bu malumat ancak Allah’ın insanlara vereceği malumattır.
45. İsa peygambere neden kelime diyor. Kelime; insanın duygu, göz, kulak ve herhangi bir duyu vasıtası ile algıladığında kendisinde büyük bir iz bırakan her şeye kelime denir. Hz. İsa adeta kendisi nazil olmuş bir kelime gibidir…Niçin “İsebnü Meryem” Çünkü erkek merkezli ataerkil bir kültüre, cevap olsun diye annesinin adıyla anılan bir peygamber.
46. Hz. İsa çok küçük yaşlarda bazı hakikatleri ifade etmesi, sanki büyük bir insan gibi ebedi hakikatleri ifade etmesine dikkat çekiliyor.
47. 48. 49. Hz. İsa yukarıdaki ayetlerle birlikte ben niçin gönderildim, İsrailoğullarına niçin peygamber seçildim? Onun cevabını veriyor. Demek ki birtakım hakikatleri tahrif etmişler. Yine birtakım hakikatleri unutmuşlar veya unutturmuşlar. Hz. İsa bunları hatırlatmak için gönderildi. Demek nübüvvet müessesesi süreklidir. Hiçbir peygamber kendisinden önceki peygamberi yalanlamaz. Yine bu ayetten şunu anlıyoruz. Demek ki birtakım Yahudi alimleri, din adına bir şeyleri yasaklamışlar…Burada “Rabbinizden bir mucize” derken; Hz. İsa’nın hem tanrı hem tanrının oğlu olduğunu iddia eden Hristiyanlara bir reddiye vardır.
50. Hristiyanlaşmak, sevgiyi tutkuya dönüştürüp sevdiğimizi ilahlaştırmaktır. Hristiyanlaşmak, peygamberini ilahlaştırmaktır. Bunun tersi de Yahudileşmek. Peygamberlerini aşağılamak, taşlamak hatta öldürmek. Hz. İsa’da Yahudilere peygamber olarak gelmişti. Onu taşladılar, öldürmeye teşebbüs ettiler. Hristiyanlar ise yücelttiler, tanrı edindiler. İfrat ve tefrit.
51. 52. 53. Şahitler: risalete, vahye, insanlığa ulaştırılması için Hz. İsa’ya gönderilen nübüvvete şahitler olarak yine şehitler olarak kaydet. Her şehit, şahittir. İmanını, hayatını şahit gösterene şehit denir. Hayatını, amellerini, ömrünü, canını imanına şahit göstermiştir.
54. Onların kurmuş oldukları düzen. Hz. İsa’nın hayatına kastettiler. H. İsa’yı şikâyet eden havarileri içindeki hain Yahuda idi. O parayla satın alınmıştı. Hz. İsa’nın yerini onlara söyledi. Tutuklamaya gelen Roma askerleri Hz. İsa’yı tanımıyorlardı. Yahuda’nın içine bir ateş düşmüştü, şikâyet ettiği için pişman olmuştu. Son anda kendisini İsa olarak takdim etti ve onu götürdüler. İhanetinin bedelini asılarak ödedi. Allah’ta onların kurmuş oldukları tuzağı, düzeni bozmuş oldu.
55. Genelde tefsirlerimizde burada “takdim ve tehir” yapıldığını söylerler. Yani önce katıma yükselteceğim sonra ölüme yollayacağım. Kelimeleri burada yer değiştirirler. “Katıma yükselteceğimin” tefsirinde de “Seni cesedinle birlikte göğe çekeceğim şeklinde anlaşıldığını görürüz. Aslında ayet açık. Takdim ve tehir yapmamız için bir nedende yok. Önce seni ölüme yollayacağım gelmiş, ardından da katıma yükselteceğim ibaresi gelmiş. (Maide 117. Ayette Hz. İsa’nın ölümü dile getirilmektedir.
56. 57. Allah zalimleri sevmez. Zalimleri sevmediği için zulmü de sevmez. Hz. İsa’yı insan olmaktan çıkarmak bir zulümdür. Ona iftira etmekte zulümdür. Hristiyanların yaptığı gibi onu ilahlaştırmakta zulümdür. Yahudilerin yaptığı gibi, ona ve annesine zina isnat etmekte zulümdür.
58. 59. Hz. İsa’ya şaşıranlar, onu babasız doğdu diye ilahlaştıranlar, o halde Adem’i ne yapacaksınız. O sadece anasız değil aynı zamanda babasızda doğdu.
60. Hangi gerecek. İşte yukarıda anlatılanlar. Çünkü bu gerçek o güne dek hiçbir eserde yer almayan bir gerçek. Hiç kimsenin bilmediği ve aktarmadığı, hiç kimsenin de bir başka yerden aktaramayacağı bir gerçek. Yalnızca Allah’ın haber vereceği bir gerçek.
61. Peygamberimiz Necran heyetine bu teklifi yapınca, içlerin biri “tarihte hiçbir peygamberle lanetleşmeye giren bir kavim helakten kurtulamamıştır, iflah olmamıştır” diyor ve sakın lanetleşmeye girmeyin diyerek uyarıyor. Ve kabul ediyorlar. Vergi verip İslam devletinin himayesine giriyorlar. Dinlerinden dönmüyorlar.
62. 63. Kıssa burada bitti. Şimdi yeni bir konuya giriyor. Tevhit çağrısı.
64. Ey ehli kitap, sizi şu 2 ilkeye davet ediyorum. Allah’tan başkasına kulluk etmeyeceğiz. Ortak ilkemizin birinci şartı bu. Bakın bu çağrı bugünde geçerlidir. Bu bir tevhit konfederasyonu çağrısıdır. Bizler bize çağırmayacağız, tevhide çağıracağız. Çünkü bizde ona çağrılıyoruz. İkincisi ise birbirinizi Rab edinmeyin emridir.
65. Hristiyanlar diyorlar ki, İbrahim bizi. Yahudilerde İbrahim bizim diyorlar. Halbuki Hz. İbrahim ikisinden de çok seneler önce gelmişti. Üç dinde İbrahim’i bir köke dayanıyor. O halde nedir aramızdaki problem. Yukarıda. Birbirinizi Rab edinmeyin. Allah’tan başkasına ilahlık yakıştırmayalım.
