Aklımı akıl ile izledim Şiiri - Mehmet Ç ...

Mehmet Çoban
1967

ŞİİR


13

TAKİPÇİ

Aklımı akıl ile izledim

Aklımı akla bindirdim
Aklın yolunda gezdirdim

Tarihte, felsefede, dinde
Törede, siyasette, bilimde

Bilgilerin nice nicesinde
Dolaştım bütün bilgilerde

Kâh güldüm akıllıca
Kâh düşündüm akıllıca

Selam verdim akıllılara
Selam verdim akılsızlara

Gördüm her akıl başka
Duydum her akıllı başka

Aklın yolu bir diyerek
Düşmüşler yola, yollara

Güya akıllıca düşünerek
Kıymışlar cana, canlara

Akıl ile akıl etmemişler
Akıl ile akılsızca diretmişler

Düşünmüşler güya akıllıca
Putlaştırmışlar aklı dogmaca

Akıl olmuş arzulara tanrı
Yaşamda sapkın kuralları

Sürekli eziyor, yok ediyor
İnsanı, insanlığı öldürüyor

Gördüm her zulmün altından
Sürekli süper akıllılar çıkıyor

Aklımı aklımdan indirdim
Kalbimle aklımı seyrettim

Hiç sevgi saygı kalmamış
Akıl çıkarlarını din yapmış

İnançsız aklın kendisi tanrı
Dünyaya düzen aklın kulları
Güçlüler almış aklı ellerine
Silah yapmış insanın tepesine

Üretiyor, vuruyor, öldürüyor
Ufka dair umutları söndürüyor

Gel ey insan dön kalbine
Aklını teslim et sevgiye

Akıl Allah’tan sana hediye
Tüm yaratılmışları sev diye

Bil ki, Aklın yolu bir değildir
Her akıl aklın yolunda eğrilir

İki akıl bir araya gelebilse
Bir deli çıkarırlar orta yere

Bir deli, bir taş atar kuyuya
Kimse çıkaramaz kalır yaya

13.10.2008 - İzmir

Mehmet Çoban
Kayıt Tarihi : 13.10.2008 00:48:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


