Ağız Tadı Şiiri - Ekrem Kılıç

Ekrem Kılıç
14

ŞİİR


1

TAKİPÇİ

Ağız Tadı

EKREM KILIÇ

AĞIZ TADI

ŞİİRLER

İÇİNDEKİLER

Önsöz
Ağız Tadı
Nizam İçinde Ortalık
Mutluluk
Arzû
Sıla
Mektup
Hayat Güzel
Duâ
Tevbe
Yolculuk
Sevinç
Pişmanlık
Sevmek
Uzaktan
Minâreler
Çocuklar
İlaç
Gamsız
İsyân
Özlenen
İnsaf
Şiir
Biz
Sırayla
Rind
Odam
Hastalıklarımız
Ben de Çocuktum
Kaçmak Arzûsu
Çocuklar (II)
Çay Kenarında
Memnun Olmak
Çocuklarımız

ÖNSÖZ

Şiir konusunda hiçbir iddiam yok. Ruh âlemimi etkileyen hâlleri yazıya döktüğümde ortaya çıkanı Sizlere sundum. Bunlardan bir kısmında âhenk, bir kısmında anlam daha ağır bastı. Bu kitapta topladıklarım, duygularımın klasik tarzda her hangi bir şekle ve ölçüye sığmayan ifâdeleridir.
Bu çeşit yazılara “şiir” adı verildiğinden, kitabımı bu sınıfa koymak zorunda kaldım. Gerçekte ise, şiiri yakalamanın zorluğunu idrâk ediyorum. Özellikle, serbest tarzda şiiri duymanın; duysam bile duyurmanın, anlatmanın güçlüğünü sezebiliyorum.
En iyisi, Siz, sayın okuyucularım, yazdıklarımı edebiyât terâzisiyle tartmayın. Ortak bir düşüncenizi hatırlatıp ortak bir hissinizi uyandırabilirsem, mutlu olacağım.
Saygılarımla.

Ekrem KILIÇ

AĞIZ TADI

Üstümüzde gök,
Altımızda toprak;
Ağaçlar dal dal,
Yaprak yaprak...
Ağzımızda tat,
Vücûdumuzda sıhhat...

Güzel şey yaşamak!

NİZAM İÇİNDE ORTALIK

Doğum, ölüm..
Mevsimler: çiçek, sıcak, yağmur, kar..
Ağlamak, gülmek..
Sevmek, sevilmek..
Hastalık, sağlık..

Nizam içinde ortalık!

MUTLULUK

Nefes alışın var ya, nefes alışın..
Ekmeği ısırışın,
Suyu içişin yudum yudum.
Gülüşün bâzen,
Ağlayışın.
Sevişin, acıyışın..
Üşümen, ısınman..
Görmen, duyman, dokunman..
Hâsılı: yaşaman;
Mutluluk, öbek öbek, yığın yığın...

ARZÛ

Kötülükten kaçarak
Bir köşede yaşamak;
Şöyle gönlümce, uzak
Bir ev,
Bir eş,
Çocuğum..
İşte bu mutluluğum...

Olmasın ihtirasla hiçbir alış-verişim.
Tabîat, güzellikler; basit, ufak bir işim..
Beni candan sevecek, anlayacak bir eşim..
Bir de küçük evimiz:
Rahat, şipşirin, temiz;
İnsanlardan çok uzak...

İşte bütün dileğim: gürültüsüz yaşamak...

SILA

Çocukluğumuzun bayramlarını
Severiz ya deli gibi;
İhtiyarlığımızın sevgisi,
Ne mutlu Rabb’im, ölüm...
Toprak: ana karnı,
Rahmetin: şefkat.
Anamız, babamız,
Dünyâda tüten dumanımız,
Evimiz, ocağımız..
Şükür Rabb’im,
Orda...

MEKTUP

Batan güne, doğan güne,
Isıtan, yakan güne
Selâm ederim.
Işığını sevdiğimi;
Gülen yüzünü,
Parıldayan dişlerini özlediğimi
Söyleyin, olmaz mı,
Siz yaşayanlar!
Biz burada
O sonsuz ışıklı günü
İman kandilimizin ışığında bekliyoruz.
Sağlıcakla kalın.
Gelirken ışığınızı unutmayın!

HAYAT GÜZEL

Rabb’im, hayat güzel!
Yuva kurmak,
Yaşamak çoluk çocuk.
Görmek dünyâyı;
Yemek - içmek,
Nefes almak
Ve Senin kulluğunu bilmek...
Ölüm güzel!
Ölümde ölümsüzlüğü bulmak,
Gürültü - patırtıdan kurtulmak.
Sıcak yaz günleri yaşamak gibi ılık ılık;
Bir sonsuzluk.. bir mutluluk...

DUÂ

Batan güne bak, ne diyor:
“İnsanlar, belki yarın sizi göremem.
Belki siz,
Belki ben
Ölümün sıcak kucağına sığınırız
Gece vakti! ”

Rabb’im, güneşimizi eksik etme!
Onun tatlı sıcağı,
Güzel ışığı
Lâzım bize...

Ancak, bedenimizi ılık toprağa,
Şefkatli toprağa yatırınca,
Onun kollarında,
Yine ışığa ihtiyâcımız var.

Güneş gibi parlak,
Güneş gibi sıcak...

Rabb’im, îmânımızı eksik etme!

TEVBE

Bağışla Rabb’im,
Günah yüklüyüz!
Gidecek yerimiz,
Sığınacak kimsemiz yok Senden başka.
Ak başörtülü anamın,
Nur yüzlü dedemin açılan avuçlarını,
Minik ellerimizi rahmetinle doldur...
Rabb’im, yarattın,
Büyüttün, yaşattın...
Çok şükür, sonunda ölüm var!

YOLCULUK

Beşikten başlayan yolculuk
Evcek, çoluk çocuk,
Toprakta bitecek;
Gelenler gidecek.

Güzel şey yaşamak.
Nefes almak, mutlu olmak,
Baharı, kışı görmek;
Sonra da ölmek...

Rüyâlarım kadar yeşilse cennet
Orada yaşamak canıma minnet!

SEVİNÇ

İndi düşler gibi yüzlere ölüm;
Ilık, tatlı, sevinç veren.
Rabb’im, hissettik, hissettik:
Ölüm meleğiydi bu geçen!

Hayâta gelişin bir yolu varsa,
Gidişin de öyle tek yolu gerek.
Rabb’im, Azrâîl mi O,
Göklerden gelen, süzülerek?

“Ölüm acı, ölüm korkunç.” diyorlar..
Ölenler dirilseler,
Yaşamaktan daha tatlı olduğunu söyleseler...

Sonu olmayanın tadı var mıdır?
Üç günlük hayât..
Sonsuz bir yokluk, Rabb’im, Sana inanmayana...

Oysa ölümle başlar
Sonsuzluğa yolculuk!

PİŞMANLIK

İnsanız, Rabb’im,
Unutkanız,
Gàfiliz!
Şeytana uyuyoruz; kör olası!
Günâhın acı tadı
Aklımızı başımıza getiriyor.
Pişmanlık: gözlerde yaş,
Pişmanlık: boğazda yumruk...
Sana sığınıyoruz tekrar,
Sana yöneliyoruz.
Azâbından korkuyoruz,
Rahmetini diliyoruz.
Rabb’im, nöbet nöbet ölüyoruz;
Şükür, Sana geliyoruz...

SEVMEK

Mâdem insanın tutkusu
Yaşamak,
Sonsuz, rahat..
Neden bu ölüm korkusu?
Neden ölüme dehşetle bakmak?
Rabb’im, bize
Dünyâyı sevmeği öğrettiğin gibi
Birbirimizi de,
Ölümü de sevmeği öğret!
Rabb’im, Seni sevmek
Rahmet.. rahmet...

UZAKTAN

İyi insanlar,
Güzel insanlar,
Seviyorum hepinizi!
Bir gün günahkâr,
Bir gün tevbekâr...
Rabb’im, afvet bizi!
İyi insanlar,
Sevmez misiniz melekleri?
Görmedik ya,
Hissetmedik mi?
Kim bilir ne kadar güzeldir
Cebrâîl, Mîkâîl, İsrâfîl?
Ya, hepsinden çok güvenip
Rûhumuzu verdiğimiz Azrâîl? ..

MİNÂRELER

Göğe yükselen direkler,
Allâhu Ekber, Allâhu Ekber!
Sevimli minâreler.
Rabb’im, nice seherler
Güzel sesli müezzinler
Seni söyler.
Çinko kubbeler
İnim inim inler!
Ya kalbler? ..
Sâf sâf melekler
Dolu gökler,
Allâhu Ekber, Allâhu Ekber!

ÇOCUKLAR

Küçük çocukları bilir misiniz?
Hayat kokar,
Ümit kokar,
Şefkat kokar burcu burcu.
Gülücükleri gonca,
Ellerinde yarının ümitleri
Yumuk yumuk.
Günahla kirlenmeyen omuzları
Kanat kanat;
Melek tıpkı!
Rabb’im, çocukluğumuzun günahsızlığını
Nerede bulacağız?
Ölüm sevinci dudaklara vurduğu zaman
Senden başka
Kime sığınacağız?

