Ağıt Şiiri - Mehmet Lütfü Aydın

Mehmet Lütfü Aydın
213

ŞİİR


1

TAKİPÇİ

Ağıt

Oğlum? ... Timuçinim? ... Seni gidi haylaz … Seni gidi çapkın
Ülker… Baksana canım, yaramaz uyudu mu yoksa?
Tanrı aşkına! ... Yine ne oldu? Neden çıkmıyor sesin?
Anladım… Hâlâ kızgınsın
Tamam… Özür dilerim
Aaa! … Sen de mi uyuyorsun?
Söyler misin lütfen! ... Neyin nesi güpegündüz bu uyku?
Haydi ama… Aç gözlerini… Sevmedim ben bu şakayı
Aman Tanrım! ...
Kan bu… Ellerime bulaşan
Kan
Kan

Biricik oğlum…
Kanatlanmış, uçuyor sessiz… Bir melek o...
Yitiyor göğün derinliklerinde
Dur! ... Nereye gidiyorsun? Orda öcüler var oğlum … Çabuk geri dön
Daha yürüyemiyordun bile… Kim öğretti uçmayı sana?
Haydi öğrendin… Şart mıydı başka diyarlara göçmen?
Bekle yavrum! ... Bekle beni… Birlikte gidelim çocuk bahçesine
Annen mi? Annen hasta çocuğum… Evde kalması gerek
Hem… Yeni yatağımızı hazırlayacak o bizim
Bir gül ağacının altında, yatacağız seninle mutlu
Sonsuza dek
Koyun koyuna

İşte böyle canım annem
Arkamızdan su serpmiştin, koyulurken yola biz
İşte böyle canım babam
“-Dikkatli ol” demiştin, arabayı sürerken
İşte böyle canlarım
İşte böyle sevdiklerim
İşte böyle…
Doyamadan ne size ne yaşamaya
Kaptı bir canavar, attı terkisine oğlumla beni
Kaçırdı uzaklara
Şimdi yeni bir dünyadayız biz
Bilmediğimiz, ummanlar kadar sessiz
Sizi seviyoruz
Sizi seviyoruz

Otuz dört yaşında
Bir şampiyondu oğlunuz satrançta
Yazıyordu övgüyle Cenevre’de, Lozan’da
Geleceğin üstadı diyordu gazeteler, tv’ler
Cenevre’de doğmuştu oğlum, Timuçinim
Bilseniz ne hayallerim vardı onun için
Bir kez gördünüz ancak, yaşı iki demeden
İkimizi mi yalnız, sizleri de öldürdü
Yok olası
Kahrolası canavar

Bir hafta komada kaldı Ülker
Direndi Azrail’e
Yedinci gün açtı gözlerini
“Oğlum? …” oldu ilk sözü
Eşinin adını güçlükle fısıldadı:
“Gültekin’im? ...”
Gerçek gizlendi güya, uzun süre
Analık içgüdüsü anlatmaya yetmişti
Yaşlandı bir çırpıda genç kadın

Yetmiş üç yılın yorgunluğu çökmüş omuzlarına
Uyumaktaydı yaşlı adam, başı öne eğilmiş
Rüya görüyordu:
“Sekiz çocuğunun en büyüğüydü Gültekin
Zeki, başarılı öğrenci, bitirdi liseyi birincilikle
İsviçre’de yarım kalan eğitim, ‘-sağlık olsun be oğlum’
Ardından sürpriz bir evlilik, ‘-şaşırmıştık doğrusu’
İlk erkek torun, Timuçin geldi derken
Büyükanne, büyükbaba, amca, hala sevinçten uçmuştu havalara”
Bir top çarptı ayağına, uyandı birden
Uçuşan sesler doluştu kulağına, cıvıl cıvıl
Yaşlı gözlerle, bakındı çevresine yaşlı adam
Yıllardır -hemen her gün geliyordu bu parka
Çocukları izlerdi, konuşurdu onlarla oyun bahçesinde
Üç beş metre ötede, minimini bir çocuk
Sevimli mi sevimli, bakıyordu masumca
Yüzünde sımsıcak bir gülüş
Yaşlı adam eğildi, topu eline aldı
“- Gel, al çocuğum,” dedi
Çocuk koşarak geldi, tam karşısında durdu
“- Adın ne senin yavrum? ”
“Eren,” dedi çocuk, topu kapıp kaçarken
Yaşlı adam bir süre baktı arkasından
Kimse duymadı ağzından dökülen sözcükleri
“- Güle güle prensim, güle güle Timuçinim”

Tam sekiz evlât…
Biri kız, yedi erkek; ben doğurdum hepsini
Ben emzirdim, ben büyüttüm binbir zorlukla
Yoksullukla, yoklukla
Yakınmadım asla
Gururumdu her biri ayrı ayrı
Gültekinim…
Çocuklarımın şahı… Gönlümün padişahı
İlk heyecanım…
Uğurlarken gurbete -gurbete değil, dili yanası
Ölümün kucağına
Bilir miydim son gidişin olacak
Bilir miydim son görüşüm olacak
Bilir miydim…
Alışmıştın ilklere, kaptırmadın kimseye
Ölümde de öncü oldun
Neden be yavrum, neden? Neydi acelen?
Ne umutların vardı oysa, geleceğe adanmış
Of… Of…
Yan yüreğim, yan doyasıya
Yan
Yan

Tanrım! ...
Sınamaktı amacın belki
Belki sabrımızı ölçmekti
Gel gör dayanmaz bu acıya yürek
Tadan bilir… Evlât acısı neymiş
Ben tattım… Ben yandım
Yüce Tanrım! ...
Başkaları yanmasın
Acımasın anaların yüreği
Of… Of…
Ne zor sınav bu böyle

Yaşlı adam yaşlı gözlerle dalmıştı hayallere
Oğlunu, oğlunun oğlunu, torununu düşündü
Çınar değil; çam değil; gül dikmişti elleriyle
Güllerle bezenmişti çift kişilik kara toprak
Başucunda isimlik -dili varmıyor mezar taşı demeye
Baba: Gültekin; oğul: Timuçin
Yatıyorlar birlikte bu cennet bahçesinde
Sonsuz tatildeydi babayla oğul
Dönüşsüz bir dünyada

Hava kararmıştı
Herkes gitmiş, park boşalmıştı sessizce
Ne bir kuş cıvıltısı ne bir çocuk şarkısı duydu yaşlı adam
Gezinmekteydi düşlediği yerde mutlu
Yorgunluktan eser yoktu yüzünde, gülümsüyordu
Akşam serinliği yokladı hafiften bir, yalayıp geçti tenini
Yaşlı adam hissetmedi; uyuyordu belki de
Bir sokak kedisi sürtündü paçasına -uzaklaştı yüz bulamayınca sonra
Birden aydınlandı ortalık; gök hışımla kükredi
Yağmur taneleri döküldü inceden, ıslattı saçını, yanağını
Hissetmedi yaşlı adam
Sağanağa dönüştü yağmur, yıkadı her yanını
Hissetmedi yaşlı adam
Bir el dürttü omzundan yavaşça
Hissetmedi yaşlı adam
“- Hey! Baba! ” dedi park bekçisi, “Hasta olacaksın, kalk”
Duymadı yaşlı adam
Hissetmedi esen yeli
Hissetmedi yağmuru
Hissetmedi omzunu sarsan eli
Duymadı park bekçisinin sesini
Durmuştu yorgun kalbi
Derin bir uykudaydı
Gülümsüyordu hâlâ
Mutluydu alabildiğine
Mutluydu

Evlât acısıydı bu öyküde ana tema
Eş acısı, kardeş acısı ayrı bir yara
Gidenler gitmişti de…
Ya geride kalanlar?
Zincire vurulmuş Prometheus’tular
Gözyaşlarının sel, göz pınarlarının çöl olduğu
Yüreklerin dağlandığı, ağıtların yakıldığı
Yaşam boyu acılara mahkûmdular
Ya trafik canavarı?
Ya o yok olası?
O yine özgür
O yine hazır yeni canlar almaya
O pusuda
Kol geziyor aramızda
Kol geziyor

Mehmet Lütfü Aydın
Kayıt Tarihi : 18.12.2004 01:35:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Mehmet Lütfü Aydın