AKLIMI AKIL İLE İZLEDİM Sözlükte Akıl (TDK) akıl -klı isim Arapça ¤a®l 1. Düşünme, anlama ve kavrama gücü, us. 2. Öğüt, salık verilen yol: 'Bu aklı size kim verdi.'-. 3. Düşünce, kanı: 'Şimdiki aklım olsaydı bu dükkânın yerine aç bir kahve! '- A. K. Tecer. 4. Ruh bilimi Bellek: 'Hâlâ aklımda o tufan yağmuru.'- C. S. Tarancı. Akılcılık (TDK) Akılcılık -ğı isim, felsefe 1. Akla dayanan, doğruluğun ölçütünü duyularda değil, düşünmede ve tümdengelimli çıkarmalarda bulan öğretilerin genel adı, usçuluk, akliye, rasyonalizm, deneycilik karşıtı. 2. Toplum bilimi Akla ve akıl yolu ile varılan yargıya inanma, akla aykırı veya akıl dışı hiçbir şeyi tanımama davranışı ve tutumu, akliye, rasyonalizm. 3. Toplum bilimi Bilginin evrensellik ve zorunluluğunun deneyden ve deneye dayanan genellemeden değil, yalnızca akıldan çıkartılabileceğini savunan öğreti, rasyonalizm. AKLIN YAPISI Aklın yapısını incelediğimizde, aklın bir biyolojik yapısının, bir de işlevsel yapısının olduğunu görürüz. a. Biyolojik akıl İnsanın doğasında var olan bedensel bir uzuvdur. Beyinde var olan düşünme, muhakeme, sonuçlandırma yetisini kazandıran organdır. Ancak aklın uzuvsal yapısının, beynin neresinde olduğu konusunda henüz netleşmiş bir bilgi yok gibidir. Gözün görme özelliklerini, kulağın duyma özelliklerini, tenin dokunma özelliklerini veren organsal yapı olduğu gibi. Bildiğiniz gibi organsal yapıdaki canlılık / hastalık / hatta ölülük tedavi edilebilir. Organsal yapı tedavi edilebilir. Geliştirebilir. Hastalıklara karşı korunabilir. Ancak organsal yapıda canlılık yerine ölülük varsa, o zaman ilk söylenen şey, “yapılacak herhangi bir şey yoktur” olur. Göze görme yetilerini, kulağa duyma yetilerini kazandıracak organlarının ölü olması neticesinde bugün tıp doktorlarının söyledikleri, “elimizden bir şey gelmezdir.” Ancak tıp ilerledikçe, ölü olan organların yerine, yapay organlar ekleyerek, canlılık kazandırma bilimsel gelişmeler içinde mevcuttur. Nitekim bundan yüz yıl önce görmeyen birine bir şey söyleyemeyen doktorlar, bugün ekledikleri yapay cihazlarla insanın görmesini sağlamaktadırlar. Aynı şekilde duyu organlarına ekledikleri cihazlarla duymasını sağlarlar. Bilimsel gelişmeler henüz aklın biyoloji organ yapısı üzerinde can alıcı gelişmelere sahip değildir. Bilim bu konuda diğer dallarda olduğu gibi araştırmalarını yapmakta, düne göre bugün bir hayli gelişim kazanmaktadır. b. İşlevsel akıl Organ yapısı açısından sağlam olan, herhangi bir sorunu olmayan aklın, düşünme, muhakeme kurma ve sonuca ulaşma işlevi vardır. İnsanın düşünebilme, muhakeme kurabilme, sonuca ulaşabilme yetilerini işlevsel akıl olarak ele alabiliriz. Bazen organsal bozukluktan veya değişik nedenlerle işlevsel akıl doğru çalışmadığı zaman, biyolojik müdahale yerine, araya psikologların girdiğini görüyoruz. Psikologlar insandaki işlevsel aklın düzgün çalışması için değişik metotlarla insanın işlevsel akılını kullanmasına yardım ederler. Aklını kullanmayı öğretmeye çalışırlar. Bu durumu şuna benzetebiliriz. Ağır kaza geçiren, bedeninin kemik ve sinir yapısında hayli arıza olan insanın tedavi sonucunda uygulanan fiziksel terapiler gibi, psikologlarda biyolojik aklın çalışmasını öğretmeye çalışırlar. Şunu unutmayalım ki, gerek biyolojik akıl, gerekse işlevsel akıl, her insanda farklı farklıdır. Tıpkı her insanın kulak, göz, bedensel özellik ve bedensel güç farkları olduğu gibi… YAŞAM SÜRECİNDE KIL Akıl biyolojik ve işlevsel yapısıyla tek başına bir iş görmez. Aklın iş görmesi için, mutlaka değerlendireceği şeyler olması gerekir. Zira akıl biyolojik ve işlevsel yapısıyla göz, kulak, dil gibi bir uzuvdur. Nasıl göz görülecek bir şey olduğu zaman görüyorsa… Dil konuşmak gerektiği anda, nefesi kullanarak ses çıkarıyorsa… Kulak duyulacak bir ses varsa, duyuyorsa… Aklında bir uzuv olarak çalışması için kendisine bilgi ulaşması gerekir. Akla bilgiler… Göz ile görerek… Kulak ile duyarak… Dil ile tadarak… Ten ile dokunarak… Muhakeme ile düşünerek His ile içsel duyarak Uykusunda rüya görerek… Altıncı his / telepatiyle Ve inananlar için vahiyle Gelir. Akla bilgilerin gelişi ve akıl sahibi insanın tavrına göre insanın, aklıyla geçirdiği süreci aşağıdaki özlerle ele alabiliriz. 1. Bireysel akıl Demiştik ki, her insanın biyolojik ve işlevsel aklı farklıdır. İnsanın yaşam sürecinde, aklının gelişimleri ve izlediği tutum farklılıklar ortaya koymaktadır. Bebeklikten itibaren öğrendiği bilgilerle kendini geliştiren insan, ulaştığı kimliğiyle, çizgisiyle, aklını nasıl kullandığını gösterir. İnsanlık tarihinin özünden, aklı üç açıdan değerlendirebilirim. Taklitçi (izleyici) akıl, Tahkikçi (irdeleyici) akıl, Önder / Özgür (kendini bulan) akıl. Her akıl tipi, yaşam sürecinde, öğrenir, gelişir, eleştirir, olgunlaşır, sistemleşir, üretir, yol gösterir. Yani biz basit bir sınıflama ile mesela taklitçi aklı, üretmeyen, olgunlaşmayan, sistemleşmeyen, yol göstermeyen olarak tarif edemeyiz. Şimdi sırasıyla akıl tiplerini ele alarak yaşam sürecindeki özlerini irdeleyelim. Taklitçi (izleyici) Akıl Taklit bir düşünceyi, bir şeyi, bir izi, bir lideri izlemek anlamındadır. Yani taklit eden kişi kendisi olma yerine, izlediği olmak durumunda kalır. Taklit her zaman olumsuz anlamda kullanılmaz. İyi / doğru / güzel şeylerin izlenmesi insanlık için her zaman önemlidir. Bu bağlamda bir insan ben taklitçi olmayacağım diye iyi / doğru / güzel şeylerden kendini ayırır ve tersini yaparsa, o zaman kötü / yanlış / çirkin şeyler yapmış olacaktır. Onun için, taklit / taklitçilik veya izlemek / izleyicilik her zaman olumsuz değerlendirilmemelidir. Taklitçi akıl süreç içinde, a. Öğrenir b. Gelişir c. Eleştirir d. Olgunlaşır e. Sistemleşir f. Üretir g. Yol gösterir Taklitçi akıl izleyeceklerini öğrenir. İzlediklerini geliştirir. İzlediği düşüncelerdeki çelişkileri / yanlışları eleştirir. Kendini taklit sürecinde geliştirdikçe olgunlaşır Olgunlaştıkça izlediği düşüncede kendini bulur. Kendini bulunca sistemleşir. İzlediği düşüncenin geleceğine yönelik sorunlara çözüm olarak üretimlerde bulunur. Aynı düşüncedeki izleyenlere düşünce içinde yol gösterir. Günümüzdeki ideolojileri izleyenler. Ülkemizde Atatürkçü olanlar. Irkçı olanlar. Bir dine tabi olarak din ilkelerini izleyenler. Etnik ve mezhebi kökenlerinin etkilerinden kurtulamayanlar. Töre ve aşiret anlayışlarının sınırlarında kalanlar. Düşünce, felsefe ekollerine tabi olarak yaşamlarını sürdürenler taklitçi akıl sahipleri olarak karşımıza çıkar. Benzeri şeyler her ülke için geçerlidir. Her ülkede, toplumda taklitçi akıl sahiplerinin izledikleri vardır. Taklitçi aklın en temel motifi, izlediği düşünce, yol, iz, kişileri tartışılmaz kılmasıdır. Onun için, düşünceler üzerine konuşurken, insanların kabul ettiklerini tartışılmaz kıldığını gördüğümüzde bilmeliyiz ki, böyle bir akıl taklitçi akıldır. Bu nedenle rahatça söyleyebilir ki, taklitçi akıl kendi önüne kendiliğinden tartışılmazlar koyarak duvar örmektedir. Böylece taklitçi akıl, izlediği düşünce, iz, yol, kişi ile kendini sınırlandırmış olur. Onları bir türlü aşamaz. Taklitçi aklın, kendini sınırlayıp, başkalarını özgür bırakarak hayat sürdürmesi insanlara zarar vermez. Böyle bir durum insanın kendini ilgilendirir. Dolayısıyla insan kendisi için kendini sınırlıyorsa, kendini kalıplar içine sokuyorsa, bu onun özgürlüğünden ibarettir. Ancak konunun olumsuz yanı, taklitçi aklın izlediklerini başkalarına dayatmasıdır. Taklitçi akıl sahipleri ellerinde güç bulundurduğunda zorla, izlediklerini diğer insanların izlemeleri yönünde baskı yaparsa. Diğer insanların özgürlüğüne müdahale ederse… Durum içinden çıkılmaz hale gelir. Zira böyle bir durumda insanın kişilik haklarına, aklına, özgürlüğüne saldırı vardır. Bu