İLAÇ

Geçen yılların yorgunluğunu,
Yaz sıcağını, kış soğuğunu
Duymayacaksın artık!
Biliyorsun ölüm olduğunu.

Biliyorsun ölüm olduğunu,
Çiçeklerin neden solduğunu.
Düşünmeyeceksin artık;
Ak saçını, kesik soluğunu.

Ak saçını, kesik soluğunu,
Ağrıyan dizini, oyluğunu
Bileceksin artık
Hangi ilacın durdurduğunu!

Duymayacaksın artık,
Düşünmeyeceksin!
Bileceksin, göreceksin ölüm mutluluğunu...

GAMSIZ

Eğer bilirsek yaşamayı,
Kul olduğumuzu, öleceğimizi..
Mutluluk kolay!
Dünyâya sâhip çıksak
Bu ufak baş nasıl dayanır dertlere, kederlere?
Rabb’im, her şey Senin!
Korkusuzum bu bakımdan,
Neyim var tasalanacak?

İSYAN

İnsanlar, etmeyin – eylemeyin!
Babanızı ben öldürmedim sizin;
Ananızı, eşinizi, kardeşinizi...
Çalmadım havanızı, güneşinizi.

Nedir benden istediğiniz,
Alıp – veremediğiniz?
Sevdiniz de sevmedim mi?
Güldünüz de gülmedim mi?

Derdinizi dert edindim;
Sevindiniz, sevindim.
Ümidinizi yitirdiniz,
Ağladım.

E, ne istiyorsunuz, kardeşim? ! .

ÖZLENEN

Günler geçsin deriz;
Sonunda ölüm var, biliriz.
Demek ki: ölümü özleriz!

İNSAF

Yâhû, arabacı!
Biraz acı!
Ne istiyorsun zavallı attan?
Ardında kaç ton çimento;
Sense, habire sallıyorsun kırbacı...
Göreyim yiğitliğini
Al iki torbayı da
Dörtnal git bakalım beş dakika!
Kırbaç sallamaya benzer mi?
Kemikleri çıkmış,
Ayağı topal,
Üstelik senden çektiği...

İnsaf diye bir şey var, be kardeşim!

ŞİİR

“Müzik rûhun gıdâsı”ymış.
Ekmek mîdenin,
Kalbin sevgi,
Kafanın bilgi,
Teninki ten,
Toprağın beden..
Peki,
Şiir neyin nesi? ..

BİZ

İnsanoğlu:
Aç, fakat umutlu.
Fakir, fakat mutlu.
Hayat kısa
Yüz yıl da olsa.
Rabb’im, hamd olsun
Böyle buyurmuşsun!
Ölüm tatlı bir sevinç...
Kaz gelecek yerden
Tavuk esirgenir mi hiç?
Ebedî cennet
Güzeldir elbet
Yüz yıllık kederden!


SIRAYLA

Ateş tapınağıymış önce,
Sonra Havra olmuş,
Kilise,
Câmi..
Derken terkedilmiş;
Yıkık şimdi.
Şamanlar,
Hahamlar,
Râhipler,
İmamlar iyi de..
Şimdi ziyâretçileri kimler?

RİND

Ağlama be kardeşlik! Yaşıyorsun ya!
N’olmuş kolun yoksa? Öbürü var ya...
Paran yokmuş; umudun,
Yemeğin yokmuş; havan, suyun..
Var ya Gören, Bilen, Yaratan
Ve sendeki îmân...

ODAM

Yeraltındaki odamda
Bir pencerem var, ufak;
Gökyüzüne açılan.
Sarı pervazı, kirli camı,
Paslı demir parmaklığı.
Bir ağaç gövdesi, bileğim kadar.
Bir dal, ucunda sarı yapraklar;
Çünki sonbahar.
Bir bisiklet gidonu, selesi
Görebildiğim;
Ağaca dayalı.
Bir de ak bulutlu gök!
Bâzen bir pantolon
Dizden yukarı.
Bir veya iki el.
Bâzen bir etek.
Akşam üstleri
Işığı gören
Açık pencereden
Doğru içeri:
Bir arı, bir böcek, bir sinek..
Arada, bir kertenkele düşer;
Canı acır besbelli,
Ama söylemez.

Yazları ya?
Yavru kurbağa
Güneşten kaçar,
Hop, benim odaya!
Yeraltındaki odamda
Bir pencerem var, ufak.
Eser yel: kuru yaprak,
Toz, toprak...

