İstekli mi geldim sanıyorsun
ben bu dünyaya,
bakıp da
bu kendimle barışık yaşantıma?
Terin tuzu karışırken
sevdalı bakışlarıma,
Göz göze geldiğimizde
Okuldan geliyordun
Elinde kitaplarınla
Utanmış gülüyordun
Mutluluklar bizimle
*
Rıhtıma yanaşan
gurbet vapurundan
inmek var şimdi...
Bir martı gibi süzülüp Yenikapı’dan,
Aksaray’da
kent geceyi soluyor
tüm yıldızlar soldu bir bir…
ben
bir
gül’ün peşindeyim nicedir.
ümidin tükenmeyen son nefesi
lal olmuş dilimin ucunda bir çığlık…
fener alayları çocukluğumun
ertelenmiş
mutluluk düşlerinden geçer..
siyah beyaz fotoğraflarda kalmış içten gülüşler.
beklemiyor değildim
göz ucuyla geldi sevi’nin müjdesi,
saklı sevdanın dayanılmaz hafifliğinde…
içimde,
hep eksik kalmış bir şeyleri tamam etme,
ve
ne varsa her şeyi paylaşma tutkusu
bir elmayı birlikte dişler gibi
ve eksildikçe çoğalmak sevginin
çağlayanlarında…
bahar-ı ömrümsün gül’üm,
-son-suz ve imkansız bir sevi’nin
sahrasında yaşadığım…
kanadı kırık bir ebabilin
yeniden uçmayı öğrendiği gibi
ben hep sana geldim gül’üm,
kırık-dökük ümitlerimle ve dünden kalan
korkularım
ayrılık saatlerinde
sensizliğin acısını taşıdım damarlarımda,
güneşi gören kardelenin boyun büküşü gibi…
ne denli uzun olsa da sensizlikler
ümidimi yitirmedim,
seni düşledim Gül’üm,
kozasını ören kelebeğin ölümü beklediği gibi…
çaresizlik
yangın alazlarında hüznü tanelerken
kendi küllerinden yaratır kendini aşk,
O
bir ’Anka’ dır ki yeryüzüyle başlar öyküsü
ve
gelir oturur yüreğimizin kuytusuna…
kuşatsa da dört bir yanımızı hasretler,
bize
umudu büyütmek düşer
saklımızda
sevgi tanımazlara inat...
düş umudun can suyudur tükenmez hiç,
göğüs kafesindeki ebabilin
sessiz çığlığıdır inat,
yol alır hep sevinçlere…
ertelenmiş ne varsa bugüne,
mutluluk adına yüreğimin
umuda çiçeklendiği
ve
hasretle büyüttüğü
ömrümün baharısın gül’üm
bahar-ı ömrümsün…
Ali Gençli / Söke
Sen, yaşamın acılarını sağaltırken
bedeninin yangın yerinde, ben
kavuşulmak istenen bir düştüm kirpiklerinin ucunda. Yangınlar içinde, seninle kendi alazlarımızla eriyip bir bütün olmayı arzularken ben, sen bin yıllık sırlarını taşıdığın yüreğinde, yakarışlarını duyardın da azad kuşlarının, bırakıvermezdin onları öylece özgürlüğün maviliğine... Ölüm kör bir kuştu, yağmur birikintilerinde dövüşürdü kendi izdüşümüyle.
Sevinç çığlıkları atan kimdi, yitip giden her aşkın ardından? Kimdi? Çığlıklar uzar giderdi sonsuza, biz kalırdık yine bir başımıza... Yaşardık. Yaşardık sözde. Acılarımız tam ortadan ikiye bölerdi yaşadığımız kent, yitikti seviler hep, kentin ayak uçlarında...
Görmezdik, gözlerimizin önünden telâşla gelip geçen insanları. Her biri, bir yöne taşırdı acılarını .Ne denli kaçsalar da peşi sıra gelirdi kaygıları, korkuları, yalnızlıkları.
Öncesi olmazdı hiç bırakıp gitmelerin, hasret hep göz kırpardı geçmişin siyah beyaz fotoğraflarında. Ne denli uğraşsak da sabırla, kendimizi öğrenemezdik bir türlü. Acılar b i l e s e y d i bilincimizi, yineleyebilir miydi örselemesini acımasızca zaman? Ya da biz atar mıydık kendimizi acının kucağına yeniden yeniden? Ele avuca sığmayan yürek atışlarımız nasıl dayanır terk edilmelere apansız? Nasıl?
Yıllar yıllar önceydi
İkimiz de mutluyduk
Eski bir şarkı şimdi
Bizden uzakta mutluluk
Biz bozduk o mutluluğu
Islık ıslık üstüne geldi.
/ Islık üst üste yıldıza erdi./
Bir ıslık, bir ıslık daha /
son ıslık karanlığı deldi. /
*
Griden kırmızıya / yolculuk bizimkisi
/Yüklenirdim/tüm kentin
suçlarını./Gece işlenmiş
tüm suçlar/benim olurdu./
/Ben yakardım tüm sokakları./
Ben olurdum/
tüm sokak çocukları./
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!