durum ülkemizde ve dünyada ne yazık ki uygulanarak insanlığın sorunu olarak karşımıza çıkar. Taklitçi aklın, İzlediği yolları baskıyla başkalarını izlemesini sağlaması… İzlediği kişileri baskıyla başkalarının da izlemesini istemesi ve dayatması… Geçmişin ve günün tabiriyle, izlenen yolları dogmalaştırması, izlenen kişileri de putlaştırması olarak değerlendirilebilir. Günümüzde hemen herkesin kullandığı “kullara kulluk etmemek” anlayışını, taklitçi akıl, baskıcı tutuma ulaştığında kabul etmemiş olur. Taklitçi akıl baskıcı tutuma ulaştığında, diğer insanları “kula kulluk etmeye” zorlar. Günümüzde taklitçi akıldan yana olan, İdeolojilere ve liderlerine inananlar Dinlere ve dinin ilahına (tanrısına) peygamberine inananlar Mezheplere mezhep imamlarına inananlar Tarikat / cemaat, şeyhlerine / liderlerine inananlar Irklara / ırkların üstünlüğüne inananlar Düşüncelere ve liderlerine inananlar Devrimlere ve devrim liderlerine inananlar Bütün bunlara kendileri inanır başkalarını inanmaya zorlamazlarsa hiçbir şey olmaz. Ancak kendilerini inançlarıyla sınırlarlarken, başkalarının da aynı şeylere inanmalarını zorlarlarsa, inançlarını dogmalaştırmış, izlediklerini putlaştırmış olurlar. İşte bu durum insan doğasına, insan özgürlüğüne aykırı temel bir tutumdur. İşin gerçeğinde, taklitçilerin izledikleri hiçbir zaman baskıcı olma yanlısı olmamışlardır. Fakat izleyenler, “kraldan fazla kralcı” kralcı olarak, onların arkasına gizlenerek baskı yapmayı kendi acizliğinin bir parçası olarak hayatına yansıtır. Aslında, bu tür davranış sergileyenlere, bir başkası aynı şekilde yöneldiğinde, özgürlüğü için feryadı figanı basar. Yani taklitçi olanlar, kendilerine başkaları tarafından başka türlü düşünmeye, inanmaya zorlandığında, taklitçi baskılarını unutarak, onları baskı yapmakla, insanları “kullara kulluk yapmakla” suçlarlar. Hâlbuki kendileri de aynı tutum içindedir. Onun için taklit anlayışı bir insan için kendini bağlayan, kendi özgürlüğünü kısıtlayan olarak kaldıkça, insanlığa bir zararı dokunmaz. Böyle bir tutum insanın kendi tercihidir. Onun özgürlüğünün bir parçasıdır. Ona belki de, başka akıl tiplerini öğretmek, daha iyi insan olması için önerilerde bulunmak her zaman için iyidir. Fakat görünen odur ki, taklitçi aklın en hoşlanmadığı şey, kendisine bir şeylerin öğretilme istediğidir. Onlar böyle bir durumda çok katı bir tutum içine girerler. Bütün kapıları kapatırlar. Zira onların tartışılmazları vardır. Kendilerine öğretilecek her şey, tartışılmazlarıyla karşı karşıya gelebilir. Tahkikçi (İrdeleyici) akıl Tahkikçi yani irdeleyici akılda süreç içinde; a. Öğrenir b. Gelişir c. Eleştirir d. Olgunlaşır e. Sistemleşir f. Üretir g. Yol gösterir Tahkikçi yani irdeleyici aklın taklitçi akıldan farkı, tartışılmazlarının alanını daraltmasıdır. Tahkikçi akıl, tartışılmazlarının alanını daraltarak, kendine daha geniş tartışma alanı yaratır. Düşünce yapısının bilgilerini temellendirmek, kaynaklandırmak, sorgulamak tahkikçi aklın gelişim sürecindendir. Öğreniminde bilgiye ulaşma, bilgiyi sorgulama, Gelişirken açılımlı olma, Eleştirilerinde açık ve seçik olma Olgunlaşırken, kendine özgüvenini yakalama, inandıklarında dengeli olmaya çalışma öne çıkar… Böylece öğrenim, gelişim, eleştiri, olgunlaşma sürecinde, inancıyla, inandıklarıyla bütünleşmeye başlar. İşte bu aşamada inancıyla, inandıklarıyla ilgili kendini kendine özgü sistemleştirir. Üretkenleşir. Ürettikleriyle insanlara yol belirler. Tahkikçi aklında tartışılmazları vardır. Taklitçi akıldan farklı olarak tartışılmazlarını azaltmış, alanını daraltmıştır. Üstelik taklitçi akıldan farklı olarak, kendisinin tartışılmaz olarak kabul ettiklerini başkalarının tartışmasına izin verir. Kendi inançlarını / tartışılmazlarını diğer insanlar üzerine dayatmaz. Dayatmacılığı asla kabul etmez. Kendi özgürlüğüne önem verdiği kadar, başkalarının özgürlüğüne de önem verir. Adeta şunu söylemek ister. Ben izlediğim yolda, düşündüğüm, inandığım konularda kendimi tatmin etmiş, kendimi bulmuşumdur. Beni şu ana kadar bu durumdan değiştirecek herhangi bir şey olmamıştır. Ancak ben kendime böyle bir şansı verirken, başkalarının da aynı şekilde şansı olacağına inanıyorum. Her insan kendi içinde kendini bularak kendisi olmalıdır. Taklitçi aklın farkı olarak “kula kulluğu ret eder”. Düşündüklerini, izlediklerini, izlediği kişileri, irdeleyerek, inceleyerek kabul etmiştir. Yani onları körü körüne taklit etmemiş. İnceleyerek, irdeleyerek kabul etmiştir. Dolayısıyla düşündükleri başkalarının düşüncesi olsa da, artık kendi düşüncesi haline gelmiştir. İzlediği kişiler, körü körüne izlediği, tartışılmaz kıldığı, putlaştırdığı kişiler değil, sevdiği, saydığı, bilgisine güvendiği kişilerdir. Onlara duyduğu, sevgi, saygı ile onları tartışmaz. Ancak başkalarının tartışmasına da karışmaz. Eline güç geçirince, sevdiklerini başkalarının sevmelerini, saydıklarını başkalarının saymalarını dayatmaz. Düşüncelerini geliştirirken, olgunlaştırırken kendi içinde kendine yeni sistemler oluşturur. İzlediği düşünce / inanç biçimlerini daha iyiye götürmek için, yeni sistemler üretir. İnsanlara bu konuda önderlik yapar. Açılım kazandırır. Başkalarının da düşüncelerine, sistemine katkılarda bulunmasına izin verir. “Başka akıllardan akıl almak akıllılıktır” ilkesini hayatında uygulamaya çalışır. Önder / Özgür (Kendini bulan) akıl Önder / özgür (kendini bulan) akılda gelişim sürecinde, a. Öğrenir b. Gelişir c. Eleştirir d. Olgunlaşır e. Sistemleşir f. Üretir g. Yol gösterir Önder / özgür akıl bütün bu süreçlerde üzerinde bulunduğu sonuçları kesin olarak kabul etmez. İnsanlığın gelişim sürecinde elde ettiği tüm bilgilerin, düşüncelerin, inançların son durak olduğunu özde kabul etmez. Zira bilir ki, bilgiye, olaylara, düşüncelere, inançlara, kendi sınırlı aklıyla yaklaşır. Duydukları, gördükleri, dokundukları sınırlıdır. Duyması, görmesi, dokunma duyusu sınırlıdır. Bütün bu sınırlılıklar içinde, bulduğu, ulaştığı sonuçların geçici olduğuna inanır. Hiçbir sonucu tam kesin olarak kabul etmez. Elbette kabul ettiği bilgiler, düşünceler, inançlar vardır. Ancak bunlara şu anki imkânlarım doğrultusunda ulaştığım sonuçlardır der. Böyle bir olguyla, bilgiye, düşünceye, kültürlere, inançlara baktığında, artık ulaştığı sonuçlar onun için hiçbir zaman tartışılmaz olmaz. Önder / Özgür aklın hiçbir konuda tartışılmazı yoktur. Tanrıya / Allah’a inansa bile, O’na olan bilgisinin, inancının eksik olduğuna inanarak, sürekli bilgilerini geliştirmek, anlayışını olgunlaştırmak konusunda açılımlıdır. Bir dine inansa da, din inancına ait bilgilerinin eksik, yanlış olabileceğini kabul ederek, sürekli bir öğrenim gayreti içindedir. Zira bilir ki, bütün bu temel konulardaki bilgiler kendisine sözel / yazılı olarak ulaşmıştır. Ulaşan bilgileri kendi sınırlı aklıyla muhakeme etmiştir. Zira bilir ki, dünyaya, bilgiye dair öğrendikleri geliştikçe, bilgisinin sınırları, aklının sınırları genişleyecektir. O nedenle bilir ki, bilgileri geliştikçe, önceki kabullerini daha doğrulara götürecektir. İşte bu olgularla hayata bakan Önder / özür aklın hiçbir zaman dogmaları, tartışılmazları olmaz. Hem kendisi, kendi kabullerini sürekli sorgular / tartışır... Hem de başkalarının sorgulamasına / tartışmasına izin verir… Bu konuda büyük bir özgüvene sahiptir. Bilir ki, hem kendisinin hem de başkalarının, bilgilerini, düşüncelerini, inançlarını tartışması / sorgulaması daha doğrulara ulaştıracaktır. Başkalarının tartışmasına / sorgulamasına izin vermesindeki amaç, kendisinin görmediği, bulamadığı gerçekleri onların bulabileceğine, görebileceğine inanmasıdır. Böylece; “bildiklerinin üstünde bilgilerin” “kendinden daha fazla bilenlerin” “aklından ziyade akıllıların” “zekâsından