Aferin virgül sana, sansara dikkat!
Bekçi gibi düdüğünü uzaktan çalıyor,
Uzaktan çiftliğe bir ölüm çiziyor,
Çiziyor bir mezar, kazıcısı ibikten,
Taşları tavuk tüyü, orduları ibikten,
Bir manga sansar almış, kümesi kaçır;
Çünkü aydede sansarı sevmiyor.
Virgül sana aferin, bence çok önemlisin,
Belki nokta değilsin, ama v
..........
..........
Kayıt Tarihi : 31.7.2002 02:47:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Soğuk bir sonbahar akşamı… Dede torun, çıtır çıtır yanan sobanın yanındaki masada oturmuş, hem konuşuyor hem bir şeyler yapıyorlar. Dede, arada yan dönerek elindeki uzun saplı maşayla hışırdayarak pişmekte olan kestaneleri çeviriyor, torun ödev yapıyor. Fırsat doğdukça, okulda verilen derslere hayat dersleri katılıyor.
Önce matematik ödevi yapılıyor. Dede, gözlüklerini tepesinden indirerek gidiş yolunu ve sonuçları kontrol ediyor. Sonra Türkçe ödevi yapılıyor. Ana fikir ve yardımcı fikirler bulunarak sorular cevaplanıyor. Yardım, cevap şeklinde ve dikte ettirilerek değil, düşünmeye sevk edilerek oluyor. Bu arada önemli konulara dikkât çekiliyor.
Torun, cılız bir çocuk… Her çocuk gibi vücuduna oranla iri bir başı var. Minyon tipli olmasa da bedeni henüz çok gelişemediğinden onun başı iri değil, kocaman görünüyor. Vav harfine benziyor. Onun için dedesi ona Virgül diyor. Hayatına nokta koymasın, uzun ömürlü olsun istiyor. Hayatında hiçbir şeyi düşünmeden noktalamasını istemiyor. Ona ölümün bile nokta olmadığını, onun anlayabileceği şekilde izah etmeye gayret ediyor. Bu güzel yavruyu; iyi, güzel ve doğru olan şeylere yönlendirirken öğrenme için dikkatini toplamasına, kavramak için akıl yürütüp sorular yöneltmesine seviniyor, onu sık sık taltif ediyor, övüyor. Bol aferinli bir dede torun ilişkisi…
Yarı oyun olan ve dinlenme sağlayan resim ödevi, her zamanki gibi uykunun bastırmakta olduğu zamana, yani en sona konuyor.
“Bir çiftlik resmi yapmam lazım dedeciğim… Bir çiftlik evi, ahırı, kümesi… Tavuğu turacı, kedisi, köpeği… Nasıl yapsam?”
“Yemyeşil bir yer olmalı! Ağaçlar içinde… Her taraf çiğdem çiçek… Kırmızı kiremitli bir ev, yanında bir arık, gökyüzünde sapsarı güneş…”
Kurşunkalemle tasarlanan, pastelle hızla renklenmeye başlayan resim yavaş yavaş ortaya çıkmaktadır. Dede, bazen radyodaki şarkıya eşlik etmekte, arada sırada göz ucuyla resmi takip etmektedir.
“Gamzedeyim, deva bulmam… Garibim bir yuva kurmam… Kaderimdir hep çektiğim… Aferin virgül sana! Hah! Öyle işte! Kümesi sağlam yap! Sansara dikkat!”
“Ama şimdi gece değil ki! Sansarlar tilkiler gece çıkar.”
”Ben o sansarlardan bahsetmiyorum ki Virgülcüğüm. Bekçi gibi uzaktan düdük çalan sansarlardan bahsediyorum.”
“Nasıl yani?”
”Kurt, kıranlık havayı sever… Onlar da genellikle gece gelirler. Her taraf karanlıkken, herkes uykudayken…”
“Hep gece mi gelirler?”
“Hep gece gelmeseler de karanlıklara boğdukları ortamda çalışırlar. İşleri güçleri para kazanmaktır. Hani o kümeslerde yetiştirilen tavuklar var ya… Piliçler, yumurtalar… Bunlar, onların gelir kaynağıdır. Üretir ve katlederler. Binlercesini, milyonlarcasını… Daha iki aylıkken… Nefisleri için… Hiç acımazlar. Gece gündüz ışık yakarlar başlarında… Onlar da hep gündüz zannederler… Uyumazlar, durup dinlenmezler… Hep yerler içerler, hızla gelişirler… Bir de aşılanırlar. Hormonlanırlar… Süratle palazlanırlar. Senin gibi yemeyip içmeyip, mızmızlanıp cılız kalmazlar. Çünkü kesime girecekler.”
“Sansarlar mı kesecek onları?”
