Mobbing’in sözcük anlamı, psikolojik şiddet, baskı, kuşatma, taciz, rahatsız etme veya sıkıntı vermektir.
Mobbingi kişiler yapabileceği gibi kurumlarda çalıştığı kişilerce yapabilmektedir.
Mobbing özellikle hiyerarşik bir yapılaşmanın olduğu gruplarda, zayıf bir kontrolün olduğu örgütlerde güçlünün altta kalanlara psikolojik yollardan baskı yapmasıdır.
Mobbing duygusal bir saldırıdır. Kişinin saygısız ve zararlı bir davranışın hedefi olmasıyla başlar. İşverenin İma, alay ve karşısındakinin toplumsal itibarını düşürme gibi saldırgan bir ortam yaratarak onu işten çıkmaya zorlamasıdır.
Mobbing bir anlaşmazlıkla başlar, bu işin akışına ilişkin ya da bir davranışa ilişkin v.b olabilir. Daha sonra zorbanın saldırgan eylemleriyle devam eder, saldırganlığa zorbanın dışında yönetim veya iş arkadaşlarınızda katılabilir. Süreç işinize son verilmesi ya da sizin ayrılmanızla tamamlanır.
Ayrılmanızda işinize son verilmesi de çoğunlukla mobbingin bitmesine yetmez çünkü benzer bir iş kolunda çalışacağınız zaman artık referanslarınız kirlenmiş olur. Ya kötü huylu ya asi ya da işten anlamaz olarak artık damgalanmışsınızdır.
Bu süreç işlerken çalışanların karşılaşacakları olaylara bir bakalım. Örnek teşkil etmesi ve yaşanırken mücadele verilmesi açısından önemli gördüğüm için bunları maddeler halinde yazmak istiyorum.
1. Çalışanların şerefi, doğruluğu, güvenirliği ve mesleki yeterliliğine saldırılar başlar,
2. Olumsuz, küçük düşürücü, yıldırıcı, taciz edici, kontrol edici iletişim kurulur, izolasyona uğrarsınız.
3. Doğrudan ve dolaylı, gizli veya açık yapılması, (göz teması kurulmaz, tutarsız gösterilirsiniz, görmezden gelinirsiniz, yetkileriniz azaltılır)
4.Bir veya birkaç kişi tarafından yapılması (bu duruma bazen yöneticiler ve çalışanlar da katılır)
5.Sürekli, çoklu ve sistemli bir biçimde zaman içinde yapılması (mobbingin sıklığı ve süresi zararı büyütür,)
6. Hatanın kurbandaymış gibi gösterilmesi (aniden yetersizmişsiniz gibi gösterilir, önceden şikayet konusu olmayan bazı hatalar sorun yaratmaya başlar)
7. Kurbanın itibarını kaybetmeye, kafasını karıştırmaya, yıldırmaya, onu yalıtmaya yönelik olması ve onu teslim olmaya zorlaması (utandırma eylemleri yapılır)
8. Kişiyi dışlama niyetiyle yapılması
9. İşyerinden ayrılmayı kurbanın tercihiymiş gibi göstermek.
10. Örgüt yönetimi tarafından hoş görülmesi, kışkırtılması, teşvik edilmesi (çare aramak için görüştüğünüz merciler sizi reddeder)
Bu davranışlara maruz kalan kurbanın nasıl etkilendiğine gelince;
Mobbing insanın mesleki bütünlük ve benlik duygusunu zedeler, kişinin kendine yönelik kuşkusunu artırır, paranoyaya ve kafa karışıklığına neden olur, kurban kendine güven duygusunu yitirir. Kendinizi yalıtabilir, huzursuzluk korku, utanç, öfke ve endişe duyguları ile dolabilirsiniz. Ağlama, uyku bozukluklarından, depresyon, yüksek tansiyon, panik atak, kalp krizine kadar giden sağlık sorunları ve travma sonrası stres bozukluğu yaratır.
16 yıl çalıştığım Akbank’ta bütün bu tanımlara sığan ve verdiğim örneklere bire bir uyan uygulamaları tek tek anlatacağım.
2007 yılında şube müdürü olana kadar 10 yıllık memuriyetim süresi içerisinde çok sorun yaşamadım.
Ne olduysa o tarihten sonra yaşamaya başladım.
Olayın başlangıcı 2003-2006 yıllarında görev yaptığım Pendik E-5 şubesinde şirket müşteri ilişkileri yöneticisi olarak çalışmaya başladığımda başladı.
Genel müdürlükte çalışan ve daha sonra bölge müdürümüz olan birisi bir gün bana çok başarılı işler yapıyorsun, bu işleri önceden bize bildir. Bende seni genel müdürlüğe öveyim ileride kolay müdür olursun dediğinde cevabım şu olmuştu: Amacını biliyordum. Bu sebeple ben işimi gereği gibi yaparım herkes duyar, Akbank kurumsal bir firmaysa ve ben hak ediyorsam müdür olurum dedim. Ben bulduğum işleri kendisine önce paylaşsaydım genel müdürlüğe işi ben buldum verdim diyerek kendisine pay çıkarmak için istediğini biliyordum. Bunu yapanlar vardı. Ben buna alet olmadım.
Bu kişinin içinde nasıl bir kin kalmışsa ben 2007 yılında şube müdürü oldum. Bu kişi benden sonra benim çalıştığım bölgede bölge müdürü olarak benim birinci derece sicil amirim oldu.
Beni ziyaret ettiğinde bana ayağını denk al, şube müdürü olmanda ne kadar emeğim olduğunu bilirsin diyerek tehdit etti. Bunu sözlü olarak ziyaretinde söyledi.
Yaşadığım tüm eziyetin başlangıç noktası bu olaydı.
Sonrasına gelmeden önce anlatmam gereken bir detay daha vardır.
Şube müdürü olarak atandığım şube Soğanlık şubesi olup 5 yıl önce kapanmış bir yerde tekrar açılmış bir şubeydi. Bu zor görev bana verilmişti.
Bankadan; daha önce kapanmış şubede de çalıştığım için önceki şubenin müşteri listesini istedim, bu müşterilerle iletişim kurarak amacım tekrar kazanmaktı. O günkü bölge müdürü sen kafaya diğer şubelerden müşteri çalmayı kafaya koymuşsun, bu listeleri veremeyiz.
Buna rağmen kurumsal desteksiz, kapı kapı dolaşarak eski müşterilerimizi tekrar kazanmaya çalıştım. Şubenin ilk açıldığı gün bir önce çalıştığım şubeden benimle çalışmak için 200 adet devir dilekçesi bir günde gelmişti.
Öyle bir çalışma yaptık ki ekibimle şubeyi iki ay sonra kâra geçirmiştir. O tarihlerde yeni açılan bir banka şubesi ancak 9 ayda kâra geçebiliyordu.
Bu görevin üstesinden ekibimle birlikte başarıyla gelmiştik. Hala kâr eden bir şube olarak hayatına devam ediyor.
Şimdi aldığım tehditten sonraki süreci anlatmaya devam edeyim. Çünkü asıl kurumsal şiddeti bundan sonra yaşamaya başladım.
Soğanlık şubesinde bu kişiden çeşitli müdahalelerle eziyetler devam etti. Daha sonra kendisi başka bir bölgeye tayin oldu. Kendisinden sonra gelen bölge müdürü de bana aynı ayrımcı, dışlayıcı ve ilgisiz yöneticilik örneği gösterdi.
Hatta Soğanlık şubesinde başarısız olduğu yazarak tayinimi isteyecek kadar ne beni tanıyor ne de doğruları uyguluyordu.
Şube müdürü olmadan önce ben ticari bankacılıkta yetişmiş bu alanda tecrübem olduğu halde gerek Soğanlık şubesi ve gerekse tayin edildiğim Beykoz şubesi bireysel şubeydiler.
Banka benim bilgilerimin körelmesine de sebep olmuştur.
Beykoz şubesine tayin edilmemin çok daha ilginç ve amaçlı olduğunu anlatacaklarımdan sonra daha da netleşecektir.
Evim Soğanlık semtinde olmasına rağmen şubeye gidiş gelişim 98 kilometrelik bir mesafe olup her gün 6 saatimi işe gidip gelmek zorunda kalacağım bir eziyete sürüklenmiştim.
Üstelik benden önceki şube müdürü başarısız olduğu için bölge müdürlüğüne tayin edilmişti. Beykoz çalışanları harcama şubesi olarak kullanılıyordu.
Ayrıca Beykoz üç adet fabrikanın kapanması sonucu ekonomisi çökmüş sanayisi olmayan emekli insanların ve esnafların olduğu bankacılık açısından çok zor bir semttir.
Beykoz şubesine ilk gittiğimde beni hiç tanımayan ve ilk karşılaştığım bölge müdürü daha ilk görüşmemizde ‘Soğanlığı biliyoruz’ diyerek beni damgalamıştı. Sonraki süreçte toplantılarda algıyla yönettiğini söyleyen ve yönettiği kişilerle ilgili doğru ya da yanlış olduğu konusunda bir fikri olmayan birisinin bendeki algınızı değiştirmediğiniz müddetçe sözü ile nasıl bir yönetici olduğunu gösteriyordu. Bu narsist kişilik hala bankada bölge müdürlüğü yapmaya devam ediyor.
Bir performans toplantısında ‘sizinle başka şeyler konuşmak istemem’ gibi bir söz ederek iş akdimin fesih edileceğini sanki önceden bildiriyor gibiydi.
Beykoz benim başarısız olmam için özel seçilmişti.
1000 adet şubesi olan bir bankanın beni 100 kilometre gibi şehirlerarası bir uzaklığa tayin etmesi maksatlıdır.
İşime sabahları ulaşabilmek için saat 05.00’te kalkıp yola çıkıyor saat 08.00’de Beykoz şubesine ulaşıyor geç kalmamak, trafiğe takılmamak için erken çıkıyor her gün 1 saat şubede mesainin başlamasını bekliyordum.
Çalıştığım arkadaşlarım şahittir, her sabah şubede bu bekleme süresi içerisinde çayı bile ben demliyordum.
Akşamları 20.00’de çıksam 23.00 civarında evde oluyordum. O saatte akşam yemeği yesem olmuyor, yemesem olmuyordu. Dinlenmeye vaktim hiç yoktu. Eve gelip hemen yatıyor, yarın tekrar aynı macera ile sanki robot olmuştum.
Çoğu zaman eve geldiğimde çocuklarım uyumuş oluyorlardı ve annelerine anne babam eve gelmiyor mu diye soru sormaları ne kadar vicdanidir, ne kadar insanidir, ne kadar yasaldır.
İşe iade davama savunmak için buna Akbank; hayatın normal akışı diyecek kadar basiretsizleşmişlerdir.
Diğer çalışma arkadaşlarımla eşit olmayan bana yapılan bu eziyet nasıl hayatın normal akışı olabilir.
Bu yaşadığım sıkıntıyı o bölgedeki birinci derece sicil amirim bölge müdürüne anlattım. Bana; bu beni ilgilendirmez insan kaynakları yapmış diyecek kadar bu işin içine girmiş ve bana kasti davranmaya devam etmeye devam etmiştir. Sicil amiri olacaksınız, not vereceksiniz, tayinle ilgili veya başka bir problem olduğunda bu benimle ilgili bir sorun değil diyerek yan çizeceksiniz. Böyle yönetici, böyle lider olur mu?
Amaç tayinde de daha sonraki yapılanlarda da beni istifaya zorlamaktı.
Direniyordum. İşimi layıkıyla yapmaya çalışıyor, işime zamanında gidiyor, şubeye ilk giden en son çıkan oluyordum.
Olmadı kaydı ve ispatı olsun diye 29 Şubat 2012 tarihinde ikametgâh uyuşmazlığı dolayısıyla tayin istedim.
Bu talebim dikkate bile alınmayarak görmezden gelindi.
2011 ve 2012 yıllarında yaz dönemi izinlerim çocuklarım okula gittiği halde benim yaz iznimi bekledikleri halde üst üste iki yıl Mayıs ayında yıllık iznim kullandırıldı.
18 Nisan 2012 tarihinde İnsan kaynaklarından sorumlu genel müdür yardımcısına e-posta yazı yazarak iki yıl üst üste Mayıs ayında yaz iznimin kullandırılmasının haksızlık olduğunu belirtmeme rağmen ne cevap verildi, ne ilgilenildi.
