*** Afşar’ı Dolaştım Çocukluğumla! (Den ...

Necip Küçük
246

ŞİİR


4

TAKİPÇİ

*** Afşar’ı Dolaştım Çocukluğumla! (Deneme) ***

Gri ve hafif kızıl torakla kaplıydı kerpiç duvarlı bizim evin önündeki yol! Aşağı Camii’nin sokağıyla parelel geçiyordu… Camii’nin ise kare kare kesme parke taşlarıyla örülüydü sağı solu ve önü! ... Evimizin Sağ böğrüne, Assıyanın Mehmet emminin evi, sol böğrüne de Müzaker dayzam ile Nuru (Nuri) emminin evi yaslanmıştı, arkasında ise Telilerin Irıza (Rıza) emminin evi vardı…

Sokağın bir başından sonuna kadar varmak o kadar basit değildi…Öyle uzundu ki... Taa aşağı mezarlığın yanından eski okulun ve Zikri dedenin evinin arasından başlar, demokrat Nazım emminin evinin önünden geçer, eski belediye başkanı parmaksız Gazi dayının evinin arkasından çıkar, değirmenin önünden geçen aşağı yolla birleşirdi..

Evimizin karşı cepesinde Cıncıklardan Demirci M.Ali Emmimin bir başka deyişle Zedefiye bibimlerin samanlığı ile Cemal dedemin ahırının damı evimizin önünü daraltıyordu….. Bu nedenle evimizin önündeki oyun alanımız biraz dardı, bazen top oynar, bazen iğ (topaç) çevirir, bazen de yol aşağı tekerleklerine toz toprak dolarak kayarak bindiğimiz tornetlerden düşer, ve uçurtmalarımızı havalandırdığımız yer, dar da olsa, ara sıra top oynadığımız harman yerine varana kadar öyle hızlı koşardık ki… Nefes nefese kalmak bile güzeldiki o günlerde… Harman yerine vardığımızda harman yeri sanki uçsuz bucaksız gökyüzü gibiydi….

Ben; 13 yaşında ayrıldığım ve 20 yıl sonra gitmeye karar verdiğim Afşar… Daha önce defalarca oynadığım şimdi ise çok özlediğim … Ve tekrar görmek istediğim yerleri görmek için… Doğduğum, büyüdüğüm, tozuna toprağına, otuna çayırına, bağına dağına, bahçesine bostanına serpildiğim yerleri yeniden dolaşmaktı niyetim.

Bir perşembe günü Afşar girişine yaklaşırken hava kararmaya başlamıştı…. Afşar eskisi gibi belli belirsiz gaz lambalarıyla aydınlatıldığı gibi loş değildi… Artık sokak lamlarıyla aydınlatıldığından ışıl ışıldı….. Afşar girişindeki “ -Afşar Kasabasına Hoş Geldiniz- “ tabelası bana hoş geldin diyordu…. Tabelanın altını geçtiğimde köy içine doğru hızla varmayı ve arabanın kapılarının açılmasını sabırsızlıkla bekliyordum….. Ama ondan önce yapılması gereken önemli bir görevim vardı….. Okulu geçtiken sonra Mezarlğın yanında durup, ’ın rahmetine kavuşmuş ana baba ve atalarımın ruhuna bir dua, El-Fatiiha okuma görevi.. Mezarlığın kapısı girişine varınca durdum ve sonra ağır ağır indim arabadan….. Tek başımaydım….. Bir ürpertiyle içimin ılık bir suyla yıkandığını hissettim… Fani dünyadan zamanlı zamansız er geç geçmişlerin hayalini görüyordum sanki…

Kapıyı açınca Afşar’ımın leziz havasını çektim ciğerlerime doya doya…. Soluğu kesildi kesilecek ciğerimin, yüreğim fırladı fırlayacak gibiydi…. Gözlerim nemlendi ama ağlayamadım…. Keşke yağarcasına bir boşalsaydı derken.. Sonra ayağım değdi toprağına... Ve işte o zaman hıçkırma başladı ve göz yaşı yağmuru rahatlamıştım..

Duanın ardından köy içine doğru yola koyuldum ve aşağı çeşmenin kurnasına yapışıp kana kana mideyi kandırdıktan sonra, bir abdestle temizlenip ’ın evi aşağı Camii’nin huzur dolu ortamında soluklandım….. Yatsı ezanı okundu okunacak….

Zaten, bir gün önceki o gece, rüyamda hep Afşar’ı görmüştüm… İçimde hep o vardı…..