66. Bu ayet aslında bize de hitap ediyor. Bilmediği şeyleri tartışanları uyarıyor. Ve bugün bunu çok yapmıyor muyuz? ...Neyi bilmiyoruz? Bilmediğiniz şeyi tartışmanın sonucunun hakkınızda ne kadar kötü olacağını bilmezsiniz. Kim bilir. Tabi ki Allah.
67. 68. 69. VEMA YEŞĞURUN: Farkına varamamak. Şeytan, şeytan olduğunu bilir. Yaptığının kötü olduğunu da insan şeytanlık yapar lakin şeytan kadar meziyetli değildir. Şeytanlığının şeytanlık olduğunu bilmez.
70. 71. Kur’an sürekli soruyor. Hakka batıl elbisesi giydiriyorsunuz diyor. Batılla hakkı karıştırmak. Şirk işte budur. Şirk şirkettir. Hakla batılın şirketi, ortaklığına şirk denir. Yüzde kaş hissesi olduğunun hiçbir önemi yok. Onlar bir günah daha işliyorlar. Hakkı gizliyorlar. Hakkı bozuyorlar. Bozulan Hak, Hak olmaktan çıkar. Gelecek olan peygamberi biliyorlar ve bunu bile bile gizliyorlar.
72. 73. 74. Rahmetinden kasıt, peygamberlik ve nübüvvet.
75. Muhatabınız hangi dinden olursa olsun, hangi inanca sahip olursa olsun, isterse dinsiz olsun ahlaklı ve erdemli ise bunda iyi taraflar var demektir. Senin için iyi olan başkası içinde iyi, senin için kötü olan başkası için de kötü olmalıdır.
76. 77. Allah’la insanın yaptığı ahitten ilk anlamamız gereken, Allah’ın sizi üzerinde yarattığı fıtrat. Temiz ve pak fıtrat. O fıtratı bozmak , işte ahde ihanettir.
78. 79. 80. 81. Bu ayette tarihsel bir gerçek Kur’an lisaniyle farklı bir üsluba büründürülerek anlatılıyor. İnsanlığın tüm destanı boyunca Allah’ın gönderdiği vahiy, Allah’ın gönderdiği mesaj tüm peygamberlerin ortak mesajıdır. Ve bu mesaj tüm peygamberler tarafından tasdik edilmiştir. Hz. Muhammed’de kendinden önce gelen tüm peygamberleri ve mesajları doğruladı ve tasdik etti. Medine Yahudileri bu tavrını bile bile Onu yalanladılar. Aslında aynı nankörlük bugünde mümkün. Ve ehli kitap olduğunu söyleyenler İslam’a karşı aynı tavrı takınıyorlar.
82. Ehli kitap bu sözleşmeye ihanet etmiştir. Allah’ın aldığı bu ahde, Allah’la yaptıkları bu sözleşmeye ihanet etmişti. Çünkü Allah son gönderilen vahye, onların iman etmemesini, alınan ilahi ahde ihanet olarak değerlendiriyor. Bugünde kendilerine emanet edilen ilahi mesaja sırt çeviren, o mesaja ihanet eden ve buna rağmen ben Müslümanım diyenler varsa onlara Kur’an’ın söylediği şu: fasıklar, yoldan çıkmışlar.
83. Yani göklerdeki ve yerdeki tüm varlıklar Allah’a kayıtsız şartsız teslim olmuşken, insanda bunu görüp dururken, insan Allah’ın önerdiği hayat tarzı dışında, başka bir hayat tarzı, başka bir din mi arıyor kendisine? Bugün Allah’ın kendisine verdiği irade sayesinde reddettiği hayat tarzını, yarın reddedemeyeceği bir mekâna, bir makama gidince işte o zaman mecbur kalacak. O zaman ise imtihanı kaybetmiş olacak.
84. Çünkü biz vahyin evrensel değerlerin bütünü olduğuna inanırız. Çünkü biz Allah’ın tüm çağlarda, tüm zamanlarda gönderdiği tüm mesajların özünün bir ve aynı olduğuna iman ederiz. Onun içinde bir peygamberi inkâr etmeği tümünü inkâr etmekle, bir vahyi inkâr etmeyi tüm vahiyleri inkâr etmekle eş değerde tutarız. Biz inancımızda çelişkiye düşmeyiz. Çünkü biz Ona kayıtsız şartsız teslim olduk.
85. Allah’a teslimiyeti bırakıp da gerçeğim ve hakikatin ölçüsü olarak kendisini, toplumunu, ırkını, coğrafyasını, uygarlığını, boyunu, soyunu, alan; hiç kimsenin seçtiği bu hakikat ölçüsü Allah tarafından kabul edilmeyecektir, reddedilecektir…Kaybedenlerden olacaktır çünkü din hayat tarzıdır. Siz; Allah’a teslim olmayacağım, İslam’a teslim olmayacağım ama kendime Müslüman adını vereceğim diyorsanız, bu olacak iş değil.
86. Burada özellikle Medine Yahudilerini aklımıza getirelim. Onlar Resulullah’ın Allah tarafından gönderilmiş olduğunu, çeşitli vesilelerle daha önceden öğrenmişlerdi. Ama direndiler. Bunun tek nedeni vardı. Bizden çıkarsa çıkar. Adam çıkarsa bizden çıkar kafası. Önce kendinizi kutsallaştıracaksınız, gerçeğin ölçüsü olarak kendinizi koyacaksınız, ondan sonra da size uymayan her şeyi reddedeceksiniz.
87. Çok korkunç bir ifade. Allah lanet etsin diyor. Niçin? Çünkü böyle bir mantık, asabiyetçi, ırkçı bir mantık başta Allah’a ihanettir, ihanettir. İkinci olarak görünmez varlıkların, Allah iradesini gerçekleştirmede istediği zaman kullandığı meleklerin laneti üzerine olsun diyor ayet. Üçüncü olarak da insanlığın laneti üzerlerine olsun. Allah’ın laneti dışlamaktır, mahrum etmektir. Kulların laneti, onu terk edilmişliğe mahkûm etmektir.