2011 yılında yaklaşık 1 yıl boyunca 1 kişi eksik gişe elemansız çalışmak zorunda bırakıldım.
02 Mart 2012 tarihinde bölge müdürlüğündeki toplantıya insan kaynaklarından sorumlu genel müdür yardımcısı gelmişti. Kendisine 70 adet müdür arkadaşımın önünde 1 yıldır neden eksik gişe ile çalışmak zorunda kaldığımı sorduğumda; bu eziyeti bana uygulayan bölge müdürü 1 yıl değil 6 ay oldu gibi beni yalanlamaya çalışsa da salondan bazı arkadaşlarım 6 ay bile normal mi diyerek tepki gösterdiler. Buna bir cevap veremeden toplantıyı bitirdiler.
Aynı gün akşam şubeye eleman tayini yapıldı.
Aynı gün yine insan kaynakları genel müdür yardımcısına e-posta ile kendisini ziyaret etmek istediğimi, yaşadığım sıkıntıları anlatacağımı talep etmeme rağmen şubeyi ziyaret edeceğine e-posta ile cevap vermesine rağmen hala bekliyorum kendisini.
29 Ağustos – 03 Eylül 2011 tarihleri arasında Ramazan bayramı olup 1 Eylül yarım gün ve 2 Eylül tam gün toplam 1,5 günlük geçmiş yıllardaki kullanmadığım yıllık izinlerimden düşülmek şartıyla izin istememe rağmen hakkım olan bayrak tatilinin tamamı geçmiş yıl izinlerimden düşülerek 6 gün izin olarak kullandırıldı.
Bilinçli bezdirme planı uygulanıyordu. Bense istifa etmiyor, hakkımı istiyor, adilce mücadele ediyordum.
Alo 170 mobbing hattını da arayabilirdim. Ekmek yediğim kurumla mahkemelik olmak istemiyordum. Üstelik yanlış kişiler, kinli insanlar yüzünden yaşadıklarımdan dolayı kurumun suçu neydi diye düşünmüştüm.
2010 yılında şubede ne kadar ticari müşteri varsa tamamını Kavacık şubesine devrederek şubenin hakkını başka şubenin başarısı olarak gösterip beni başarısızlığa mahkum ediyorlardı.
2011 ve 2012 yılında da bu devirler devam etti.
Bu müşteri devirlerine işten çıkarılmamdan 9 gün önce 03 Eylül 2012 tarihinde 3 sayfa yazı yazarak gerekçelerini anlatarak yapılanın yanlış ve haksız olduğunu sormama rağmen yine ne cevap alabildim ne de müşteri devirlerine engel olabildim.
Şube müdürü olarak haberim olmadan müşteriler devir ediliyordu.
Sonra 12 Eylül 2012 tarihinde tazminatım ödenerek ve performansım sorun edilerek işten çıkarıldım.
İşten çıkarılmam bile skandaldı. Sonrasında da devam eden skandalları anlatacağım.
12 Eylül 2012 tarihinde sabah hesabıma 2012 yılının ilk 6 ayında başarılı olduğum için başarı primi ödeyen Akbank akşam başarısız olduğum için iş akdimi fesih ediyordu.
İş akdim fesih edildiği anda yaşadığım skandalı da paylaşmak istiyorum.
Banka şube müdürü olduğum için cep telefonu vermişti, teknoloji ile aram çok iyi olmadığı ve yaşattığı stresi azaltmak amacıyla sadece bankanın verdiği telefonu kullanıyorum. Arkadaşlarıma, dostlarıma, çevreme ait ne kadar telefon bilgisi varsa hepsi bu telefonda ve SİM kartta kayıtlıydı. Telefona ve Sim karta bana ait telefonlarla birlikte vahşice el konuldu. Bir gün sonra telefonu şubeye teslim edeyim dememe rağmen kabul edilmedi. 200 adet telefon numarasını kaybettim. Şu anda hiç kimse ile iletişim kuramıyorum.
Bir ülke düşünün böyle bir skandal yaşanıyor. Bu skandalı Akbank’tan reklam alan gazetelerde yayınlayamadım. Ülkede her şey çıkar ilişkisine dönmüştü. Haberin haber değeri önemli değildi. Oysa aldıkları reklamların karşısında Akbank’a ve diğer bankalara ait yalan haberleri çarşaf çarşaf yayımlıyorlardır.
Bu skandal haber daha sonra 22 Ekim 2012 tarihinde Aydınlık Gazetesinde Akbank performansta sınıfta kaldı diye yayınlandı. Emeğin ve emekçinin yanında olan Aydınlık Gazetesine bir kez daha teşekkür ediyorum.
Skandal bitmiyordu.
Çalıştığım 16 yıllık süre içerisinde kullanamadığım, hatta Akbank izinlerimi kullandırmadığı için kullanamadığım 120 günlük izin paralarıma karşılık 30 Eylül 2012 tarihinde 49 günlük ücretim ödenerek 71 günlük izin ücretim ödenmeyerek hakkım yeniliyordu.
Hala bu ücret tarafıma ödenmiş değildir.
Skandal devam ediyor.
2008 yılında müşterileri ve çalışanları kapının önüne koyduktan sonra Pazar payı kaybetmeye devam eden banka bu kayıpları telafi etmek amacıyla 2010 yılında banka çalışanların resmini çekerek şubelerde reklam afişi olarak kullanmaya başladı. Bu resmi çekilenlerden biri de bendim. Bu resimlerim istemediğim halde çekilmişti. Akbank’ta çalışıyorsanız mecbursunuz diyerek bizi buna zorladılar. Hatta bizden tek taraflı taahhütnameye imza alındı. Bu taahhütnameden istediğim halde bir nüsha bile bana verilmedi. 4 ayrı şubede resmim kullanıldı. Neticede işimin hatırı için katlanmak zorunda kalmıştım.
İşten ayrıldıktan sonra 15 Kasım 2012 tarihinde iki ay sonra resmimin kullanıldığı şubelerden biri olan Gazi Mahallesi şubesine gittim. Resmim hala kullanılıyor mu diye? Resmim hala kullanılmaya devam ediyordu.
Çalıştığım zaman işimin hatırı için mecburen katlandığım bir durumdu. İşten çıkarıldığım halde resmimin kullanılması kanunen yasak olmalıydı. Madem işten çıkarılmıştım, bankaya faydalı bir eleman değildim, resimlerimin faydalı olduğuna nasıl olmuştu devam ediliyordum. Her kararları komik ve düzeysizdi.
Yanımda getirdiğim kameramla resimlerini çektim. Aynı gün Gazi mahallesinde bir fotoğrafçıda bu fotoğrafları çoğalttım. Hatta kamerayla filmini de çektim.
20 Kasım 2012 tarihinde savcılığa suç duyurunda bulundum. Savcılık tazminat davası açmama karar verdi. Şimdi dava açma çalışmalarım devam ediyor.
Akbank’ta sadece bana uygulanan kişisel şiddetten bahsetmeyeceğim. Genel kurumsal işkencelerden de bahsedeceğim.
Bankacılık sektöründe çalışanına yol ve yemek parası vermeyen tek bankadır. Buna rağmen ücretlerde yeterli değildir.
Şubelerinde gelen müşterilere ikramlarda bulunmak için eleman çalıştırmayan bu banka çalışanlar tarafından ücreti ödenen bu elemanlarla müşterilerine hizmet vermektedirler. Akbank’ta size birisi bir ikramda bulunuyorsa o çalışan kişinin parasını Akbank değil o şubede çalışanlar cebinden ödemektedirler. Çalışanını işte böyle sömüren bir bankadır Akbank.
Çalışırken hastalanan bir çalışan hafta içi izin istediğinde doktora gidemez, hafta sonu hastaneleri kapalı tutarlar yine gidemez, dışarıya acil gidersiniz acil olduğu kabul edilip paranız ödenmeyerek mağdur edilirsiniz.
Çoğu arkadaşım izin alabilirse kullanamadığı yıllık izinleri doktora gidip tedavi olmak amacıyla kullanmaktadır. Bu konuda benimde yazılı belgelerim mevcuttur.
Öyle insanlık dışı uygulamalara şahit oluyorduk ki insanın anlatırken bile yüreği sızlıyor.
Bir bölge müdürü şöyle talimat veriyordu. Bugün 3 adet toplamda 30000-TL kredi satamayan şube müdürleri bölgeye gelip hesap verecekler. Kredi bu arz ve talep yerine gelirse satılabilecek bir ürün olmasına rağmen sanki müşterilerimize silah zoruyla para satmak zorunda gibi uygulamalara maruz kalıyorduk. Sonra hedefi tutturamadığımız zaman 10 dakika içinde bölgeye hesap vermeye çağırıyordu. Bir bölge müdürü düşünün insanlık dışı uygulamaları kendine hak görebiliyor kendisini bankadan üstünmüş gibi davranabiliyordu. Bu narsist kişilik hala bankada bölge müdürü olarak çalışmaya devam ediyor.
16 yılını bildiğim bu bankada işler 2000 yılından sonra dışarıdan devşirme Akbanklılar işe alınmasından sonra bozulmaya başladı.
Yıllardır yöneticisini kendi yetiştiren Akbank bu yolla bir karmaşa kültürüne, karmaşa hastalığına bulaşmıştı. Kim kimden ne istiyor, ne yapıyor belli değildi.
Şov yapan, sorumluluğu başkalarına atıp başarıyı kendi adına sayanlardan geçilmiyordu.
Nitekim 2005 yılında Pendik E-5 şubesinde görev yaptığım sırada şubelere verilen kredi verme yetki limitleri çok yüksekti ve düşürülmesini talep ettiğimde sen kendi işine bak diyenler sorumluluk almaktan kaçıyor ve bankayı bu hale getiriyorlardı. İşin en ilginç tarafı onlar şu anda bankanın üst yönetimini ele geçirmiş durumdalar.
Nitekim bununda bir sonu gelecekti ve geldi. 2008 yılı krizi başladığında müşteriler ve çalışanlar kapının önüne koyulmak noktasına gelen, Pazar payı kaybeden ve o tarihten sonra bir türlü toparlanamayan bir banka haline gelmişti.
Bugün de banka bu devşirmeler tarafından yönetilmektedir.
Başarısı da ortadadır.
O yılları Amerika’da bir üniversitede ders olarak okutmuşlardı. Nasıl okutulduğu da bir muammadır. Bir gün Akbank’ın bunun aslında bir yalan olduğu ve başarısızlıkla bittiği anlaşılıp bu da okutulacaktır.
Neticede haksız tere kariyerim bu basiretsiz kişiler tarafından yönetilen Akbank tarafından zedelendiğinden 5 ay olmasına rağmen bankacılık sektöründe henüz iş bulamadım.
İşten haksız yere çıkarılmam bile kuşku yaratmakta asıl zararı ben görmekteyim.
Basiretsiz yönetilen bu bankanın internet sitesinde sürdürülebilirlik raporuna ulaşabilirsiniz. Çalışanlarla ilgili bölümlere baktığımızda yazmış oldukları bir tane bile gerçek yoktur. Hepsi uluslar arası ve yerli yatırımcıları çekmek amacıyla yazılmış bir kandırmadan başka bir şey değildir.
Yazımı burada tamamlarken Akbank ile çalışan tüm müşterilerine, yatırımcılarına çalışanlara sesleniyorum;
“Adaletsizlik karşısında sessiz kalmak zalimin tarafında yer almak demektir.”
Benim en büyük mücadelem budur.
Bu şekilde insanın vicdanını sızlatan bir kurumla karşı karşıyayız. Daha doğrusu son 10 yıl içinde resmen işgal edip bu kurumu bu hale getirenleri anlatmak bana bir görev oldu.
Neticede topluma mal olmuş bir kurumu sahibi bile olsa kimse bu hale getiremez.
Bu kurumun sahibi olanlar ve yönettiğini zannedenler bunu ne kadar anlayabilirler veya zaten vicdanları olsaydı bunları ben yaşamazdım.
Başarılı bir kurum böyle bir yazının konusu olabilir mi? Oluyorsa işte böyle insanlar yüzünden oluyor.
Bu yanlarına bir kâr olarak kalmalı mı?
Kalmamalıysa o zaman ne haklı olduğum ortadadır.
Ben son örnek olmak adına bu mücadeleyi veriyorum.
Ben sizler gibi sahte Atatürkçü gözüküp Sorosçu, Mobiusçu, ABD, İngiliz hayranı değilim.
Sizler gibi Müslüman mahallesinde salyangoz satmadım, satmamda.
Öyle İngiltere’de kelebek uçsa Filipinler’de fırtına çıkar diyecek kadar da bu ülkeye ihanet edecek değilim.
Bu zihniyette iş adamlarına boyun eğecek, kölelik yapacak kadar kişiliksiz hiç değilim.
Kirli düzenlerin çıkar taşlarını hiç döşemedim.
Bu vatanı kuran ve düşmanlardan temizleyenler kadar samimi, vatanı hiçbir çıkara satmayacak kadar dürüst, fikrini, zikrini, ahlakını bozmayan kişiliksizlerden hiç olmadım.
Hele bu uşaklıklara uşaklık edenlerin uşağı hiçbir zaman olmadım. Olmayacağımda.
Bu kişiliklerini krallarına teslim etmiş ve hak yeme denizinde boğulacak Firavunlara son kez belki vicdana gelmişlerdir diye sesleniyorum.
Öncelikle kendinizi aklamak ve kirlenmiş kârlarınızı temizlemek için bana ait ödemediğiniz haklarımı ödeyin. Başka benim gibi haksızlığa uğratarak haklarını yediklerininiz de haklarını ödeyin.
Ve bu zulüm alışkanlık haline gelmesin ben son kurban olayım.
Eğer bunları yapmayacaksanız o makamları ne olur işgal etmeyin.
Biz hak yemeden ve kralımıza hak yedirmeden duramayız buna devam ediyoruz diyorsanız ben sizleri Firavun gibi azmış görerek Yüce adalete ve Allaha havale ediyorum.
Bu ibretlik öyküyü okuyan, dinleyen, bilen herkesi de şahit tutuyorum.
Saygılarımla.
Bana vakit ayırdığınız ve gösterdiğiniz tahammül için çok teşekkürler.
Şiirler
Adalet
Haksızlık yapmadım ki
Haksızlığa da boyun eğeyim
Yürekten çıktığım terazinin ayarsız kefesine koymaya kalktılar
Yürekten tartıya çıkamayanlar
Kim mi bunlar?
Çok yazdım, çok sustum onlar için
Adaletsizliği önleyecek gücüm yoktu belki
Yalnız direnmek ve itiraz etmek bizde adaletti
Dünyada ki en büyük adaletsizlik
“Hiçbir çaba harcamadan kazananlara karşı,
Tüm çabasına karşı kaybedenlerdir”
Büyük vicdanın mizanında
Bu hesabı mutlaka tutturacağız
Yükümüz dürüstlük olduğu için diktir bizim başımız
Yükünüz ağır olduğu için mi eğikti başınız?
Onca yüklenmeme rağmen
Neden terazide karşıma çıkamadınız?
Şimdi yalanlarınız ve algı operasyonlarınız ile yıkayın kirli niyetinizi, elinizi ve yüzünüzü
Bakalım kirleriniz temizlenebilecek mi?
Ne zaman tartılsanız
İki cihanda da elimde yakanız
Hamurunuzu biliyorum hamurunuzu
Emperyalist niyetlerin yoğurduğu hamurdan çıkmıştır bu şekliniz
Adaleti gücü ele geçirenlerin sözlerinde ve kararlarında değil,
Geleceği çalınmış insanların gözlerinde ararız biz
Gerçek adaletin
Hak yiyenin kursağında araması gerektiğini iyi biliriz
Kendi başımıza geldiği için değildir mücadelemiz
Adaletsizlik başkalarının da başına gelmemesi içindir derdimiz
Suskunluğumuzda haklı olmanın adınadır
Sizin ki suskunluğa bile benzemiyor
Neden tıkanıp kaldınız?
Artık tarihin sayfalarında bir ibretsiniz
Gücünüz yetiyorsa daha da kirlenmeden bu lekeyi temizletirsiniz
Haksızlığa sessiz kalıp sineye çekseydim
Veremezdin kendi vicdanıma hesap
Küresel çetelerin oyuncağı olmuş, her yaptığı adaletsizliğin
Yanına kar kalacağını sanan *mishap
Önder Karaçay
Demek ki Satış Neymiş?
Sermayenin zihniyetinde her ürün, insan satıştır,
Herkes satılabilir anlamına da gelir,
Satış diyen birisi tarafından satıldıktan sonra,
Yirmi beş yılını satış ve satın alma bilimine kafa yoran,
İnsan yetiştiren birisi olarak,
Satış nedir? Günümüz satışı nedir?
Yazmak istedim.
Eksik olmasın bir bankada bir zamanlar çalışırken,
Attığı e-posta yazıyı nedense saklamışım,
Yeniden okuduğumda saklama sebebini de hatırladım.
Paylaşılan bir gazete haberiydi,
Dert haber değildi, haberden çıkarılması gereken ders,
Satıştı!
Eş zamanlı operasyonlarla çok başarılı bir çalışmayla,
Yankesicilerin yakalandığını ve vaatlerinin,
Cennetten arsa satmak olduğunu yazıyordu.
Satış uzmanımız, suflörümüz bize her ikisini de,
Çok başarılı bulduğunu ve bizimde aynı çalışmamızı,
İstiyordu.
Önemli olan başarıydı ve başarılı bir ekipti,
Etik önemli miydi?
Önemliyse böyle bir örnek olabilir miydi?
Eğitimli/eğitimsiz hedef kitleyi sınırlamayan,
Duygulara hitap eden, gözle görülmeyen ve ihtiyaç duyulan,
Ürünü satmışlar meğer!
Birinci etap başarılıymış,
İkinci etaba bizden izinsiz imar, iskansız inşaat istiyor diye,
Anladık!
Demek ki satış neymiş?
Etik bir iş değilmiş, her yol meşru imiş,
Bunu savunan beni de satarak işimden etmiş,
Çok mu?
İşimiz verimli olmakmış?
Bankada çalışabilseydim, cennette inşaatları,
Bitirmiş olabilirdim..
Satışlar, kredili mi? Kredisiz mi?
Faizli mi? Faizsiz mi? Olurdu?
Bir muamma gibi kaldı.
Önder Karaçay
&&&&&&
İşsiz
Kime sorsam işsizim diyor,
Bunu duyan çocuklar işsizliği meslek sanıyor,
Küçük bir çocuk bana soruyor ne iş yapıyorsun amca?
Şu an işsizim diyorum,
Büyüyünce bende sizin gibi işsiz olacağım diyor,
Çocuk işte özeniyor,
Bir çocuğa böyle örnek olmak beni öldürüyor,
Bu satırlar haksız yere işsiz bırakanlara biraz da siz utanın diyor!
Önder Karaçay
&&&
Koynunda Son Bakıştır Veda
Vazgeçilmeyecek kadar kıymetli değilmiş hayatlarımız,
Altı imzalı boş mukavele gibi buruşuk,
Hayatımızın karşılığı kadar sözleşmeler!
Ve o boynu bükük ayrılış!
Hazırlıksız, aniden öldüren bir darbe gibi ufacık bırakan hinliklerin karşısında,
Sessiz bir fırtına gibi haykıran,
Son bakış!
Saklanamayacak kadar bir boşluk kalır elinizde,
Sanki hiç yokmuş gibi yokluğu,
Varlığını unutturur veda ile yalnızlığı kucaklayış.
Bu acıyı, öfkeyi, kaderi yatırabileceğimiz bir gölge bile bulamazken;
Kalırız bu ayrılıkların gölgesinde,
Işığın içine inen karanlık gibi,
Yeni bir günün tazeliğini bile anlamadan,
Son bakışlı dün devam eder kaldığı yerden,
Sanki o son bakış hiç gözümüzün önünden gitmez.
Hayat böyledir işte,
İçinde büyük bir boşluk bulunan alandır.
Ve biz o boşluğun hep üzerinde, yanında bilmeden hissetmeden yaşarız,
Çabalarımız içine düşene kadarmış!
İçine düştüğünüzde de içi dolmayan bir boşluk,
Geri dönüşlere bile tahammülü olmayan,
O son bakışı hiç görmemiş olsaydım dedirten keşke demenin ne anlamı kalır ki!
Bazen büyük nehirler ardında kurumuş bir nehir yatağı bırakarak akar.
Ve yalnızlık başlar,
Her gittiğiniz yerde sizden önce varıp sizi o karşılar.
Ruhunuz sokaklara düşer,
Sizi kendine alıştırır sonra kaybolur.
O zehri bulamazsınız, zehir bile değerli olur,
Kuşlar size gökyüzünde kara bir leke gibi görünür,
Bıraktıklarımız ve götürdüklerimiz birbirine eşitlendiğinde,
Hayat son bulup boşluk dolar.
O boşluğun zehrinden içenler,
Son bakışla vedaların koynunda yeni boşluklar açar.
Önder Karaçay
&&&
Kötüyü Korumakta Kötüdür
Çağımız iyiyi istemediği gibi,
Doğruyu, güzeli yok etmeninde yollarını arıyor,
İnsan kendi bindiği dalı keserken,
Kötüyü korumanın da kötü olduğunu bilmiyor.
Dar zamanlarını genişleteceğine,
Geniş zamanlarını insan kötülüklerle daraltıyor,
Bunaldıkça kötüleşiyor, kötüleştikçe bunaltıyor,
İnsanın çağımızda kötülüğüne bir çare aranıyor.
Ruhu benlik savaşında ego zehrine bulanıyor,
Yerlere düşmüş ruhunu borç ve tüketimle,
Ayağa kaldıracağını sanıyor,
Kötülüğün karanlığına bir ışık aranıyor.
Gücü ele geçireni kötü de olsa haklı sanıyor,
Bir kötülük başka bir kötülükle kapanıyor,
Başına pislik yağan toplumun yüreği yanıyor,
Kötüye kötü diyecek bir toplum aranıyor.
İlle de dibe vurunca mı aklımız başımıza gelecek?
Geleceğini kendi elleriyle çaldırıyor,
Kendi hatasını sebebiyle adeta çıldırıyor,
Kimse de kötüyü korumakta kötüdür demiyor.
Önder Karaçay
&&&
Kullan At Çürümüşlüğü
Çağımızın bir diğer vebası, endişedir.
Endişenin gerçek sebebiyse;
Rekabette rakibi alt etme içgüdüsünün,
Yaşama yansıttığı kendine güvensizliğin,
Yalnızlığın kıyısına vurarak kaybetme korkusudur.
Endişenin gizli sebebi saklanan niyettir.
Başkalarını alt etmek için,
Bu veba virüsü insanlara çeşitli yollarla bulaştırılması gereken,
Başarının tek yolu olarak öğretilmiştir.
Para işte bu noktada devreye girmiştir,
Üretilenler parayı çoklamak ve çabuk tüketilip tekrar yenisi alınması içindir.
Kullan at zihniyetine uygun, üretilip tüketilmelidir.
İnsan ‘kullan at’ kültürü için zamanla,
Kendi de kullanılan ve atılan bir araç olmuştur.
Bunun farkına ne üzücüdür ki; çok az insan varmıştır.
Fark edenlerin de çok azı, bir mücadeleye girebilmiştir.
Kendimi kullandırmam egosu, kullanır atarım egosuna yenilmiştir.
Zararlı ego, yararlı egoya karşı şimdilik kazanmış gözükmektedir.
Karşısındakini alt etmek için, ahlaka uygun olmayan yöntemlerle,
İlkesiz kurumsal yapılara her yol mubah olmuştur.
İlkesiz duygusuzluk rekabetçiliğin, ilkesidir günümüz insanı için,
Kullanılıp atılmayı aslında, kendisi kabul etmiştir.
Çünkü insana akıl sorgulamak için, verilmiş olmasına rağmen,
İnsanın bu mucize yeteneği,
Sistemli bir zihniyetle iğdiş edilmesine insanın kendisi izin vermiştir.
O insanlar artık şirkin koyduğu kurallarla sadece nefes alacak kadar yaşayan,
Yaşamayı da nefes alacak kadar zannedenlerdir.
Şirkin amacı değişmesi gerektiğinde,
Kullanılanların atılması devri gelmiştir,
Her değişim başka bir sömürü ve başka kullanılacakları bulmak içindir.
Her bahane en geçerli doğrudur onlara göre,
Çağın egemen kültürü sadece nesneler için değil,
İnsanı da bir nesne olarak görmek içindir.
