Akif ve Hasretini çektiğimiz Doğruluk

Bedrettin Keleştimur
417

ŞİİR


4

TAKİPÇİ

Akif ve Hasretini çektiğimiz Doğruluk

İnsanı en fazla korkutan ve ürküten nedir, ‘—aldatılmak! ’ Öyleki, aldatılmak insana; bir zulüm, bir işkence kadar ağır gelir!
Bugün (26 Aralık 2007) , İstiklâl Marşı Şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un Vefatının 71. Yıldönümünde, yazımızın manşetinde de, ifade ettiğimiz gibi, artık asrımızda muhtaç olduğumuz, belki de dünden daha fazla, ‘—hasretini çektiğimiz’ bir sıdk ile anıyoruz! Çanakkale ve Tacettin Dergâhı’nda sizleri iliklerinize kadar kuşatan bir his vardır; ‘—İman ve aksiyon insanı olmak! ’ O Akif ki, bu milletin ‘—hürriyet şarkısını’ terennüm ettirmişti! İhtiyacı olduğu halde kendisine teklif edilen ‘—yarışma bedelini’ elinin tersi ile itiyordu! .
Çanakkale’yi yazmanın da ötesinde, bir milletin mukaddes destanını ‘—yaşayarak, her anını soluklayarak ifade etmek’ her babayiğidin harcı olmasa gerek!
2008 yılına adımlarımızı daha sağlam atabilmemiz için, Akif’e; ondaki milli tefekküre daha fazla ihtiyacımız var. Akif’ten şüphesiz ki, siyasilerimizin alacağı dersler olduğu kadar; sanatkârımızın, aydınımızın, ileri gelenimizin, bürokratımızın, yetişmekte olan evlatlarımızın alacakları çok şeyler olduğunu biliyoruz. Ne diyor Akif; “-Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem; / Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem./Biri ecdadıma saldırdı mı, hatta boğarım! /-Boğamazsın ki! — Hiç olmazsa yanımdan kovarım./Üç buçuk soysuzun ardında zağarlık yapamam; / Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam.”
Haksızlık, adaletsizlik, insafsızlık, merhametsizlik, sevdasızlık, nemelazımcılık, vicdansızlık ve bütün ‘—sızımızla’ sızladığımız, ‘—sazımızla’ gamlandığımız bizi kendisine esir/köle almaya çalışan bir garip zamandayız!
‘—Adam bana ne! ’ diyen yüreksizlerin, ‘—çamuru üstüme sıçrar’ diyen vefasızların, ‘—düşene yar olacağına bir vebalı gibi kaçan’ evet sahte dostlukların ve de bir ucube dünyanın yaşadığı olanca sarsıntıların içine elbette, ‘—kahramanları’ hasretle arayacağız. Akif’in o yaralı gönlüyle, ‘—gel diyeceğiz’ Ve asrın bütün ham hayal, ham kafa yobazlarına sesleneceğiz; “-
Adam aldırma da geç git, diyemem aldırırım./Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım! / Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu.../İrticânın şu sizin lehçede ma'nâsı bu mu? ”
Elbette, zalimin hasmı olacağız! . Mazlumu ve zayıfı, hak bilmez zorbaya ezdirmeyeceğiz. İslâm Âleminin ‘—Sıddık’ olarak telaffuz ettiği büyük Sahabe, Allah Resulünün yol arkadaşı, Hz. Ebubekir halife seçildiklerinde ilk hutbelerinde; “-Şunu bilin ki, en kuvvetliniz; benim yanımda mazlumun hakkını kendisinden alıncaya kadar en zayıfınızdır. En zayıfınız da, yanımda hakkını zalimden alıncaya kadar en kuvvetlinizdir. Ey insanlar! Ben ancak Rasulullah’in yoluna tabiyim. Ben aklıma ve arzuma göre hareket etmeye yetkili değilim. Şu halde ben, eğer iyilik edersem bana yardım ediniz. Ve eğer doğru yoldan, çıkarsam beni doğru yola çağırınız. Bu sözümü söyler, kendim ve sizler için Allah\'tan mağfiret dilerim.”
Akif’le birlikte, bir büyük destanı; o destanı yazan iradeyi düşünürüm. Çanakkale Destanı kadar, onu tarihe kazıyan, ‘—edebi destanı’ ancak, Akif yazabilirdi. “-Şüheda gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar.../O, rükû olmasa, dünyada eğilmez başlar,/ Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,/ Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor! ”
