BİR TEBESSÜMÜ BİRBİRİMİZE ÇOK GÖRMEYELİM
Dostluklar dayanır, ahde vefaya
Dayanılır dosttan gelen, cefaya
Ne olursa olsun, dikkat et kafaya
Caka satma, gerek yok tafraya
Ahde vefayı, bugün arar oldum
Bulamadığımdan dolayı, soldum
Gam elinden benim zülfü siyahım
Peykan değdi sinem yaralandı gel
Suna başın için ağlatma beni
Bugün sevda candan aralandı gel
Gamdan hisar oldum mekanım yurdum
Devamını Oku
Peykan değdi sinem yaralandı gel
Suna başın için ağlatma beni
Bugün sevda candan aralandı gel
Gamdan hisar oldum mekanım yurdum
kısa bir şiirimle ben de vefasızlığı dile getirmiştim.kaleminize,yüreğinize sağlık..tebrikler.
Vefa Bekleme
Vefa bekleme kimseden,
Bu dünyanın cefası çok,
Menfaat bir anahtar,
Çilingire gerek yok.
İnanma tatlı sözlere
Umutlanma her zaman,
Sevgi de aşk ta yalan,
Önce can, sonra canan.
VEHBİYE YERSEL
kutlarım ilhamınız bol dostlarımız vefada yarışır olsun
AYŞENUR YİĞİTBAŞ BULĞU
AŞK VEFADIR, (EBU-L VEFA HZ)
Üzerine bir avuç leblebi attığımız bir de o nefis kokusuyla tarçın kattığız bozayla hatırlarız hep vefayı. Aşk Vefadır! Vefa ise İman! İmandadır gerçek sevgi, sevgiye doğarız, sevgiyle büyürüz, sevgiyle yaşarız. Sevmenin en üst noktasıdır iman. Sevgi vefa ister, sevgi fedakârlıktır. “Gerçek sevgi” yoktur, çünkü sevginin kendisi gerçektir. Sahte sevgi olmaz. Olsa da adı sevgi olmaz. Ruhun hasletidir Vefa, vefada gizlidir sevgi. Yıl 1453. Sultan Mehmet üzerinde taşıdığı manevi kalkanın farkındadır. Bu himmet ile orduları ve manevi yardımcılarıyla İstanbul’u fetheder. İstanbul’un fethine rağmen Akdeniz de hala kargaşa devam etmektedir. Rodos korsanları diye adlandırılan eşkıyalar Akdeniz’in korkulu rüyası haline gelmiştir. Aslında Allahın bu adaya bahşettiği o kadar çok nimet vardır ki. Onlar burada yetişen üzümlerin, zeytinlerin envai çeşit meyvelerin farkında bile değildirler. İsteseler adada yetişen bu ürünler onları istediği zenginliğe ulaştırabilir, ama onlar önlerine çıkan bütün gemileri talan edip haksız kazanç peşinde koşan korsanlardır. Yağma ve talan ile kazandıkları ganimetleri ise yine helal olmayan yollarda harcamaktadırlar. Günlerden bir gün bu çapulcu yağmacılar Hac yolculuğundan dönen bir kafileye musallat olurlar. Bu kafilenin içinde Allahın pek sevdiği mübarek kullarından bir dost vardır. Korsanlar o kişiye yapılan itibarı görünce onun önemli bir kişi olduğunu anlarlar. Onun sayesinde yüklü paralar kazanacaklarını düşünerek onu yakalayıp zindana atarlar. Kalbi dünya nimetlerinden arınmış, manevi güzellikler denizinde yüzen bu zat durumundan hiç de şikâyetçi değildir. İsmi Ebu-l Vefa Hazretleri olan bu zatın kalbinde yinede bu çapulcuların Allah tarafından affedilmesi isteği vardır. Atıldığı zindanda bütün günlerini onların kurtuluşu için dua ederek geçirir. O Allah dostu bilir ki içlerinde taşıdıkları ruh sebebi ile onlarda birer Eşref-i mahlûkattır. Yani kâinatın en şerefli mahlûklarıdır. Ama ne yazık ki gaflet uykusunda olup gerçeklerden habersizdirler. İşte içlerinden biri bu uykudan uyanarak gerçeğin farkına varır. Bu zindancı Hazreti Ebu-l Vefayı rahat ettirebilmek için elinden gelen her şeyi yapar, çünkü onun yüzündeki ilahi nuru müşahede etmektedir. Zindanda bütün günler hep sohbet ile geçer. Etrafındaki herkes ona karşı muhabbet duymaktadır. Hatta fidye için onu ellerinde rehin tutan korsanlar bile hazreti hoşnut etmek için birbirleriyle yarışa girerler. Sohbetlerini nefes bile almadan dinlerler. İşte bu süre içinde Ebû-l Vefa hazretleri zindanda yanındaki bir mahkûmdan Rumcayı öğrenir. Orada Allah’ın ikramı ile keramet gösterip hastaları tedavi eder. Hazretin Kahramanoğlu İbrahim Bey isminde hali vakti yerinde bir müridi vardır. Onun korsanların elinde tutsak olduğunu öğrenince hemen yüklü bir meblağ ödeyerek esir tutulduğu bu zindandan kurtarır. Ebu-l Vefa hazretlerinin zindandan ayrılmasıyla ilim ve irfan yuvasına dönüşen koğuşu yine eski karanlık günlerine geri döner. Hâlbuki onun zamanında kapkaranlık zindan bile taşıdığı nur ile pırıl pırıl aydınlanmış ve karanlıklardan kurtulmuştur. Zindandan kurtulan Ebû-l Vefa hazretleri Rumların çok olduğu bir semte (Vefa) yerleşip burada bir dergâh kurar. Bu dergâh zamanla bulunduğu semtte bir ilim ve irfan yuvası merkezi olacak, buradan nice büyük insanlar yetişecektir. Ebû-l Vefa Hazretleri bu semtte ne kadar Müslim ve gayri Müslim insan varsa dergâhının kapısını onlara sonuna kadar açar. Bıkmadan usanmadan bir ayırım yapmadan Allah’ın Hanif dinini tebliğ eder. Mübarek güler yüzlü aynı zamanda da nüktedandır. En çetrefil meseleleri basite indirger ve maharetle zihinlere nakşeder. Ebû-l Vefa Hazretlerinin Fatih Sultan Mehmet’ e karşı çok özel bir muhabbeti vardır. Onu hiç görmemiştir ama geceler boyunca fetih için ona dua eder. Genç Sultan’ı himmeti ile kale gibi kuşatır ve ona manevi bir zırh giydirir. Fatih Sultan Mehmet Han bu himmeti üzerinde öyle bir hisseder ki bu veliyi görmek için yanıp tutuşmaya başlar. Rüyalarını hep bu Allah dostu süsler. Günler geçtikçe ona karşı duyduğu sevgi dayanılmaz bir hasrete dönüşür. Ve bir gün dergâhın kapısına dayanır. Fatihin kapısına geldiğini haber alan Ebû-l Vefa Hazretleri “Hayır! Kapıyı açmayın” der. Koskoca Cihan Sultanı yüz sürdüğü bu dergâhın kapısından içeri giremeyince hıçkırıklarla ağlamaya başlar. Diğer tarafta Ebû-l vefa Hazretleri de Kapının arkasında ağlamaktadır. Dergâha bir hüzün çökmüş kimsenin yüzü gülmemektedir. Talebeleri bu olayın sebebini bir türlü çözemezler. Kapısına yüz süren herkese kucak açan bu tekkenin kapısı nasıl olurda koskoca Cihan Padişahına açılmaz? Bunun cevabını veremezler. Nitekim içlerinden biri dayanamaz. “Bağışlayın Sultanım ama hem Hünkârımızı üzdünüz, hem de kendinizi üzüldünüz. Bunun hikmeti ne ola ki? ”diye sorar. Ebu-l Vefa Hazretleri: “Doğru söylüyorsun.” der, “Ama aramızdaki muhabbet öylesine çok ki bir kere bu kapıdan içeri girip bizim sohbetlerimizi dinlese korkarım Padişahlık vazifelerini unutur. Sonra Cihan Padişahlığı çelik çomak oyunu gibi basit gelir gözüne. Korkarım tacı tahtı bırakır, dervişliğe kalkışır. Hâlbuki o bir padişah olarak yetiştirildi. ” (Fatih’in dervişliğe olan meylini ilk keşfeden ve yüz vermeyen Akşemseddin Hazretleridir.) ARADAN YILLAR GEÇER Ebû-l Vefa Hazretleri yerleştiği bu semtte çok sevilir. O, hiç kimseyi ayırt etmeden dergâhına kabul etmiş, hepsinin irşadına sebep olmuştur. Vefat ettiğinde mahalle halkı mübareğin naşına sahip çıkar, onun adına güzel bir cami yaptırıp oraya defnederler. Bu gün ise Bozası ile tanıdığımız bu semt, mübarek zatın Unkapanı, Fatih, Süleymaniye arasında kalan bölgede adını taşıyan Vefa’dır. Esnaf ona Fatiha okumadan dükkânını açmaz, çocuklar okul yolunda durup ondan destur alıp yollarına devam ederler. Nice İmparatorluklar, nice devlet büyükleri nice cihana korku salan yöneticiler silinip giderken o iktidarını yüzyıllarca hâlâ elinde tutmaktadır. Bu nasıl iştir ki her geçen yıl kıymeti daha da anlaşılır. Çünkü onların himmetleri hiç bitmez, tükenmez. Aşk Vefa ister, Vefa ise İman.
HATİCE BERCESTE
dostluk kavramının sertliğindebile eridi gitti gibi artık.
kutlarım
namık cem
sadece adımı kaldı ne vefa nın...tebrikler.....teşekkürler.......
Ahde vefasızlık münafıklık alametidir diyor EFENDİLER EFENDİSİ ( sav )....vefasızlıktan sığınalım YARADANA....tebrikler...
öyküüsü başka güzel şiir bambaşka ne diyebilirim tebrikler,teşekkürler,saygıyla...
Ahde vefayı, bugün arar oldum
Bulamadığımdan dolayı, soldum
Vefasızlıktan, kalben hep doldum
Delisi oldu insanlar, ne? OldumÇok beğendim gçnlüne sağlık arkadaşım,kutlarım,selamlar.
muhteşemdi üstadım kutlarım.
ŞİİRİNİZİ ZEVKLE OKUDUM
USTA KALEMİ KUTLUYORUM
ESENLİK DİLİYORUM
Bu şiir ile ilgili 35 tane yorum bulunmakta