RAMAZAN VE İHSAN
İnsan yeryüzüne neden gönderildiğini bir bilse, bir bulabilse. Bir amaçla yaratıldığını bir anlayabilse. Yalnız yemek, içmek ve eğlenmek için yaratılmadığını idrak edebilse… Ah nerde, nerede bu müdrike bu şuur. Yanından bile geçmiyor zavallı insan. Niçin yaratıldığını bir türlü kavrayamıyor.
İşte ramazan bu idrake çağırıyor bizi. Kendi gerçeğimizi anlamaya, kavramaya ve bu gerçek çerçevesinde hayatımızı anlamlandırmaya çağırıyor.’ İnsan başıboş yaratıldığını mı zannediyor? ’buyuruyor Allah –u Teala (cc.) işte başıboş yaratılmadığını anlayacak insan niçin yaratıldığını da bilecek, bulabilecektir. Onun için ‘Kur’an da hala anlayamayacak mısınız? ’ hitapları çokça yer alıyor. Kur’an insanı araştırmaya, öğrenmeye, düşünmeye ve anlamaya çağırıyor. Çok fazla ibadet etmeye değil, namaz kılmak, oruç tutmak anlamında.
İnsan ihsan makamında. ‘İnnallahe ye’muru bil adli ve’l -ihsan’ ’Allah adalet ve ihsanı emrediyor’. Her Cuma hutbeden inmeden imam efendi bu şekilde hitapla bitiyor öğütlerini. ‘Ve ita izil kurba…’ Yakınlara vermeyi emrediyor Allah diyor Kuran' dan ayetle. Ramazan Allah’ın ihsanı Müslümanlara. Ve en çok bu ayda ihsan etmek, iyilik ve ikram emrediliyor, teşvik ediliyor, öğütleniyor. Yapılacak sadaka ve ikramların sevaplarının bu ayda kat kat olacağı müjdeleniyor.
Sürekli namaz kılan değil, üzerine düşen vecibeleri yerine getirdikten sonra insanlara yardım eden, eden, helal rızk için çalışan, aile ve efradının iş ve hizmetlerine koşan insan tipi ululanıyor. İnsanların sıkıntılarını giderenler daha üstün tutuluyor. Nafile ibadetlerden daha önemli sayılıyor.
Bir menkıbe anlatılır bu meyanda: iki kardeş anlaşılıyor bir ibadet edecek gece gündüz, diğeri para kazanmak için çalışacak ve kazandığını kardeşiyle bölüşecek. Diğeri de sevabını onunla bölüşecek. Yani bir dünya için diğeri ahiret için çalışacaklar, kazançlarını bölüşecekler. Dünya için çalışan ahiret için çalışandan daha üstün tutuluyor. İşte din bu. İnsanların sıkıntısını gidermeyi, dertlerini paylaşmayı ve onlara çareler bulmayı nafile ibadetlerden üstün tutuyor dinimiz.
İblis bile cimri abidden korkmuyor, cömert asıktan korkuyor. Cimri abid şimdi elimden kurtulmuş görünüyor ama ben eninde sonunda onu avucumun içine alırım. Çünkü o parayı çok seviyor. Ben onu parayla pulla, dünya malıyla avlayabilirim. Ama o cömert fasık var ya şimdi avucumda gibi görünüyor, amma o eninde sonunda elimden kaçıp kurtuluverir.
Zaten cömertlik Allah’ın varlığına Rezzak rızık verici olduğuna, dünyadaki mal ve mülkün ona ait olduğuna kuvvetli bir inanç ve kati bir imandan kaynaklanmaktadır. Cimrilik ise inanç zafiyetinden kaynaklanmaktadır. Allah’ın Rezzak olduğuna inanmamaktan gelir.
..
HİÇ ÖLMEYECEĞİZ BİZ
Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşıyoruz bu dünyada. Hiç bir zaman ölmeyi düşünmüyoruz, aklımızdan bile geçirmiyoruz. Ebedi yaşayacakmış gibi hareket ediyoruz. Hep dünya için yaşıyor, dünya için çalışıyor, dünya için ebedi yaşayacakmış gibi mal mülk biriktiriyoruz.
Bu dünyadan başka dünya yokmuş gibi davranıyoruz. Demirdenmişiz, hiç hastalanmayacakmışız, hep sağlıklı olarak kalacakmışız gibi yaşıyoruz. Argo tabirle dünyaya kazık çakacakmışız gibi yaşamımızı sürdürmekte ısrarcıyız. Ahiret yokmuş, gibi, hiç ölmeyecekmişiz gibi yaşıyoruz. Bize göre hep başkaları ölecek.