Oysa atalarımız su geçerken at değiştirilmez derler,
Su geçerken at değiştirenlerin ataları da bizden değildir.
İnsanlık bu zalimliğe katlananları daha çok görmüş olmasına rağmen,
Katlanmam diyenleri de görmüş ve tarih katlanmayanları not etmiştir.
Ne ilginçtir ki kullanıp atanlara karşı, kullanılıp atılanları,
Kullanılıp atılmam diyen birkaç cesur kurtarmıştır.
Kullan at çürümüşlüğü mücadelesini birileri,
Sonuna kadar götürmüştür.
Yaşamak bir diğerini alt etmek ve onu ele geçirmekten ibaret olmuş,
Yaşam savaşını kötüler kazanırsa dünyada zulüm başlamıştır,
İyiler kazanmışsa yine kötü niyetlerin yeni hazırlığı başlamıştır,
Dünya kötülerin ve kötülüğün mekânı, iyiler kötülere sürekli yem olmuştur.
Önder Karaçay
&&&
Marka Değerim
Ey komisyoncu bank!
Senin rakam olarak bir değerin olabilir..
Bir markan da vardı değil mi?
Hatta alınır, satılırsın bile..
Yalnız benim karşıma yazabileceğin bir rakam yok.
Çünkü alınmam, satılmam! Haksızlığa alınırım!
Budur benim marka değerim.
O zaman üzerimden insanın marka değerini,
Bir hesaplayın bakalım, siz hesaptan iyi anlarsınız.
Kim değerli?
Söze gelince ‘insan’ dersiniz!
Sürdürülebilir raporlarınızda insanı öve öve bitiremediğinizi de biliyoruz,
İnsan hakkı nasıl yersiniz?
Ya da yemeye kalkarsınız?
Yoksa bu sizin alışkanlığınız olmasın?
Umarım tadınızı kaçırmadım,
Siz artık banka falan değilsiniz,
Ne olduğunuzu çok yazdım, yazdıklarımın satır aralarından çıkarırsınız.
Değeri para ile ölçen ve ölçülmeye değer misiniz?
Pardon siz patronsunuz ve kanunla kurulmuş şirketsiniz, bunu atlamayalım,
Ya ticari ve insani ahlak? Basiretli bir tacir olmalıdır der kanunlar,
Buna ne dersiniz?
Ne hakla haklarıma el uzatıp, beni ölçmeye kalktınız?
İşte sizin değeriniz.
Önder Karaçay
&&&
Milli Bankacılık Takımının Messi'si Neden Oyundan Alındı?
Milli ekonomi ve milli bankacılık yapmaya çalıştığımız yıllarda,
Oynadığım takımın lideri bankacılığın Messi’si diyordu bana,
Gün geldi başkaları bankaya geldiler, küresel sermaye bankacılığı yapacağız dediler,
Messi’yi gerekçesiz, sebepsiz işten çıkarmaya kalktılar.
Messi oyundan alınamaz mı?
Alınır tabi, yalnız nasıl alınmalıdır?
Dinlenmesi için alınabilir,
Sakatlandığı için alınabilir,
Oyundan almak için haklı bir gerekçe varsa alınabilir?
Örneğin namaz kıldığı için alınamaz,
Türk olduğu ve milli düşündüğü için alınamaz,
Veya gizli bir niyetle neye hizmet ettiği belli olmayan bir sebeple alınamaz,
Yani ayrımcılık yaparak, dışlayarak, dikkate almayarak alınamaz,
Kurumsal yapıyı, makamı yetkiyi kötüye kullananlar bunu yapamaz,
Yaparlarsa ne olur?
İnsanlık suçu işlenmiş olurlar.
İspatı mı?
Birincisi mahkeme kararı bunu soruyor zaten,
Haksız çıkarıldıysa işten neden çıkarıldı o zaman!
Cevap üç yıldır aranıyor, bir kurumsal banka buna cevap veremiyor.
Aynı zamanda edebiyatın usta kalemleri,
Şiir yazan bu Messi’ye benzetilen bankacıyı,
Edebiyatın zamanında devleri Tevfik Fikret ve Mehmet Akif Ersoy’un,
Sentezine benzetiyorlarsa şapkayı öne koyup günlerce düşünmek lazım,
Baltayı hangi taşa vurduk diye,
Eğer ağacı kesecektik diyorlarsa, baltanın sapı da ağaçtı,
Biraz da utanmak lazım!
Bu bankanın niyetini çok sorgulamak gerekir diye,
Bir soru daha bana sorduruyor,
Acaba istenmeyen sorgulama yeteneğine sahip olmakla,
Vatan ve milletini sevmek miydi suçu?
Öyleyse bu suçu işlemeye devam diyor şair,
Bakalım bu ahtapotun kollarının ağına düşmüş banka buna ne diyecek!
Sıra şimdi Messi’nin birilerini oyundan alma vaktine doğru ilerliyor.
Zaman en iyi yanıttır.
Tarihin diyalektiği daha neler yazacak, yazdıracak!
Önder Karaçay
&&&
Mobbing Bank
Ayrımcılığı bize batıdan bulaştırdınız,
Derdiniz başkaydı, yaptıklarınız başka,
Bunun için insanı kuşatma altına almaya kalktınız,
Cebi bir dolduralım, ilerisine bakarız dediniz.
Şimdi yaptığınız bezdirinin meyvelerini yiyorsunuz,
Sıra ayrımcılığa uğrayanların, kendini ayrıcalıklı görenlere,
Ders verme vaktinin geldiğini gösteriyor,
Kurumun, makamın, ağanızın ateşine yandınız.
Hiyerarşik yapıda kimini merdiven, kimini basamak gördünüz,
Birilerinin sırtına basarak yükselmeyi kendinize hak gördünüz,
Ezenle ezilen arasına geçilmez köprüler kurarak,
Kontrolü zayıflatıp güçlüden yana masumu ezmeye kalktınız.
Ayrımcılığa duygusal bir saldırıyla makam ve görev kılığında giriştiniz,
Ağanızdan aldığınız paye sizi şımarttı, kendinizi bankanın tek sahibi sandınız,
Seviye yoksunu, zararlı, saldırgan davranışlarınızı işinize bulaştırdınız,
Şimdi itibar düşürdüğünüz kadar itibarınızın düşmesini hak ettiniz.
Biz bankacılık yaptığımızı sanırdık, küresel sermayenin parasını,
Halka zorla borç olarak tüketmesi için bizi satmaya zorladınız,
İnsana insan kaynakları diyerek sermaye gibi harcanır demeye kalktınız,
Oysa insan bir değerdi, para gibi değersiz bir hiçlik adıyla bir tutulabilir mi?
Bizi kendiniz gibi mi sandınız?
Şimdi bir hiç olduğunuzu ve asıl yok olanın kendiniz olduğunu gördünüz.
Madem ayrımcılığa uğrayanları işten anlamaz yerine koydunuz,
Şimdi size hem iş hem de damgalayarak iş bulmaya engel olmanın ne olduğunu,
Kimin işten anlayıp, anlamadığını benim mücadeleme katlanarak anlayacaksınız,
Zorbalar ancak zoru görünce anlarlar, damgalamak öyle olmaz, böyle olur şimdi anlarsınız.
Önder Karaçay
&&&
Performansta Sınıfta Kim Kaldı?
Manidar bir tarihte, manidar bir sebeple,
İşimi, ekmeğimi, geleceğimi, kariyerime zarar vererek,
Elimden alan sebepsizlere soruyorum performansı?
Performansta sınıfta kim kaldı?
Kurgulanmışı gerçekmiş gibi sunanların,
Karşısına gerçeğin kendisiyle çıkarız,
İspatlarımızı ortaya koyduğumuzda,
Niyetinizi yüzünüze işte böyle çarparız.
Hadi kariyerime, emeğime saygınız yoktu, vefanız yoktu,
Yaşlı anne, babam ile eşimin ve çocuklarımın suçu neydi?
Haksız bir şekilde yok yere üzdünüz?
Siz bu tuzaklara nasıl düştünüz?
Diyelim ki benimle çalışmak istemediniz,
Bunu anlayabilirim, kalan haklarımı istediğimde,
Haklarım sizin hakkınızmış gibi neden ödemiyoruz dediniz?
Çalışanın alın terini yemeye ne hakla kalktınız?
Sabah hesabıma performans primi yatırdınız,
İşten çıkarma tarihini 12 Eylül tarihine denk getirdiniz,
Aynı günün akşamı performansımı başarısız buldunuz,
Bu kitabın yazılmasına bile sebep olarak ayrı bir skandala daha sebep oldunuz,
Skandal üstüne skandala imza atarak siz ne hale geldiniz?
Önder Karaçay
&&&
Profesyonel Maraba Performansı
Son yılların batıdan ithal en kötü iki virüs “profesyonel maraba performans” uygulamasıdır,
Zavallı kendini uyanık zanneden ve ağalarına parende atanların uyduruk işleri işte!
Profesyonellik adına başarımızı ölçmeye kalkanların performanslarını anlatacağım size,
Bu nefret çizgisinde duygularım neden bu şekilde depreşmeye başlamıştı,
Çünkü seviyesi düşük bir yaklaşımın ürünüydü, seviyesi düşük uygulamalarla,
Düşmüşken seviyeleri hangi hakla seviye ölçmeye kalkıyorlardı?
İnsan yarış atı değildi, yarıştırılacak bir canlı türü hiç değildi,
Karlarını pist bankacılığı adına sidik yarışına çevirip överek açıklayanlar,
En iyi biz götürüyoruz demeye mi çalışıyorlardı?
Aynı zihniyeti müşteriler gibi, çalışanlara da uygulamak tek dertleriydi,
Söylenen ile eylem birbirine tutmuyordu, herkes kandırılıyordu.
Çoğu ısınma turları atarken bu vahşiliğe yalvarma ve yakarma noktasında,
Soğuma turları atmamı anlamayanlar çoktu, çünkü esarete teşne olmuş çoktu,
Korku temelliydi bu dürtü ve kendine yontmaya çalışanların baskısı,
İle bulaşmıştı alın teri emekçilerine, baskı, tehdit, kişiliksizlik!
Bu seçicilikte okuduğunuz okuldan tutun, emperyalizmin dâhili ve harici menşeli belgelileri tercihti,
Çünkü onlara bu belge yapmaları gerekenler karşılığında verilmişti, eğitimleri buna uygundu.
İşe alındığınızda bile tek tarafa doğru yontan şartlar geçerliydi,
Kendi vatanınızda kendi dilinizi konuşarak iş bulamamak ne iğrenç bir esirlikti,
Kriterler tepişiyordu siz ise işe alınacağım mı diye terlerken,
Emeği ile hayatınızı kazanacağınızı sandığınız bir hayalin sıkıntısı,
Alnınızdan alınmaya başlandığını anlamanız mümkün bile değildi.
Çünkü tepişen kriterleri konum, maaş, basamak ve merdiven olma durumuna göre,
Hiyerarşik düzende size yer açıyordu.
Sırtınızda ne kadar ayağa basamak yeri açtığınıza bağlıydı, yükselebilmek,
Bir üstünüzün gözüne ancak alçalarak girebilirdiniz!
Bazıları diğerlerine göre daha fazla kazanıyordu,
Buna etkisi olan sebepler örtülü gibiydi, çoğu biliyor, çoğu örtüye dokunamıyordu.
Ekmek kavgası işte diye bir korku yaygarası ne de olsa baskın geliyordu.
Çalışanlarına kişilik testleri yapmaya kalkan kişiliksizler de vardı,
Ecnebi bir kurum yapardı bu uzak erişimli testleri,
Gerçek niyetleri ele geçirmek adına, testi yapan kurum harici kimsenin sözde bilgisi olmayacaktı,
Test yapılacağı bildirilirken not düşmeyi de unutmuyorlardı,
Anlamamak ne mümkündü bu kötü niyeti!
Dayatılan şartlara karşı stabil bir bağımlılığı olanların maraba performansı süperdi,
Esir performansı veya profesyonel maraba performansı ile aynıydı,
Feodal kalıntının günümüze taşınmış modern kılıflı şekliydi.
Karşıydı bu satırlar bu kişiliğinin şifrelerini krallarına kırdıranların haksız baskısına,
Ticari ve insani ahlaki yoksunluğun su yüzüne vuracak kadar kulaç atmasına karşıydı,
Bu satırlar, hak doğruyorlardı kişiliğini başkalarının ayakaltına asan,
Yetki ve makam kılıcına sığınmış hak kesen satırlar.