Sabah kalktığımda eski komşularımız emmilerim halalarım dayı ve dayzlarım ve oğlulları, misket arkadaşım, liklik arkadaşım, çiğdem arkadaşım ve gadaşlarım A, B, M, N, H. ve niceleri, zaten emmi, bibi, dayza kızı olan sevgili eşleri bacılarım kardeşlerim, gelip beni evlerine davet için çağırıp bir birileriyle yarışarak alıp götürürken, gördüm ki geçen onca yıl bir gün gibiymiş. Ahmet ve Mustafa'nın ve gadaşlarımın coğunun saçları da ben gibi dökülüp aklanmaya başlamıştı.

Ya gönülleri yürekleri? Onlar hala 80 li yılların bahar ayındaydı… Bir de Afşar’ı onlarla dolaşmak ne güzel olurdu… Öyle heyecanlıydım ki… Gezip tozmak, yemek içmek için güzel bir gündü…

İlk durağımız “Dut Dede” olacaktı….. Arabaya bindiğimizde hafifce rüzgarlı ılık bir hava vardı…. Dut Dede çayını geçip, Dut Dede’ye yaklaştıkça hafif bir yağmur karşıladı bizi…. Sonra çamurlanmaya başlayan yolda tırmanmaya başladık… Ama ne mümkün…. Son bir km. kala, birden iyice çamurlamıştı toprak yol, lastikleri sardıkça çamur sağ sola kayıyordu araba… Yaz yağmuru denirdi böyle birden habersiz gelen yağışlara… Güneş tekrar açtı 15 dakika sonra…. Toprak yeniden kurur gibi oldu, oturmuştu yerine, araba zorlanmıyordu artık…. Tekrar koyulduk yola, varınca zirveye beş-on dakika soluklandık ve ardından harika bir kavurma yedik….. Kesenize bereket gadaşlarım… Elinize sağlık emmi, bibi, dayza kızları evde hazırladığınız azızklar, nevaleler için…

Aşağı doğru inişe, daha doğrusu dönüşe geçtiğimizde yakmış olduğumuz ateşin isini dumanını ve doğaya yayılan etin mis gibi kokusunu ardımızda bırakmıştık…. Bizden geriye kalan kırıntıların kokusunu alan, kuşun kurdun, börtü böceğin nafakası kısmetiydi artık… Kim bilir hangisine nasip olcak… Kısmet dedikleri bu olsa gerek…Sonra baraja doğru yola çıktık… Barajın önüde rahmetli bir gadaşımla yüzüp sudan çıktıktan sonra, yarı çıplak güreşirken çekilen resmimizi hatırladım… Şimdi onca yıl sonra yeniden barajın önünde poz verecektim….

Baraja uzanan yolda, kah eski kerpiç evleri, kah yeni beton arma evleri ve ayrıca Baraja doğru ve Dut Dede’ye doğru, Bağlara doğru yenileşmeye başlayan semtleri izledim…. Nede büyümüş Afşar diye düşündüm….

Mis gibi solumaya doyamadığımız tertemiz hava, karnımızı acıktırınca bu defa soluğu bütün Afşar’ın, Dut Dede’nin, Barajın, Karatepenin, Garip dedenin Okulların hatta aşağı yukarı bütün mevkilerin rahatlıkla görüne bildiği bağların sırtında bir yerde yerimizi aldık…. Gözleme, Gartemer, Çökelek, Köbe Ayran, Pancar, Kelek, Patılcan Turşusu, derken Afşar lezzetleri ortaya bir bir diziliverdi…

Ertesi gün, harika bir güne merhaba derken, geze geze indiğimiz Yavşalar çeşmesinin kurnalarından oluk oluk akan suyuyla, yün yıkayan Afşar kızlarının meraklı bakışlarıyla kim acaba? bize doğru gelenler diye aralarında tahmin yürütürken, yanımadkilerini göz aşinalıyla tanımışlardı… Beni ise çıkaramamışlardı… Yanlarına iyice yaklaştığımızda, amaaa bu bizim “ sadık” emminin oğlu Necip değl mii? Diğeride kim o derken, haaa sen “Ganime“ bölemin oğlu değil misin? dedikten sonra, aramızdaki hoş beşten, yününüz hayırlı olsun ve kolay gelsinden sonra, adını bile unutmaya yüz tutuğum, Afşar kızının elinden yanında koyun yoğurduyla beraber yufka ekmekle sokum yaparak harika bir (mıhlama) muhlama yedik….

