I.
Akbabalar çağında taflanlarını isliyor dünya.
Yeni bir ülkeye hazırlanırken kuşlar
Kavmim cılız bir kibritin ucunda duruyor.
Boynumda dokundukça çatırdayan yapraklardan örülü bir kolye
Yüzlerini iyi bildiğim birilerini hatırlatıyor bana
Kadınlarım, savrulan bir nesne gibi oradan oraya...
Bu yangına kimin sebep olduğunu biliyor çarşılar
Herkes susmak - yaşamak paritesinden yana bugünlerde.
Adları karanfillerle yazılan sekiz çocuk
Sunturlu bir küfre dönüşüyor gazetelerde
Künyeleriyse süt kokan bir şiire şair defterlerinde.
Ardından parklara çıkıyor herkes
Neden yaşamak zorunda olduklarını bilmeden
Kimse meydanlardan yükselen çiğdemlerin kokusunu hissetmiyor
Duymuyor kimse göğünden su içen anaların çamura kesen dualarını.
Bazıları durup bakıyor evlerin içine
Baktıkça, fotoselli göz kapaklarının kapanmasını bekliyor
Görmemek için kapı eşiğindeki ayakkabı istiflerini
Ve bir daha anımsamamak üzere bu adresi
Yolunu şaşırmak geliyor içlerinden.
Ertesi sabah namussuz bir çay demliyor kahvehaneler
Ön masalarda entelektüel üç beş dinozor
Dağılan gönüllere Marcel Proust serpiyor
Sanki ete kemiğe bürüyecekmiş gibi gidenleri.
Ne çok seviyor ülkem daha çocuk yaşta ölmeyi
Ne çok yemenisinde esir kuşlar biriktirmeyi
Reşit olmayan bir kan semtin oluklarından boşalıyor her gece
Yüzlerini yıkamak istemiyor çocuklar
Yarın akıtılacaklarını biliyormuşçasına
Henüz anlam veremedikleri bir cümleden korkuyor:
-Kurumuş kan lekesi ya çıkmazsa şehirden!
II.
Düşünce Güneydoğu sırtlarında infilak ediyor boyuna
Savruk rüzgârların göç eylediği yol
Otuz üç yolculuya birden mezar oluyor
Ellerinde emeği şehrin uzak yamaçlarında.
Harlı bir mevsimin geçişi var kanlarında
Geceleri parlayan bahar çiçeği gibi
Düştükçe bir can daha toprağa
Kırmızı bir karanfil uzanıyor boşluğa.
Hepimiz aynı uzakların ışığı değil miyiz,
diye soran bir babanın tükürüğünde boğuluyor adamlar.
Yanlışlar hükmün tutanaklarında meşrulaşıyor
Bağışlanmayacağı bir doğruyu öpmek istemiyor kimse
Saat başı azalan dışarıların nüfusuna
Taşlar atarcasına soruyor ranzalar:
Kale duvarlarında çektirilen bir kaç anıdan başka ne kalacak geriye?
III.
Herkes toprağı avuçlar gibi bakıyor tanrıya
Yağmura tutulmuş bir sırtlanın ağzıyla
Ölmek zül geliyormuş ulemalara
anımsıyorum şunu da;
Nasıl kırar dallarını boranlar
Güz nasıl gövdesini tanklarla.
IV.
Seyri ucuz bir tiyatro kumpanyasının afişleri asılı duvarda
Gezici olmayan bir takım sıfatlarla
Üç maymunu oynuyorlar ulu orta
Gittikçe büyüyen bir yanılgıya alkış tutuyor kürsüler
Kandan nehirlere, şapka çıkarırcasına sütten kesilenlere…
Civarda kefen giymiş çocukların birikintisi var!
Her gece her gece derisi yüzülen bir bahar
Diyorum, Şehrin aryası değildir bu
Hanidir damıtılan yüzlerimizdir sokaklar.
Dişi bir semtin tabutlarını çekmesi gibi
Kendi yasalarını tutuşturan bir dünyada
En çok, küllenen yavruların çatırtısı geliyor aklıma:
-anne sen bir nefeslik yer aç koynunda
Elbet doğarım bir gün ıhlamur kokularıyla!
Kayıt Tarihi : 20.1.2021 00:07:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
kalan mevsimleri yüreğine doldururken bahar
bin yıllar biriktirirken gün doğumları
çocukluğun yıldızlı gökyüzünden çok uzakta
dağlarda mı bıraktı rüzgar
gurbette bırakır gibi
o utangaç
o güzel gülüşünü toprağa mı
kaşı kara
gözü kara çocukluğunu
kayan yıldızları ve ardından koşamadığın rüzgarları
Ellerinize, yüreğinize, emeğinize ve kaleminize sağlık!
Selam ve dua ile...
Kısacası zihnimi ve duygularımı hapsetti dizeleriniz...
Enerjinizin güzelliği hiç tükenmesin. Yürekten kutluyorum...
TÜM YORUMLAR (3)