1/:
Dem demlendi, Dizildi katar…
Turnalar, turnalar… çırpının masivanın naif kuşları…
Onların uçuşları bir alaimi sema ya da kendi eksenlerinde tavaftır,
Her çırpınışları kati saf zeheb, sisler içinden doğan gün şavkı kadar,
Ve lahuti bir aftır ki mefkûre, bir gri sis olur,
Şaşkın aşıkların yürek düzüne yağar da yağar.
Ve ardından kaynar bir bulut, tez canlı ruh özlerinden,
Yaş yerine ışık ağar onların, Tebriz yeşili gözlerinden,
Ve bedenlerinden mukaddes devinimler…
2/:
Vakti devranında,
Sınırsız acılar eyyamında…
Şah dedemden duymuşluğu vardır babamın,
Babam da bana hikayet eylemiştir ki ol zemanında…
Yani dehrin en zalim, en kahhar, en cebbar,
Ve en çatık kaşlı bir anında,
Dediler ki; 'Aşkın incecik boynunu sıkan eller çarpıldı.'
Yasa durdu ve ışık ibrişimli bir aba büründü cümle kâinat,
Gölgede saklı gizli boy verdi bıyıkları henüz terli nazenin bir at,
Son kâmil dede, besmele çekti on iki elif miktarınca,
Eflatun cöngünü yazmaya durdu yaslı ve acılı kara kalem.
Fakat ona uymadı âlem…
3/:
Dem demlendi, Dizildi katar…
Turnalar, turnalar… çırpının masivanın naif kuşları…
Onların uçuşları bir alaimi sema ya da kendi eksenlerinde tavaftır,
Her çırpınışları kati saf zeheb, sisler içinden doğan gün şavkı kadar,
Ve lahuti bir aftır ki mefkûre, bir gri sis olur,
Şaşkın aşıkların yürek düzüne yağar da yağar.
Ve ardından kaynar bir bulut, tez canlı ruh özlerinden,
Yaş yerine ışık ağar onların, Tebriz yeşili gözlerinden,
Ve bedenlerinden mukaddes devinimler…
***
Bunu bilir, tüm çöllerin boynu eğik ağlamaklı can çiçekleri,
Ve bilirler ki dağ koyaklarına sığınmış kızıl börklü eski canlar,
Yorulmuşsa öksüz kuşlar, zoraki göç yakın sayılır güzün,
Dilemma bir avuntu gibi gelse de peyder pey ayiniceme öz hakikat,
Bir yaslı şiire yaslanır, bir öksüz tarihine siyerin o gizli hayat.
Amma canlar,
Her suçlu elin mutlak bir diyeti vardır ya da olmalı,
Sokulmalı tandır gözelerine suç ve kin,
Affın alazında yanmalı çember dışına düşmüş şaşkın başlar,
Savaşlar uzasa da, gövermeye durmalı ekin...
Heyhat ki, ocaklar kendilerini yakarlar önce,
Bu nedenle biz de, nihayetin bitişine düşeriz sayfalar arasında,
Her kuvvet önce kendinde dener acısını derler ya hani,
Yani bizim de nefsimizi yakacak bir ocak bulunmalı.
Gururunu yavanına katık eden canlar ey,
Gözelerinde mukaddes taçlı çiğdem açan yorgun kayalar,
Sorun kendinize. Neden sarı rengini seçer alaimisemanın?
Çünkü bizler koyduk, değirmende her dönen kayanın kutlu adını,
Ve her taşın altındaki bin yıllık hamaylıyı evladımıza miras...
Öyle ise durmak niye bu demde a canlar?
Hele deyin 'Hu! '
Haydi, ayrıntısız bir duaya duralım biz de dönerek.
Göyünerek yanalım yedi derya sathında,
Kapanalım kalbin eşiğinde secdelere, sevdalar höykürerek.
4/:
Dem demlendi, Dizildi katar…
Turnalar, turnalar… çırpının masivanın naif kuşları…
Onların uçuşları bir alaimi sema ya da kendi eksenlerinde tavaftır,
Her çırpınışları kati saf zeheb, sisler içinden doğan gün şavkı kadar,
Ve lahuti bir aftır ki mefkûre, bir gri sis olur,
Şaşkın aşıkların yürek düzüne yağar da yağar.
Ve ardından kaynar bir bulut, tez canlı ruh özlerinden,
Yaş yerine ışık ağar onların, Tebriz yeşili gözlerinden,
Ve bedenlerinden mukaddes devinimler…
***
Kayıt Tarihi : 13.12.2010 09:27:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!