Yalnızlığa kafa tutan ben !
Sınanmak dediğin nedir ki
Yol açıp gitmek mi yalan söyleyen ellerinden ölüme?
Önce ellerinle konuştum, eğilince kaktüs çiçeğinin içine.
Ve İçime yetişemeyen kimsesizliğimin ezgisinde
Yabancılaştım kendime…
– Tanışamadığım kız çocuğunu büyüttüm içimde.
Kırılgan bakışları ile çağının ötesinde bir yalnızlık devrimi gibi
Mermer bir eşikten atlayışı, susuşları ve kendine kaçışı…
O kız,
Yani gölgemin arkadaşı!
-Neden erkekler babam gibi değil diye sorduğunda
Dedim ki:
Ağır taş, ağır elle okşanır - hepsi bu işte!
Evet, hepsi bu!
- /-
*
Giriş kattaki aldatmacalar!
Serçenin kursağında yaşama telaşı,
Pastel renklerin yüzük parmağımızı boyaması
Ya sonrası? Akıl çatışması, içimizi kışkırtan bahane yumağı
Ve kanatlarını açmış baykuşun gökyüzü dansı…
Şimdi başladı çatışma.
Evinin kapısını kıran kurtlardan öğrendik
Çamurun insana neler vaat ettiğini!
Benim senden farkım ne mi?
Bak boynumda, doğurgan göğün kolyesi.
Biraz akasya kokusu, biraz da yoldaki çukur
O şehvetteki ur – resmine gölgeydi değil mi?
İnandık.
Anlatsa birisi
Bizim, bizden neler çektiğimizi …-
Dünyanın boynundan parmaklarımı geri çekip
Sustum.
Denizde sabahlayan bir beden gibi öylece bekledim
Kirpiklerimi aralayınca yeşil oldum
– sakin değilim, üstelik güçsüzüm de.
Tenime değen deniz köpüğüne yerleşip, bekledim
Şimşek denizin üzerinde kollarını açıp, kapadı
İçimin titreyişini hissetmeyen kum tanesiydim – konuşamadım..
Ardından ölümün kucakladığı ıslak saçlarımı okşadım
Biliyorum geçecek, sabahın kursağındaki zaman gülümseyecek.
Herkes kendi kalbinin yanında.
- Ne olur koru Allah’ım
Palazlanan isyandan beni ve gençliğimi…
Çok uğraştım mutluluk denilen şeyi eritmek için içimde...
Her seferinde çocuk, paslı çivi
Sedirdeki battaniye
Ve evlerin tütmeyen bacaları
Pusu kurdular şehre…
İçimizden konuşunca, şık bir yüzle başlıyoruz güne
Maskelerle kardeş gibi, eldivenler evin gibi
Size oh! Ne ala mı demeliyim…
Uzanamam ters köşede açan papatya minesine
Dalarsam bakmaların ötesine
– büyür soyguncuların şehrindeki şiir.
ve fini.
-///-
Başparmağıma ceza.
Anlatamadım kimseye dengesizliğin hatırayı nasıl çürüttüğünü
İşte o iki uçlu geçmişle
tığa dokunup,
Şöminenin camına
Aramızdaki farkı bağırırcasına soluyup,
Döndüm çağrıldığım yere,
yani sıcak mürekkebe…
Sen kalabalığını affet önce
Sonra da kendini…
Bil ki gözyaşlarımda Meryem var
Biliyorum ben
düşeceğim yeri
Susturamadığım bir sessizliğin huzuruna çıkıp,
Nefeslerimiz denkleşinceye kadar çekiştik…
Ne dersen de - erkenden tükettik kalbimizi,
Sevgimizi, hayallerimizi.
Şimdi naz bir uçurumun başında /sırtında intihar
Sorsan da söylemez kuşların nereye uçtuğunu…
Kesmez gök bu ağır yükü dönmesen de geri
Kestirmeden gitmek için çok geç.
-Hayallerin düğmeleri iliklenmeden kopuyor –
İçime mahşer de sığmıyor…
İkiyüzlü insan bakışını pencereden dışarıya atmak kolay değil.
Hem dışarıdaki dünyayı durduramazdım ki…
Ağaçların bile birbirine küstüğü masalın içinde
İçimi bilen - içim olan- / çıkamaz ki!
Belki safların arası açık olmasaydı
Düz saçları
bu kadar ıslatamazdı yağmur.
Hiç sevmedi begonyalar, bizim evin duvarlarını
Benim yeşile olan bakışımı hissetseydi yeryüzü
Utanırdı yaşından başından…
Işık mı dedin, yani göğü işaret ettin
Karanlığı gökyüzünün hatırına sevdim…
Ay ve yıldızın arasında gamzeli hayallerim
Ah kötülerin giremediği su rengi evim!
İnanın hıc bilmedim
-İnsanın, kendisi için yaşamasanın ne demek olduğunu..-
Omzumda gece ve gündüzün ağırlığı
Birlikte ağladık annemle
– Genzimi yakan şey nedir diye soramadım ki
İçim
iki defa yandı bu uzak hücrede
Sesimin titreyişini fark eden annem / yine bekle kızım dedi!
Önümdeki boş vazoya uzun uzun baktım
Ah ömrüm dedim, sessizce…
Sıratta ben seslenmeyeceğim sana
Ama annemi de durdurmayacağım
Bekle…/
Ne zaman saate baksam – vakitlerden hep ikindi
–Gücün yetmez dünya kalbime / bendeki aşkın adı da ikindi…
( Paris - 2015)
Kayıt Tarihi : 7.8.2022 02:36:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!