Sabah oluyor akşam olsun diye uğraşıyoruz. Akşam oluyor sabah olsun diye bekliyoruz. Günler geçiyor öbür güne endeksleniyoruz. Haftalar geçiyor öbür haftaları kolluyoruz. Haftalar haftaları kolluyor, ayları bekliyoruz. Hep memur ve işçi olarak aybaşlarını hayal ediyoruz. Aybaşları geliyor değişen bir şey olmuyor. Öbür aybaşlarını gözlüyoruz. Dahası ayın sonunu elimize geçen paralarla geçirmeye çalışıyoruz. Esnafsak çeklerle ömrümüz geçiyor birini ödüyor öbürüne koşturuyoruz. Hiç bitmiyor bu kavga.
Bir kaosa sürüklenmiş gibi yaşıyoruz. Yaşadıkça kargaşa daha derinleşiyor. Bir bakmışız ki yaşlanmışız. Çocuklar büyümüş, kiminin evlilik zamanı gelmiş, kiminin üniversite sınavı. Oysa daha dün biz üniversite sınavına girmiştik. Oysa biz daha dün gibi yeni evlenmiştik. Çocuklarımız olmuştu, onları büyütmüştük. Okula yazdırmış, okulları bitirmesini beklemiştik. Hatta ondanda öncesi akşam olup eve gelmelerini gözlemiştik. Biraz gecikince korkuya kapılmış, onları bin bir telaş ve korku içinde aramaya başlamıştık.
Onlarla sevinmiş, onlarla üzülmüştük. Onların masraflarına yetişmeye çalışmıştık. Kredi kartlarını ve faturaları ödemeye çalışmıştık. Süt paraları, Pazar paraları, kent kartlar bizi kovalıyordu. Hasılı bir hayat böyle sona geldi. Sona geldi ama biz hala farkında değiliz. Farkındayız diyoruz ama umursamıyoruz. Nüfus kağıdımız olmasa kendimizi 18’inde sanacağız. 18’den büyük çocuklarımızın olması bile durumu değiştirmiyor.
Biz Peygamber Efendimiz (as) ın Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için çalışın’ emrine canla başla uyduk, hala da uymaktayız. ‘Yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalışın’ emrine ise uyduğumuz şüpheli. Bu gidişle uyacağımız da pek kesin değil. Çünkü hayatı seviyoruz, hayatı seviyoruz ama ölümü sevmiyoruz. Bu hayat geçici de olsa biz ona ebediymiş gibi dört elle sarılmışız.
İşte bu sonsuz yaşama fikri aslında bizim ruhumuza yazılmış ezel aleminde. Ama biz onu yanlış yerde aramaktayız. Ölümün bir son olduğunu sanıyor, üzerimize alınmıyoruz. Çünkü biz fani değiliz başkalarını fani. Oysa bu dünyaya gelen her şey ve herkes fani.
Bir gün bakacağız ki hayatla ölüm arasına gelmişiz. Ama hala dünyada yapacağımız işler kalmış. Oysa bitireceğiz sanmıştık biz bütün işlerimiz. Ama olmadı, olmayacak her istediğimiz. Bizim istediğimiz şey de pek normal değil. İmkansız iş. Biz Sultan Süleyman gibi bin yıllık ömür istiyoruz. Hayat çok kısa. Günler de pek çabuk geçiyor yazık.
..
KURBAN BAYRAMI
Bu bayram Allah’ yaklaşmayı murad edenlerin bayramı. Kurban yaklaşmak demek. Allah için kesilen kurbanla ona yaklaşmayı murad eden Müslümanlar ne büyük bir hayır yaptıklarının farkında olarak idrak ediyorlar bu bayramı.
Fuzuli halkın bu coşkusuna karşı kendi durumu hakkında şu meşhur beyitle ortaya çıkıyor. ’Yılda bir kez kurban keser halk-ı alem iyd içün/Dem-be-dem saat-be-saat ben senin kurbanınem.’ İşte asıl yakınlık budur. Allah’a her an kurban olmak. Amaç bu. Ama ne yazık ki biz yılda bir kurban kessek bile onunla birlikte nefsimizi ve dünyayı kurban edemiyor, aksine dünya ve nefs bizi kurban ediyor, fani olanı bakiye feda ediyoruz.
