“Hatmiyi de sulayalım mı yenge? ”
“Unuttun mu oğlum? Onu yenge sulayacak. Hem 'hatmi' demesene kızacak şimdi. Kaç defa söyledi 'hatmi değil, ağaç hatmi' diye.”
“Ya oğlum baksana fidanın haline”
“Ne yapalım? Onu bize sulatmıyor işte.”
“Sulatmasına sulatmıyor da neredeyse kuruyacak, epeydir su yüzü görmedi zavallı.”
“ Geçen haftada da sulanmadı değil mi? ”
“Evet”
“Allah Allah, yenge bu ağaca gözü gibi bakardı hep. Galiba unuttu.”
“İşte ondan ben de soruyorum ya akıllım.”
Arkadaşı ile yaptığı bu konuşmadan da cesaret alan afacan, sesini biraz daha yükselterek sorusunu yineledi.
“Ağaç Hatmiyi de sulayalım mı yenge? ”
“Sulamayın sökün onu! ”
Bu yanıt üzerine iki afacanın koca gözleri birbirine hızla çevrilirken kaşları çatılmış, doğru duyup duymadıklarını anlamak istercesine mimikleri hareketlenmişti.
Bahçede onlarca çiçek vardı. Hepsi de birbirinden güzeldi. Bu iki afacan, çoğunu ilk kez gördükleri çiçeklerle baş başa kalabilmek için, onların diplerini çapalamak, asalak otları yolmak, kuru yapraklarını almak gibi hemen hemen her işe gönüllü koşturuyor, en çok da rengarenk açarak birbirleri ile yarışan gülleri seviyorlardı.
İsmini yengeden öğrendikleri bu garip ağacı -yenge ona 'ağaç hatmi' diyordu ve çocukların köylerindeki gül hatmilerin çiçeklerinin bu ağacın dallarında daha bir katmerli açacağını ballandıra ballandıra anlatıyordu- evet işte o garip ağacı yengenin neden bu kadar önemseyip üstüne titrediğini anlamıyorlardı.
Ağaç hatmi. Ağaç olduğu halde meyve vermeyen, aykırı çiçekler açması beklenen, şu anda cılız bir fidandan öteye gitmemiş olan garip ağaç... Bu ağaçta her ne varsa, sulama, budama, asalaklarından temizleme, kuru yaprağını alma gibi işlerden hiçbirisini başkasına yaptırmıyor, illa ki kendisi yapıyor ve gerçekten de özene bezene yaptığı bu iş sonunda yorulması gerekirken dinlenmişçesine mutlu, kamelyasındaki defterinin ve kaleminin başına dönüyordu.
Yengenin sürekli ne yazdığını da anlamaya olanak yoktu ama o zaten garip bir yengeydi.
Tamam garip olmasına garipti de “hatmiyi sökün” diyecek kadar gariplikler göstereceği bu iki afacanın aklına hiç gelmemişti.
“Sökelim mi yenge? ”
…
Soru yanıtsız kalınca ikisi yeniden birbirine baktı. Biri diğerini çekiştirdi. Yavaş yavaş uzaklaşırlarken mırıl mırıl da konuştular. Yengenin yüzünün bembeyaz olduğu, belki hasta olabileceği hükmünü yürüttüler. Öbür ağaçları sulayıp işlerini bitirdikten sonra sıra hortumları toplamaya geldi. Biraz çekingen gene yengeye yaklaştılar. Kalemini ağzına almış dalgın duruyor şu an yazmıyordu.
“iş bitti? ”
“Hatmiye dokunmadık? ”.
“Hortumu toplayalım mı yenge? ” cümlelerini birbirlerinin ağızlarından ala ala sıraladılar.
“Hatmiyi de sulayın çocuklar”
“Biz mi sulayalım? ”sorusu ile “Sulayalım mı? ” sorusu birbirine karıştı.
Yenge bu kez daha kararlı tekrarladı.
“Siz sulayın çocuklar.”
Bu cümlenin ardından, hangi yaranın kabuk altı kanamasının, yengenin gözlerinde iki damla yaşa dönüştüğünü şiirine yazacak olan yenge ağzındaki kalemini eline aldı ve defterine ilk sözcükleri yazdı.
Sevgili candaşım…
Kayıt Tarihi : 9.11.2010 09:08:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Neden yoksun hiç uğramıyorsun gerçekten ne olduğunu kime kızdıünı anlıyamadım. Seninle ben buralarda dolaşıyor senin sayende birçok şey keşfediyordum...
Lütfen ne oldu söyle neden kaçtın:)
Seni çok seven Necva
mesaj gönderdim izin vermiyorsun onun için burdan yazdım okuduktan sonra silebilirsin
TÜM YORUMLAR (1)