daha zekilerin” “imkânlarından daha çok imkânı olanların” Olacağını hissetmiş, kavramış, bilmiş olarak dünyaya bakar. Kendini, bilgilerini, düşüncelerini, inançlarını hiçbir şeyle sınırlandırmaz. Önder / özgür, kendini arayan / bulma yolunda ilerleyen, ulaştığında / ulaştıklarında, durmayan olarak karşımıza çıkar. İdeolojilere inanıyorsa, aynı mantıkla bakar. İdeolojilerinin ilkelerinden daha iyi ilkeler, kurallarından daha iyi kurallar olabileceğine inanır. Ancak henüz o daha iyi bilgilere ulaşamadığından mevcut bilgileriyle yetinmiştir. Onun için öncelikle bu konularda kendine açılım getirir. Kendini geliştirmeyi amaçlar. Yetmediğinde eklemeler / çıkarmalar yapar. İdeolojisini ne kendisine, ne de başkalarına dayatır. Felsefi düşüncelere inanıyorsa aynı tavrı alır. Zira sonuçtaki amacında insanın yaratılıştan gelen özgürlük kavramında, özgür, eşit olduğu bilinci ve bilgisinde kendini olgunlaştırır. Aynı mantıkla insana, insanlığa yaklaşır. Zira bilir ki, insanın dünya yaşamındaki sürecinde, hiçbir şey doğuştan verilmez. Ne bilgi, ne düşünce, ne inanç... Bütün bunlar sonradan elde edilir. Emekle, gayretle, samimiyetle elde edilir. Öyleyse kendisi için bu emeği, gayreti, samimiyeti ön koşul olarak getirirken, diğer insanlara da bu yönde önder olur. İlkesi, bilgiyi, düşüncelerini, inançlarını, sevgiyle, fedakârlıkla paylaşmaktır. Hiçbir konuda, hiçbir şeyde dayatma yapmaz. İşe bu bilinç, bu kimlik, Allah’ın kur’anda Müslüman’dan istediğidir. Allah kur’anda akıl etmeyi öne çıkarır. Akıl etmek. Aklın bulduklarında, ulaştıklarında kendini yeterli görmemesidir. Onun için Allah kur’anda “Ey insan sen şu şöyledir bu böyledir diye kabul ediyor ve inanıyorsun. Ya bildiklerin, inandıkların yanlışsa... Niçin akıl etmiyorsun? ” özündeki ifadelerle insana / insanlara yaklaşır. İşte bu bilgi, bilinç, insanın yaratılışında var olan eşitlik ilkesinin uzantısıdır. 2. Aile aklı Ailede anne, aklın faaliyet göstereceği bilgileri vermede öncelik kazanır. Ailelerin, bilgileri, kültürleri, düşünceleri, inançları, insanın yetişmesinde en büyük etkenlerdir. Aynı toplumda, ülkede, şehirde, kasabada, köyde yaşasalar bile, ailelerin bilgi, kültür, düşünce, inanç farkları olabileceği her zaman mümkündür. Alilerin yakın temasları, komşuluk, akrabalık bağları bile çoğu zaman bu farkları ortadan kaldıramaz. İnsan bebeklikten itibaren alacağı bilgi, kültür, düşünce, inanç biçiminin sınırlarında büyümeye başlar. Ailelerin bilgileri, kültürleri, düşünceleri, inançları, onların yaşamlarına yansır. Aile içinde insan, çocukluktan itibaren her şeyi görsel olarak öğrenmeye başlar. Gördüklerini sorarak / sorgulayarak öğrenir. Ancak bu sorma / sorgulama bilginin, kültürün, düşüncenin, inancın doğrularını / yanlışlarından ayırmak için değildir. Veya başka bilgi, kültür, düşünce ve inançlarla karşılaştırma değildir. Daha çok edinme olgusunun doğal sonucuyla sorar / sorgular. İnsanlar daha sonradan, aileden edindikleri bilgilerin üstüne, ne kadar çok bilgi, kültür edinirse edinsin, çoğunluk ailede elde ettiklerinin etkisinde kalır. Akıl biyolojik yapısından öte, işlevsel bir yapıya sahiptir dedik. Aklın işlevsel yapısı insanın etkisi altında kaldığı bilgi, kültür, düşünce ve inancın yapısından ibarettir. Dolayısıyla akıllılık eğer, aklı kullanmaktan ibaretse ki, anlatımların özü budur. O zaman insanlar etkisinde kaldıkları bilgilerin, kültürlerin, düşüncelerin, inançların etkileri doğrultusunda akıllıdırlar. İşte bu nokta da, her ailenin, diğer aileden farklı aklı ortaya çıkacaktır. Eğer aile içinde yetişen çocuk, anne, babanın, bilgisiyle, kültürüyle, düşünceleriyle, inançlarıyla oluşturduğu aklın dışına çıkamıyorsa, ailesinin akıl sınırlarında akıllı olacaktır. Analizler göstermektedir ki, insanın akıllılığı, kabullendiği bilgiler, düşünceler, kültürler ve inançların ortaya koyduğu mantıktır. O zaman şöyle demek mümkündür. Dünyada ne kadar aile varsa, her ailenin aklı, aklın işlevsel yapısı farklıdır. Bugün içinde yaşadığımız ülkede, Müslüman ailede yetişen Müslüman Hıristiyan ailede yetişen Hıristiyan Musevi ailede yetişen Musevi Sol düşünceye sahip ailede yetişen solcu Kapitalist düşünceye sahip ailede yetişen kapitalist Atatürkçü düşünceye sahip ailede yetişen Atatürkçü Olmaktadır. Genelde böyledir. Belki çocuklar aileden kopup üniversite hayatına girdiğinde, başka bilgilere, kültürlere, düşüncelere, inançlara sahip olmaktadırlar. Ancak bu gelişim çok fazla olmamaktadır. Genellik aile aklının uzantısında / paralelinde akıl edinir. Özetle aklın işlevsel yapısı, bilgi düzeyi, kültür düzeyi, düşünce biçimi, inançlardır. Akıllılığın bu şekilde oluşması, akıllık kavramını teklikten uzaklaştırır. Ailelerinin akıllarında yetişen insanlar, kendi bilgilerini, kültürlerini, düşüncelerini, inançlarını geliştirdikçe işlevsel akılları da değişir. Dünyada ne kadar aile, insan varsa, aklın işlevsel yapısı farklı olacaktır. Benim aklım başkalarının akıllarından işlevsel olarak farklıdır. Dolayısıyla bana akli gelen, akıllıca olan şeyler, başkalarına göre akılsız gelebilir. Bu durum herkes için böyledir. Hayata aynı şekilde bakan aileler, insanlar kendilerini aynı akıllılıkta bulabilirler. Ancak onlar gibi hayatı algılamayan, bilgileri, kültürleri, düşünceleri, inançları farklı olanların aklı, başka şekilde çalışacaktır. Mantık, aklın kurduğu bir kurgudur. Onun için mantıklı ve mantıksız olmak görece / izafi / özele ait bir olgudur. Dolayısıyla mantıklı olmak veya olmamakla suçlamak / suçlanmak insan özgürlüğüne müdahaleden ibarettir. Ben Müslüman olarak, Müslüman’ca kurduğum mantıkla dışımdakileri mantıksız görebilir. Dışımdakilerde beni mantıksız bulabilirim. Böyle yaparsam insanların özgürlüğüne, aklına müdahale etmiş olurum. Hâlbuki Allah “dinde zorlama yoktur” ifadesi ile bunu yasaklamıştır. Allah inanma / inanmama konusunda insanları özgür bırakmış, Müslüman’a zorlamayı yasaklamıştır. Mantığı bilimselleştirmek, belki de akılcılığa, akla vurulan en büyük darbelerden biridir. Zira böyle bir durum, mantığı, bilimi, bilimselliği, aklı ortadan kaldırır. Akıl kurduğu kurgusuyla mantık üretir. Bilim üretir. Bilimsellik üretir. Felsefe üretir. Düşünce üretir. Böyle bir durumda aklı kalıplara sokmak, taklitçi anlayışa ulaşmaktır. Bilim, kültür, düşünce, felsefe tarihin içinden gelişerek gelmektedir. Onun için hiçbir şekilde aklı, aklın işlevsel yapısını kalıplara sokmamak gerekir. Aklın işlevsel yapısı kalıplara sokulursa, aklın üretimleri durur. Bilgi, bilim gelişmez. 3. Toplumsal akıl Toplumlarda kendi bilgilerini, kültürlerini, düşüncelerini, inançlarını oluştururlar. Dolayısıyla her toplumun kendine göre aklı, aklın işlevsel yapısı vardır. Günümüze iyi bakınız. Çin toplumunun, Japon toplumunun, Amerikan toplumunun, Arap toplumlarının, Hint toplumlarının, Rus toplumunun, Avrupa toplumlarının ve ülkemizin, bilgileri, kültürleri, düşünceleri, inançları aynı değildir. Her toplumun kendine göre akıl ediş biçimi vardır. Her toplum kendini oluşturan dinamikleriyle, farklı düşünceleriyle, birbirine özdeş düşünceleriyle birleşik / ayrışık / anlaşık / kavgalı şekilde yaşamaktadır. Toplumların durumuna göre akılları şekil bulmaktadır. Hiç birimiz, bizim toplumumuzun aklıyla, mantığıyla, Amerikan toplumunu, Rus toplumunu, Çin toplumunu kıyaslayarak aynıdır diyemez. Herkes bilir ki, toplumlardaki akıllılık / akılsızlık kavramları farklıdır. Toplumların dinleri, dilleri, örfleri, adetleri, ideolojik sistemleri onların akıl ediş, mantık kuruş biçimlerini genelde doğururken, kendi içlerinde özellerinde ayrı akıl ediş, mantık kuruşlarını çoğaltıyorlar. Bu gerçek, toplumlar için akıllık / akılsızlık, akıl ve akıllılık kavramlarındaki değişkenlikleri öne çıkarır. 