Soyulduğu halde haline gülenler, sanki hırsızından bir şey çalmış gibiydiler,
Boş yere üzülenler, mücadele edemeyenler, kendi kendilerini soyduruyorlardı.
Koydukları kurallara uyanlarla duygusal iniş çıkışların neticesi psikolojik nevroza dönüşüp çektirerek,
Hayal gücü geniş, artistik ve entelektüel yönleri güçlü olanların değeri hiçe sayılarak,
Görsel güzelliğin vitrinlerde kullanılarak sömürüldüğü bu makyajlı vahşi düzende,
Dizenin düzenine dizilenlerin sıra oldukları halleri ortadayken,
Sürdürülebilir raporlarına da örtülü konu ediliyordu algı değişikliği sözde insanlık,
Deforme bir deformasyona yol açıyordu asıl maraba olmuşların omzu düşük performansı.
Önder Karaçay
&&&
Put Para
Yeni ürünümüz çıktı,
Sıkılmadan sıkan bankamız ürünleri bunlar,
Utanmadık ki biz hiç sıkılalım, her ürünümüz, işimiz sizin için,
Put para, eğilmeniz için,
Bükülmeniz için, esaretiniz için,
Geleceğiniz için gelin bize, put para verelim size,
Para, para, para diyordunuz zaten,
Alın size put para.
Tapın putlarınıza, putlaştıran ağalarınıza,
Mat-para makinelerimize de bekleriz, kredi bile verebiliyor.
Çektiğinizde çok güzel hisler içinde çekersiniz,
Cebinizde dolaşan başka eller çeker put parayı,
Bittiğinde dönüşür put para, nara atarsınız paraya,
Kuru bozuktur üstü acıyla ödetilir.
Geliri garanti emeklilerimiz için çıkardığımız,
Kart-paramızdan alırsanız;
Alış verişten, nakitten,
Tatilden, tüm ödemelerden de çekersiniz.
Birde geri ödeme vakti gelince çektiniz mi?
İşte o zaman çeke çeke bitersiniz.
Nasıl ürünümüz ama?
Haksızlık etmeyin, sizi için kartlara,
Eğilmenizi kolaylaştırmak adına esnek kartlarda ürettik,
Esnek isimlerde bulduk ecnebi dilden,
Çektireceğiz size gönülden,
Müşteri kıstırma köşeleri de yaptırdık şubelerimize,
Şeffaf camlardan,
İçi gözüküyor içinden geçenler sır türünden.
Caddelere, sokaklara, insan köleleştirilebilen her yere,
Mat-paralarımızla evlerinize kadar geldik,
Diğer işlemleriniz için biz eleman çalıştırmayalım diye,
Daha fazla kazanmak için teknoloji şirketleriyle de anlaştık,
Sağlam bankacılık gerek size,
Cebinize birde oradan el uzattık,
Daha ne yapalım, çektiriyoruz işte!
Putlaşacağız hepimiz,
Para ağalarımızın yolunda bu gidişle?
Çocuk bankacılığı da yapacaktık,
Ne zaman ki babalarını işten çıkardığımız çocukların,
Tepkisi başladı, bunun sonucu bu hedefe ulaşmamıza bile engel oldular,
Nasıl sıkılmayalım biz?
Reklam bedava nasıl olsa,
Bizde ürettiklerimiz sıkıntılarımızdan sıkıldık,
Birde üretimi desteklemediğimiz söylenir pes doğrusu!
Önder Karaçay
&&&
Reklam
Performansı bozuktu çok iyi çalışmıyordu,
Bundan dolayı suçu başkalarına atıyordu,
Sonra performansı arttı diye rahatlıyor,
Bunun üzerine üç yıldır yatıyordu.
Şimdi yalvarıyor ne olur beni sen reklam et diye!
Kabul etmiyorum, ben kötüyü reklam etmeyi sevmiyorum diyorum,
Anlamıyor, daha önce anlamadığı gibi!
Daha doğrusu israf diye reklamı sevmiyorum,
Duygu sömürmek yakışır mı insana?
Az da reklamını yapmadım, o kabalığı anlasana,
Çaresizliğe düştün değil mi?
Yine geldin bana!
Kanına işlemiş kötülük,
Yaptığı kötülüğün yanına ben iyiyim diye yazıyorsun,
Kim inanıyor, ona bakıp biraz utansana!
Size bir iyilik daha yapayım,
Paralarınızı boşa harcamayım, neticede siz parayı çok seviyorsunuz,
Sonra parasız ne yaparsınız?
Reklam da pahalı ha!
Önder Karaçay
&&&
Sakıncalı İşsiz
Yıl 2012 12 Eylül yani o manidar tarih,
Sabah işe gidiyorum, mesaj geliyor telefonuma erkenden haber veriyorlar,
Başarı performans priminiz hesabınıza yatmıştır diye!
Mutlu oluyorum, bu huzurla işime daha bir istekle sarılıyorum,
Gün bitmek üzereyken, acı bir telefon kötü haberin sesi gibi çalıyordu,
Acil bölge müdürlüğüne gitmem isteniyordu.
Hemen apar topar, taksiye atlayarak ve içimdeki artan sancıyla gidiyordum,
Yaşça benden küçük ve tecrübesiz biri bana işten çıkarıldığımı tebliğ ediyordu.
Sebebini sorduğumda yönetimin kararı diyordu,
Tazminatını da veriyoruz ha derken sanki ulufe verdiğini söylüyordu,
Haddini bilmez kimin hakkını kime veriyordu?
Bir kağıt imzalatıyorlardı, üzerine ‘bütün haklarım saklı kalmak şartıyla’,
Tek taraflı bir zorlama anlamında yazarak,
İmzalıyordum.
Sıra bankanın bana verdiği telefonu almaya geldiğinde,
Yüzlerini orada görebildiğim kızlarımın resimleri olduğunu,
Dost ve arkadaş telefon numaralarımı almam gerektiğini,
Telefonu yarın şubeye bırakabilir miyim?
Talebim bile on altı yıllık kariyer karşısında değersiz bir telefon daha değerli oluyordu.
Adeta bir çocukla karşı karşıyaydım ve sinirlerime zor hakim oluyordum,
Alın dedim fotoğraflarımı da, telefon numaralarımı da, şahsi bilgilerimi alın diyordum!
Üstelik bu telefonu istemediğim halde, banka mecburen dağıtmıştı,
Sevmediğim bu rezil aleti kullanmak zorunda mıydım?
Ertesi gün sabah erkenden şubeye gittim,
İstanbul’un boğaz manzaralı tek şubesiydi,
Martıların havada kalan açlıklarının resimlerini çok çizmiştim aklıma,
Masamı, eşyalarımı topladım, son kez boşluğuma bakarak odamdan aşağı indim.
Arkadaşlarım bilmiyordu, gelmelerini bekledim.
Her sabah erkenden onlara çayı ben demlerdim,
Bu sabah demleyemedim, çünkü elim gitmedi,
Arkadaşlarım gelip beni tebdili kıyafetle görünce ne oldu dediler?
İşten çıkarıldığımı söylediğimde, sebebini sordular.
Hatta birisi siz bu bankada ‘en son işten çıkarılması gereken birisisiniz’ cümlesi hala kulaklarımda yankılanıyor.
Dün başarı performans primi almıştık, aynı gün başarısız olmuştuk…
Bu bir skandaldı…
Hemen bu skandala imza atanlara son altı yılda yaşadığım ayrımcılığı anlatan,
On beş sayfa yazı gönderdim.
Cevap verirler mi? Onlar çok büyükler verirler mi?
Ya da verebilirler mi?
Hakkımı aramak adına Avukatıma gittim ‘işe iade davası’ açtık.
Sonra mahkemede hakim yoktu, bir yıl bekledik,
Olsun hak yerini bulsun, geç olsun güç olmasın dedik…
Bu arada haklarımın bir kısmını ödediler, bir kısmını ödemediler.
Ödemeleri konusunda kendileri uyardım,
On altı yıllık bir geçmişimizin olduğunu ve beni başka hak mücadelelerine itmemeleri konusunda,
Üzerini vura vura uyardım…
Aldığım cevap aynen şuydu; ‘biz büyük bir bankayız, bu haklarınla ilgili ödememe kararı aldık’
Sen ne yapmak istiyorsan yap dediler…
Büyüklüklerini bir kez daha hissetmek nasıl bir duyguydu anlatamam…
Yine vicdanlı hareket edeyim dedim.
Size beş ay süre veriyorum, benim haklarımla ilgili karar alın ve ödeyin,
Aksi takdirde ben büyüklenme falan tanımam dedim.
Beş ay bitti. Geri adım atmış olmak gibi bir olgunluk bunlarda ne mümkün?
Düşündüm ne yapabilirim diye?
Bir taraftan da iş arıyorum… İş bulmama da engel oluyordu işten haksız yere çıkarılmış olmam…
Madem hayat sanal dönüyordu, o zaman önce belgelerimle birlikte basını dolaşıyordum,
Haber yapmak için!
Sadece emeğin sesi Aydınlık Gazetesi haberimi yapıyordu;
……………………..Performansta Sınıfta Kaldı diye… Diğerleri neden haber yapamadılar dersiniz?
Çünkü onlar bu bankadan reklam alamazlardı, çünkü gazete değillerdi, kapitalin emrindeydiler.
Yeter miydi? Yetmezdi.
Daha neler yapabilirdim? … Düşünmeye devam ediyordum…
Önce Mobbing Derneğine bilgi verdim.
Sonra yaşadıklarımı detayıyla yazarak orada haber yaptım, anlattım.
Sonra ‘Sanal Mahkeme’ fikri geldi aklıma..
Video oynatma sitesinin birinde yaşadıklarımı bizzat kendim anlattım,
Anlattığım her konunun belgesi vardı, şahidi vardı, ispatı vardı.
Olay olmuştu, olay..
Birileri ismini bile yazamadan yorum yapıyordu,
İnsan ekmek yediği yere bunu yapar mı diye?
Tek cümle ile susturuyordum… Bu ya patrondu, ya da onun adamıydı?
Kim olduğunu sorduğumda çünkü söyleyemiyordu.
Diyordum ki sende zerre kadar vicdan olsa;
“Ekmeği haksız yere elinden alınan birini savunacağına, ekmeği elden alanın tarafında duran sebebin neydi? ”
Bitmişti ve susmuştu… Çünkü dediğim gibi bu ya patrondu, ya da onun adamıydı…
Adam dedim ağzımdan kaçtı!
Kanada’dan bir arkadaşım arıyordu, videomu seyretmiş, üzülmüştü,
Eğer bu vaka burada olsun o bankanın kapısına kilit vurulur diyordu.
Çin’den arayanlar bile oluyordu.
Sanal Mahkemede ben aklanıyordum, bu banka ve sahipleri karşıma çıkamıyorlardı.
Ve mahkemenin duruşmaları yapıldı…
Yüzde yüz haklı çıktım, Yargıtay onayı ile bu bankanın ayrımcılığı,
Sebepsiz yere işten eleman çıkardığı tescilleniyordu.
Diğer haklarım ve ayrımcılık ile ilgili davalarım devam ediyordu..
Bunlar skandala doyar mı?
Adıma yazılı talimatım olmadan, işten çıkaran kendileri olmalarına rağmen,
İşsiz olduğumu bildikleri halde kredi onaylıyorlardı,
Bunu da belgeleriyle Bankalar Birliğine taşıdım,
Cevap bile vermediler…
Sonra bu rezaleti ‘Bankaların Kredi Oyunu’ diye haber yaptım bir gazetede,
O gazete de bankanın ismini yazamadı…
Bankaları koruma birliği hemen telefonla buldu beni,
Ve cevabı e-posta ile gönderdiklerini söylüyorlardı.
Oysa yazılı cevap verme mecburiyetleri vardı.
Karar bankayı koruyan türden olduğu için verememişlerdi. Biliyordum…
Sonra gazete haberi ve tepkimle karşılaşınca resmi yazı ile cevap verdiler.
Bankanın bir suçu olmadığını yasalara rağmen yazabiliyorlardı.