HASTALIKLARIMIZ

Hastalıklarımız,
Sevimli hastalıklarımız..
Kırk derece ateşle sayıkladıklarımız...
Ekvatör geceleri,
Çöl serâbı: buzlu su, buzlu su!
Rabb’im, dünyâ nasıl çirkindir,
Nasıl ni’metlerin tatsız
Gözümüzde?
Ölüm korkusu,
Yaşama tutkusu
Dermansız parmaklarımızda...
Fakat, îmân bir serin bahçe;
Kanatları Azrâîl’in koca bir gölge...
Rabb’im, ölüm: özlenen ülke...

BEN DE ÇOCUKTUM

Ben de bir zaman çocuktum.
Benim de kuytu ağaç dallarına emânet ettiğim
Gizli sırlarım vardı.
Hayâlimde zaman zaman gittiğim
Yalçın dağlar, zümrüt çayırlarım vardı.
Evin bir köşesindeki budak deliğinden
Geçit yapan, el sallayan
Garip şekilli
Kimsenin bilmediği
Dostlarım, ordum vardı.
Bir sıkılsam, kendiliğinden
Koşup gelen, havlayan;
Sarkık, kırmızı dilli,
Düşmanın “Aman! ” dediği,
Köpeğim: Kurd’um vardı.
Ben de bir zaman çocuktum;
Benim de, bugün hâlâ
Unutamadığım, farklı bir dünyâm vardı...


KAÇMAK ARZUSU

Güneş batıyorken akşam
Şu karşı yamaçta görünen,
Mor bir renge bürünen
Küçük, kerpiç evde olsam!
Dünyânın gürültüsünden uzak;
Ne radyo, ne televizyon!
Derde – tasaya son.
Bir köşeye uzanarak,
Güneş batıyorken akşam,
Derin hülyâlara dalsam...

ÇOCUKLAR (II)

Göreyim sizi çocuklar
Siz siz olun
Dâimâ gittiğiniz yolun
Sonunu düşünün!
Her zaman gönlünüzce olmasa da yolculuklar
“Güzel günler gelecek.” deyin,
Ümidinizi kaybetmeyin.
Neresinde hissederseniz;
Bir an önce, siz,
Baştan, sondan, ortadan,
“Fazîlettir” deyip “dönmek hatâdan.”
Dönün!
Sâhip olmak için bugüne
Sâhip çıkın düne!
Sizindir hepsi ufukların:
Dün, bugün, yarın...

ÇAY KENARINDA

Yol boyunca kıvrılarak akan çay,
Kenarında salkım söğütler,
Yabânî nâne kokusu,
Billur renkli su...
İçimden şu çayıra uzanmak gelir;
Bir ses “Kal! ” diye öğütler:
“Kal ve zamanı burda say! ”
Mümkün mü bilmem doğrusu,
Lâkin bu düşünceden
Bir haz duyarım inceden,
Rûhum ürperir...

MEMNUN OLMAK

Elindekine râzı olmak, ne varsa;
Didinmek tek göz, tek bacak, tek kol.
Ümidini kaybetmemek, dünyâyı ateş sarsa:
Mutluluğa giden tek yol...
Küçük ni’metlerdeki lütfu görmek,
Şükretmek atomlar sayısınca!
Hayâta şükürden bir taç örmek,
Gül gül, gonca gonca...
Tat almak güneşten, yağmurdan, kardan.
Güzel görmek, güzel düşünmek kendi âleminde;
Işıklı bir dünyâ kurmak karanlıklardan.
Memnûn olmak senin elinde...

ÇOCUKLARIMIZ

Şu, elinde bebek, dolaşan kız,
Şu, topla oynayan oğlan..
Hepsi mâsum, sevimli; hepsi can...
Kimi birlikte oynuyor, kimi yalnız.
Kimi akıllı - uslu, kimi afacan.
Bu şımarık, çünki: tek.
Bu haylaz, çünki: erkek.
Şurda boynu bükük duran kim?
Belki hasta, belki yetim...
Kimi tok, kimi aç...
Ayıramazsınız şu şöyle, bu böyle diye;
Fakat hepsi sevgiye,
Hepsi şefkate muhtaç...
Şu ağlayan oğlan, şu gülen kız
Hepsi bizim çocuklarımız;
Kendi çocukluklarımız...

Rabb’im, ne hâle gelmişiz,
Nerde çocukluğumuz, nerde biz? ! .

Ekrem Kılıç
Kayıt Tarihi : 1.6.2011 14:36:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Ekrem Kılıç