88. 89. Sadece özür dilemekle kalmayacaklar. Özürlerinde samimi iseler yaptıkları suçun sonuçlarını giderecekler.
90. İmandan sonra küfre saplanmışlar ve küfre saplanmakla da kalmamışlar, küfürlerini malmış gibi daha da ileriye götürüp pazarlamağa başlamışlar. Bu ileri gitmektir. Küfrün süpermarketini açmak. Küfürlerini başkalarını, bulaşıcı bir inkâr hastalığı olarak bulaştırmaya kalkmışlar.
91. 92. Birr: Erdem, hayır, fazilet; kişinin sevdiği şeyden fedakârlık etmesidir diyor Kur’an. Sevmediğiniz şeyi vermeniz erdemlilik değildir. Fedakarlık yapabilmeniz için öncelikle ve öncelikle Allah’ın yaptığınız hiçbir iyiliği zayi etmeyeceğine iman etmeniz gerekiyor.
93. İsrailoğulları kendilerine birçok yiyeceği yasaklamışlardı. Gerekçeleri de “gelenek” problemi. Geleneklerini din edinmişlerdi. Mesela; Tevrat gelmeden önce, kendilerine tavşan etini yasaklamışlardı. Tevrat geldikten sonra böyle bir yasaklama göremeyince; kendi kendilerine birtakım kılıflar uydurmaya başladılar.
94. Allah’ın yasak kıldığı bir şeyi helal kılmak ne ise, Allah’ın helal kıldığı bir şeyi yasak kılmak aynı şeydir. Bunun için “cahiller dinden ıskonto yapar, sofular dine zam yapar” demişlerdir.
95. Kur’an’ın millet tanımı ile bizim bildiğimiz millet tanımı farklı. O halde Türk milleti ibaresi yüzde yüz yanlış bir ibaredir. İbrahim milleti vardır, Türk kavmi vardır. Kürt milleti, Arap, milleti, İngiliz milleti olamaz. Millet: bir inanç sistemine inanan insanlar topluluğudur. Burada İbrahim milletinden kasıt, tevhit milletidir. Bu arada milliyetçilikte imana mensup olmaktır. Tüm insanlığa, tevhidi benimseyen herkese, eğer üzerinde birleşecekseniz hadi, size semboller göstereyim. O sembollerden insan olarak birincisi Hz. İbrahim’dir.
96. Şimdi de sembol bir mekân gösteriyor. Üzerinde birleşilecek yeryüzünün sembolik merkezi. Bekke; Mekke’nin bir başka adı. Yahudilerde, müşriklerde, Hristiyanlarda kendilerini İbrahim’e bağlı olmakla tanıtıyorlar. İbrahim’den gelmekle iftihar ediyorlar. Bu noktada Kur’an İbrahim’in inşa ettiği Kâbe etrafında birleşmeye davet ediyor onları.
97. Kâbe İbrahim’in makamıdır. Buradaki İbrahim’in makamı ibaresi bugün Kabe’nin avlusunda bulanan taşa verilmektedir. Bu ayette ifade edilen İbrahim makamından kasıt, Allah-u Alem o taş değildir, olamazda. O taş Hz. İbrahim’den kalan bir hatıra olduğu söylenen ve Hz. İbrahim’in Kabe’yi yaparken iskele olarak kullandığı ifade edilen bir tarihi hatıradır.
98. 99. Doğru olduğunu bile bile, onu eğri göstermeye çalışmak, bu Yahudileşmektir. Bunu kim yapıyorsa, hangi çağda yapıyorsa, kendini hangi dine addederse addetsin o Yahudileşmiştir.
100. 101. 102. Yani Allah’a kendinizi kayıtsız şartsız teslim etmeden, ölümün sizi gelip bulmasına izin vermeyin. Ölüm nasıl olsa sizi bulacak. Siz kendiniz Allah’a kayıtsız şartsız teslim ettikten sonra ölüm sizi bulsun. Eğer Allah’a teslim olmuşsanız ölüm size ne yapabilir ki. Ölüm bize ne uzak ne yakın bize ölüm. Ölümsüzlüğü tattık ne yapsın bize ölüm.
103. 104. Kur’an tevhide çağırıyor yukarıdaki ayette. Toptan Allah’ın ipine sarılın diyor. Peki hiç mi aykırı ses olmayacak şimdide onu söylüyor. Muhalefet iyiliği emredecek, kötülükten nehyedecek.
105. 106. Burada hakikat üzerinde ayrılığa düşmek, imandan sonra küfür olarak nitelendiriliyor.
107. 108. Netluha aleyke bil hak: hem Kur’an kıssalarının tarihsel gerçekliğine bir atıf anlamına gelir. Kur’an kıssaları anlatıldıktan sonra böyle bir ibare geliyorsa biz bu ibareyi, 1. Bu kıssayı o insanlar biliyordu. 2. Yanlış biliyordu. 3. Doğrusu budur şeklinde anlarız.
109. 110. Hayırlı bir ümmet olmanın şartları. İyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak. Bu ibadet yitik bir farzdır. Bugün tam anlamıyla kaybolmuş bir farzdır. Eğer ümmetin bugünkü hali göz önüne alınırsa bunun belki en büyük sebebi “emri bil maruf nehyi anil münker” in terk edilmesindendir. Bu İslam’da pozitif muhalefeti temsil eder. Çünkü İslam’da hiç kimse masum değildir. Ve herkes öğüde ihtiyaç duyar. İşte İslam insanın bu tabiatını çok iyi çok iyi bildiği ve tanıdığı için “emri bil maruf, nehyi anil münker” gibi bir oto kontrol müessesesi getirmiştir. Bu usul bir Hadis-i Şerifte “Bir kötülük gördüğünüzde onu elinizle düzeltin, buna gücünüz yetmezse dilinizle, buna da gücünüz yetmezse buğzedin. Bu imanın en düşük derecesidir.” Buyurulmakta…Günaha aldırmamak, günah işlemekten bin beterdir. Kötüye buğzetmeyen iyiye nasıl muhabbet duyabilir ki?