Bununda bir gün hesabı olacaktı…
Hakkımı aradığım için aynı yolun yolcuları diğer bankalar, şirketler bana iş vermiyordu,
Adeta mimlenmiştim… Hak aramak mimlenme sebebiydi…
Buna güvenerek zaten bu skandalın kucağında buldular kendilerini.
Çünkü bunu kim göze alabilirdi?
Birisi çıkana kadar bu hak yeme rezaleti sürmeliydi…
Önder Karaçay buna hayır, dur diyordu.
Sadece kendisi için değil, ekmeğini emeği ile kazanan herkes içindi bu mücadele.
Hak için, adalet için, vicdanlı olmak için, sorumluluk için,
“Kötüyü saklayanda kötüdür.”
Bu vicdansızlığı bu vatana ve millete yapmamak için!
İşte ‘Sakıncalı İşsiz’ buydu.
Önder Karaçay
&&&
Sanal Mahkeme Tutanakları
YORUM1:
Tüm akbanklı meslektaşlarımı yorum yazmaya davet ediyorum. Herkes benim gibi düşünüyor ama korkuyor. Önder beyin videosu bizim için milattır. Çalışanlar olarak akbanktan nefret eder hale geldik. Hedef tutturmaktan anamız ağladı. Birde bu xxxxx xxxxxx denen kadın bizi iyice bunalttı. İşten değil kadının kaprislerinden uğraşıyoruz. Personel arasında ayrımcılık yapıyor. Çıkarları için bankayı kullanıyor. Müfettiş gelirse herşey ortaya çıkar.
YORUM2:
Ben Akbank çalışanıyım. Müdürümü dinleyince xxxxxxx bölge müdürü xxxxxxx xxxxx bahsettiğini zanlettim. xxxx xxxxx Aynı narsist tavırları olan kendini beğenmiş kompleksli çalışanlarını ezmekten işkence yapmaktan zevk alan biridir. Bankacılıktan anlamayan. akbank yetkililerini göreve çağırıyorum. bu kadın çalışma isteğimizi koymadı bankamızdan bizi nefret eder hale getirdi. kendi dışardan geldi dışardan gelenlere ayrıcalık yapıyor akbank kökenlilere ikinci sınıf muamelesi yapıyor.
YORUM3:
Önder beyin tüm yorumlsarına katılıyorum takdir ediyorum. Tüm banka çalışanları aynı duyguları paylaşıyoruz. Bize insan gibi davranılmıyor hedeflerden,satışlardan bıktık usandık halkı kandırmak istemiyoruz.Mesai saatlerimiz akşam 9u buluyor aile yaşantımız kalmadı. Birde xxxxx xxxxx kaprislerinden bıktık artık. İnsani yanı sıfır. Bankayı kendi menfatleri doğrultusunda kullanıyor. Müfettiş gelirse ne demek istediğimi anlarsınızBDDKyı göreve çağırıyorum Akbankta çalışanlara zulüm uyguladığı var
Önder Karaçay
&&&
Sendika Bank
İşte kalabilmenin şartıyla üye edilmiştik,
Adına sendika diyorlardı, ne olduğunu bilmiyorduk,
Ekmek parası işte, bir tarafta ekmek, bir tarafta boyun eğiş,
İki yılda bir patrona ‘posta koyan’ yazılar okuyorduk,
Okuduklarımızla, yaşadıklarımızı karşılaştırdığımızda,
‘Her halde bizden bahsetmiyor’ diye biliyorduk.
Yüzde bilmem kaç zam isteyerek patrona yükleniyordu,
Defolu enflasyon oranına söz bağlanıyordu,
Sonra ‘bu ne’ diye soranlar, patrona haber salınarak,
Uzak bir eziyete tayin ediliyordu.
Her sözleşme döneminde farklı bir hak tırpanlanıyor,
12 Eylül’den adet edinilmiş huylarla,
Yeni ‘emek teri yiyen yöntemler’ dayatılıyordu,
‘Bu nereden çıktı’ diyemeden, tehdit kartları,
Kartlaşmış temsilcilerin diline dolanıyordu.
Hakları bir banka tarafından gasp edilmeye çalışılan biri olarak,
Gerçek yaşadıklarımdan ve geçmişte yaşananlardan,
Karşılaştırmalarla nasıl hak tırpanlandığını ispatlamayı, Yenilir yutulur olmayacak uygulamayı,
Üzerimize düşen büyük bir sorumluluk bilinciyle diri tutuyorduk.
Beş yıl önce emekli olma hakkımız vardı,
Finans sektöründe yıpranma payı, aşınma büyüktü,
Seksen darbesinin birinci darbesi bankacılara buydu,
İkincisi bir ay çift, bir ay tek maaş hakkı,
Patrona vermeme hakkı olarak tanınıyor, emekten alınıyordu.
Gün geldi bankalarımıza küresel görev verildi,
Küresel karşılığı borç olan sermayenin parasını satacaklardı halkımıza,
Son on yılda oldukça da bu sektör bu konuda yol aldı,
Kendilerinin bu yola girmeleri yetmezmiş gibi,
Halkı borçlandırmak adına çalışanları, bir dayatma ve baskıyla,
‘Borçlan, tüket! ’ diye esir aldı.
Önder Karaçay; ‘ben halkı zorla ve dayatmayla borçlandırmam’ dedi,
Üretim, ticaret ve ihracatın finansmanı için çabaladı,
İhtisası bu olduğu halde bireysel kredi ve kredi kartı satmaya zorlandı, Buna direndi, baskıyla karşılandı.
İstanbul’un bir ucundan bir ucuna tayine, istifaya, baskıya maruz kaldı,
Aynı şehirde iller arası işe gider gibi günde ‘altı saat’ işe gidip gelebilmek için zaman harcadı.
Gece saat on ya da on birde eve geldiğimde, çocuklarımın sadece yüzlerine bakabiliyordu,
Yanakları müsaitse öpebiliyor, küçük kızım beni göremediği için,
Anne babam eve gelmiyor mu diye sorduğunu işten çıkarıldıktan sonra,
Öğrendiğimde bir kez daha yüreğinden bir kez daha yaralandı.
Yine de yılmadı!
Yalnız onlar yıldılar. Onlar derken isimlerini yazmaktan çekindiğim için değil,
Reklam olmasın diye yazmıyorum, isteyen o isme kolayca ulaşabilir.
Sabah hesabıma başarı primi yatırdılar, aynı gün akşamı başarısızım diye işten çıkardılar,
Sanki ulufe verir gibi bölgeye atadıkları çocukla ‘tazminatını da veriyoruz ha! ’ diyerek,
İşten çıkarma tarihini de 12 Eylül 2012 gibi manidar bir tarihe denk getirdiler.
Altı yıllık mücadeleye daha kaç altı yıl ekleyeceğimi bilmeyerek,
Bu skandalı gazeteye haber yaptırdılar, ……..performanstan sınıfta kaldı seviyesine düştüler.
Sendikayı anlatıyordum değil mi? Bunlar sendika bank gibiydiler.
Onları aradım, bir yetkili çıktı telefona,
Beni tanımaz gibi, burası patron sendikası der gibi sen Müdür olduğun için,
İşveren temsilcisi sayılırsın, kimi kime şikayet edeceksin, Sanki kendimi işten ben çıkarmışım gibi komik duruma düştüler.
‘Kapsam dışısın sen, sendika ücreti ödersin, bu haktan faydalanamazsın! ’ dediler,
Sendika başkanı ile görüşmek istedim,
Her halde patronla görüşüyordu söyleyemediler.
Gerisinde ne mi oldu? Ne ben anlatayım, ne de siz dinleyin! ...
On altı yıllık birikmiş yıllık izin paralarımı ‘biz çok büyük bankayız,
Ödemiyoruz diye karar aldık, siz ne yapmak istiyorsanız yapın! ’ dediler.
Yüce Türk yargısının önüne belgeleriyle taşıdım bu skandal ayrımcılık rezaletini,
Yüzde yüz suçlu bulunarak bana ayrımcılık yapan bir banka olarak tescillendiler.
Sonra işe iade edemediler, bedelini tıpış tıpış ödediler,
Parasının tutarı önemli değil, önemli olan ödetilmiş ve ödenmiş olmasıydı,
En baştaki ayrımcı başı kendini kurban edemedi,
Birkaç yardımcısının başını yiyerek şimdilik gidişini erteledi.
Davalar devam ediyor, demek ki; çektirdikleri kadar çekecekler bu acıdan!
Benim için işten çıkarıldıktan sonra yaptıkları varsa, belgeleriyle ortaya koymalılar, Eğer koyamıyorlarsa benden yıllardır sendika ücreti neden kestiklerini açıklamalılar. Ya da banka sendikası olmayı bırakıp, bankada emeğiyle çalışan insanların sendikası olmalılar. Gerçekle yüzleşmek zordur, bir yolunu bulup bu gerçekle bankayla birlikte yüzleşmeliler.
Önder Karaçay
&&&
Son Sözü Haklı Olan Söyler
Siz yalan dünyanın oyunlarına kanmışsınız,
Oysa yalan insan kaynaklıdır yanılmışsınız,
Bir ömrü neye, kime ve niçin harcadınız?
Çektirdiğiniz çilede, insandan başka kim var?
Yalan dünyanın oyunlarını insanlarla oynamışsın,
Yine başka oyunların oyununa insanları katmışsın,
Sende bir bebek kadar masum doğdun, masum kalamamışsın!
Büyünce ve işlerini büyütünce nasılda kirlenmişsin?
Öldükten sonra çocuklarının yüzüne nasıl bakacaksın,
Onların özgürlüğü senin geride kalacak özgürlüğündür,
Yaşarken ölmek mi? O zaman kendimi Türk mü sayarım!
Sen ağır taş olduktan sonra dünya gibi, hafiflere ağır gelirsin.
Ozanın dilinden ozanın diline düşmeyeceksin,
Sazın telinde ve perdesinde parmaklarınla pişeceksin,
Duyduğun sözler karşısında cevapsız kalıp şişmeyesin,
Son söz her zaman iğne gibidir, haklı olan söyler, balon gibi sönmeyesin!
Önder Karaçay
&&&
Servet Şımarıklığı
Kazandıklarıyla cezalandırılacaklar,
Sonsuzluğun azabına kavuştuğunda bunu anlayabilecekler.
Zulmetmiş bir benlik, yeryüzünün tamamına bile sahip olsa,
Kendini fidye ile kurtaracağını mı sanıyor?
Azabı görünce pişmanlığa sarılanların hali Firavunca!
Düşünmez mi hiç insan hayatı veren kim? Öldüren kim?
Ölümü unutan her benlik, yeri ve gökleri kendine sanır mülk,
İğreti hayat bir tek kodamanlar ve onlara uyanların,
Sahip oldukları servetle debdebeye düşerler,
Hakkın adaleti yerini bulunca; o servette, sahipleri de silinip süpürülür.
İlimden nasipsiz, ilimi şahsi çıkarlarına kullananlardır onlar,
Korkunç azap ümüklerini sıkana kadar iman nedir bilmezler,
Son anda Firavun gibi benlikleri imana gelme seviyesinde geri de dönemezler.
Doğruya her yönelen kendi benliği için yönelir,
Doğrudan her sapan da kendi benliği aleyhine sapar.
Yaratanın laneti zalimler ve zalimlere uyanlardır,
Kimdir bu zalimler?
Hak ve adaletin yolunu inkar edip,
Şeytanın süsüyle, insan nefsine saldıranlardır.
Hem kör hem de sağır olanlar, gözleri ve kulakları varken böyledirler,
Sadece servetlerini görür, kendilerini duyarlar.
İmanla yaşayanları imansız yaşayanlarla karşılaştırırsak;
Körle sağır, görenle işiten farkına benzerler.
Kör ve sağır gibi faska uyanlar uyarıcı sevmezler,
İnsanların uyanmasından hiç hoşlanmazlar,
Çıkarlarına helal gelmesini istemezler,
Başkalarının haklarına el koymayı kendilerine hak bilirler,
Azabın ateşi tandırı kaynatınca ve o haddeye gelinceye kadar,
Bu zulüm ve servet şımarıklığını o ana kadar sürdürebilirler.
Fani hayatta zulme sapanların içine düştükleri durumun sebebi,
Servet şımarıklığına kendilerini kaptırmış olmalarıdır.
Ne halde olduklarını onları şımartanlar yüzünden bilmezler,
Yaratan böyle fanilerin kalplerini mühürlemiştir,
Şımarıklıkları ile oyalanmaları amelleridir.