Biz bu bayramları doğru idrak etmedikçe asla ve asla nefsin boyunduruğundan kurtulamayacağız. Yıllar geçecek, biz bayram geliyor diye sevineceğiz, onlarca kurban keseceğiz, bir o kadar kurbanın kesilmesine tanık olacağız ama asıl yapmamız gerekeni ihmal edeceğiz ve nefsimizi kurban etmekte ihmalkâr davranacağız. Bu kısa dünya hayatında güle eğlene cehenneme atılacağız da farkında olmayacağız.
Hep başkalarını göreceğiz, hep başkalarını irşat edip düzeltmeye çalışacağız ama kendimizi bir türlü göremeyeceğiz. Günler geçecek, haftalar, geçecek, aylar geçecek, yıllar geçecek ama biz hala o ihmalkârlıkla dünyevi işlerimize dalacak, bir oyun ve oyuncaktan başka bir şey olmayan dünyayla oylanıp gideceğiz. Bu üç günlük dünyada ebedi olan ahireti unutacak, burada ebedi kalacak, hiç gitmeyecekmiş, tabiri caizse kazık çakacakmışız gibi yaşayacak, ölenleri görecek, onlardan ibret almayacak, ölüm başkalarının diyecek, ölümü kendimize yakıştırmayacak, yapmamız gereken asli vazifeyi hep ihmal edeceğiz.
İşte bu ihmalkârlıktır ki bizde hayat prensibi haline gelecek ertelenen İslami hayat sürüp gidecektir. İşte Müslümanlar olarak halimizden memnun yaşayıp gitmekte, nefsimizle muhasebeye asla yanaşmamaktayız. Namazla bizi kendine çağıran, oruçla bizi kendine çağıran, Kur’an’la bizimle ülfet eden, kurbanla bizi kendisine yakınlaştıran Allah’a onun istediği gibi kul olmakta hep ihmalkâr davranacağız.
Dünya işleri için gösterdiğimiz hassasiyeti ahiret için göstermekte titiz davranmadan yaşayıp gidecek, işyerimizdeki amirlerimizden korktuğumuz kadar Allah’tan korkmayı beceremeyeceğiz. Rızk endişesinden, alıp satacağımız dünyalıkların derdinden en önemli sorunlarımızı unutacak, dünyanın imtihan yeri olduğunu unutmakta devam edeceğiz.
Allah kullarını her an kendisine çağırmaktayken kulların bu umursamazlığı anlaşılabilir değil. Bu vurdumduymazlık, bu umursamazlık biz nereye götürü bilmem. Şeytanın igvasıyla, nefsin bizi sürüklediği yer tam bir ayrılık ve felaket çukurudur. Oysa Allah biz her vesileyle kendisine yakınlaşmaya çağırmakta, bu yolda en büyük vasıta olarak Kurban’ı vesile kılmaktadır. Ne mutlu bu kutlu vesileye yapışanlara…
..
SİYONİZM VE ORTADOĞU
Ortadoğu’da olan biteni anlamak için Siyonizm’i iyi bilmek gerekir. Siyonizm’in hedefleri, amaçları nelerdir bunları bilmek gerek. Bunları bilmeden bu bölgede neler oluyor bilmek, anlamak mümkün değildir.
Ortadoğu’da bugün neler oluyor, gelecekte neler olabilir, bunu sezebilmek, olanları anlamak, anlamlandırılabilmek için Siyonizm konusunda araştırma yapmak gerekecektir. Bu araştırmalar arz-ı mevut düşüncesinin, sapık Talmud ideolojisinin, kabala öğretisinin ne olduğunu bize öğretecek, biz de Ortadoğu’da geçmişteolup biten, şu an olan ve gelecekte olacakları daha iyi kavrayabileceğiz.
Siyonizm, dünya devleti hayali peşinde. Bütün dünyaya hakim olacak Büyü İsrail Devleti hayalidir bu. Bu hayal yalnızca Büyük İsrail devleti hayalinden de ibaret değildir. Bu ütopya bütün dünyaya hakim oma hayalidir. Bu hayal yalnızca dünya hakimiyetinden ibaret de değildir. Bu hayal Üstün insan, Allah’ın sevgilileri, üstün ırk olan Yahudi soyunun tüm dünya milletlerini köleleştirme hayalidir. Bu ütopya Büyük İsrail Krallığının ütopyasıdır.
