"İnsan tamamlanmamış olan ruhunun tanımlayamamış olduğu boşluğunu aşma tutkusuyla yanıp tutuşur. Saçmanın egemenliği onu yeraltına doğru iter ve karanlık evrenin saydam cennetini yaratmasına sebep olur.
Hiçbir şey duyulmaz fakat her şey konuşulur, beyaz mürekkebi olan kalemiyle yazmaya başlar kırılan kelimelerini. Metaforik bir tanrı yaratılır lanetlenmek için.
Tıpkı Sisypos gibi omzunda taşıdığı sancısını dağın doruğuna taşımaya çalışır. Her yuvarlandığında omzunda omzunda taşıdığı sancısı devleşir. Umut ve yenilgi bütün hücrelerine kadar sirayet eder, yol arkadaşı yoktur.
Kafasının içindekilerle konuşuyordu dalgalı denizin kokusunu çekerken içine. Doktor kemikli bedenine dokunduğunda, ne kadar zamandır böyle dalıp gittiğinin ayrımına varamamıştı Nevzat.
'Evet artık gidelim mi ?' dedi Doktor.
Mavi gözlerini kaldırdı denizin dalgalarından, parmaklarının arasında duran tek nefeslik sigarasını içine çekip sonra ayağının altında ezdi.
Nevzat: Ne çabuk geçti zaman, yardımlarınız için çok teşekkür ederim. Gidebiliriz artık.
dedi kamburlaşmış bedenini doğrultup ayağa kalkarken.
Hatıralarından çekip çıkarttığı şeyler, yaşamı boyunca onu bir başına bırakmayan küçük özlem kırıntılarıydı. Daha büyükleriyse şansızlıklarla birlikte birikmiş koca bir yığınlar çöplüğüydü.
Gittikçe zayıflayan bedeni canlı bir insanın bedenine benzemiyordu. Yürümek için doktorun koluna girmese, adımlarını attığı daha ilk saniyede yere kapaklanabilirdi.
Doktor: Bugün nasıl hissediyorsun kendini? Tedavimiz daha da iyiye gidecek merak etme. Ve sen buna inan iyileşip eski günlerine kavuşacaksın.
(Keşke bu söylediklerime inanabilecek bir ruhu olsa diyordu) kendi içinden doktor. Kendisi de söylediklerinin gerçekleşeceğine pek inanmıyordu.
İyileşmek; şu an var olan bu hastalıklı dünyanın içinde her şeyi romantik bir gözle görebilmek ve inanmak hem de kandırıldığını bile bile.
Ağır aksak yürürken , bu inançsızlğın gerçeği acıtıyordu yaralarını.
Nevzat alevden gözlerini kocaman açıp Doktora baktı.
Nevzat: Ben hasta değilim! İyileşmek diyorsunuz, gözlerinizi daha derinlere doğru açın. Sinemalardan, tiyatrolardan, dizilerden ve hergün sizi kandıran çirkin politikacıların söylediklerinden kafanızı ve kulaklarını çekip gerçeğin buz gibi soğuk sokaklarına doğru yürüyün. Şu dilenen, tiner çeken, yoksulluğun utancından çıldıran insanların sadece bir gününü yaşayın. Sizin kaybettiğimiz şeyler, bizim kaybolduğumuz karanlık ruhumuzun karşısında birer hiçtir. Asıl siz iyileşmek için çabalayın!
dedi.
Kliniğin demir kapıları açılıp içeriye girdiklerinde yakasız dünyasına kavuştuğu için mutlu hissediyordu kendini.
Doktor: Bir sonraki görüşmemize kadar hemşire hanıma ilettiğimi ilaçlarını aksatmadan kullan. Ayrıca tedavi süreciniz en çokta senin çabaların sayesinde olacaktır. Bu nedenle ruhen ve bedenen güçlü olmalısın. Hemşireden raporlarını her gün telefonla alacağım. Yemek öğünlerini kesinlikle aksatma. Anlaştık mı ?
Doktor gözlüklerini indirip kırmızı burnunun üstünden baktı, ve bir cevap bekliyordu Nevzattan.
Odasının penceresinden bahçeyi seyrediyordu Nevzat. Küçük bir hortumun içinde dans ediyordu kurumuş yapraklar. Gençten bir adam kalın gövdeli ağacıyla konuşuyordu hep aynı saatte.
Nevzat: Bak doktor, eğer insan olanaksız olanın asla değişmeyeceğini biliyorsa, beklentisi ve amacı o sınırlar içerisinde vücut bulur. Görmüyor musun her şey ölüyor, kimileri daha yolun en başında, kimileri yolu yarılarken. Şimdilik diyeceğim bunlar. Yarın zaten görüşmeyeceğiz. Olur ki bir gün karşılaşırsak bana 'Merhaba' diyerek seslen yeterli.
Odanın içerisindeki boşluğu dışarıda esen rüzgarın ıslıklı sesi dolduruyordu. Doktor gümüş köstekli saatinin kadranına baktı. Saat 17:00, tombul yüzü aydınlandı.
Doktor: Peki ben çıkıyorum sayın filozof, neler yapman gerektiğini söyledim. Bak seninle tam iki yıl beş ay on üç gün önce tanıştık. Her şey senin elinde. Hoşça kal ...
Bir gün sonrası :
Doktor , eşi Nerminle beraber kızları ebruyu önce okuluna bırakıp daha sonra akşam verecekleri yemek daveti için eşinin beğendiği ve sipariş verdiği siyah gece kıyafetini alacaklardı.
Doktor oturduğu daireden inip arabanın kontağını çevirdiğinde saat 07:46' ydı. Eşi Nermin kahverengi kadife çantasını unuttuğunu söyleyip koşarak tekrardan daireye çıktı. Daireden tekrar araca bindiğinde saat 07:53'ü gösteriyordu. Ebru'nun okuluna aynı istikametten gidiyorlardı. Yol çift şeritliydi. Gittikleri şeritli yolun yüz metre sonrasında yol çalışması yapıldığını gösteren trafik levhasını gördüler. Saat 07:58'di...
Doktor arabanın direksiyonunu kırıp diğer şerite geçip iki yüz metre sonrasındaki yol ayrımına saparak yollarına tekrardan devam etmeyi düşündü. Diğer şerite geçip aracı kırdıkları vakit Ebru çığlık atarak 'Baba!! dedi.
Saat 08:06 doktor, eşi Nermin ve kızları ebru kazadan sağ kurtulamadılar.
Nevzat odasındaki demir sandalyeyle penceresinin camını kırdı. Kırılan camın keskin tarafıyla boynundaki damarın olduğu bölgeyi kesti. İntihar edip öldüğünde saat 08:08' i gösteriyordu.
Her iki adam da tanımlanmamış olan boşluğa karışıp kaybolmazdan önce son bir kez gördüler birbirini. Doktor 'Merhaba' dedi..."
Kayıt Tarihi : 13.6.2023 13:41:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Gökhan Sarıkaya](https://www.antoloji.com/i/siir/2023/06/13/agatha-christie-ye-selam-oyku.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!