“Sansarlar değilse de simsarlar…”
“Zavallılar…”
“Tavuk çiftliklerine ölüm çizerler onlar.”
”Ölüm mü? Ölüm nasıl çizilir dedeciğim?”
“Koca bir yığın… Tüy yığını… Kesilmiş ayaklar, koparılmış başlar… Tüy, bacak ve ibik… Mezar da mezarcı da, gömen de gömülen de onlar… Bir süre sonra bacaklar da kalmaz, kafalar da… Geride sadece tüyler kalır. Bizden geriye kalan mezar taşları gibi… Çünkü onları başka canlılar yiyemez.”
“Kimse dokunmasın kümesime! Tavuklarımı kimse almasın! Bak! Tel örgü yaptım. Kapısını da kapattım. Kilit asıyorum üstüne bir de…”
“Onlar kapı kişit dinlemezler. Çıkar içindekileri! Kaçır!”
“Sansarlar geceyi sever. Gece çıkarlar. Şimdi gündüz…”
”Fakat ay dede sansarları sevmez. Ben de sevmem.”
”Bak kocaman güneş yaptım. Boyadım, büyüttüm. Şimdi gelemezler.”
“Virgül, sana aferin! Bence çok önemlisin! İyi koru canlıları. Çıkarın için katletme! Büyümelerine, yaşamalarına fırsat ver! Güneşi hiç söndürme! Hep koru aydınlığı! Belki nokta değilsin, virgülsün. Küçüksün, küçücüksün ama çok işe yarıyorsun. Biliyor musun? En azından beni anlıyorsun.”
“Sen hiç ödev yapmıyorsun. Ne güzel! Benim ödevim hiç bitmiyor. Biri bitiyor, diğeri… Bu akşam bitti, yarın yine verecekler…”
“Benim ödevim de var. Hem de hiç bitmeyen bir ödev o! Hayatım boyunca ödev yaptım. Ödevim hiç bitmiyor. Bitse, sonuna nokta koyarım.”
“Senin ödevin ne dede?”
”Ödevim mi? Görevim yani… Sansarların boynuna silgi asmak… Hatalarını o silgiyle silsinler diye… O kan içinde kalmış pençelerini pis burnuyla silip temizlesin diye… Silsin diye burnuyla pencerelerini… Görsün artık diye insanlığı… Her şeyin para olmadığını… Onların da can taşıdıklarını…”
“Onlar saklanıyorlar. Korkuyorlar. Gece çıkıyorlar.”
”Sen çok cesursun virgül, saklanmıyorsun. Saklanacak suç işlemiyorsun. Onun için silgilerden hiç korkmuyorsun.”
”Sansar çizdim. Taşın arkasındaki çalılıklara gizlenmeye çalışıyordu. Fakat oradan çıkar da kümese saldırır diye sildim!”
“Sana aferin virgül! Silgi sansarı sildi. Bütün düşmanlar öldü, silgi de silginin işi de bitti. O da öldü. Silgi, Azrail. Her canı alır, en son kendi canını alır.”
“Piliçleri çiftçinin yatağına koydum. Yorganın altına sakladım.”
“Artık tehlike kalmadı. Piliçler dönsün artık geri.”
“Tamam! Kümesin önüne yem serptim. Şimdi birer birer geliyorlar.”
“Tirenle geri dönsün! Ördek şeftiren olsun. Tavuklar bando çalsın, horoz da teftiş etsin! Kazlar madalya versin, sana virgül aferin! Çünkü sansara bile meydan okudun!”
“Ne güzel! Çiftlikte bayram var! Resmigeçit yapacaklar! Fakat ben onu çizemem ki! Öğretmen kızar! O bize ‘bayram kutlaması’ demedi…”
“Zaten canlı dönmeyecekler ki! Sıkış tepiş kamyonetlerle gidip, et yığında halinde dönecekler! Sofralarımızda mis gibi kokular saçarak yer alacaklar. Çiftçi de piliçleri de afiyetle yiyecek! Oh! Allahtan korkmadıktan sonra dilediğini yap! Kuldan utanmadıktan sonra istediğini yap!..”
“Anlayamadım, dedeciğim! Ne dedin? Biraz yüksek sesle söyle!”