111. iyiliği emredip, kötülükten sakındırmadığınız müddetçe onlar size zarar veremezler. Kaçarlar, çünkü emri bil maruf hak üzerinde direnmektir. Hakikati savunmak sadece sözle olmaz. Bazen savaş biçiminde de cereyan edebilir.
112. Eğer savunulacak değerlerinizi savunamıyorsanız, eğer kötüye karşı da tepkinizi kaybetmişseniz, sosyal çözülmeye uğramışsanız o zaman zillete mahkum olursunuz…peygamberlerin bıraktığı en büyük miras Kur’an’a sahip çıkmamak, Kur’an’ın doğrularını savunmamak, Kur’an’ın yanlış ve kötü olarak bildirdiği şeylere karşı mücadele vermemekte aslında peygamberi öldürmekle eş anlamlı değil mi?
113. Allah’ın huzurunda eğilen, başkasının huzurunda eğilmez. Allah’ın huzurunda eğilen baş, eşyanın huzurunda dik durur. Kendi haddini bilen Allah önünde secdeye kapanır.
114. Kur’an böyle bir ayıklamaya başvuruyor, bize de kötüyü iyiden, doğruyu yanlıştan, güzeli çirkinden, hakkı batıldan, imanı küfürden ayırmayı öğretiyor.
115. Allah hiçbir şeyi zayi etmez. Çünkü Allah kendisine karşı sorumluluğunun şuurunda olanları, sorumluluk şuurunu kuşanan kimseleri çok iyi bilir.
116. müstağni düşünün bu kişiler (Allah’a muhtaç olmadıklarını zannedenler) zannederler ki servetleri, malları, çocukları, makamları, şöhretleri bunları kurtaracaktır. Heyhat. Çünkü onlar kıt görüşlüdürler. Kısa vadeli düşünürler.
117. 118. Sizden olmayan kişileri dost, sırdaş edinmeyin diyor Kur’an. Gizli sırlarınızı karşınızdakine aktarmaktır sırdaş. Onlarla insani ilişkiye geçmeyin denilmiyor. Dikkat etmek lazım…Etrafımıza bir bakarsak Kur’an’ın ne dediğini daha iyi anlarız. Birileri için “kinleri ağızlarından taşmaktadır” diyor. Ama siz kalbini açıp bir baksanız, kalplerinde sakladıkları kin çok daha fazla.
119. Kur’an bize iman düşmanlarını tanıtmaya devam ediyor. “Siz onları sevseniz dahi onlar sizi sevmez” burada ilginç bir açıklama var. Vahyin tümüne inandığınız halde, onların kitaplarının ve peygamberlerinin hak olduğuna inandığınız halde, onlar size inanmazlar. Ve onlara bir şey dememizi emrediyor Kur’an. Kininizle geberin.
120. tanıtmaya devam ediyor müşrikleri ve müşrik zihniyeti. Daha dün Filistin’de, Çeçenistan’da, Bosna’da bugün ise dünyanın dört bir yanındaki Müslümanların durumlarını her gün yaşamıyor muyuz???Bu tarihin en büyük hakikati. Eğer hakikat üzerinde direnir ve Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincini kuşanırsanız kimsenin tuzağı size zarar vermez.
121. Bu ayette Kur’an bir olayı hatırlatıyor.
122. Ayet Uhud Savaşı sırasında inmiş olan ayetlerdir. Burada kastedilen iki grup Evs’ten Seleme oğulları, Hazreç’ten Harise oğulları. Düşmanın gücünü gören Müslümanlardan bazıları savaştan ayrılma yönünde gönüllerinden geçirdiler. Allah’ın da yardımıyla ve gönüllerine bir ferahlık vermesiyle, son anda bu iki grup ayrılmaktan vaz geçer. Peygamberimizle savaşırlar…Allah’a güvensinler ki, Allah onları desteklesin.
123. Bedir’de ki yardımı da hatırlatıyor.
124. 125. Aslında bu rakamların hiç birisi de literal anlamıyla, kelime anlamıyla alınmaz. Bunlar şunu gösterir, Allah’ın kendisine dayanan insanlara sınırsızca, sonsuzca yardım edeceğini gösterir bunlar.
126. 127. 128. 129. 130. Bu ayet Kur’an’da faize yasak getiren ilk ayettir. Faizin temelinde tüm dinlerin teslim ettiği bir hakikat yatar. Oda haksız kazanç. Faiz, insan emeğini sömürü aracıdır. Ve İslam, insan emeğinin sömürülmesine temelden karşıdır. Sebeb-i nuzülünde; Uhud savaşı sırasında Mekke’liler çok güçlüydüler. Silahlarının büyük kısmını da faiz parasıyla temin etmişlerdi. Acaba bizde mi faiz alsak düşüncesine bir cevap mahiyetinde.
131. adeta faiz yemek, ateşe girmekle eş anlamlı tutuluyor.
132. Bu ayet Mekke müşrikleri ile Medine Yahudileri arasında riba yarışı değil, hayır yarışında koşuşturmamızı emrediyor. Uhud savaşında ganimete koşanların akıbeti ortada.
133. Burada hesabiliğe değil, hasbiliğe dikkat çekiliyor. Mümin şöyle düşünür. Sahip olduğum her şey Allah’a aittir ve bana Allah’ın bir emanetidir. Emanete sadakat, onu bana verenin razı olacağı bir yere harcamakla olacaktır. Onun için mümin bollukta değil darlıkta da verir. Verir ki Allah genişletsin…Öfkelenmeyin demiyor Kur’an. Öfkenizi kontrol altında tutun diyor. Eğer öfkenizi kontrol altına almazsanız, siz öfkenizin esiri olursunuz…Uhud savaşını içeride savunma şeklinde yapmak isteyen Efendimiz çoğunluğun kararına uyarak Uhud dağı eteklerinde yaptı. Bunun için ashabını azarlamadı. Onları affetti.