Bu kadar temiz, bu kadar berrak, bu kadar gönülden taşarak yüreklerimize bir şelale gibi dökülen anlatımda elbette bir milletin şahadetini taşıyan mazlum bir tefekkür insanı yapabilirdi. “-Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi.../ Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi./ Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın? ” Şu teşbih sanatına şöyle bir bakınız, ilikleriniz nerede ise donuyor. İslâm’ın ilk zaferi ile Çanakkale birlikte telaffuz ediliyor. Biz biliyoruz ki, Çanakkale; ‘—tarihin en zor meydanı’ ve en son dişe diş hesaplaşma yeriydi! . Tevhidin nur ışıklarının bu kutlu yoldaki en bariz iz düşümüydü! “-Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,/ Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber.”
SIDK VE DOĞRULUK!
Akif’le, bugünkü yazımızda yola çıktık. Ondaki doğruluğu ve şecaati bir daha yaşamak için elbette! Sıdk, kelime olarak; “—doğruluk, dürüstlük, gerçeklik” anlamlarına geliyor. Sıddık ise, “—Hiç yalan söylemeyen, hep doğru konuşan, sözünde duran” (kimse) anlamına geliyor. Hz. Ebubekir, ‘Sıddık’ lakabıyla bilinir.
Sıdk denilince, ‘—yürek temizliği, temiz kalplilik, samimiyet, içtenlik, sadakat, halis niyet’ birlikte düşünülür. Hadis; 'Sıdk insanı birr'e (Allah'ı razı edecek iyiliğe) götürür, birr de cennete götürür. Kişi, doğru söyler ve doğruyu arar da sonunda Allah'ın indinde sıddık (doğru sözlü) diye kaydedilir. Yalan da kişiyi haddi aşmaya götürür. Haddi aşmak da ateşe götürür. Kişi yalan söyler ve yalanı araştırır da sorunda Allah'ın indinde yalancı diye kaydedilir.'
Demek ki, sıddık’ın veya doğruluğun karşılığı, ‘—yalan! ’ Yalan da neler yok ki, ‘—kötülüklerin anası’ orada; o kavramın şeytani bütün sinsiliklerinde! Haddi ve hukuku aşmada, yalan, hile ve desise vardır. İnsanları aldatmada, dolayısıyla haklara tecavüzde, yalan, hile ve desise vardır. Kin, öfke ve inkârın karargâhında da, yalan, hile ve desise vardır. Hadis; “-Sana şüphe veren şeyi terket, emin olduğun şeye ulaşıncaya kadar git. Zira sıdk (doğruluk) kalbin itminanıdır, yalan şüphedir.' Doğruluk, aynı zamanda; şüphelerden, insanı harama ve kötülüklere götürecek tereddütlerden bile sakınmaktır.
Doğan Cüceoğlu ne diyorlar; “-İç ve dış dünya arasındaki fark ne kadar çok olursa, varoluş stresi o kadar fazla olur. Kişinin iç dünyasında düşündüğü, hissettiğiyle dışarıya karşı gösterdiği, söylediği duygu ve düşünceler arasındaki fark, onun hayatındaki önemli bir stres kaynağını oluşturur. İnsanların birbirine güven duymadığı toplumlarda kişiler arası ilişkilerde stres fazladır, ana baba çocuğa, çocuk ana babaya, yönetici çalışana, çalışan yöneticiye, işveren sendikacıya, sendikacı işverene, devlet vatandaşına, vatandaş devlete güven duymaz. Birbirlerine güven duymadıklarından da ilişkilere, dürüstlük ve açık sözlülük yerine, yalan ve hile yön verir. Ama birbirlerinin yüzüne sürekli dürüst olduklarını söylerler. Ama bu yapmacık hareketlerin herkes farkındadır. Bir canın diğer cana ulaşması imkânsız olur.”
Hz. Mevlana’yı belki de asırlar sonrasına taşıyan sözlerin anahtarı durumunda olan, “Ya göründüğün gibi ol, ya olduğun gibi görün” kalpleri de irfan mektebinin bu ilk düsturları değil mi? Ayet; “Ey iman edenler! Allah’a karşı saygılı olun ve özü-sözü doğru olanlarla beraber bulunun.” Allah Resulünün en mümeyyiz vasfı neydi; “—Muhammed’ün Emin” Yani, güvenilir ve doğru emin olandır. Bu millet, kendi şehirlerini yönetenleri, ‘—şehremeni’ olarak çağırıyorlardı. Cihan devleti böyle bir çağrının derin nefes alış verişlerinde gizli olsa gerek!

Bedrettin Keleştimur
Kayıt Tarihi : 29.12.2007 10:17:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • İbrahim Çelikli
    İbrahim Çelikli

    işimiz zorrr
    çocuklarımızın k dahada zor olacak
    saygılar

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (1)

Bedrettin Keleştimur