Yalnızlığı; en büyük kalabalığıymış insanın. En temaşalı anları en sessiz vaktine denk geliyormuş. El ayak çekilince; gün boyu günü aydınlatan güneş yerini, birazdan geceye hüzün zimmetleyecek olan ay ışığına bırakmaya hazırlanırken -ki buna pek çokları gibi pek çok kere akşamüstü demişliğim var, insan kendi yalnızlığında müthiş bir kalabalığın ortasında kalakalıyormuş.
Bir pencere kenarında oturup, pencerenin hemen dışından gelen rüzgâr sesinin uğultusunda, kendi uğultusunu susturmaya çalışırken buluyormuş insan kendini. Zihninde yüzlerce belki binlerce uğultuyla; aynı anda, aynı oranda ve üstelik aynı bünyede bir ölüm kalım harbine düşüyormuş. Yalnızlığı; en büyük kalabalığıymış insanın. Ama’lar, fakatlar, keşkeler, olsunlar, olmazlar, belkiler, elbetler ve tüm bunlarla birlikte pişmanlıklar, teessürler, teessüfler. İnsanı yalnız yakalamaya görsünler; her biri bir yanından sarıyor, canına kastediyormuş.
Bu vakitlerde sana pek çok defa mektup yazmışlığım, sana seni anlattığım kelimelerle hemhal olup hasbihâl etmişliğim, gözlerimi karşımda öylece duran boş duvara öylece dikip hayalinle gözyaşı dökmüşlüğüm, birbiri ardına sigara yakıp –bana o Cennet gözlerinle baktığın fotoğrafına bakıp; yokluğuna, hasretine, özlemine, olurlara, olmazlara, mümkünlere, geç kalmışlığa kahrolmuşluğum olsa da bugün daha bir matemli, daha bir kederliyim. Kendi yalnızlığımın kahreden uğultusunda; onca hengamenin, onca sesin, onca gürültü - patırtının arasında bir sesle, bir sözle, bir cümleyle sohbet ediyorum. “Ben sana aşık oldum!” diyor bana, gözlerimin içine bakan o Cennet gözlerin, “Ben… Sana… Âşık… Oldum!..”
Öyle bir kedere gark ediyor ki beni, öyle bir hüzne boğuyor, öyle bir ecelle sınayıp öyle bir mahşere çekiyor ki bu ses, bu söz; “Her şeyin ve herkesin mümkün olduğu bir evrene” bir an önce varmak için öyle bir telaşe var ki içimde, sorma! Madem ki vuslat başka bir evrende mümkün; tüm mümkünler, anlamını yitiriyor.
“Madem ki vuslat mümkün ve başka bir evrende, ne anlamı kalıyor ki bu alemin?” diye sorup, hayatı sorguluyorum. “Reva mı bunca elem, bunca büyük bir sevdaya?”, “Reva mı bunca hasret, vuslat için başka bir evrene sözleşen bu sevdaya düşene?” diye hayıflanıyorum. Sonra bir ses alıyor elimden tüm elbetlerimi; “Bu evrende değil!” diyor bana, beni yakıp kavuran o Cennet gözlerin.
Yalnızlığı; en büyük kalabalıymış insanın. “Ama mevzu yalnızlık değil… Sensizlik! Yalnızlığın içinde de sen varsın, sensizlik çok sensiz!” diye anlatmıştım sana, seni, sensizliği. Payıma sensizlik düşüyor yalnızlığımın en kalabalığında ve ben sensizliğin; ecele benzeyen hasretiyle yüzleşiyorum. İçimde bin uğultu, bin keder, bin ah ulan, bin ah vahla…
Yüz lira maaşlı kibar bir adam.
Evlenir, sedire taşınırlar.
Mektuplar gelir adreslerine:
$en Yuva Apartmanı, bodrum kati.
Kutu gibi bir dairede otururlar.
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta