Adem var olmadan dünya su iken,
Cebraile rehber olmadı mı Ali?
Kedreti kandilde beşi bir iken,
Sen kimsin deyipde sormadı mı Ali?
Fark etmeyen gönül alır havayı,
Kün deyince var eyledi duâyı,
Kalplerinde aşk işaretiyle doğar kimileri... Yeryüzüne gönül indiremez onlar... Hayatı ve insanları anlarlar,hayata ve insanlara merhamet duyarlar,ama hayatın ve onun içindeki insanların yaşadıkları gibi yaşamazlar.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Devamını Oku
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Cebrail'ın Hocası
Birgün Server-i Enbiya mescidde oturmuş idi. Cebrail geldi. Sultan-ı Enbiya, Cebrail ile söyleşirdi. Eshâb-ı kiram mescide gelip, Seyyid-i kâinatı meşgul görüp, bildiler ki, Cebrail ile söyleşir. Sükût edip, oturdular. O sırada hazret-i Ali içeri girip, selâm verip, yerine oturdu. Hazret-i Osman gelip, selâm verip, yerine oturdu. Sonra Ebû Bekr gelip selâm verdikde, Cebrail ayak üzerine kalkdı. Sultan-ı Enbiya de ayak üzerine kalkdı. Eshâb-ı kiram, Server-i kâinatı ayak üzere kalkdığını görüp, hepsi ayağa kalkıp, hayret etdiler. Zira Fahr-i âlem, Eshâb-ı güzînden kimseye ayak üzerine kalkmamışdır. Sonra bu hususu, hazret-i Resul-i ekremden sordular.
Buyurdular ki:
— Ebû Bekr-i Sıddîk mescide girip, selâm verdiği zemân, Cebrail Ebû Bekr-i Sıddîka ta'zîm için ayak üzerine kalkdı. Ben de ayak üzerine kalkdım. Sonra, ya kardeşim Cebrail, Ebû Bekre ne için ta'zîm etdiniz, diye sordum.
Dedi ki:
— Yâ Resûlallah! Ebû Bekre ta'zîm bana vâcibdir. Zira Ebû Bekr benim hocamdır. Ben sordum,
— Neden dolayı hocandır.
Cebrail dedi ki:
— Yâ Muhammed! Hak teâlâ, Âdem aleyhisselâtü vesselâmı yaratdığı zaman, meleklere, hazret-i Âdeme secde ediniz, diye emr etdi. Benim hatırıma geldi ki, secde etmiyeyim. Ben ondan efdalim. Zira ki, o balçıkdan yaratılmışdır, dedim. Bunun üzerine olmağa niyyet eyledim. O zaman ki, Ebû Bekrin ruhu arş altında nurdan bir köşk içinde idi. Köşkün kapısı açıldı, Ebû Bekrin ruhu çıktı.
Bana dedi ki,
— Yâ Cebrâîl secde eyle. Sakın muhalefet etme. Bunu üç kerre tekrarladı. Arkama üç kerre eliyle vurdu. O sırada kalbimden kibr ve enâniyyet ve inâd gitti. Âdeme secde eyledim. Benden kibr ve enâniyyet, iblise intikal edip, Âdeme secde etmedi. Ebedî tard edilip, mel'ûn oldu ve ben de ebedî se'âdete kavuşdum. Ya Muhammed Ebû Bekr bu şeklde bana hoca olmuşdur, dedi.
Kaynak: Menakıb-i Çihar Yar-i Güzin
Şiir kendine has düşüncenin ürünü. Bağ çok güzel işlenmiş olmalı ki ortaya çok güzel bir ürün çıkmış.
Bağa, bağın sakinlerine ve şiirin şairine selam olsun.
Ancak;
'Adem var olmadan dünya su iken,
Cebraile rehber olmadı mı Ali?
Kedreti kandilde beşi bir iken,
Sen kimsin deyipde sormadı mı Ali?'
Bu dörtlükteki düşünceye katılmıyorum, haklı ve doğru bulmuyorum canlar.
Çekip zülfükarı vermezdi aman,
İnkarın kalbinden gitmedi güman,
Peygamber Mirac’a gittiği zaman,
Aslan olup yolda durmadı mı Ali?
Hz.nin Ali İslama hizmetleri saymakla biter mi?
Teşekkürler bu güzel şiir için
Bu şiir ile ilgili 3 tane yorum bulunmakta