Daha sonra, kızlarla helalaştıktan sonra, benim için her tarafı sırma gibi inci gibi görünen, dere tepe mevkileri onca yıl sonra bir daha gezmeye koyulduk…. Tek ağıl, Mahmudun ağıl, Söğütlü dere, Payrazla, Yanıcak derken tekrar Dut Dede de bir dua ve Dut Dude çayını geçtik mi köy… Bu günde akşam olmuştu… Akşam yemeği atıştırmasından sonra ver elini Köy Kahvesi, iki el pişpirk ve sohbetden sonra, günün yorgunluğunu atmak için yatmaya…

Gurbet de hüzün, doğup büyüdüğün, ilk gözünü açıp gördüğün, yaşamaya doyamadığın topraklarla, çok sevdiğin eş ve dostlardan uzaklarda sevinciyle acısıyla insanların yaşamında yer eden en büyük iz bırakan olgulardan biridir….
Hüzün acıyla, özlemle gelen hislerin yüzümüze yansıyıp vurmasıdır…..
Örneklemek gerekirse; hüzün bize elimize kalemi aldırır…. Hüzün şiir ve ayrılık şarkıları yazdırır…. Hüzün gözyaşı eşdeger sözcükleridir yalnızlıgı anlatır, ağıtlar yaktırır…. Hüzün gözyaşlarıyla ve sesizlikle bütünleşir…. Hüzünlü oldugun zaman, ağzındaki kelimeler düğümlenir söyleyeceğın varsa da söyleyemezsin….
Bir kere aklına düştümü görmeyesin… Yaşadığın o anı gündüzü geceyi hüzün kaplar birden bire sesizlk sarar her yerini sokaklarını kapını pencereni aniden hüzün ve yalnızlık sarar….. Tekrar tekrar hüzünlenirsin gurbet dedikleri bu olsa gerek değil mi?

Ertesi gün emmi kızlarının tere yağlarla köy yumurtasıyla hazırladığı muhteşem sabah kahvaltısından sonra, bohçamıza hazırlanmış azzığımızdaki su ile yiyecekleri içeçekleri terkimize aldık ve kaldığımız yerden devam… Öte yüze geçtiğimiz de mi… Kızıl kırma, İpek yolu, Aydın oğlu, iğdeli dere ve baraj, baraj da oltaları hazırlayıp biraz da balık tutup mangalda yalan yanlış cızbızdan sonra, çayımızı da bağlarda içelim derken kendimizi bağların doruğundaki sırtda bulduk…
Güneş yavaş yavaş batmak üzere… Şöyle dönüp aşağı doğru kuş bakışı bakınca, Dut Dede, Kara Tepe, Baraj ve muhteşem görnüşüyle Afşar obası …. Rabbim boş gününde yaratmış sanki! İnanılmaz bir doğa….. Hemen her yerden fışkıran bugday, arpa, çavdar, mısır, pancar, mercimek ve çayırlarıyla ne güzel görünüş… Ve her yerinde nefis bir görüntü…. Akşam dönüşte dayı oğlunda, bostandan taze gelmiş salatalıkla yapılmış bol sarımsaklı çacık ve yumrukla kırılmış kuru sovan, tereyağlı bulgur pilavıyla muhteşem bir kuru fasulye yedik ki sorma…

Baba, ana, emmi, bibi, dayı, dayza ve böle gibi bütün soydaşlarımın akrabalarımın yaşdaığı memleketim güzeller güzeli Afşar...

Yine ertesi gün, yıllarca hiç görmediğim akrabalarıma tek tek uğramaya çalışıp hal katır sordum…. Yetişmek ne mümkün Afşar halkının tümü bir şekilde bir birine akrabaydı… Kimin ayağına bir taş değse, bir diken veya çalı batsa, hepimizin ve herkesin ayağı sızlar eli kanardı…