Dünyanın her zamanında kodamanlar bozmuştur insanlığı!
Önder Karaçay
&&&
Tanrılar Okulu*
Soruyu en sonunda sormuştuk,
Şiirde de soruyu en sonun bırakacağım.
Bir gün çalıştığım kurumda bir derse davetliydim,
Bizleri niyetlerine hizmet adına geleceğin lideri olarak görüyorlarmış,
“Tanrılar Okulu” adlı 'Best Seller' olmuş kitabının yazarı,
Ders verecekti, önce konuyu anlayamamıştık.
Kendisinin; pragmatik bir eylem filozofu,
Bilim adamı, girişimci, eğitmen, iş adamı,
Ekonomist, sosyolog, yazar olduğunu öğrenince,
Liberal bir düşünce dersi olduğunu çakmıştım.
Prof. D’anna yüzden fazla konferans vermişti bu konuda,
Ekonomi ve sosyoloji üzerine birçok çalışması vardı,
Bireyin özgürlüğü üzerineydi dersin konusu,
Devrim niteliğinde diye sunuluyordu bize,
Oysa yüce yaratan hepimizi özgür yaratmamış mıydı?
Soruları dersi anlattıkça bende çoğaltıyordu.
Cenneti portatif görüyordu Portatif Cennet adlı,
Girişim psikolojisi manifestosunda,
“Tanrılar Okulu” adlı eseri de aslında manifestoydu,
Bireyde psikolojik devrim amaçlı,
Kime hizmet edeceği çoğu tarafından anlaşılmayan,
Sonradan hayatımızda tanrılaştırılacak olan,
Ürünlerin habercisi olmaya gelmişti,
İnsanlığın zihinsel paradigmalarını yıkmak istiyorum diyordu,
İnsanlık dışı paradigmaları değil insanlığın diyordu,
Hedefe kimi ve niçin koyduğunu dinleyen kaç kişi anlıyordu,
Hala çok merak ettiğim gibi, anlamayanın çok olduğunu,
Bugün ülkemizin bireysel özgürlük adına,
Yerle bir edilen insanlığın halini görünce,
Daha iyi anlıyordum.
Kapital ekonomiye etik diyordu,
Emeğin özgürleşerek sömürülmesine fikir diyordu,
Finansal güce aşkla tapmalısınız demeye getiriyordu sözü en son ekledikleriyle,
Çoğu şaşırıyordu, vay bee diye tanrılar okulu varmış haberimiz yok diye,
Böyle bir zihniyet şemsiyenin altında hepinizi,
Uyum altına alarak yeni liderler dersini size de vermek istedim,
Sorusu olan var mı dediğinde?
Sizin kaç tanrınız var sorusuyla karşılaşınca,
Anlamadığını söylüyordu, biat etmeyen soru belli ki rahatsız etmişti,
İşte o dayatmaya karşı bu şiirde bir manifestoydu,
Hem de insanlığın yıkılmayan beşiği Anadolu’dan,
Başka bir Türk sormuş, başka bir Türk bu cevabı yazmıştı.
Şimdi sıra bu dersi bize vermeye kalkan,
Zihniyetin almasına gelmişti.
Önder Karaçay
*Liberal düşünceyi yayma zihniyetine karşı cevap olarak yazılmış manifesto şiiridir. 24 Mayıs 2007 tarihinde bu ders verilmiştir. Cevabı bugüne denk gelmek zorunda kalmıştır. 12 Eylül 2012 tarihinde bu biat talebine uyum sağlamayan bankacılığın Türk Milli takımının Messi'si diye anılan beni sabah hesabına prim yatırarak başarılı görüp, aynı günün akşamı başarısızım diye işten çıkararak kendine göre ders verdiğini zannediyordu. Şimdi ders zamanı kime geldi.
&&&
Turfanda Bankacılık
Turfanda bankacılık yaptınız, yapmaya devam ediyorsunuz,
Önce ürünleri paketleyip sattınız, yetmedi,
Müşterileri paketlere koydunuz, o da yetmedi,
Çalışanları önce paketleyerek işten çıkardınız,
Sonra baktınız bu da olmadı, çalışanları tek tek paketlemeye kalktınız.
Siz bu hale nasıl geldiniz?
Yeni ufuklar diye proje başlattınız, dışarıdan gelenlerle,
Kültürünüze uymayanları en başa getirdiniz,
Bankada eski ve yeni kavgasını başlattınız,
Bu kavgada zarar gören bankaydı, yeni getirdiklerinizin yanına geçtiniz.
Yeni gelenler ne yaptı?
Rahmetli ağanızla bu bankaya Türk Milletinin “Güveninizin Eseri” demiştiniz,
Bunu hedef alanları seçtiniz, önce yeniliğin gücü,
Sonra olmadı oyuncu değiştirdiniz, ‘Sizin İçin’ dediniz,
Kendinize dönme çabasını da kendinizden olanı harcayarak bitirdiniz,
Kendinizi bitirene yeniden döndünüz…
O da ‘Neden olmasın’ dedi!
Sahi söyleyin siz şimdi kimin gücüsünüz?
Çıktığınız yerden yere düşüp serileceksiniz,
Sen ve ben kavgasını bu bankaya kim soktu öğreneceksiniz,
Ya bankayı kurtarmak için ben veya benim gibilerine teslim edeceksiniz,
Ya da sarıldıklarınız sizi daha da bitirecek göreceksiniz.
12 Eylül gibi manidar bir tarihte haksız ve sebepsiz yere,
İşten çıkarmak nedir şimdi en tepeden işiteceksiniz,
Aşağıya düşürdüğünüzü sandığınız kişinin ne olduğunu demek ki öğrenememişsiniz,
Ayrımcılık yapmanın, dağdan gelip bağdakini kovmaya çalışmanın,
Ya bendensin, benden değilsen yoksun zihniyetinin,
Bedelini yapanlar olarak ödeyeceksiniz…
Önder Karaçay sizin turfanda sebze sattığınız vitrinizde ezilecek meyve mi sandınız?
Ucuza harcayabileceğiniz, değersizleştirebileceğiniz biri mi bildiniz?
Yoksa korkak, boyun eğer, iş bulamam korkusuyla çekinir diye mi düşündünüz?
Ya da biz büyük bankayız diyenleriniz gibi, biz haklarını ödemiyoruz,
Ne yapacaksan yap diye böbürlenen hala bir büyüklenme içinde misiniz?
Bir fikrin dünyayı değiştirdiği topraklarda olduğunu unutmuş gibisiniz!
On altı yıl çalıştım, on altı gün değil…
Benden daha az hizmeti az olanlara daha fazla değer verdiniz..
On yıl çalışmış biri genel müdür bile olsa sebepsiz ve haksız yere kimseyi işten çıkaramaz,
Yoksa sebep; Türk olmam, Müslüman olmam, Milli düşünceye sahip olmam mı sebep oldu?
İşten çıkarma sebebine bunu niye yazmadınız? Buna ne dersiniz? Ancak başınızı öne eğersiniz.
Aslında yazdınız… 12 Eylül ne demekti?
İşten çıkarmayı o tarihte skandal bir şekilde manidar bir tarihe denk getirdiniz.
Biz bu bankanın adını bankacılığın milli takımı diye KIZMIZI BEYAZ’a boyayarak sevmiştik,
Önce yüzde onunu sattınız, sonra satmaktan vazgeçip bu yoldan geri döndünüz.
“Güveninizin Eserine” dönmek bu kadar kolay mı?
Siz sürekli DÖNER misiniz?
Şimdi söyleyin bakalım, biz bu DÖNERİ yer miyiz?
Söyleyebilir misiniz?
Yoksa hala herkesi susturacağınızı mı sanıyorsunuz?
Ya susturmaya çalıştıklarınız?
Çalışanlara talimat göndererek sokakta, sosyal medya da bile özgürlüğünü kısıtlamaya kalktınız?
Sizin BARKODUNUZ buysa?
Okuturuz!
Önder Karaçay
&&&
Veda
Geriye kalan hiçlikten başka nedir ki;
Her insanın yaşadığına veda etmesi,
Bir serüvene son vermek mi?
Yaşarken bilseydik böyle bir soru sorar mıydık?
Hepimiz birbirimizden öyle ayrıyız ki;
Yüzümüz, yüzsüzlüğümüz, gülüşümüz,
Bakışımız bile birbirine benzese bile,
Veda zamanı birbirimizi tanırız.
Kim kim olduğunu öğrendiği andır işte o veda anı,
Sonra bir dizede dizimizi döveriz,
Ben ne yaptım diye!
Hadi dön geriye istersen benden sana hediye,
Dönemedin değil mi?
O zaman kendine gel, yeniden vedalaşalım,
Hayat bir dizeye ve bir dizede diz dövmeyecek kadar,
Anlatılması ve yaşanması zor bir iştir.
Sen işi hayat sanırsın,
Ne gördünse dizelerde, kendine ait bulduklarını alabilirsin.
Çıkaracağım şiirden o bölümleri,
Belki her bakışa göre değişen bakışımızı değiştiririz,
Seni bir bukalemun olmaktan kurtarabilirim satırlarımla,
Sadece duyguların biraz doğranacak o kadar,
İstersen birde berber aynası getireyim, enseyi karatma diye,
Aynı gibi farklılığımızdan şüpheni giderirsin.
Bu sefer veda etme sırası sende,
Belki de sürekli tüketilecek bir sorgulamaya gidersin,
Yaşamdan kopuşun anı gibi değil mi veda,
Şimdi beni iyi anlarsın.
Şiiri bile tükettin, insanı, hayatı tükete tükete,
Sen böyle neler ettin?
Doğuştan atladığımız hiçliğin çözümü bu,
Yırtınarak tutunmak istediğin anları,
Şimdi ben seyretmek istiyorum,
Hayat sırayı bana verdi,
Ben haklıydım ve o vedayı bu sebeple kabul etmedim,
Sen haksızdın bu zorunlu vedayı bu sebeple, kabul etmek zorunda kaldın.
Önder Karaçay
&&&
Yalanın Yedi Bileşeni
Parayla para kazanma borsasının da en fazla,
Alım tavsiyesi almak bizi hiç şaşırtmadı,
Sizi sizin gibiler tercih etmiş çok mu?
İşsizliği daha da artırmak için,
Çalışan personel üzerinden daha fazla kazanmak adına,
Teknoloji ile maliyetleri düşürmenin adı mı inovasyon oldu?
Binlerce çalışanı bir gecede sebepsiz işten çıkarmak,
Milyonlarca müşteriyle ilgili çalışma şartlarını sebepsiz değiştirmek,
Zor günlerde müşteri ve çalışanı satmanın adı ne zamandan beri,
Hizmet kalitesi olarak isimlendirilir oldu?
Narsistleri bünyesinde barındıran ve koruyan bir kurumun,
Kurumsal ve sosyal sorumluluktan en son bahsetmesi gerekir,
Babalarını sebepsiz işten çıkardığınız çocuklarla ilgili,
Bankacılık ve tasarruf yapıyoruz demek yalanın daniskasıdır.
Müşteri talimatı olmadan teknoloji hileleri ile insanların,
İhtiyaçlarının sömürülmesi adına yapılan otomatik kredi onayları,
Bu zihniyetinin girişimcilik adına gurur değil utanç tablosudur.
En değerli marka olmayı hala parayla ölçmek nasıl bir zavallılıktır,
Müşterisine ve çalışanına karşı finansal şiddetin uygulamalarına,
Mekanlık yapanların, değerin ne olduğundan haberleri yoktur.
Bir kurumun çözüm ortağı müşterileri ve çalışanlarıdır,
Emekli olanları ve ayrılanları da bu bankanın çözüm ortaklarıdır,
Bu ülkede faaliyet gösterip yabancıların yönetiminde,
Küresel sermaye komisyonculuğu ile parayla para kazanmanın,
Adı bankacılık olmayıp başka bir anlamdır.
Bir kurumun notunu müşteriler ve çalışanlar verir,
Yabancı şirketler, yabancı dergilerin verdiği notlar,
Ancak siz ve sisin gibi düşünenleri tatmin edebilir.
Bu algıyla nereye kadar?