134. Utanç verici bir işti savaşın en sıcak anında kaçmak. Büyük bir suçtu aynı zamanda…Niçin Allah’ı hatırlarlar sorusunun cevabı çünkü Allah’tan başka günahları affedecek bir kapı yoktur…Onların bir özelliği de hatalarında ısrar etmezler. Hata işlemek anlaşılabilir bir şey. Ama hatada ısrar etmek hiç anlaşılamayacak bir şey. Suçu savunmak, suçu işlemekten bin kat daha ağır bir suçtur. Şeytan suç işlediği için şeytan olmadı, suçunu savunduğu için şeytan oldu. Adem’de suç işledi ama adem suçunu savunmadığı için adam oldu.
135. Cenneti almak para vermek biçimde gerçekleşmiyor. İyi işler yapmak, bu işlerde çaba göstermek biçiminde gerçekleşiyor. Cenneti elde edenler bedellerini ödedikleri için değil, onu elde etmek için var güçlerini harcadıkları için elde ederler.
136. Sünen; sünnetin çoğulu, hayat tarzı anlamına gelir. Örnek alınacak yöntem anlamına gelir. Resulullah’ın bize bıraktığı örnek hayatına da sünnet denir. Burada nötr kullanılmıştır. Sizden önce nice hayat tarzları geldi ve geçti. Nice medeniyetler gelip geçti. Tarih medeniyetler mezarlığıdır. Çok ilginç bir davet değil mi? Kur’an gezmeye çağırıyor. Tam altı yerde bu tanımı yineliyor. Eğer İtalya’ya Vezüv’e giderseniz orada sefahate boğulmuş her türlü ahlaksızlığın her türlü seksüel ilişkinin serbestçe ifa edildiği bir kentin bir gecede yanardağın patlaması ile kül olduğunu ve o anda insanların ve o anda insanların ahlaksızlıklarını icra ederken nasıl taşlaştıklarını şimdi dahi oralara gidenler görürler.
137. 138. Bu ayetlerin birinci muhatabının
139. Uhud’da savaşı kaybeden müminler olduğunu hatırlarsak daha iyi anlaşılır. Yılgınlığa düşmek yok…Bunun tersi, eğer üstün değilseniz inancınızda mutlaka bir problem vardır.
140. Her toplumun başına gelebilir bunlar. Yaşıyorsanız bazen zafer bazen mağlubiyet kaçınılmazdır…Her medeniyetin bir oluş, gelişme, zirve ve yıkılış dönemleri vardır. Bazen yoklukla sınandığımız gibi bazen de varlıkla sınanıyoruz. Unutmayın altını posasından ateş ayırır. Bir maden eritilmeden saflaşmaz…İyiyi kötüye katmak, kötüyü iyiden ayırmamak zulümdür. Allah bu zulmü işlemez, işleyenleri de sevmez.
141. Allah iman edenleri arındırıp üste çıkarsın. Kafirleri ise alçaltsın. Mahs: Damıtmak, yani rafine haline getirmektir. Mahk: Geriye kalan posadır. Unutmayın ki, insanı acı rafine eder. Sevinçler insanı eğitmez, acılar eğitir. Allah’a en çok yakın olanların, en çok acı çekenler olduğunu görürüz.
142. Sabır; hakikat üzerine direnmek. Hakikate sadık olanlar bu sadakatlerinin bedelini öderler. Cihatta bu konuda gösterilen gayretlerin hepsidir. Bu konuda insanın elinden gelen gayreti göstermesine cihat denir.
143. Peygamberi dışarıda hücum savaşına ikna etmeye çalışan insanlar, savaşın en sıcak anında Resülullah’ı bırakan insanlar olmuştu. İnsan konuştuğunda, bir iddiayı dile getirdiğinde çok rahat olabiliyor. Bizatihi olayın içine girdiğinde o zaman eylem ile teori arasında o fark ortaya çıkıyor.
144. Bu ayetler zaten tefsirdir. Uhud’da yaşanan olayları anlatıyor. İbn-i Kaime diye bir müşrik Hz. Peygamber zannederek Musab bin Umeyr’i şehit etmişti. Ve nida ederek “haberiniz olsun ey insanlar Muhammed işte şimdi öldürüldü” bu çığlığı duyan insanlar hep birden bağrıştılar. Ta Medine’ye kadar yankılandı bu çığlık. Bazı insanlar Resulullah’ın vefat ettiği haberini alınca şu tepkiyi gösterdi. Enes bin Nadr gibi Resülullah vefat ettiyse, yaşayıp ta ne yapacağım. Ben de onun gittiği yere gidiyorum. Yani sen öldün madem, ölüm güzeldir, deyip şehadete gidenler oldu. Bir kısmı da yüreğinde kuşku taşıyanlar, henüz imanı tam oturmayanlar başka şeyler düşünmeye başladılar. “Müşriklerle yeniden barışmak, onların safına geçmek, bundan sonra her işin bittiğini zannetmek ya da derin bir umutsuzluğa kapılıp yese düşmek ve her şeyi bırakıp geriye gitmek düşüncesine kapıldılar. Hz. Sümeyra kocasını, kardeşini ve oğlunu şehit vermişti ama derdi Resulullah’tı.
145. Ecel: Süre demektir, bir borcun ödenme vadesine ecel denir Arap dilinde. Allah’ın insanı hayata bağlamak için yarattığı, koyduğu o yasaların gerçekleşmesidir ecel. Yani insan hayata şu, şu yasalarla bağlıdır. Eğer bu bağlar koparsa, insan hayattan kopar. İşte bu bağların kopma hadisesine Kur’an ecel demektedir…Okçuları düşünün. Ganimete koşanlar ve Peygamberimizin emrini dinleyenler.
146. Resülullah gibi karıncayı bile incitmeyecek bir mülayim tabiata sahip olan insan için savaşın ne büyük bir ıstırap olduğunu anlayabilirsiniz. Ama buna rağmen, imanın insana taşınması yolunda eğer insan engel olmuşsa, o engeli ortadan kaldırmak için savaşı yapmak zorunda kalmıştı…Mestekanu: miskinlik, onursuzluk sergilemediler. Bugün Allah yolunda olduğunu söyleyen, Allah yolunda mücadele ettiğini söyleyen insanların en büyük problemi onurlarını koruyamamak. Mücadele ederken onurla mücadele edememek. İmanlarının onurunu koruyamamak. İmana savaş açan güçler karşısında ezilmek, eğilmek, bükülmek, zillete düçar olmak…Allah direnenleri sever, çözülenleri ezilenleri zillete düşenleri değil.
