Ali İle Deli Veli
Çok fakir iki kardeş, anneleri ile köhne, samanlık gibi bir evde yaşıyorlardı. Ali bu duruma bir çare aramaya başladı. Ne yapsam ne etsem de, bu fakirlikten kurtulsam diye kara kara düşünüyordu. Sonunda çalışmak için kardeşi ile birlikte, başka bir köye gitmeye karar verdi. Uzun bir yolculuktan sonra uzak diyarlarda bir köye ulaştılar. Köyün ortasında ağanın konağı vardı. Kapısını çalıp ağa’nın huzuruna çıktılar.
Ali kısaca durumlarını bir bir anlattı.
- Ağam ben ne iş olursa yaparım.
Ağa da Ali’yi uzun uzun süzdükten sonra, sağına ve soluna dönerek kafasını salladı, duraksadı ve;
- Tamam oğlum sen benim davarlarımın çobanı ol.
Ali:
-Ağam deli kardeşimi de yanıma almam lazım.
Ağa biraz düşündükten sonra;
- Olmaz. Çünkü senin o deli kardeşin benim köyüme, hayvanlarıma zarar verir.
Ali:
- Yok ağam. Ondan ben mesulüm. Kardeşimi bırakacak başka yerim yerim yok. Onu mutlaka yanıma almam lazım.
Ağa bu söz üzerine ikisini de işe aldı. Fakat şart koştu. Şartı şuydu. Eğer koyunlarından birine zarar gelirse çobandan iki koyun alacaktı. Ali, ağanın şartını kabul etti ve deli kardeşini de yanına alarak ağanın koyunlarının olduğu köyün dışındaki ağıla gittiler. Ağılın olduğu yerde ağanın bağı, bahçesi, bostanları vardır. Ağa Ali’ye dönerek;
- Oğlum sakın ola hayvanlardan biri bostana girmesin. Girerse kötü olur.
Sakın ha! hayvanlara iyi bakın, yoksa gününüzü görürsünüz. Ali ile kardeşine gözdağı vermeyi unutmadı. Sizde bağa, bostana girmeyin diye tembihleyerek oradan ayrıldı.
Ali, Deli Veli’ye ağanın dediklerini iyice tekrar tekrar anlattı ve sordu:
Anladın mı?
Deli Veli;
- Anladım anladım. Çok iyi anladım dedi gülerek.
Ertesi gün ağa, ağıla geldi ve yeni çobanlarına;
- Artık ağılda kalacaksınız. Burada yiyip içeceksiniz. Azığınızı ben yollayacağım.
Ali, Deli Veli’ye;
- Bak kardeşim biz burada kalıp çok para kazanacağız. Köyümüze zengin olarak döneceğiz. Yeni bir ev yaptırıp yaşlı annemizle huzur içinde yaşayacağız. Çok zengin olacağız çok. Bunun gerçekleşmesi için ağanın şartlarına uymamız gerekiyor.
Bir gün, iki gün derken bir ay geçti. Deli Veli durumdan hiç memnun değildi. Çalışmaktan sıkılmıştı. Bir gün azıkları bitti ve Ali, Deli Veli’ye;
- Kardeşim yiyeceğimiz kalmadı. Ağa da yiyeceğimizi yollamadı. Karnımız çok aç. Ben köye gideyim ağadan yiyeceklerimizi alıp geleyim. Sen de ben gelene kadar hayvanları ağıldan dışarı çıkartma.
Deli Veli
- Tamam abi söz çıkartmam.
Kardeşinden söz alan Ali, yiyecekleri almak için yola çıktı. Ama yine de aklı kardeşinde ve hayvanlardaydı. Bir vasıta olmadığı için köye yürüyerek gidiyordu. Üç dört saat oldu. Ali ağanın evinden ağıla dönmeyince Deli Veli yalnız kaldığından çok sıkılmıştı ve ben sıkıldıysam bu hayvanlarda sıkılmıştır diye onları ağıldan dışarı çıkarıp;
- Hadi serbestsiniz. İstediğiniz gibi gezin dolaşın dedi ve hayvanları meyveliklere ve bostana saldı. Bir meşe ağacına da kendi çıkıp aşağıdaki teke’lerle konuşmaya başladı.
Onlara;
- Aşağıda yiyecek bulamadıysanız ben ağacı sallıyorum. Bu yere düşen palamutlar sizindir.
Deli Veli ikinci kez ağacı salladı.
- Bu da benim hakkım sakın yemeyin! Diyerek onlara bağırdı.
Düşen palamutları toplamak için aşağı indiğinde tekelerin kendisi için düşürdüğü palamutları da yediklerini görünce çok sinirlendi. Gözü dönmüşcesine elindeki bıçakla bütün hayvanları kesmeye başlardı. Son olarak bir teke kaldı.
Bir de ne görsün; tekenin boynuzlarının arasında bir kaç dal palamut vardı. Bunu gören Deli Veli sevindi ve tekeye;
- Seni kesmeyeceğim sen benim hakkım olan palamutları yememişsin bana bırakmışsın afferin sana.
Tekeyi okşayarak ona şarkılar söyledi. Diğer kestiği tekelerin boyunlarındaki çanları çıkarıp o tekenin boynuna takdı ve o tekenin boynuzları arasındaki palamutu yemeye başladı. Tam o arada Ali çıka geldi.
Ali;
- Sen ne yaptın, ne ettin.
Diyerek Deli Veli’ye bağırıyordu. Ali gördükleri karşısında adeta şok olmuştu. Ne yapacağını şaşırmıştı ve Deli Veli’yi bir güzel dövdü.
Ali;
- Hadi hemen buradan kaçalım, ağa bizi görürse öldürür. Hadi kardeşim uzaklara gidelim.
Kaçmaya hazırlanırken ağanın adamları orada bir olay olduğunu anladılar ve ağıla doğru yaklaştılar. Durumu görüp, ağaya bildirdiler. Duydukları karşısında çok sinirlenen ağa, adamlarından, iki kardeşinde kellesini getirmelerini istedi. İki kardeş tam ağıldan kaçmak üzereyken Deli Veli ağabeyinin getirdiği bohçadaki yiyecekleri ve hatta sürü köpeklerine getirdiği hamuru da aldı ve ikisi de; hızla yola düştüler. Dere tepe, gece gündüz yol alıyorlardı. Ağanın kendilerini öldürmesinden çok korkmuşlardı. Giderken uzakta bir köy gördüler. Köye yaklaşırken bir un değirmenine rastladılar
Ali;
- Kardeşim bu gece biz bu değirmende konaklayalım.
Geceyi orada geçirdiler. Sabah değirmenin sahibi geldi ve iki kardeşi orada görünce onları hırsız zannetti ve çok kızdı. İki kardeşe hakaretler savurdu. Ali ve Deli Veli çok huzursuz oldular.
Ali;
- Değirmenci amca biz hırsız değiliz. Uzak yerlerden geldik ve iş arıyoruz. Yatacak bir yerimiz olmadığı için burada kaldık.
Değirmenci bir hışımla;
- Hımm.. Demek iş arıyorsunuz öyle mi?
Ali;
- Evet amca biz ne iş olursa yaparız.
Değirmenci ikisini de süzdü.
- Burada çalışır mısınız? Değirmene gelen buğdayları öğütür müsünüz?
Ali:
- Yaparız elbette.
Ve değirmende çalışmaya başladılar. İki kardeş artık değirmende yatıp kalkmaktadırlar. Fakat ağanın kendilerini bulmasından ve yakalayıp öldürmesinden çok korkmaktadırlar. Bu durumdan deli Veli rahatsız olmuş canı çok sıkılmıştır. Bir gün Ali, Deli Veli’ye:
- Şu çuvaldaki arpa yem çekilecek, şu çuvaldaki buğdaylar da un çekilecek. Bunları sakın birbirine karıştırma.
Diye sıkı sıkı Deli Veli’yi tembihledi ve çekilmiş unları sahiplerine vermek üzere yola çıktı. Ali’nin değirmenden çıkmasıyla deli veli:
- Nasıl olsa hepsi de ögütülmeyecek mi?
Böyle düşünüp arpayı buğdaya, buğdayı arpaya katarak ögütmeye başladı. Ali değirmene geldiğin de bir de ne görsün ortalık birbirine karışmış, arpalar buğdayla birlikte öğütülmüştü. Bu kez daha çok sinirlenen Ali, Deli Veli’ye daha çok kızarak bağırdı:
- Senin yüzünden ne bir yerde çalışabildik ne de bir yerde barınabildik. Nedir senin elinden çektiğim...Hadi değirmenin sahibi gelmeden buradan uzaklaşalım. Kapıyı çek ve gel!
Ali hızlı bir şekilde oradan uzaklaşmaya başladı. Biraz ilerledikten sonra arkadan bir ses geldiğini fark etti. Arkasından dönüp baktığında deli Veli’linin sırtına kapıyı yüklenip geldiğini gördü.
Ali deli Veli’ye;
Sen ne yapıyorsun?
Deli Veli:
- Ağabey ağabey, sen bana kapıyı çekte gel demedin mi?
Ali:
- Ben çekte gel dedim.Sök de gel demedim.
- Neyse madem getirdin belki işimize yarar.
İkisi de çok yorulmuşlardı. Kan ter içindeydiler. Kapıyı taşıyan Deli Veli daha çok yorulmuştu. Dere kenarı ve söğüt ağaçlarının gölgesinde konaklamaya karar verdiler. Ali durumlarına çok üzülüyordu. Ne yapacağını şaşırmıştı. Aylarca köylerinden uzaktaydılar ve hasta annelerini yalnız bırakmışlardı. Annelerinin nasıl olduğunu kara kara düşünmeye başladılar. Ali sonunda Deli Veli ile hiç bir iş yapamayacağını anladı. Köylerine geri dönmeye kara verdi. Ama yolları çok uzaktı. Bu geceyi konakladıkları dere kenarındaki söğüt ağaçlarının altında geçirmeye karar verdiler. Akşam olmuştu. Gün batıyordu. İki kardeşte çok yorulmuş ve acıkmışlardı. Azıkları olmadığı için uyumaya karar verdiler.
Ali:
- Sabah ola hayır ola. Diye mırıldanıyordu.
Deredeki bataklıkla bulunan sivrisinekler onları uyutmamışlardı.
Ali, Deli Veli’ye:
- Getir şu taşıdığın kapıyı getir de söğüt ağacının tepesine kapıyı yerleştirip onun üstünde yatalım. Ağaç serin olur sinekler yanımıza gelemez.
Ali ve Deli Veli ağaca çıkarken ne olur ne olmaz diyerek yanlarına ceviz büyüklüğünde yirmi otuz tane taş aldılar.Kapıyı söğüt ağacının dalları arasına yerleştirerek kapının üzerine yattılar. Kısa bir süre sonra uyudular. Onlar derin uykudayken bulundukları ağacın altına bir yük kervanı geldi ve orada konakladılar. Bizim Deli Veli’nin çişi gelmişti. Öteye döndü, beriye döndü ve ağabeyini uyandırarak çişinin geldiğini söyledi.
Ali:
- Git kapının bir kenarından aşağı işeyiver dedi.
Deli Veli aşağıya çişini bıraktı. Aşağıda konaklayan kervan sahipleri bir anda irkilerek:
- Allah’ım kudretinden sual olunmaz ama bu yağmur nereden geliyor.
Şaşırdılar ve ellerini yüzlerine sürerek tekrar uyumaya devam ettiler. Bizim Deli Veli yattığı yerde sağa sola dönerken yanına aldığı taşlar aşağıya birer ikişer düştü ve aşağıda konaklayan kervan sahipleri:
- Allaaah.. Başımıza taş yağıyor herhalde.
Diye korktular. Kimi korkusundan bayıldı, kimi kaçtı, kiminin dili tutuldu. Bazısı da ölmüştü.
Sabah olduğunda iki kardeş uyandı ve ağaçtan indiklerinde bir de ne görsünler. Aşağıda sekiz on tane ceset ve kervandan kalan bir sürü hazine vardı. Kervan sahiplerinin bir kısmı ölüp bir kısmı da; dilleri tutulup kaçtıkları için bütün hazineler Ali ve Deli Veli’ye kalmıştı.
Bu duruma çok sevinen iki kardeş yükleri kervana yükleyerek köylerinin yolunu tuttular. Uzun süren yolculuktan sonra köylerine geldiklerin de; yaşlı anneleri iyice hasta olduğunu gördüler. Bakımsızlıktan kirlenmiş ve bir deri bir kemik kalmıştı. Ali bu duruma çok üzüldü. Hemen evdeki ocağa bir kazan su koydu ve Ali, Deli Veli’ye:
- Köyden bir kadın çağırayım da; annemizi yıkasın. Ben gelene kadar kazanın altını yak sönmesin.
Ali’nin köyden çağırmaya gittiği kadının az işi olduğu için biraz gecikmişlerdi. Deli Veli yine sabredemedi beklemeye tahammülü kalmamıştı.. Annesini kendi yıkamaya karar verdi.
Yaşlı annesini kucakladığı gibi kazanın içine oturttu. Bir deri bir kemik kalan annesinin su kaynadıkça dişleri sırtarıyordu. Deli Veli annesinin güldüğünü zannediyor ve mutlu oluyordu.
Ali annesini yıkamaya gelen kadınla birlikte evlerinin önündeki kazanın içinde annesini haşlanmış olarak görünce:
- Sen ne yaptın annemize! diyerek Deli Veli’ye bağırdı.
Deli Veli:
- Sen gittin gelmedin ben de annemi yıkayayım dedim. Hem ne kızıyorsun. Görmüyor musun annem keyfinden gülüyor, inanmazsan dişlerine bak!
Bu duruma çok sinirlenen Ali:
- Nasıl keyfinden gülüyor. Nedir senden bu çektiklerim.
O sinirle Deli Veli’yi bir güzel döver. Neye uğradığını şaşıran Deli Veli baygın bir şekilde yerde yatmaktadır. Olayı duyan köylüler, köyün imamı ve öğretmenide oraya geldiler. Ali’yi sakinleştirdikten sonra annelerini köyün mezarlığına defnettiler. Köyün imamı ve öğretmeni Ali’ye Deli Veli’nin tedavi olması gerektiğini ve onu hastahaneye götürmesinin iyi olacağını söyledi.Ali, Deli Veli’yi tedavi olacağı hastahaneye götürdü ve oraya bıraktı.
Hayatının muhasebesini yaparak annesinin mezara, kardeşinin tedavi amaçlı hastahaneye yattığını, kendi ömrünün zorluklar içerisinde geçtiğini, deliye emanetin nelere mal olduğunu sorgulayarak vicdan azabı çekti.Yaptığı hatalardan ders alan Ali hayatını düzene koymak için yeni bir iş aramaya başladı.Artık Ali için yeni bir hayatın başlangıcıydı.
Kayıt Tarihi : 29.1.2012 21:17:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Salih Kozan](https://www.antoloji.com/i/siir/2012/01/29/ali-ile-deli-veli.jpg)
TÜM YORUMLAR (26)