Önder Karaçay
*12 Eylül 2012 tarihinde sebepsiz işten çıkarılmama sebep olan kurumun genel müdürü 8 Temmuz 2015 tarihinde Dünya Gazetesine verdiği röportaj ile ‘En değerli marka’ya giden yolun 7 bileşenli formülü” adlı habere cevaptır. İnsanları kandırmayın benim haklı mücadeleme haklıysanız cevap verin. Algı değiştirme devri bitmiştir. En azından bizim gibiler buna asla izin vermeyecektir.
&&&
Yastık Altından Haberler
Ahtapotun uzun kolu bankalar son yıllarda altın günleri başlattı,
Sizi de bekleriz diyorlar, sakın gelmemezlik etmeyin ha!
Karar vermişler para ağaları elinizde, avucunuzda ne var ne yok hepsini almaya,
Kadınlarımızın kulağındaki küpeye kadar göz koyduk hangi niyete sığar?
İsteyen bozdurur, istemeyen bozdurmak demekle olmaz.
Reklamla özendirip, insanları tuzağa sürüklemeyi kimse açıklayamaz.
Maddi zenginliğimizi yastık altına saklar,
Gönül zenginliğimizi soframıza, dilimize, yüzümüze tebessümle kurardık,
Göçebe bir toplumun yatırımı da göçebe yapıya uygundu,
Taşınabilirdi, aşırılabilir değildi yastık altımız!
Küresel çetelenin belgeli liderleri,
Yastık altında altın bulduklarını açıklarken övünüyorlardı!
Şu kadar ton altın var diye! Sormak lazım, size ne?
Sanki suçlu veya hırsız yakalamışlar gibi!
Ekonomiye fon sağlamak gibi niyeti saklanmış bir telaşın planı mı?
Altına döviz kuru gibi kur belirlemek ne anlama geliyor?
Altını altın olarak alıyorlar karşılığına sanal bir kur veriyorlar,
Alınca altın, geri ödemeye gelince kurun karşılığı kadar para!
Kur değer kaybederse gitti altınlar tuzağına masum insan düşürüyorlar!
Götürenler götürenlerden birkaç suçlu bulacak ve konu kapanacak!
Götürmeye alışmışlar bakalım bu zenginliğimizi de ceplerine indirdiklerinde yerine ne bulacaklar?
Kumar gibi sözde ekonominin yeni bir oyuncusu daha oldu,
Borsa, döviz mağdurlarından sonra sırada yastık altı vurgunu var!
Küpesi olmayan kadının abdesti bile geçersiz kabul görülen ülkemizde,
Parmağından yüzüğünü, kulağından küpesini, kolundan bileziğini,
Yastık altınını bu vahşi ahtapota kaptırmasına ne demeli?
Yastık altını da oyulduğu için mi borçlarımız, işsizliğimiz bu kadar arttı?
Fakirleşmemizin, tüketerek küresel şirketlere kaptırmak için mi?
Bozdurmak zorunda kalıyoruz çil çil altınlarımızı?
Yastık altı ile sağladığımız likidite ile hangi inşaatları yaptık?
Hangi ağaçları kökünden keserek üzerine beton döktük?
Yastık altından neden oyuluyor bu ülke?
Yastık altınından oluyor, kimin cebi doluyor?
Önder Karaçay
&&&
Yedi Ekmek
Türk bankası bildiğim bir bankada çalışıyordum,
Bir gün bir mudi parasına az faiz veriyoruz diye çekti,
Parasını daha fazla faiz veren yabancı bir bankaya götürecekti,
Nedenini sordum?
7 Türk Lirası fark vardı,
7 ekmek ediyor dedi,
Ve sitem etti; elin bankası gelmiş 7 ekmek fazla veriyor,
Sense elimden 7 ekmek alıyorsun dedi,
O an utandım, cevap veremedim,
Haklıydı!
Bizi bu duruma düşürmüşlerdi,
Faizin haram olduğuna mı yanayım?
Yedi ekmek daha eksik verdiğimize mi?
Kim yerli, kim yabancı onu da anlamadım,
Kendimizden bildiğim bize yabancıdan daha yabancı,
Onun cevabını da size bırakayım dedim.
Önder Karaçay
&&&
Dünyanın En Güçlü Kadını
Her yıl gazetelerde okuruz dünyanın en güçlü kadını açıklanır,
Kapital basını şişirerek yazar, “…………….dünyanın en güçlü kadını seçildi” diye!
Neden yazıldığına bakmaya bile değmez.
Çünkü bu ödül “Londra'da kelebek kanat çırpar, Filipinler'de fırtına çıkar*” gibi,
Sözlerin karşılığıdır.
Eğer değilse böyle bir sözü neden söyler insan?
Yoksa dünyanın en güçlü kadını nasıl olur?
Öyleyse güçlü kadın nasıldır?
Anadolu’da ve dünyanın her yerinde;
Güçlü kadın bir annedir,
Ve o güç çocuklarının gözündedir,
Sevdiğinin gönlündedir.
Güçlü kadın şefkattir.
Bir anne en büyük emekçi olduğu için,
Emeğe ve emeğine değer verilendir.
Ya da medya terörünün şişirdiği gibi, güçlü kadın;
Emeğin alnının terini alan, hakkına el uzatmaya kalkan,
Ve emeğin haklarını çalmaya gelen,
Küresel şirketlere komisyon karşılığı veya ortaklıkla hizmet edenler değildir.
Güç para ile ölçülmez, eğilmek ile hiç ölçülmez,
Güç sevgi ve sevginin paylaşılması ile ölçülen bir değerdir.
Önder Karaçay
*Hürriyet Gazetesi 28.06.2012 tarih sayfa 17 "Londra’da kelebek kanat çırpar, Filipinler’de fırtına çıkar" haberi.
Karın Tokluğuna ve Ölümüne Bankacılık
Sevdiği işi yapan bir insanın sevdiğinden,
Sebepsiz yere koparılması ne içindi?
İyi yetişmemiş bir ham meyve miydim?
Ya da ham olanlar mı iyi yetişmiş meyveyi dalından kopardılar?
Bir insanın yaptığı işten utanır hale getirilmesi,
Nasıl bir zulümdür, ancak yaşayan bilir,
Yabancıya peşkeş çekilen bankacılık sektörü,
Hem çalışanlara hem de müşterilerimiz Türk Milletine,
Adeta esir alma taarruzuna geçmişti,
Her kredi, her kredi kartı cephede bir yurttaş vuruyordu,
Çalışma şartları her gün kötüleştiriliyor,
İtiraz eden bir veya iki kişiyi geçmiyorduk,
Çünkü birilerine bizim insan olduğumuzu,
Ve kendilerinin insanlıklarını kaybettiklerini,
Hatırlatmaya ihtiyaç vardı.
Çocukluğumda bankanın içine girmeye utanırdım,
İçeride ne yapıyorlar diye çok merak ederdim,
Sonra ilk işe girdiğimde inanılmaz bir itibarı olan meslekti,
Bunu biz Türkler başarmıştık.
Sonra 12 Eylül 1980 darbesi niyetini gösterecek,
Bu değeri birileri yok edecekti,
Abuk subuk kampanyalar yapan ve iş yaptığını zanneden,
Hedef manyağı zibidiler asıl bankacı biziz dediler,
Ve bize siz bankacılık bilmiyorsunuz demeye kalktılar.
Şimdi onlara soruyorum, nerede bizim kültürümüz,
Nerede bizim saygınlığımız, vefamız, değerimiz,
Nerede bizim insanlığımız ve siz şimdi neredesiniz?
Müşterilerin kapılarına dilenci ve bankacı giremez,
Kim yazdırdı?
Eskiden bizim açamadığımız ve itibar görmediğimiz,
Bir kapı var mıydı? Sahi siz batıdan gelmiştiniz değil mi?
Bize bankacılık öğretirken birde insanlık unutturma göreviniz vardı,
Y ada batıya özentiydiniz.
Her mesleğe uygun bankacılık diye bir rezalet ürettiniz,
Verilen hedefi tutturmayan çalışanı rencide ettiniz,
Beş yapana on hedef, on yapana yirmi yeni hedef verdiniz,
Doymak bilmeyen canavara dönmüştünüz,
Sadece genel müdür ve yanındaki üç beş merdiven iyi kazandıkları için,
Ve kazandırdıkları için patrondan aldığı aferini birde bize satmaya kalkıyordunuz,
Yabancı bankaların cebini doldurmak aslında yabancı ülkeye hizmetti,
2 milyar dolara satılan banka 1 milyar dolar kar üretmeye başlayınca,
İştah çok artmıştı çok.
Ekonomi süperdi, sadece para ağaları için,
Halk ve çalışanlar adeta kan ağlıyordu,
Karın topluğuna ve ölümüne bankacılıktı bu,
Feryadımızı duyan olmuyordu.
Şimdi duyuldu,
Demek ki amaç buydu!
Önder Karaçay
Not: “Bankacılık bir ülke için mutlaka milli olmak zorundadır. Satılmaması gereken en stratejik kurumlardan biridir. Çünkü her yabancı banka bir damardır ve o damarda taşıdığı kan kendi bünyesine uymayan bir niyettir. Her an kalbi patlatacak darbedir aslında. Son otuz beş yılda yaşanan tüm krizlerin ve vurgunların ve en son bankaların satılmasıyla bu iflasın eşiğine bu şekilde gelinmiştir. Siz bakmayın onların işler iyi olduğuna alışmışlar çok götürmeye, bağlı oldukları patronda kızar zaten. Neden para kazanmıyorsunuz diye. Bizde bittik diyoruz. Daha ne alacaksınız? ” / Önder Karaçay
Yalanın Yedi Bileşeni
Parayla para kazanma borsasının da en fazla,
Alım tavsiyesi almak bizi hiç şaşırtmadı,
Sizi sizin gibiler tercih etmiş çok mu?
İşsizliği daha da artırmak için,
Çalışan personel üzerinden daha fazla kazanmak adına,
Teknoloji ile maliyetleri düşürmenin adı mı inovasyon oldu?
Binlerce çalışanı bir gecede sebepsiz işten çıkarmak,
Milyonlarca müşteriyle ilgili çalışma şartlarını sebepsiz değiştirmek,
Zor günlerde müşteri ve çalışanı satmanın adı ne zamandan beri,
Hizmet kalitesi olarak isimlendirilir oldu?
Narsistleri bünyesinde barındıran ve koruyan bir kurumun,
Kurumsal ve sosyal sorumluluktan en son bahsetmesi gerekir,
Babalarını sebepsiz işten çıkardığınız çocuklarla ilgili,
Bankacılık ve tasarruf yapıyoruz demek yalanın daniskasıdır.
Müşteri talimatı olmadan teknoloji hileleri ile insanların,
İhtiyaçlarının sömürülmesi adına yapılan otomatik kredi onayları,
Bu zihniyetinin girişimcilik adına gurur değil utanç tablosudur.
En değerli marka olmayı hala parayla ölçmek nasıl bir zavallılıktır,
Müşterisine ve çalışanına karşı finansal şiddetin uygulamalarına,
Mekanlık yapanların, değerin ne olduğundan haberleri yoktur.
Bir kurumun çözüm ortağı müşterileri ve çalışanlarıdır,
Emekli olanları ve ayrılanları da bu bankanın çözüm ortaklarıdır,
Bu ülkede faaliyet gösterip yabancıların yönetiminde,
Küresel sermaye komisyonculuğu ile parayla para kazanmanın,
Adı bankacılık olmayıp başka bir anlamdır.
Bir kurumun notunu müşteriler ve çalışanlar verir,
Yabancı şirketler, yabancı dergilerin verdiği notlar,
Ancak siz ve sisin gibi düşünenleri tatmin edebilir.
Bu algıyla nereye kadar?
Önder Karaçay
*12 Eylül 2012 tarihinde sebepsiz işten çıkarılmama sebep olan kurumun genel müdürü 8 Temmuz 2015 tarihinde Dünya Gazetesine verdiği röportaj ile ‘En değerli marka’ya giden yolun 7 bileşenli formülü” adlı habere cevaptır. İnsanları kandırmayın benim haklı mücadeleme haklıysanız cevap verin. Algı değiştirme devri bitmiştir. En azından bizim gibiler buna asla izin vermeyecektir.
Önder KaraçayKayıt Tarihi : 7.5.2015 22:35:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Ayrımcılık yapmak bir ayrıcalık değildir. Yasalara ve insan haklarına aykırıdır. / Önder Karaçay "Arsız güçlü olunca, haklı suçlu olurmuş." Atasözü.
TÜM YORUMLAR (10)