4. Cemaat / Tarikat / Mezhep aklı Gerek din, gerekse ülke toplumları içinde var olan çeşitli büyük / küçük çaplı insan birliktelikleri vardır. Sivil toplum kuruluşları, siyasi partiler, odalar, dernekler, tarikatlar, cemaatler, mezhepler, genel topluluklar içinde özel topluluklar olarak karşımıza çıkar. Genel toplumlar içinde özel topluluklar, genel akıl ediş mantığı içinde kendi mantıklarını oluştururlar. Devletlerin yasalarına göre kurulan kuruluşlar elbette akıl edişte genelden çok fazla kopamazlar. Ancak cemaatler, tarikatlar işin içine girince, onların akıl edişleri, mantıkları genelden çok fazla ayrılır. Diğer taraftan cemaat / tarikat anlayışları, kendilerini dışarıya karşı kapatan unsurlara sahiptirler. Kurallarında tartışılmazlar üretirler. Cemaat / tarikat liderlerine tartışılmazlık payesi verirler. Önce ifade ettiğim gibi her tartışılmaz, tartışılamayan konuları dogmalaştırır. Cemaat / tarikat liderlerini de tartışılmaz noktasına getirerek putlaştırır. Hâlbuki her insanın, eksiği / gediği, yanlışı / doğrusu vardır. Tartışılmazlık ise, eksik bulunmadığını, yanlışı olmadığını, tamamen doğrulardan oluştuğunu ifade etmektir. İşte bu noktada hemen her toplumda, dinde oluşan bu tür cemaatler / tarikatlar oluşturdukları mantık yapısında akılcı olurlar. Bu akılcılık, cemaat imamını tartışmamayı, tarikat şeyhini günahsız görmeyi kabul eder. Oluşan mezheplerde cemaat kavramında değerlendirilir. Bir önder / düşünce / sistem çerçevesinde din içinde özelleşmek demektir. Mezhebe bağlı olan, mezhep önderini / düşüncesini / sistemini tartışılmaz hale getirdi ise, artık aklı / mantık yapısı diğerlerinden farklılaşmış. Genel anlayıştan uzaklaşmıştır. Üstelik tartışılmazlık kavramıyla mezhebinin düşüncesini / sistemini dogmalaştırmış. Önderini de putlaştırmıştır. Zira gerek dogma, gerekse put kavramının temelinde, tartışılmazlık yatmaktadır. Onun için cemaat / tarikat / mezhep aklı, aklının ürettiği mantık, kendine göre aklilik üretirken, başkalarını akılsız görebilir. 5. Tarihsel akıl Tarih kendine göre bilgi, kültür, düşünce ve inanç oluşturur. Savaş, barış, fetih, ülke, vatan, toplum, devlet kavramları tarihin ürettiği yaşam sembollerinden ibarettir. Tarihin ürettiği her yaşam sembolünün kendi aklı / mantığı vardır. Tarihin aklına / mantığına göre oluşan akıl / mantık, ülkelerin büyümesinde fetihleri ön koşul görür. Hâlbuki ülkelerin büyümesi, devletlerin güçlenmesi, imparatorluklar haline gelmesi demek, başka ülkelerin / devletlerin yok edilmesi, toplumların asimilasyona uğratılması demektir. Bir taraftan bir ülke, gelişme, büyüme adı altında dünyada ülkelerini / devletlerini yutarken, tarih onu başarılı yönetimlere sahip olmakla övecektir. Diğer taraftan yok edilen, yok olan ülkelerin / devletlerin yönetimleri ise başarısız olarak görülecektir. “Tarihi galipler yazar” esprisiyle başaranlar kahraman, yok olanlar, ya hain / ya da adı sanı duyulmayan olacaklardır. Tarihteki “kahramanlık” olgusu, insan öldürmenin uzantısıdır. “İnsan hayatının kutsallığına” inanan akıl, tarih olgusunda mantığına yenilerek / mantıksızlaşır ve insan öldürmeye doğru yönelir. İşte; iki kutsal arasında, yani insan hayatının kutsallığı ve insan öldürerek kahraman olma kutsallığı arasındaki fark, akıl düzeyinde yeni bir yol bularak akıl / akıllılık üretir. Mesela Osmanlı tarihinde bazı padişahların ilime, müziğe, edebiyata önem vermişlerdir. Bu nedenle fetihler yaparak ülkelerini büyütmemişlerdir. Tarih onların bu tutumlarına karşılık onları, pısırık veya cengâver (savaşkan) olmamakla suçlamışlardır. Bu mantığın altında ne yatmaktadır? Mesela şehitlik kavramı tarihin mantığında kendine farklı bir tanım bulmuştur. Tarih şehitliğe yeni bir akıl / mantık üretmiştir. Şehitliği Allah kendi yolunda mücadele ederken ölenlere verip onları cennetle müjdelerken, bugüne bakınız. Allah’a inanmayanlarda kendi davalarında ölünce şehit oluyorlar. Allah’ın dinine karşı mücadele verenlerde ölünce şehit oluyorlar. Allah yolunda yürümeden sadece kendi çıkarları için savaşanlarda şehit oluyorlar. Bu ne demektir? Bunun özeti nedir? Çıkar çevreleri, insanları çıkarları uğruna savaştırmak için şehitlik kavramını kullanırlar. Allah’a inanmasalar bile… Onların şehitlik kavramına yükledikleri anlamın, elbette akıl yürütüş biçimi ve mantığı vardır. Aksi halde insanlar savaş çıkaran çıkarcılar için niçin savaşsınlar ki? Bugün dünyadaki bütün savaşları silah tüccarlarının silah satmak… Emperyalist güçlerin zayıf ülkeleri ele geçirmek… İktidar hırsında olanların iktidarların çıkarlarına ulaşmak… İdeolojik / etnik / mezhebi kökenlerin kendi iktidarlarını sağlamak için savaş çıkarttığını… Bilmekteyiz. Bütün bu savaşlarda “Allah için, Allah yolunda mücadele ederken ölmek” yoktur. Buna rağmen, insanlar kendi çıkarları yolunda savaşırken öldüklerinde din tanımındaki “şehitlik” kavramıyla buluşmak isterler. Buna göre de akıl / mantık üretirler. Din kavramından çıkan “şehitlik” kavramını, bugün ateistler “din / tanrı tanımazlar” bile inançlarına aykırı olmasına rağmen kullanmaktadırlar. İşte bu mantık veya mantıksızlık, tarihsel olguların içinde doğan büyüyen, savaş, savaştırma aklının / mantığının bir uzantısıdır. Yine günümüzdeki akıl / akılsızlık, mantık / mantıksızlık tarihin toplumlara getirdiği bir uzantıdır. Mesela, kurulu bir düzenin yönetimini yasa dışı ele geçirmek için, örgütlenmek / silahlı mücadeleye girişmek suçtur. Bunu yapanlar vatan hainliği / asiler olarak anılır. Bu hüküm hemen bütün devletlerin yasasında vardır. Ancak yasa gereği bu vatan hainleri / asiler emellerine ulaşarak başarırlarsa iş tersine döner. Eski düzeni kuranlar / koruyanlar toplum haini sayılarak cezalandırılırlar. Başaranlar kahraman ilan edilirler. Tarihi yeniden yazarlar. Başaramazlarsa / yakalanırlarsa, örgütleri çökertilir. Kendileri hainlikten / asilikten yargılanarak cezalandırılırlar. Şimdi bu sonuçlandırmaların akıl / mantık ilişkisi nedir? Bu soruya tarihin aklı / mantığı der ki… “Tarihi galipler yazar” ve “Galipler her zaman haklıdır” 6. Kültürel Toplumların, devletlerin, dinlerin, cemaatlerin, mezheplerin, bilimlerin kültürleri kendi mantıklarını oluşturmaktadır. Diğer taraftan her insan, her toplum için, kültür seviyeleri aklı, aklın uzantısı mantığı belirler. Ülke içinde bölgelerin, şehirlerin, kasabaların, köylerin kültürleri, kültür seviyeleri onların aklı, aklın ürettiği mantıkları belirler. Bir Alman’ın kültürü, kültürünün ürettiği akıl, mantık, bir Çinli’ye benzemez. Bir Müslüman’ın kültürü, kültürünün ürettiği akıl, mantık, bir Hıristiyan’a benzemez. Mesela bizim toplumumuzda ayakkabı ile evlere girmek akılsızlık, mantıksızlık, ahlaksızlık olarak nitelenirken, Avrupalı böyle yaşıyor. Avrupalıya göre ayakkabılarla evlere girmek akılsızlık / mantıksızlık / ahlak kurallarına aykırılık sayılmaz… Veya bugün uzak doğuya gidelim. Her türlü canlı, kedi, köpek, böcek, börtü, kurt, kuş yenebiliyor. Bunları yemek akıl, akıl dışı, mantık, mantık dışı görülmüyor. Bizim ülkemizde veya Avrupa’da dense ki, kedi pişirelim yiyelim. “Sen aklını mı kaybettin? ” diye sorulabilir. Onun için kültürler, kültür seviyeleri aklı, aklın işlevsel yapısını belirleyen unsurlardır. Dünyada ne kadar kültür / kültür seviyesi varsa o kadar çok akıl, aklın işlevsel yapısı ve mantık vardır. 