Duvarda tıkır tıkır işliyor hayat.
Yelkovanı yok; 12 den geçeli ne olmuş
zaman belli mi?
17 yi kaç geçiyor anılar,
Son istasyonda durmuş tren,
ne bir bekleyen, ne bir özleyen.
Kaç! hayat, kaçmakla kurtulabileceksen eğer yalnızlığından:
Gün kırmızı, düşler tozlu, göz kapaklarının rengi siyah....
Tanıyanlara soruyorum...
deprem bir onu almadı diyorlar: ailesi;
karanlık dünyasına sahip çıkan tüm bekçileri viran...
Bir tek odur ayakta kalan....
Bir ağacın dalına yüklemiş hayatının tüm yükünü...
ne durduğu yerde durabiliyor..
ne alıp başını gidebiliyor...
Volta zamanı şimdi...
Duvarda tıkır tıkır işliyor hayat...!
Akrep boşaltmış tüm zehrini yaşanası bütün güzelliklerin üstüne...
Yelkovan firarda..
Tarih de mahcup
‘’Neden ben değil de torunum’’ diyor!
Neden kızım, neden dağıldı tüm ocağım.
Ve şimdi ben neden yalnız..
Dokusu çorak toprak dudaklarından, ağıt dökülüyor..
Bana mı düşerdi yavrum diyor Şimdi yaşamak,
yakışıyor mu yaşlı bedenime soluklanmak.
Canlarım, canlarımın canları, çekildi gittiler
zamansız mekansız....
Şimdi bana yakışıyor mu? ..bu şehirde soluk almak? ...
‘En çok’ diyor,
en çok canımı yakan zamansız gidişleri değil;
Gittikleri yerlerde mekansız kalışları!
Onlar gitti ben ayaktayım...
Ben toprak olduğumda bir mezarım olacak,
ama onların bir mezarı bile yok yavrum...
Duvarda tıkır tıkır işliyor hayat...
Umarsız alay edercesine..
üstüme üstüme geliyor şimdi...tüm yaşanmışlıklar…
Her köşe başında hayatta olduğuna sevinemeyen insan portreleri
Her karesi yenilmişliğin, kaybetmişliğin esaretinde bir Şehir..
Gün kırmızı...gök siyah......
Gece yarısı saat; 03 küsürden sonra beklemeye alınmış hayaller..anılar...
Bir köşeden yeni doğmuş bir bebeğin yaygarası kopuyor..
Bir ocak dağılmış..çaresiz bir kadın..çıpınıyor..ne olur yavrumu kurtarın(!)
Duvarda tıkır tıkır işliyor hayat....
Net dönencelerle ayrılmış saat başları
Ortası yok, arası yok...
Yürek dağlayan duyguların gölgesinde;
Acıya 7 kala, hüzünden 10 geçememiş..
Yelkovan bu öyküdeki yerini
çokdan terk etmiş
Akrebin içi boş...sakin sessiz ilerliyor zamanda..
Acelesi yok ki hiçbirşeyin..
Artık çok uzun bir sure,
Fark etmez...duvarda..hayat; tıkırdasa –da, tıkırdamasa -da...
Herşey anlamsız kalıyor....Hayatın anlamının çözüldüğü yerde! Sözün bittiği yerde başlıyo,Acıların, hüzünlerin kaybetmişliklerin üzerine yeniden inşaa edilen hayat.
Duvarda hayat, santim santim işliyor bizi...
Özlemlerimizi hayallerimizi..
Geleceğimiz kucağımızda gizli
Bakışlarımızın ufku yok
Yıllar sonra yeniden aynı şehirde...o gün doğan çocuklar bugün annelerinin kucağında....
Mutluluğunun resmini çiziyorlar...
Onlar deprem çocukları...elbet şidddetli olacak bakışları
Bizlerin zihninden silinenler...onalrın ruhlarına çoktan işlendi motif motif...
Deprem gözlü bebeğim....yasın kaç....
Duvarda hayat santim santim işliyor bizi....bir tamam...
Gün beyaz..düşler taze...gözler çakıl taşı
Gök ışıltıları, saç tellerini yakan...