Bu krallık Yahudilere dünya cenneti kurma amaçlıdır. Ahiret düşüncesini inanç dünyasından söküp atan bu sapık ideoloji dünya cenneti peşine düşmüş, 2000 yıl sürecek bir yalancı cennetin peşine düşmüştür. Bu cennet şeytani bir cennettir. Bu krallık şeytanın krallığıdır. Bu hakimiyet şeytanın hakimiyetidir.
Şeytanın saltanatı peşinde olan Siyonist ideoloji, Deccalı büyük kurtarıcı olarak seçmiştir. Kurtarıcı Mesih fikrini kendine düşman ilan etmiş, şeytanın son temsilcisi Deccalı kendisine kurtarıcı seçmiştir. Şeytanın dünya hakimiyeti peşindedir bu sapık düşünce. Dünyadan başka cennet tanımamaktadır.
Aslında ilahi kökenli bu din ilahi olanla bağını koparmış, dünyevileşmiş, bir ırkın sapık ideolojisi haline gelmiştir. Bu dönüşün İsrail oğullarının ruhunda vardı. Bu puta tapıcılık Samiri’nin önderliğinde altın ve gümüşten yapılma buzağıya tapınma şeklinde kendini göstermişti. Bu günde altına ve paraya hakim olan Siyonizm Yahudi ırkından buzağı yapmış ona tapınmakta ve bütün dünyayı ona tapınmaya mecbur kılmak için elinden geleni ardına koymamaktadır.
Bu yüzden Ortadoğu’da sular durulmamaktadır ve asla da yakın gelecekte durulma ihtimali yoktur. Böyle bir ümit ışığı ufuklarda görülmemektedir. Çünkü Ortadoğu Büyük İsrail Krallığı’nın va’d edilmiş topraklarıdır. İsrail’in yayılma politikası gereği bu bölge daima karışıklık içinde olmalı, bölge halkları birbiriyle savaşmalıdır.
Bu Amerika’nın da işine gelmektedir, Avrupa’nın da Rusya’nın da Çin’in de. Çünkü Yeni Roma dediğimiz bu maddeci krallık yeraltı zenginliğinin muhteşem olduğu bu bölgede çıkar peşindedir. Zengin yeraltı kaynaklarının rahat sömürülmesi için bu gereklidir.
..
MÜSLÜMAN NE ZAMAN KURTULUR
İslam aslında kurtuluş demek. İnsan Müslüman olunca kurtulur, nefsin ve şeytanın esaretinden. Müslüman olmak demek kurtulmak demektir hakiki manasıyla. Ama nerde o Müslüman. İslam’ın teslim olma manası da var. Teslim olan kurtulur. Kime teslim olunacak. Allah’a. Demek ki Allah’a tam anlamıyla teslim olan dünya ve ahiret saadetine erebileceği gibi selamete çıkar, dünya ve ahiretteki felaketlerden korunur, hakiki anlamıyla kurtuluşa erer.
Hasan-ı Basri’ye sormuşlar:’ Müslümanlar ne zaman kurtulacak.’ O da şöyle buyurmuş: nerde Müslümanı? Bana Müslüman göster, kurtulduğunu haber vereyim. Gerçek Müslüman zaten kurtulmuştur. Sahabenin nasıl Müslüman olduğunu sormuşlar ona. O da ‘Siz onları görseydiniz deli zannederdiniz. Onlar sizi görselerdi ‘Bunlar Müslüman değil’ derlerdi.
İşte size Müslümanlık ölçüsü. Başımız neden belalardan kurtulamıyor anlayın. Bu gün her şeyimizle batılılara benzemek için yarışıp durmakta değil miyiz? Onları taklitte öyle ileri gittik ki bu gün onları fersah fersah öteye geçmiş durumdayız.
Ahlaki değerleri dejenere etmekte üstümüze yok. Yalanda, yalancılıkta, hile ve hurdada sınır tanımıyoruz. Hortumculukta, adam aldatmakta eşsiziz. Kandırmakta, dolandırmakta üstümüze yok. Sözümüzü tutmamakta kimse bize yaklaşamaz. Kural tanımamakta, hak hukuk bilmemekte eşimiz benzerimiz yok.
Mehmet Akif Batılılarla biz mukayese ederken ‘Dinleri işimiz gibi, işleri dinimiz gibi vecizesi her şeyi anlatmaya yeter de artar bile. Ne zaman ki işimiz onların dini gibi bozuk olmaktan çıkar dinimizin emrettiği, gibi: ‘emr olunduğun gibi dosdoğru ol’ ayetinin gösterdiği yolda olursa o zaman kurtulacağız.