7. Bilimsel / Felsefi Bugün bilim kendini akıl yolunda yürüdüğünü iddia ederek yola çıkar. Felsefede ise akılcılık akımından söz edilir. Hâlbuki bilimin akılcılığı, felsefenin akılcılığı izafi kavramlardan ibarettir. Kendine görelik içinde gelişmektedir.. Akılcılar kendi yaptıklarının / izlediklerinin akılcı bir yol olduğunu söylerlerken… Dışındakileri akılsızlıkla / akıl dışılıkla suçlarlarken… Aslında her iki tarafta görüşlerini, kendi bilgi, kültür, düşünce, inanç sisteminin ürettiği aklın, işlevsel çalışma yoluyla ifade etmektedirler. Dolayısıyla her iki tarafta kendilerini akıllı / mantıklı görmekte, birbirlerini akılsızlıkla / mantıksızlıkla suçlamaktadırlar. Onları ayrıştıracak hakemlerde yoktur. Sen haklısın. Sen haksızsın diyecek. Zira temelde her iki tarafta haklıdır. Çünkü her iki tarafta kendi kalıbına / sistemine / sınırlarına göre görüşlerini sunmaktadır. İş suçlamaya gelince, her iki taraf birbirlerini akılsızlıkla / mantıksızlıkla suçluyorlarsa, o zaman her iki taraf görüşlerini dogmalaştırmış / görüş liderlerini / önderlerini putlaştırmıştır. Dogmalaştırmadan / putlaştırmadan akılcılar uzak değildir. Zira görüşleri / görüş sahiplerini tartışılmaz kılarak, karşı tarafa suçlamalar göndermek bizatihi dogmacılık / putçuluktan ibarettir. Bugün tanrıya / putlara karşı çıktığını iddia eden akılcılar, karşı tarafları suçladığı her konuda, ayrıca görüşlerini tartışılmaz kabul ettikleri her alanda, kendi dogmalarını / putlarını yaratmışlardır. Bilim / bilimsellik süreç içinde sürekli değişen / gelişen bir yapıya sahiptir. Onun için insanların bilimin ürettikleri teori / bulgu / sonuçları kesin kabul etmeleri zordur. Bu bilgileri sabitlemeleri / sınırlamaları, temelde kendi akıllarına duvar oluşturmaktan ibarettir. İşte o duvarlar dogmalarıdır / tartışılmazlarıdır / kendi açmazlarıdır. Tarihte bilimsel / felsefi görüşlerin bütün kavgaları, kendi dogmalarını / putlarını yarattıkları için olmuştur. İnsanlar bilimin / felsefenin / aklın önüne engeller koymasalardı. Bütün bunları özgür bıraksalardı. İnsanlıkta, bilimde, felsefe de bugünden çok daha ileriye gidebilirdi. Ancak her zaman olduğu gibi, dün de, bugün de çıkarcılar, dogmalar ve putlar üreterek amaçlarına ulaşmaktadırlar. Geçmişte Müslümanların değerli şahsiyetlerinden HZ. Ömer’in “Biz cahilken kendi putlarımızı helvadan yapardık. Acıkınca da yerdik” dediği gibi, her zaman çıkarcılar kendi putlarını yaparlar ve çıkarlarına acıkınca yerler. Maalesef bilim adamları / din adamları / aydınlar çıkarcıların bu tuzaklarına düşerek her zaman onların yönlendirmesiyle, dogmalarını / putlarını oluşturmuşlardır. Çıkarcılara sunmuşlardır. Onlarda afiyetle yemektedirler. Yaşım gereği yaşadığım zamandaki ülkemin gerçeklerini izlediğimde, ülkemizi yakıp kavuran 1960 -1980 dönemi olayları, çıkarcıların ürettiği dogmaların / putların savaştırılmasıyla dökülen kanların tarihi olmuştur. 8. İdeolojik Her ideoloji düşünce sistemi ve dünya düzeni oluşturmuştur. Elbette oluşan / oluşturulan düşünce ve dünya düzeninin kendi akıl yapısı, mantıksal yapısı olacaktır. Başka dünya görüşleri onu akılsız / mantıksız görse de, ideolojiler kendilerini akli ilkelerden kurallardan oluştuğunu iddia edeceklerdir. İdeolojilerin yaşam içinde var olması… Dünya ülkeleri, toplumlarındaki kabulü… İnsanların önerilen ideolojileri uygulayarak mutlu, mesut ve adalet içinde olmaları… İdeolojilerin insanlıkta var olduğu gösterir. Çağımızda dünyaya egemen olan kapitalizm, karşıtı sosyalizm veya komünizm gibi ideolojiler, yaklaşık yüz yıllık seyirde dünyadaki varlıklarının ne olduğunu gösterdiler. Kapitalizm hala bütün acımasızlığıyla, insanların çıkarlarına hükmettiği için ayakta durmakta… Komünizmin iki büyük kalesi Rusya ve Çin yıkıldı. Sosyalizm savunucuları ise ortada… Ne dedikleri belli değil? Kimi kapitalistlerin yanında onlara hizmet ediyor. Kimi kapitalizmin medyasında sosyalizm adına şov yapıyor. Kimi hem sosyalist, hem milliyetçi, hem de dindar oluyor. İnsanların eşitliğini savunarak ırka, ırkçılığa karşı çıkan sol düşünce, bugün nasyonal sosyalist görüşlerle yeni figürlere ulaştı. Gençlik çağlarımızda solun iddia ettiği hiçbir ilke, tez, bugün söylenecek durumda değil. Hele ülkemizde durum daha vahim… Mustafa Kemal Atatürk… Döneminde solu ve solculuğu yasaklamış. Solun / komünizmin en büyük şairi Nazım Hikmet Ran’ı kendi döneminde 1923 ten 1938 yılına kadar 25 kez yargılanmasına izin vererek ses çıkarmamış olmasına rağmen, bu gün sol Kemalist olmakla / Atatürkçü olmak kendini öne çıkarıyor. Tabi bu durumu akıl / akıl dışılık, mantık / mantıksızlık açısından benim sonuçlandırmam doğru olmaz. Ancak aklı / akılcılığı, mantığı / mantıkçılığı öne çıkaran sol düşüncenin bu çelişkinin mantığını elbet kendilerini üretmişlerdir. Bense olayı sadece çıkar için takiye yapmak olarak görmekteyim. Yani; Ya Kemalistler bugün, Kemalizm sol düşünceyle bağdaşmamasına rağmen solu kullanıyorlar. Ya da, Solcular kendileri Kemalist olmadıkları halde solun güç kazanması için Kemalizm’i Atatürkçülüğü kullanıyorlar. İşin ince ayrıntısı kendilerine aittir. Elbette kendilerinin böyle yapmaktaki akılları / mantıkları vardır. Ne olursa olsun her ideoloji kendi aklını / mantığını üretir. İdeolojiler içinde var olan fraksiyonlarda, tıpkı dinler içindeki mezheplerin (fraksiyonların) var oluşu gibi kendilerini üretmişlerdir. Onun için ben ideolojiler içindeki fraksiyonlara bazen ideolojilerin mezhepleri olarak bakarım. 9. Teolojik / Din Tanrı / İlah tanımazlığın ötesinde, Tanrı / İlah tanıyan dinler, kendi kurgularında kendi akıl ediş, mantık kuruş biçimine sahiptirler. Zira din bilgileri, kültürü, düşüncesi, inancı kendi içinde denge bulmadan insanların cazibesini kazandıramaz. Çok söylenilen yargıların etkisi de olsa, mesela “toplumların / insanların zaaflarının dayanağı olarak din üretilmiştir” denilse de olsa durum değişmez. Zira insan kendi ihtiyacı olanı üretmiştir. Bugün kapitalizmin acımasızlığına karşı üretilen sol düşünce, her ne kadar kendini tarihi materyalizmle itikadı boyutta temellendirmeye çalışsa da, sonuçta insanlık onu kendi ihtiyacı ve çıkarları için üretmiştir. Dolayısıyla farz edelim ki, dinde aynı mantıkla üretilmişse bu yadırganacak bir şey değildir. Yaşam insana mutluluk sağlamak için vardır. İnsan ise açmazlarına karşılık, sorunlarının çözümlerini üreterek mutlu olmaya çalışır. Dolayısıyla sorunlarına çözüm bulan her insan, toplum, yaşamda mutluluğa ulaştıracak formüller üretiyorsa, ürettiklerinin aklını / mantığını da üretir. Onun için ben solu üreten anlayışla / dini üreten anlayışın aynı olduğuna inanırım. Temelindeki anlayış insanın, toplumun sorunlarına çözüm bulmaktır. İnsanı, insanlığı mutluluğa ulaştırmaktır. Bu kapitalizm içinde geçerlidir. Onun için derim ki, hiçbir düşünce kendini beylik kefesine oturtup ben beyim, efendiyim deme hakkına sahip değildir. Düşüncelerin beyliği toplumlara egemen oluşuyla orta çıkar… Düşüncelerin beyliği doğal gerçeklerle ortaya çıkar… Düşüncelerin beyliği tarih sürecindeki varlığıyla ortaya çıkar… Ve inancıma göre düşüncelerin / inançların beyliği Yaratıcı katındaki değerlendirmeyle ortaya çıkar. Ve inanırım ki hiçbir zaman ikiyüzlü düşünceler beylik iddiasında bulunamaz. Zira ikiyüzlülük, akıllılık, mantıklılık, tutarlılık değil aksine, riyakârlık, çıkarcılıktan başka bir şey değildir. Onun için ben sol düşünceye sahip olanların Yaratana inanmadıkları halde, “Yaratılanı severim Yaratandan ötürü” sözüne sıkıca sarılmalarını sol ideolojinin aklına, mantığına sığdıramam. Yadırgarım. Her ideoloji kendi kurallarında aklını / mantığını üretir demiştik. Bu şu demektir, demek ki her ideoloji inananı, kendini akıllı, mantıklı görerek, diğerlerini akılsız, mantıksız sayacaktır. O zaman dünyada irili ufaklı ne kadar ideoloji varsa, o kadar ideolojik akıl / mantık vardır. Ve her biri diğerine savaş açarak, kendi akıllarını / mantıklarını dogmalaştırarak putlaştırmıştır. Zaten ideolojilerin toplumlarda var olup egemenlik sağlayabilmesi için dogmalara ve putlara ihtiyacı vardır. İdeolojilerin liderleri, kahramanları karşımıza birer ideolojik put