147. 148. Sever veya sevmez diye bitiyor ayetler. Sevmek ya da sevmemekle terbiye etmek. En yüce terbiye sevgi ile terbiyedir. Onun için Allah korkutmuyor, sevgisini almakla korkutuyor. Allah’tan niçin korkulur. Ya beni sevmezse diye korkulur.
149. 150. 151. İlim alametten gelir. Hakikate bir atıf olması lazımdır. Yoksa zan olur. Rabbimiz bizi de hakikate çağırırken mutlaka delillerini sergiliyor. Ben Allah’ım, delil göstermedim, öyle emrediyorum, yapın demiyor. Varlığının, birliğinin, kitabının, yasalarının delillerini gösteriyor. Ve aklımıza hitap ediyor, ikna yöntemini kullanıyor. Ve hatta sonunda da seçme hakkını bize bırakıyor. İstersek kötüyü bile seçebiliyoruz, ama seçimimizin sonucuna katlanmak şartıyla.
152. Uhud savaşını anlatıyor. Savaşın başında iki cenahtan yapılan saldırı ile düşman bozguna uğramıştı. Sonra gevşediniz. Niçin? Ganimete koştunuz da ondan. Burada okçuların yaptığı büyük hata dile getiriliyor. Komutanları gidenlere bağırıyor, Resülullah yerinizden oynamamanızı söylemedi mi? Burayı sakın terk etmeyin demedi mi? Onlar da artık savaş bizim, baksana kaçıyorlar diye cevap vermişlerdi…Ve arkasında bir müjde geliyor. Çünkü korkmak, mala düşkünlük, hata insani bir şey.
153. Üstteki ayet okçulara idi. Bu da Resülullah’ı bırakıp ta dağa doğru kaçanlara.
154. 155. 156. Bu muhatap tüm müminleredir. Bu beni kasdetmiyor diyen bir kimse, kendisini mümin diye düşünmemelidir. Veya “Ey iman ettiğini iddia edenler.” Bu ayet bir tespitle başlıyor. İnkar edenler gibi olmayın diyor. Ne yapmış inkar edenler: Uhud savaşında şehit düşen müminler için “bizim gibi davransalardı ölmeyecekler veya öldürmeyeceklerdi. Bu söyleyen insanlar ise, savaş meydanına kadar gelip, savaş başlamadan orduyu terk edip, gerisin geri giden, Resulullahı yalnız bırakan hainler. İnancı uğruna bedel ödeyenleri küçümseyan bir mantık. Allah yolunda bedel ödemişlerle, bedel ödememişler hiç biz zaman bir tutulmayacağını gösteriyor bu ayet…Allah onların kalplerine bir pişmanlık verecek ki, yürek yarası olarak oturacak, öncelikle ahirette. Yukarıdaki söylediklerine bin pişman olacaklar. Keşke d,yecekler, ne olaydı bu sözleri sarfetmeseydik. Burada dikkat çeken bir konuda, insan kendi planına, Allah’ın planından daha çok güvenmesi.
157. Allah’ın yukarıdaki mantığa verdiği cevap bu. Onların vereceği ödülü bir kenara koyun, Allah’ın vereceğini vadettiği ödülü bir kenara koyun. Bakalım kim akıllı imiş.
158. Nasıl düşünmemiz gerektiğini öğretiyor Kur’an bize. Ey Allah’ı hayatına karıştırmak istemeyenler, ey Allah’ın olaylara müdahale ettiğini kabullenmek istemeyenler siz sonunda nereye varacaksınız. İhanet ettiğiniz Allah’ın huzurunda toplanmayacağınızı mı zannettiniz.
159. Udud savaşında yaşanan olaylar birer birer gözümüzün önüne getiriliyor. Uhud savaşını Uhudda yapmak Resulullahın değil, savaş konseyindeki gençlerin görüşüydü. Savaşı dışarda yapalım diyenler, savaş başlamadan geri döndüler. Yine okçularda Resulullahın koyduğu yerde durmamışlardı. Çok azı hariç Resulullahın emrini çiğnemişler yerlerini terk etmişlerdi. Bütün bu olumsuzluklara rağmen Resulullah onlara küçük bir sitem dahi etmedi…Bu her liderde olması gereken bir hoşgörü örneği. Onları affet ve Allah’ın affetmesi içinde dua et, yalvar…FİL EMR: tamamen toplumsal ve sosyal olaylar için kullanılan bir terimdir.
160. Bu ayetlerin kendisi müfessirdirler. Tefsire ihtiyaç duymazlar…Uhud savaşının altında yatan sebep belki de buydu. Sadece Allah’a güvenmemek. Başımızda peygamber bir komutan var. Komutanı peygamber olan bir ordu hiç yenilir mi? Sebepleri bırakıp, sorumluluğu peygambere yüklemek. Böyle çıkmaz bir mantık vardı kimilerinde. Önümüzdeki ayetler bu mantığı açıklayacaklar.
161. Bu ayetin Bedir savaşı ganimetlerinden Peygamber efendimizin bir parça kadife kumaş alması iftirasını anlatır tefsir alimlerimiz. Bu ayetler Uhud savaşını anlatmakta. Burada konu vahiy olsa gerek. Bazı inanmayan kimseler Kur’an’ı kendi yazıp bize okuyor iftirasına cevaptır bu ayet.
162. Bu çok büyük bir itham. Adeta kadife meselesi olmadığının tekidi yapılıyor.
163. 164. 165. Yukarıdaki ayetlerin hülasası adeta. Başımıza bu musibet nerden geldi? Diyorsunuz. Kendi yaptıklarınızdan. Biz Müslümanız ve başımızda peygamber var. Biz ne yaparsak yapalım galip geliriz mantığı sorumsuz bir mantık. 1. Başarıyı, sonucu kendi eyleminizin sorumluluğunun dışında değerlendiriyorsunuz. 2. Gayri ahlaki, gelecek sonucu sizin gayretinizden, sizin çabanızdan, sizin eylem ve hareketlerinizden bağımsız olduğunu düşünüyorsunuz. 3. Hiçbir gayret sergilemeden, haksız kazanç bekleyerek Allah’tan umuyorsunuz ama Allah’ın yasasına uymuyorsunuz. Nedir Allah’ın yasası; sebep-sonuç ilişkisi. Allah’ın koyduğu yasaya uymayacaksın, Allah’ın yardımını bekleyeceksin. Sonrada diyeceksin ki; bu nereden geldi başımıza.