Muhteşem bir gündü... Kendimi kandırabilirsem eğer kendimi kanldırmak istiyorum…. Dönme kal, Afşar da kal diye… Üstümdeki hüznün kaldırılmasına ihtiyacı var…. Saçlarımda hep eski kışların karları, yağmurların ıslaklığı, doluların şişliği var…. Hani şöyle başını eğdiğinde dökülse diyorsun…. Omuzlarıma konmuş, sallara sap yüklerken tarladan veya harmandan kalma arpa buğday sapları var… Düven sürerken, samanlık deşerken yapışmış saman tozları var…. Ve raf raf siyah beyaz resimlerle mazide tozlanan bütün hayatlar…. Keşke kapı eşiklerine ayağım takılıp düşsemde, seki altında saklansam da dönmesem…. Güneşi kalbimde büyütüp ruhumu asa dursam tavandaki astarlara, bayramları beklesem patiska perdeli pencerelerinde….
Çocukluğumdan bu yana içimde sakladığım bütün geçmişimin sandıklarındaki naftalinleri kaçmış…. Çürümeye başlayan hatıralarım, iyi bir tamirci istiyor yeniden tamirlenmek için…. Çocukluğumda olduğu gibi canavarlara saldıran karabaşın cesaretini, yağmurun bereketini, karın saflığını istiyorum. …
Ah! Ne güzel olurdu, bağlarda asmaların altında, bir bostanda teveklerin içinde, bir harmanda sapların altında, yancakda ki çayırların ortasında veya bir ağılın içinde unutmak kendini…. Değişmeseydim hiç, değişmek istediğim kadar…
Dut dede ve Garip dedenin arasındaki Kara tepenin aşkını ne kadar kıskanıyorum be, hiç ayrılmadıkları için…. Bol bol sevişseydim bende, bir birine yapışıp sırt sırta vermiş kerpiç evler gibi,… Mezarlıkla Okul gibi, Camii ile Minaresi gibi hiç ayrılmasaydım…
Manyakca şeyler yapmak istiyor ayaklarım… Yüksekce bir yerlerden atlamak, sert bir şeyleri tekmelemek, tekmelerkende dönmemek için kırılmak…. Gitmek zorunda olduğum insanların bir birinin kuyusunu kazdığı kokmuş şehri kirletmek…. Bunu yaparken de utanarak sevmek istiyorum kendimi, unutarak hatırlamak istiyorum kendimi…. Her gün ister istemez elveda dediğim Afşar’a şikayet ederek kendimi, bir merhabayla bulsam…. Aslında kendimde hapsoluşum en büyük özgürlüğüm……
Aslında kendimi kandırsam, eğer kanldırsam kendimi, çıkarıp atacağım içimdeki bütün ölüleri ve ölmüşleri.

Pazar gecesi son gecemdi… Bu gece sohbetlerle birlikte yine hüzünlerim başalamıştı… Dönüş hüznü… Sabah ayrılma vaktiydi… Pazartesi sabah kötü bir süpriz bekliyordu…. Arabamın lastiği patlamıştı… Lastik değişiminden sonra Afşar’a çocukluğuma veda ederken, Bala'ya kadar bir yanım buğday tarlaları yemyeşil doğa, diğer yanım traktörlele sürülerek yeni herk edilmiş kızılımsı tarlalar…
Off of yine düşüncelerdeyim…

Direksiyonda gözlerimin nemlendiğini hissettim….. Afşar da geçen günlerim dizildi ardı ardına sıra sıra, göz yaşlarıma, misketler, liklikler, tohmak sesleri, küsküçler, tok takılmış çın çın çanlı kuzu sesleri, eşek anırmaları, anamın dam başından çığrışı, gadaşlarımın loooo sesleri. at kişnemeleri kağnı gıçırtıları, çıgıldadı da cığıldadı kulaklarımda….. Uçurtmaların uğultusu sardı beynimi...

Hoşçakal çocukluğum… Hoşçakal emmim, bibim, halam, dayım ablam… Hoşçakal mahallem…. Hoşça kal “Afşarım”

“ Gri ve hafifce de kızıl torakla kaplıydı kerpiç duvarlı bizim evin önündeki yol! “

Keşke hep öyle kalsaydı...
Ve yine her zaman olduğu gibi dönüş hüznü… Ardından tekrar Bala Gölbaşı Ankara…

Necip KÜÇÜK (Nisan 2010)

Necip Küçük
Kayıt Tarihi : 6.5.2010 16:23:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Rana Özyurt
    Rana Özyurt

    çok güzel . tebrikler

    Cevap Yaz
  • İnci Naz
    İnci Naz

    Çocukluğum düştü usuma,. köyün ortasından akan derde ellerimi yıkrken neden üsleri hep çatlak bu ellerimin diye düşündüğüm minicik halim geldi gözlerime.........harikasın sen Avşar OĞLU teşeşkkür ederim özümü dimağıma tattırdığın için......sevgi ve selamlar.....+10
    NAZ.

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (2)

Necip Küçük