Güneş, sonbaharın hüznünü unutmuş gibi sıcaklığını doğaya sermişti. Adımlarım kimsenin olmadığı, yazın cıvıl cıvıl insan seli ile kaynayan küçük koyda durdu. Sessiz, ıssızdı. İrili ufaklı çakıl taşlarının arsında kendime bir yer buldum. Çöküverdim olduğum yere. Denizle aramda bir adım vardı. Kımıl kımıl, usul usul kıyısına vuruyor, sessiz bir ezgi gibi hışırtısı benliğimi dolduruyordu. Kokusu, yosunlarla süslü genzimin içinde yol aldıkça, sanki hücrelerime enerji doluyor, göğsüm yerinden çıkacak gibi kalp atımlarım kulağıma yayılıyordu. Hayli uzun zaman olmuştu; karşılıklı, içten, sessiz, birbirimize yanık âşıklar gibi sevdamızı anlatmayalı.
Kucağının sıcaklığı yakamozlarına düşmüş, sarıyor sarmalıyordu beni. Hiçbir zaman kırmamıştı kalbimi; dinlemiş, acıyan yerlerime sargı olmuş, dalga dalga yükselen içimdeki hasrete yoldaş olmuş ve en dayanılmaz, içimi ezen duyguların içinde bile mavisi gözbebeğimin içine işlemişti.
Ah! Sevdam!
Dayanılmaz bir ağrı sol yanımda yolunu bulmuştu gene. Özlem mavinin içinde, güneşinde; ateş parçası sevdam, yıllarca biriktirdiğim hislerim film şeridi gibi denizin üstünde, beyaz yelkenlinin kanadına takılıp gidiyordu. Omzuma vuran güneşin sıcaklığı dost eli gibiydi. Gözlerim denizin derinliklerine dalıyor, yüreğim yakarıyor; bir kez olsun, dünya yüzüyle onu görmek için çırpınıyordu.
Yorgunum, bahar geldi, silah kullanmayı öğrenmeliyim bu yaz
Kitaplar birikiyor, saçlarım uzuyor, her yerde gümbür gümbür bir telâş
Gencim daha, dünyayı görmek istiyorum, öpüşmek ne güzel,
düşünmek ne güzel, bir gün mutlaka yeneceğiz!
Bir gün mutlaka yeneceğiz, ey eski zaman sarrafları! Ey kaz kafalılar! Ey sadrazam!
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta