Sonbaharı, yerde sürüklenen kuru yaprakları, denizin uğultusunu, martıların sesini, soğuk rüzgârları, iç çekip yürünecek uzun, ince yolları.
Pişmanlığı, kırgınlığı, aldanmışlığı, adanmışlığı, harcanmışlığı, yalnızlığı, geçmiş yılları, çocukluğu, özlemi..
Derinlerimde ne saklı ise sanki zorla o vuruyor dışarı.
O var sanki, göğsümü patlatır kuvvette her şeyime hükmeden.
Aman yarabbi.
Ben nereden bilebilirdim bunun büyüdükçe kalp zarımı yırtarak delecek bir mermi olacağını.
Nereden bilebilirdim çocukluğuma "ahh keşke" diye sürüklenerek gitmek isteyeceğimi.
Nereden anlardım bu yaman sancının yatağımı bana mezar edeceğini.
Ne zaman saate baksam yelkovanda duruyorsun. Akrebi boş geçmiyorum elbet onda da hüküm sahibisin.
Ama en çok da saniyelerdesin biliyor musun.
Akreple karadan, yelkovanla havadan hücum ediyorsun ruhuma, kalbime, zihnime, bedenime.
Ne bir izân kaldı aklımda ne de bir hücre kalbimin çevresinde.
İçeriyi hiç söylemiyorum.
O ne durumda ben bile bilmiyorum.
Ah benim zavallı pişmanlığım.
Dışarıdan bakınca ne de görünmez oluyor insanların gözüne. Ne de aldatıyor insanları dıştan dışa mutluymuşçasına..
Aynı beni hayatın en büyük yüküne, zorluğuna ve zahmetine iten bu sancı gibi.
Tir tir titreyip duruyorsun ey ellerim.
Dudaklarımın uçları, göz kapaklarım ve sahipsiz kalan kalbim.
Ne güzeldi halbuki sahibin önceleri değil mi?
Sana hoş geliyor değildi elbet onun üzüntüsü ve çaresizce benden sebep gidişi.
Çünkü sen merhametlisin.
Bunu bize hoş gösteren işte bu aşağılık nefsimiz.
Biz bununla baş edemedik.
Biz ona söz geçiremedik ve hayatımızda bir kere sahip olabileceğimiz bu muhteşemliğe sahip iken, onu ne de büyük bir zorbalıkla iteledik.
Ah benim çaresini bulamadığım çıkmaz sokağım.
Kalbimin içine bıraktığın şu kurşun, damarlarımdaki kanı pıhtılaştırdı.
Zaman geçtikçe de paslandı.
Ve paslandıkça da beni yavaş yavaş öldürdü.
Sen beni isterdin.
Ben şimdi kendimi senden isteyemeyecek kadar aciz ve yalnızım.
Nasıl bir şey biliyor musun hissettiğim?
Sana şiir yazarken hayâ ediyorum.
Çünkü şiirlerimi ben kirli ellerimle yazıyorum.
Sana yaklaşamıyor, dokunamıyorum.
Ne gözümde, ne de bebeklerinde daha takat kalmadı yaş dökecek.
Seni bir kere rüyamda görecek olsaydım eğer, bu şerefi tatsaydım, rüyamdan uyanmamak için bedenimi o ilhâma sevk ederdim.
Rüyadan uyanıp ruhumu bedenime teslim etmez, bedenimi ruhuma eşlerdim.
Seni ne denli özlediğimi, bu amansız ikilemi, ansızın sonlanan koca ilişkiyi, anlamını bulamadığım yanımda olmayışını, yanına varabilmemi imkânsız kılışını.
Hiçbir şey anlayamadan serçe gibi avuçlarımdan kaçışını.
Seni bir kez görsem yüzünü eskitmezdim.
Hiç konuşmadan, nefes almadan, yüzüne bakamadan..
Çünkü gözlerimle bakakalamayacağım kadar tertemizsin.
Ne güçlüsün.
Ne özlüsün.
Ne sevgi sahibi ve ne kalıplaşmış bir aşk kudretisin sen.
Feracenin üstünden tütsü gibi burnuma gelen bal peteği kokuların gitmedi genzimden..
Ellerini özledim.
Ellerimin çizgilerinin üstünde duran mühürlerin sahibi şerefli ellerini.
Gözlerini özledim.
İçinde Marmarayı bulduğum, vapurların arkasından rızkını arayan martıların seslerini duyduğum siyah gözlerini.
Bunların hepsini hissediyorum.
Sadece cansız, yarımsız, buruklu, bir parça kalmış insan gibi hislerimle can veriyorum.
Kayıt Tarihi : 29.6.2021 21:09:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!