olarak çıkar. Bakış açılarına göre akıl / akılsızlık İnsanların bakış açıları, bilgi, kültür, düşünce ve inançlarından oluşmaktadır. İnsan bilgisine, kültürüne, düşüncelerine ve inançlarına önder / özgür aklıyla bakmaz ise, o zaman insanın bakış açısı at gözlüğüdür. Bakış açısını at gözlüğü haline getiren şey, bilginin, kültürün, düşüncenin, inancın dogmalaştırılmasıdır. Yani insanların bilgilerini, kültürünü, düşüncelerini ve inançlarını tartışılmaz kılmasıdır. Tartışılmazlık insanın aklını tartışılamayan konular içine hapseder. Tartışılmazlar insanın kalesi / zindanı / at gözlüğü olur. Kendini kalesine / zindanına hapsedenler, kalenin mazgallarından veya zindanının karanlık pencerelerinden dışarıya, at gözlüğüyle bakarlar. Hani bir fıkra vardır. Tımarhanede bir deli dışarıya bakıyormuş. Arkadaşı yanına gelmiş ve sormuş… - Nereye bakıyorsun? - Hiç dışarıya… - Ne var dışarıda? - Baksana ne çok deli var! .. Bakış açıları tartışılmaz hale geldiğinde olay budur. Tartışılmazlığa ulaşanlar dışındaki her şeyi akılsız, mantıksız göreceklerdir. Sadece kendi bilgilerinin, kültürlerinin, düşüncelerinin, inançlarının doğru olduğunu sanacaklardır. Böyle bir sanı, insanın kibrinden, bencilliğinden, haddini bilmezliğinden kaynaklanır. Bencil, çıkarcı, kendini beğenmiş insan, tartışılmazlarının, putlaştırdığı dogmalarının arkasına sığınarak sanki bütün dünyaya meydan okur. - En doğru benim. En iyi benim. En akıllı benim. En mantıklı benim… Sesinin gücü yettiğince haykırır. Ortamında sertleşir. Gücünde otoriterleşir. Silahında tiranlaşır. İşte taklitçi aklın ortaya koyduğu olumsuz bakış tarzı budur. Akıl, akıl etmek üzerine Akıl etmek Allah’ın kitabı Kur’anda var olan bir olgudur. Felsefe, düşünce sistemleri akılcılığı ileri sürerken, kur’an akıl etme prensibini ortaya kor. Kur’anın ortaya koyduğu olgulardan diğeri ise, insanları akılsızlıkla suçlamamaktır. O’nun için “Ey akıl sahipleri, doğrular üzerinde yürürken, niçin yanlış düşünüyor hiç akıl etmiyorsunuz” demektedir. Allah yarattığı kulunun akıllı olduğunu bilmektedir. Zaten insana biyolojik ve işlevsel aklı yaratılış anında veren Allah’tır. İnsan aklını birçok konuda doğru bir şekilde kullanmaktadır. Ne var ki, insan birçok konuda aklını doğru kullanırken bazen yanılmaktadır. İşte bu gerçeğe Allah işaret eder. İnsanı sever, sayar… Onun için akılsızlıkla, mantıksızlıkla suçlamak yerine, akıl etmesi gereken konuları işaret ederek, akıl etmesini önerir. Müslüman’ım diyen, Allah’ın ortaya koyduğu esası anladığında, hiçbir insanı, akıl dışılıkla, mantıksızlıkla suçlamaz. Allah’ın gösterdiği yol ile insanları yanıldıkları konularda, düşünmeye, aklını kullanmaya, vardığı sonuçları tekrar gözden geçirmeye davet eder. Çünkü Allah “Ey akıl sahipleri akıl ediniz”. “Ey akıl sahipleri sizler niçin aklınızı kullanmıyorsunuz? ” Derken, aslında onların akıllı olduğunu, ancak değişik nedenlere akıllarını doğru dürüst kullanmadıklarına işaret eder. Mesela bir insanın arkadaşına bir şeyi göstermek için, görmesi gereken şeyi iyice göstermesi gibi… Mesela bir insanın arkadaşına duyması gerekeni duyurmak için çaba sarf etmesi gibi… Allah bizzat kendisi vahiyleriyle insanların neleri akıl ederek düşünmesi gerektiğine işaret eder. Müslümanlardan da aynı şekilde davranmasını ister. Allah’a göre akıllı, mantıklı insanlar, bilgi, bakış açısı, şartlılık veya değişik nedenlerle, akıllarını yanlış kullanmışlardır. Öyleyle onlara, işin doğrusunu anlatmak gerekir. Bilgi lazımsa bilgilendirmek… Şartlı ise şartlılığın kötü şey olduğunu vurgulamak gerekir. Onun için Allah bizzat kendisinin, yarattıklarının, resul olarak gönderdiği resullerinin, kitabının tartışılmasını ister. Tartışmanın rahat yapılmasını sağlamak için “dine / vahye inanmada zorluk yoktur” ifadesiyle insanı özgür bırakır. Yani der ki, ey kulum… Özgürce düşün. Yalnız gönderdiğim bilgileri dikkate al. İnanmak zorunda değilsin. Düşünmeni önerdiğim konularda düşün. Akıl etmeni istediğim konularda nimet olarak verdiğim aklı kullan. Bütün bu eylemlerinde özgürce davran. Hiçbir zaman kendini kısıtlama. Şartlandırma. Allah kur’an da böyle derken, Allah’a inananların baskıcı, zorlayıcı, şartlı olması düşünülemez. Eğer Allah’a inananlar baskıcı, zorlayıcı, şartlı bir noktaya geldilerse, önce onların akıl etmeleri gerekir. Allah kullarının gelişme sürecinde yanlış kararlar vereceğini bilmektedir. Zira “insan aceleci yaratılmıştır.” Bu nedenle aceleci yaratılışa sahip olan insan, acele yanlış kararlar verir. Verdiği kararların doğruluğuna inanır. Ancak zaman geçer, kararlarının yanlış olduğunu görür. Sonra hayıflanır. “Keşke öyle düşünmeseydim. Öyle inanmasaydım” ifadeleriyle sarsıntı geçirir. Pişmanlıklar duyar. Onun için Allah insana mükemmel bir öneri getirir. “Ey kulum… Vardığın sonuçları hiçbir zaman kesin sonuç olarak alma. Daima vardığın sonuçları geçici olarak al. Bilgilerin arttıkça, kültürün arttıkça sonuçların değişecektir. Bu gerçek insan yaratılışının temel kuralıdır.” Dünyada kültürler, bilgiler, bilim bu şekilde gelişmektedir. Onun için, insanların ulaştığı sonuçları kesin yargılara ulaştırması… Bunun sonucunda üstüne üstlük tartışılmaz kılması… Böylece dogmalaştırarak putlaştırması… İnsanın en büyük yanlışıdır. Yobazlığıdır. Allah kullarının yobaz olmasını istemez. İster Allah’a inansın ister inanmasın. Allah bütün insanların kesin yargılardan uzak… Düşünen, akıl eden insanlar olmasını ister. Zira gerçeğin kapısı ancak böyle açılır. Kesin yargılara ulaşan insanlar ise gelişim, bilgilenme kapılarını kapatmışlardır. Allah bunu en büyük zulüm olarak belirler. Yani insanın, kendi kendine yaptığı en büyük zulümdür… Tabi; insan kendine zulüm yapınca, başka insanlara da yapması kaçınılmazdır. Aklın yolu bir midir? Konunun başından itibaren aklın, biyolojik ve işlevsel yapısının her insanda farklı olduğunu vurgulayarak geldik. Bu gerçek, insan doğasının, yapısının, sosyolojisinin, psikolojinin, kültürünün bir sonucudur. Böylece, her insanın aklı, akli üretimleri farklı olunca… Her aklın kapasitesi, çalışma biçimi, sonuçlandırması farklı olunca… Aklın yolu birdir ifadesi hiçbir zaman gerçeği ifade etmez. Günümüzde sürekli tekrarlanan bu deyim, üzerinde hiç akıl edilmeden söylenir. Bir kerecik olsun gerçekten “aklın yolu nasıl bir olacak” düşünülmez. İnsanlar arasında ne tür birliktelik sağlayacak düşünülmez. Sloganlaşmış, şablonlaşmış bir şekilde tekrarlanır. Hâlbuki işin gerçeği pratikte her gün yaşantımızın içindedir. Akıllar tartışmaya başlayınca ayrılıklar başlar. Ancak şablonlar üzerine konuşan taklitçi akıllar bir araya gelir. Şablonlar, tartışılmazlar üzerine düşünen taklitçi akıllar ise zaten birer robotturlar. Robotların farklı düşünmesi beklenmez. Zira onların kendi düşünceleri, akılları, mantıkları yoktur. Onlar başkalarının düşüncelerini, aklını, mantığını naklederler. Özgürce düşünen, akıl eden insanlar birbirinden ayrılırlar. Şablonlar üzerinde akıllarını kaybedenlerin, böylece tartışılmazların, dogmalarının, putlarının arkasına sığınarak kendi akıllarını terk edenlerin akıl ettiklerini düşünemeyiz. Özgür akıl sahipleri, akıl ederek birbirinden ayrılırlar. Onları bir araya getiren, birleştiren şey ise, özgürlükleri, kalplerindeki sevgiden ibarettir. Özgür akıl sahiplerini birleştiren, doğanın yaratılış yasalarıdır. Özgür akıl sahiplerini birleştiren, gerçekliği kesinleşen bilgilerdir. Özgür akıl sahiplerini birleştiren, onların birbirlerini özgür bırakarak inandıkları özgürlük inancıdır. Kendilerini akıllı, başkalarını akılsız görenlerin… Kendilerinin inandıklarından başka gerçek tanımayanların… Başkalarını sadece kendi gerçeklerine çağırarak zorlayanların… Akıllı olmakla, akıl etmekle hiçbir ilgileri yoktur.

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Türkiye Cumhuriyeti Yukselakcum
    Türkiye Cumhuriyeti Yukselakcum

    Akıl ilim ve fenle sentez etmeyi öğrenir.Önce aile içinde sonra okul çevresi harika bir yol çizimiyle insanın kendi aklının gelişme yollarını harika bir emekle ayrıntılarıyla doyurucu bi r açıklamayla mükemmel bitimlemişsiniz harika bir incele ile bilginin oluşumunu öğrenmenin hangi çizgilerde geliştiğini sunmuşsunuz öğretici eğitici bir konuyla AKLIN çizdiği yolu anlaiz etmişsiniz teşekkürler hocam.SAYGILAR BU GÜZEL KONU İÇİN.Okumak güzeldi.

    Cevap Yaz
  • Mücella Pakdemir
    Mücella Pakdemir

    Verilen nimetlerin en büyüğü akıl. Doğru yolu bulmanın aracı.. Kutluyorum.

    Cevap Yaz
  • Mehmet Asisa
    Mehmet Asisa

    Üstadım şiir ve makalesi harika olmuş. Sizin makaleleriniz ne kadar uzun olsa da okunası olmakta.. Sizi kutlarım.

    Cevap Yaz
  • Berkay Kur
    Berkay Kur

    İki akıl bir araya gelebilse
    Bir deli çıkarırlar orta yere
    Bir deli, bir taş atar kuyuya
    Kimse çıkaramaz kalır yaya

    Mükemmel bir çalışma olmuş hocam, hikaye bölümüde çok uzun olmaş ama okumaktan büyük zevk aldım, emeğinize sağlık hocam, kaleminiz var olsun. Selam ve Saygılarımla.- Berkay kur.

    Cevap Yaz
  • Zeynep Çoban
    Zeynep Çoban

    Çok güzel. Beğendim..

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (25)

Mehmet Çoban