Sen ki gece,
Sen ki yıldızlar,
Sen ki yakamoz,
Sen düşümde bile gerçekten daha gerçek…
Nazlı saçların avuçlarımda, başın omuzlarımda,
Ama hayâl, ama gerçek…
Bir meyhane masasında,
Çakır keyfin hemen kıyısındayım,
Sordum kendi kendime,
Hafif esrik bir eda ile;
“Aşık dediğin adam hiç korkar mı azizim?”
Bu sorunun muhatabı tek ben miyim?
Ulu Tanrı,
Güzel Tanrı,
Bengü Tanrı,
Saçının her teline bin güneş mi koymuş?
Çatlayan yüreğime su dilenmiştim,
Su diye göğsüme seni mi serpmiş?
Şu pranganın, demir parmaklıkların kelimelerle tarifi yok.
Ve söyleyin bana!
Nasıl bir kafes bu böyle? Işığı yok, kapısı yok, anahtarı yok…
Bugün de dünün aynısı be yüreğim,
Yine hesapsız kavgalara tutuşmuşsun.
Başını koyduğu omuz olayım diye,
Yanmışsın, tutuşmuşsun…
Gülüşüne, duruşuna, sevişine,
Gözlerinin esaretinde kalsın yüreğim
Ve hep senin sesinden duyayım ismimi…
Bir gün bu keder biter,
Alın yazımız yeniden yazılır…
Başkalarına değil kendimiz için yaşarız.
Aklıma sığdıramadım… Ya da sığdın belki…
Ama aklımı koyacak yer bulamadım bu kez de.
Oysa ki göğsüm sana ne güzel mesken olur,
Senle giden kalbimin boşluğunu doldurur…
En sevdiğim renklerin sahibesi;
Bakışları kahve,
Duyguları ela,
O tertemiz gönlü turkuvaz.
Asabi benliğime prangasın aşk;
Kırılmaz, söküp atılamaz.
Takvimlerin unuttuğu gündeyim ey yâr;
Sevdiğim, cananım, canım nerede?
Kasım bitti, takvim yitti, vedalaştı Sonbahar,
Sol yanım, huzurum, ruhum nerede?
Zemheri yokluğunu bekliyor girmek için kapımdan,
Yine sana, sensiz uyandım bu sabah
Yine gözlerim hafiften nemli
Salkım saçak hüzün çökmüş şiirlerime
Ben dertli, kalemim benden dertli…
Şimdi nergis koktu buralar hep,
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!