Evet, İslam’ı yalnızca namaz ve oruç zannetme, onları da ruhundan uzak, yalnızca şekliyle eda etme alışkanlığından kurtulduğumuz gün kurtulacağız. Aslında yalnızca namaz eğer ruhuna uygun yerine getirilse bizim kurtulmamıza yeterde artar bile. Çünkü namaz eğer tam anlamıyla eda edilirse: Bizi kötülüklerden koruyacak en büyük eylemdir. Tabii öncelikle nefsimizin yaptığı kötülüklerden. Zaten herkes kendi yaptığı yanlışları düzeltse dünya düzelir. Ne demişler ‘herkes kendi evinin önünü süpürürse sokaklar tertemiz olur. Sokaklar temiz olursa mahalleler, mahalleler temiz olursa kentler temiz olur.
Tabii ki bu temizlik öncelikle manevi alanda olacaktır. Ruhlarda başlayacak bu temizlik harekatı nefislere yansıyacak, oradan eşyaya sirayet edecektir. İslam güzel ahlak demektir. Allah’ın Resul’ü ‘ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim’ buyurmamış mıydı? Namaz ve oruçla ruhu arınan insan olgun insan olacak, Kur’an’la ve zikirle donanacak, hayırda ve iyilikte yarışacak, örnek insan olacaktır.
..
RAMAZAN VE İNSAN
Ramazan her yıl insana armağanlarla gelir. Bu armağanlar insanı aslına döndüren, onu ebedi mutluluklar verecek olan kurtuluş armağanlarıdır. Bu armağanlar insanı düştüğü umutsuzluk sularından kurtarır.
Ramazan her yıl muştularla gelir, umutlarla gelir, armağanlar getirir. Büyük küçük, sayrı, sağlıklı herkese ayrı ayrı sunar armağanlarını. Bu armağanlar namaz armağanı, oruç armağanı, Kur’an armağanı, zikir armağanı, tefekkür armağanı, sadaka armağanı, zekat armağanı, sıla-i rahim armağanı, ihsan, izzet ve ikram etme armağanı, sohbet ve söyleşme armağanı. İşte daha sayamadığımız binlerce armağanla gelir Ramazan ve hepsini bırakarak gider.
Ramazan bizim dostumuzdur. Bize bizden daha fazla dosttur ramazan. Bu dostluk o kadar güçlüdür ki ta çocukluğumuzdan başlar, gençliğimizde elimizden tutar bizim dünya kargaşasında kaybolmamız için, ihtiyarlığımızda yalnızlığımızı giderir ve son demimizde bizi ahirete el sallayarak uğurlar.
Ramazan bizim dostumuzdur dedik, o bizim vefalı dostumuzdur hem de hiç unutmaz bizi. Her yıl hiç unutmadan gelir, hanelerimize misafir olur, gönendirir bizi. Tanrı misafiridir biz onu ağırlarız o bizi ağırlar. Bereketiyle gelir Ramazan. Bolluk bereket sunar bize. Bu bereket ondan sonra da hiç eksilmez evimizden.
Ramazan sıradan bir dost değil, her şeyiyle bizi kaplayan, bizi gönendiren, bizi coşkuyla dolup dolup taştıran bir dost. Bu dost sadece evimize gelmekle da kalmıyor, odalarımızı dolduruyor, ruhumuzu kuşatıyor, cemiyetimiz aydınlatıyor, ülkemizin ufuklarını ışıtıyor, dünyamızı ve tüm dünyayı rengarenk tablolarla dolduruyor.
Ramazan bir elçi bize, uhrevi olandan dünyevi olana, ötelerden bu iklimlere, sonsuzluktan sınırlı dünyaya. Bu elçi bize ötelerden habere getirmekte, bize ebedi mutluluğun sırlarını vermektedir. Bu elçi bize her defasında sonsuzluğun anahtarını sunmaktadır. Bu elçi bize ahiret esintisi getirmekte, cennet rüzgarları taşımaktadır.
Ramazan bir öğütçü bize. En güzel öğütleri en güzel şekilde kulaklarımıza fısıldıyor yıl bir ay. Ve biz o öğütleri kulağımıza küpe ederek geçiriyoruz kalan aylarda..
..