Bir seyyah misali
gezinip uykularımın şehrinde.
Günahsız rüyalarımın hanında konakladın,
Sonrada dörtnala koşturup, düşlerin atını.
Kulağına gizli bir adres mi fısıldadın.
Gittin ya...
En tizinden
bir ayrılık şarkısı
besteledi kapılar.
Kapı işte,
Sus desen susar mı.
Alıp askının yorgun ellerinden ceketimi,
kendimi çengellerin ucuna astım.
Duvarda bir takvim yaprağı, 1 Kasım 1997
Anlayacağın, gittiğinden beri,
hiç bir şeye dokunmadım…
Yok olmak korkusunun ağır zırhlarına büründü,
Ve canı tenden çeken bir son nefes gibi,
Pişmanlıklar kılıcını çekti yine bugün,
Gaipten bir ses yankılanır ömrümüzün duvarlarında,
Zamanın herhangi bir anında,
Yüreği, yeditepe arasında
gönüllü bir tutukluyum
Şehr’i İstanbul’ da
Ve boğazın her bir mağrur köprüsünde
ikişer gardiyan dikili durur.
Bütün saraylarda tahtlar senin,
Güneş yamaçların arkasında uykuya daldı,
ve bütün ateşi söndü gökyüzünün.
Seni doyasıya düşünmek zamanıdır artık.
İşte,
süvarisi vurulan bir at gibi,
Bırak bu şarkıyı,
bu feryat bitsin artık.
Ayaklarının giderken bıraktığı kolyeyi,
yollar şimdi kendi yorgun boynunda taşır.
Şimdi nereye koymalı bu kederli elleri,
Saatlerin çığlığı eşliğinde
Sevdanın kampanaları
paydosu çaldı
bütün istasyonlarda.
Gitmelerin yüzümde parçalandı.
Ve ben
Ömrümün dar ağacına,
günlerimi birer birer astım.
Üfledim ölümün kavalını
doğar doğmaz gırtlağımda ki feryatlarla.
Her gidişin ardından dönüp de bakar gibi,
koştum durmadan acılar mağmasında,
Her kaldırım taşına
basmak ister gibi,
Nedir bu sarhoş yürüyüşler.
Nedir bu boğazımı yakan
acımtırak tad,
Titreyen ellerimde bu kahır,
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!