166. yani başkasının koyduğu yasayla değil, Allah’ın koyduğu yasayla gerçekleşti. Niçin yaptı bunu derseniz; cevabını veriyor ayet: Müminleri belirlemesi için.
167. Müminleri ve ikiyüzlüleri belirlemek için. İnanmış gibi yapıp da inanmayanlar. Dıştan inanıp ta içten pazarlıklı olanlar. Ya da Ya Rabbi, zaferi verirsen senden yanayım, vermediysen karşı gelirim. Abdullah bin Ubey ve ona uyan münafıklar; niçin savaşa gelmediniz denildiğinde bu cevabı vermişlerdi. Biz savaş çıkacağını bilmiyorduk. Savaş olmayacak sandık…İman ile inkarı pozitif ve negatif kutuplar arasında bir çizgi düşünün. Amelleriniz sizi ya imana yaklaştıracak yahut inkara.
168. 169. Bu ayetlerin tefsire ihtiyacı yok. Bu ayetler gayba ilişkin birer tefsirdir zaten.
170. Havf; gelecekten duyulan kaygı. Hüzn; geçmişten duyulan üzüntü.
171. 172. Uhud savaşının ertesi günü Peygamberimiz 1500 kadar sahabeyle Hamra-ül esed’e kadar gittiler. Yaklaşık 8 mil kadar Medine’ye uzak burası.bu ayetten kasdedilen de bu. Savaştan yara aldıktan sonra yine Allah elçisinin çağrısına uydular.
173. Onların bu korkutma propogandasına karşı müminlerin cevabı bu oldu. “Allah bize yeter. O ne güzel vekildir.”
174. Allah ve resulünden ayrılmayanlar, Allah’ın rızası ile geri döndüler.
175. Şeytan kendi dostlarından korkmanızı telkin eder. Allah ise, sadece kendisinden korkmanızı telkin eder. Tercih sizin.
176. Bu ayette Resulullahın şahsında tüm İslam davetçilerine, İslam alimlerine, tüm İslami önderlere bir uyarı.
177. İman karşılığında küfrü satın almak. Bunu yapmanız için önce imanınızın olması gerekiyor. Ne korkunç bir alışveriş. Sonunda cennet verip, cehennem almaya benziyor.
178. Allah bizatihi hiç kimseyi saptırmaz. Ne yapar? Allah bırakır, terk eder. Allah terk ederse kişi zaten ayartıcı güdüleri ile baş başa kalır.
179. 180. Ne dünyada ne de öte dünyada Allah’ın kendilerine verdiği şeyden Allah’a karşı cimrilik yapanlar mutlaka zararlı çıkacaktır. Çünkü Allah’ın verdiğini vermek şükürdür. Ve şükredenin nimetini arttıracağı Allah’ın vaadidir. Vermemek ise Küfran-ı nimettir. Yani nankörlüktür. Nankörlere ne dünyada ücret vardır ne de öte dünyada ecir…Bu ayette insanın dünyevileşmesinin , insan üzerindeki ahlaki duruşu yok ettiği ima ediliyor. İnsanın aklından hiçbir zaman çıkarmaması gereken bir şey var; o da, var olduğu her bir şeyin kendi elinde emanet olduğu gerçeği…Bu ayetin ilk muhatabı ve Uhud yenilgisinin kahramanı olan sahabiler aslında; Uhud yenilgisini dünyaya olan aşırı rağbetleri yüzünden tatmışlardı.
181. Allah’ın çok gücüne giden bazı sözler vardır. Bunu Kur’an’ın üslubundan anlıyoruz. İşte onlardan bir tanesi de bu cümledir. Bu ayetin bize verdiği bir ders var. Ey Muhammed ümmeti, Yahudileşmeyin, dünvevileşmeyin. Mala olan tamahkarlığınız sizi kendinizden, dininizden geçirmesin…Bu sözlerini Peygamberleri haksız yere öldürmekle yan yana koyuyor.
182. 183. Musevilikte yanık kurban, kutsal ayinlerin temel unsurudur. Bu ayet Medine Yahudilerine hitap ediyor. Yahudiler Peygamberimizden bir kurban kesmesini ve bu kurbanı bir ateş sararsa kabul edilmiş olacak…Yahudileşmenin alametlerinden biri de budur. İşi yokuşa sürmek, bahanecilik.
184. Rabbimizin, Efendimizi tesellisi. Yani ilk defa senin başına gelmiyor bunlar. İlk defa sen taşlanmıyorsun. Büyük davaların büyük insanları; büyük sancılara, büyük acılara, büyük bedellere hazır olmalıdır demek istiyor ayet.
185. 186. Ölümü hatırlatan bir ayetin ardından mallar ve canlardan bahsediyor. SABIR; direniştir. Günaha direniştir. Ayartıcı öz benliğe karşı direniştir. İçgüdülere karşı direniştir. Şeytana ve şeytanlaşmış insanlara karşın direniştir. Zora, zorbalığa direniştir. Sabır; hakkı savunma uğrunda başınıza gelenlere, ödeyeceğiniz bedele direniştir.
187. Geçmişte kendilerine gelen vahyi kulak ardı edenlerin akıbetlerine bakarak, bizim de; bize emanet edilen vahye onlar gibi davranmamamız tembih ediliyor…Değersin bir menfaat karşılığında ilahi vahyi pazarladılar, sattılar. Gizlediklerinden kasıt 1. Hz. Peygamberin geleceğini biliyorlardı, birçok işaretler kendilerine verilmişti. 2. Ha. Musa’ya gelen vahiy. Onlar onu da gizlemişlerdi ve tahrif etmişlerdi.