Kaç zamandır bekliyorduk bu anı..
Duvarda tıkır tıkır işleyen hayat
içimize santim santim işlendiği zaman..
Anlam kazanıyor duvardaki tıkırdamalar yeniden..
Yelkovanda, akrepte öyküdeki yerlerini aldılar..kaçış yok.
Daha, çok zaman var hayata eklenecek, işleri çok..
şimdi vaktidir, günün neresinde olduğumuzu bilmenin
Söyler misiniz bana; SAAT KAÇ?
Kayıt Tarihi : 17.2.2009 18:26:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Deprem
Titredi bir anda arz’ın en dibi
Bir uğultu her yeri inletti
Bağrışmalar, çağrışmalar, feryatlar…
Sur mu bu ya Rab? Yoksa kıyamet mi geldi
Kaçışırken yedi katlı binanın altından
Takıldı eşiğe ayağım, çıkamıyorum kapıdan
Bağrışmalar, çağrışmalar, feryatlar…
Sayamadım, kaç insan gelip geçti sırtımdan
Nasılsa, doğruldu belim, kalktım ayağa
Can havliyle bende fırladım, o karanlık sokağa
Bağrışmalar, çağrışmalar, feryatlar…
Şükür, bende karıştım o şaşkın kalabalığa
Hal pazarı çarşısına bir ateş yakıldı
Zengini, fakiri etrafına toplandı
Bağrışmalar, çağrışmalar, feryatlar…
Sabahlara kadar Bolu’m beşik gibi sallandı
Mehmetçikler geldi, çadır kurdular bize
Aş, ekmek geldi başka ilden şehrimize
Durmadı yine bağrışmalar, çağrışmalar, feryatlar…
Allah rahmet eylesin, kayıp olan kardeşlerimize
Üç beş aile bir çadırda oturduk
Kardeş olup, koyun koyuna uyuduk
Zengini, fakiri, hepimiz bir olduk
Aynı kaptan karnımızı doyurduk
Bir gün gelir evimize geçeriz
Geçeriz de, ah ne günlerdi deriz
Unuturuz bu günleri, yaşanan acıları
Can vermek için, can pazarı binaların altında
Yine, çürük çürük gökdelenler dikeriz…
Kasım 1999
Cengiz ÖYKE
BOLU
Deprem
Titredi bir anda arz’ın en dibi
Bir uğultu her yeri inletti
Bağrışmalar, çağrışmalar, feryatlar…
Sur mu bu ya Rab? Yoksa kıyamet mi geldi
Kaçışırken yedi katlı binanın altından
Takıldı eşiğe ayağım, çıkamıyorum kapıdan
Bağrışmalar, çağrışmalar, feryatlar…
Sayamadım, kaç insan gelip geçti sırtımdan
Nasılsa, doğruldu belim, kalktım ayağa
Can havliyle bende fırladım, o karanlık sokağa
Bağrışmalar, çağrışmalar, feryatlar…
Şükür, bende karıştım o şaşkın kalabalığa
Hal pazarı çarşısına bir ateş yakıldı
Zengini, fakiri etrafına toplandı
Bağrışmalar, çağrışmalar, feryatlar…
Sabahlara kadar Bolu’m beşik gibi sallandı
Mehmetçikler geldi, çadır kurdular bize
Aş, ekmek geldi başka ilden şehrimize
Durmadı yine bağrışmalar, çağrışmalar, feryatlar…
Allah rahmet eylesin, kayıp olan kardeşlerimize
Üç beş aile bir çadırda oturduk
Kardeş olup, koyun koyuna uyuduk
Zengini, fakiri, hepimiz bir olduk
Aynı kaptan karnımızı doyurduk
Bir gün gelir evimize geçeriz
Geçeriz de, ah ne günlerdi deriz
Unuturuz bu günleri, yaşanan acıları
Can vermek için, can pazarı binaların altında
Yine, çürük çürük gökdelenler dikeriz…
Kasım 1999
Cengiz ÖYKE
BOLU
TÜM YORUMLAR (4)