Yıldızım, ay’ım, dünyam senin etrafında döner,
Güneşim, senden ışık alır da aydınlatır.
Yokluğundaysa cennetin kandilleri söner,
Kararır da gökkubbe, melekleri ağlatır.
Bu dünya için kıymetin, nebilere yakın,
Sabah güneşi ilk bize vururdu,
Merhametli gün ışığında yıkardık yüzümüzü.
Sadece yarım kalan oyunlar,
Hatırlatırdı bize dünümüzü.
Bîhaber yaşardık zaman dehlizinden,
Ve yarın denen şeyi yalnız babalar bilirdi.
Gökkubbede yankılanır gönlümün feryadı,
Şaşkınlıkla irkilir, yıldızlar, ay ve güneş.
Öyle bir kelamdır ki; bırakmaz ağızda tadı,
Bu acıyla verilen her nefese, bir gün eş.
En uğrak vaktiyse, insan neşelenincedir.
Müşküllüğün kıyamı, arz-ı endam ediyor,
tavanların soluk sahnelerine.
Uykumu örümcek ağlarına neşrediyor.
Ve selam veriyor acılarımın en köhnelerine.
Bahtın da ellerin kadar beyaz mıdır?
Bulutlu gözlerin gönülleri dilim dilim eder mi hala?
Şaşırır mısın daha eski kelimelere?
Nehirlerini toplar mısın lastik tokayla,
Susamış ceylanlar toplaşır mı belinde?
Günahlarımdan kaçıyordum,
Senin merhamet saçaklarına sığındım.
Gurbet bıçağını dayamışken boynuma
Memleket rüzgarını hissettim ensemde.
Bir lodos deldi geçti, şakağımdan içeri.
Ana kucağıymış gibi asfalta, serildim.
Nihayet galip geldi, pişmanlık denen çeri.
Kuşlar kadar dahî bahar görmedim, derildim.
Kış günüydü omzumda yalnız bir ceket vardı,
Öyle alelâde değildi vatkaları ateşten,
Artık ne seher yeli misafirim olacak,
Ne de bu gökkuşağı dolacak peymaneme.
Yalnız biri var, kapımı ha çaldı, ha çalacak.
Son konuğum olacak, geldiğinde haneme.
Lokmamı taş yaparken, pişmanlık denen zorba,
Son verecek bu zulme, o meçhulun iksiri.
Nasıl sevdalıysa bülbül gelmemiş bahara,
Gölgeler nasıl sadıksa kişinin izine,
Şeytan nasıl aşıksa cehennemdeki hara,
Ben de öylece düştüm aşkının denizine.
Aklın kalmasın, medet ummam başka kızlardan,
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!