188. Azabı hakkedecek kimler. 1. Kötülükleri ile kurnazlık adı altında öğünenler. İlahi vahyi gizliyorlar ve gizledikleri ile de övünüyorlar. 2. Yapmadıkları ile övülmekten hoşlanıyorlar.
189. 190. Her şey, ama her şey; zerreden kürreye, habbeden kubbeye, mikrodan makroya, atomdan galaksilere, evrene hatta evrenler çiftliğine, her bir şey Allah’ın okunmayı bekleyen bir ayetidir, bir belgesi bir mesajıdır.
191. ZİKİR: Bir anıştır, hatırlamadır. Unutulan bir şey hatırlanır. Aslında bu anlamda zikir; insanın öz varlığını hatırlamasıdır, öz benliğini hatırlamasıdır. Zikir, Adem olup sürgün olduğu cenneti hatırlamasıdır. Allah’ı kaygı etmek. Herkesin kaygısı farlı, derdi farklı iken, benim derdim, benim dermanım Allah’tır diyebilmektir zikrin amacı. Zikir; insanın kendisine ruh üfleyen Rabbini hatırlamasıdır…TEFEKKÜR: Komple bir düşünme olayıdır. Şu üç şeyin birleşiminden meydana gelir. 1. Tezekkür: zikir, sebepleri, ilkeyi ve ilki düşünmek, geçmişi ve maziyi düşünmek, nedeni düşünmek, neden sorusunu sormak. 2. Tedebbür: Bu ilkeyi, nedeni, geçmişi düşünerek, oradan elde ettiğiniz tecrübeyi geleceğe taşımak ve geleceği inşa etmek için birtakım hesaplar yapmaktır. Tedbir almakta buradan gelir. Teakkül: Tefekkür ve tedebbür, geçmişle geleceği birbirine bağlamaya Teakkul diyoruz…Göklere baktınız, yerlere baktınız, kendinize baktınız, etrafınıza baktınız. Bundan neyi anlamalıyız ve maksat nedir? Haddinizi bilmek, küçüklüğünüzü anlamak, ne kadar küçük olduğunuzu fark etmek. Çünkü Allah’ın ne kadar büyük olduğunu anladınız. Eşyaya karşı büyüklüğünüzü, Allah’a karşı küçüklüğünüzü anladınız. Haddimizi bildikten sonra, kendimizi bildikten sonra yapacağımız şey nedir? Dua. Şimdi bize Kur’an bunu bildiriyor.
192. 193. 194. Evet tefekkür eden, tezekkür eden, tedebbür eden, teakkul eden eşyanın hayatın varlığın neden ve niçinini soran, niçin varım diyen, varlığını merak eden, nerden geldim, görevim nedir diye soran en sonun da ilahi senaryodaki rolünü bulacaktır. İlahi senaryoda rolünü bulan insan haddini bilecektir. Haddini bilen insan, özgürlük ve güvenliğe kavuşacak, eşyaya ve kula kul olmayacaktır.
195. Bir garanti veriliyor. Allah’a yakışan bir garanti. Çaba gösteren, emek eden, emek harcayanın hiç kimsenin emeği boşa gitmeyecektir. Emeğin kudsiyeti vurgulanıyor…Muhacir: sadece bulunduğu beldeyi terk eden değil. Muhacir; nefsinin aldatıcı duygularından, şeytanın vesvesesinden, her türlü kötülükten, günahtan, isyandan, iyiliğe, güzelliğe, sevaba ve itaate hicret eden de manevi bir muhacirdir…Bu ayetin muhatabı; inancının bedelini ödemek yerine, sadece inandım deyip inancını ispat etmeyenler değildir. Ben bir Müslümanım demenin bir bedeli olmalı…Seveben Min İndellah: bunun anlamı şu. Cenneti vereceğim onlara, lakin sanmasınlar ki cennet işlediklerinin bedelidir. Rabbim niçin verecek cenneti, ödül olarak. Eğer kul, kul kadar yapmayı becerirse, Allah, Allah kadar vermeyi bilir.
196. 197. Aslolan dünyanın ve dünyalıkların hiç birisine el sürmemek değil, aslolan kalıcı zevk dururken, geçici zevkle tatmin olmamak. Eğer dünya ile tatmin oluyorsa, o küçük şeylere kanmış demektir.
198. 199. 200. Ey iman ettiğini iddia edenler, iddianızı ispat etmek istiyorsanız. İsbiru; zorluklara karşı direnin. Ve sabiru; direnişte bir birinizle dayanışma içerisinde olun. Sabredilecek ve direnilecek bir yerde sabredilecek bir elem, bir acı, hoşa gitmeyecek bir şey var demektir. Özellikle hakikat üzerinde ısrar edenler bedel öderler. Çünkü hakkı savunmanın bedeli vardır. Ve Rabitu: Ribat, nöbet yeri ya da nöbet tutmak. Elde ettiğiniz mevzileri kaybetmeyin. Allah için, şeytana ve onun dostlarına karşı elde ettiğiniz her bir hayati mevziyi savunun. Hayatı, ömrü bir nöbetçi gibi yaşayın. Çükü siz, kendi hayatınızın nöbetçisisiniz. Eğer siz uyursanız şehirle beraber sizde yanarsınız. Siz uyursanız en büyük düşmanınız şeytan uyumayacağını bilin. Birinci mevzu yüreğinizdir, onu savunun. İmanınızı çalmak isteyenlere karşı. İkinci mevzi evinizdir. Dar-ül İslamınız olan evinizi dışarıdan gelecek her türlü tehlikelere ve tehditlere karşı savunun. Evinizin terbiyesini Allah’tan alıp başkalarına vermek isteyenlere karşı en azından televizyona karşı savunun. Ve üçüncüsü dünyayı savunun. İnsanlığı savunun. İnsanlığın saadeti uğruna bedel ödemek gerekiyorsa, ödeyin ve gönüllü nöbetçi olun. İnsanlığın saadet nöbetçisi olun.

Osman Erdoğmuş
Kayıt Tarihi : 23.8.2017 00:21:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Osman Erdoğmuş