“Yok bir şey, canım! Romatizmalarım!.. Oturup kalkarken beni çok zorluyor da…”
Dede, bundan sonra diyeceklerini torununun idrak edemeyeceğini bildiği için yavaş yavaş yerinden kalkar, kestaneleri tahta bir tabağa almaya başlar. Kendi kendisine mırıldanmaktadır:
“Siz, ülkenin bu durumuna aldırış etmeyenler! Düşmanlar öldü diye kuştüyü yataklarınızda mışıl mışıl uyurken, felaket sizi aniden yakalayacak! Kendi gafletinizde boğulup gideceksiniz! Allah, herkesin alnına ölümü kazımış! Ben de öleceğim. İnşallah defterim sağ tarafımdan verilir de üzülmem! Fakat siz, vurdumduymazlar, caniler! Pervasızca günaha batmaya devam edenler! Kümeslerini korumaktan aciz horozlar! Kutlamalarla meşgul olun! Törenler yapın! Caka satın! Bu dünyada da, o tarafta da çok üzüleceksiniz! Öyle ki iliğiniz kemiğiniz, defterleriniz bile üzülecek!.. Bütün bu kötülüklerin, haksızlıkların, savaşların nedeni cehalet! Öğretmenlere ve din adamlarına çok iş düşüyor. En başta, eğitim laçka! Sisteme çok kızıyorum!”
“Dedeciğim! Bak, nasıl olmuş?”
“Çok güzel olmuş, Virgül! Aferin sana! Sen hep virgül kal, bir tanem! Kıskansın seni nokta! Sana bir ödül veremem ama gücenme! Kestane soyacağım şimdi. Onları yiyeceğiz. Yemek buldun, ye; dayak bulduk, kaç!”
“Sen de kaç, dede! Azrail’i görünce kaç! Seni yakalayamasın! Hiç ölme, e mi!..”
“İşte bir ondan kaçış yok, evlat! Fakat merak etme! Mümin için korku yok! Bizler, iman etmiş kişileriz. Her an öteye hazırız. Nokta koymayacağım ki ben hayatıma! Benim dünya hayatım virgülle sonlanacak. Biz ahrete, öldükten sonra tekrar diriltileceğimize inanan kimseleriz. Bundan eminiz. Müminleriz. Hem, kim demiş öleceğiz diye? Ne demiş Koca Yunus?”
“Ölürse, hayvan ölür! İnsan, ölesi değil!”
***
Dünyevi ve Uhrevi Mutluluklar…
Onur BİLGE
PENÇE değil, PENCERE değil, yazım hatası falan değil de şayet aslı PENÇERE ise, iki anlama da gelsin istenmiş. İki anlamda da alınıp yorumlanabilir.
Burada en önemli sözcük VİRGÜL... Onun ne anlama geldiği bilinince şiir anlaşılır.
Bu şiirde ne var? Ne yok ki!.. Sosyoloji, mantık, felsefe, tasavvuf, ekonomi, hayvan hakları... Acımasızlık, canavarlık, açgözlülük, katliam, cinsellik... Ticaret, ziraat, hayvancılık... Üretim, tüketim... Para, banka...
Yapı, Pablo Picasso'nun uçuk kaçık rengârenk tablosu... İlk okunuşta saçmalama... Masal saçması... Çocuk şiiri... Dadaizm örneği... Oysa nesneler öyle bilinçli seçilmiş ve öyle mantıklı sıralanmış ve kısa sayılacak bir şiire o kadar çok şey sığdırılmış ki! Üstelik hiç yığılma yok, sıkışıklık yok...
Şiir, sadece bilgi işi değildir. En çok akıl işidir. Ancak kıvrak bir zekâya sahip olanlar onu yakalayabilir ve ödüllendirilir. Fakat maalesef, şiir ayağa düştü. Herkes onu yerde aramakta... Oysa en büyük, en geniş vitrinde yani gökyüzünde, bir gök kuşağıdır ve bir uçtan bir uca boylu boyunca uzanmaktadır. O göz alıcı güzelliği görebilmek ve tüm renkleriyle seyredebilmek için, uzağı çok iyi gören ferli gözlere sahip olmak gerekir. O gözlerde başkalarına bulaştırmaya hazır mikrop dolu çapak olmayacak. Trahomlu gözler onu seçemez.
Gözünde astigmat olan, doğruları eğri görür ve eğri olduğuna bahse girer. Oysa iyi sağlıklı gözlere sahip olan bilgili ve iyi niyetli yani kıskanç olmayan kişiler, olanı olduğu gibi görür ve haklının hakkını teslim eder.
Şairimiz, şiiri ve şiirinin özgünlüğüyle fark edilmiş, ödülünü almıştır.
En güzel ödül, Allah'ın verdiği ve vereceğidir. İlahi adalet, hayata nokta değil, VİRGÜL koyar. Cümlenin ilk yarısı burada yaşanır ve bitmez. İkinci yarısı mutlaka öyle veya böyle yaşanacaktır.
DEFTER değil de DEFTERLER... Neden çoğul? Suç ve suçlu bir değil de ondan... Defterler, cümlenin virgülünün hemen sonrasında ellere verilecek. Sağdan mı soldan mı? Nokta var mı? Hayır! Yok! İnsanı, sonsuz yaşama arzusuyla yaratan, ölümsüzlüğe programlayan, self kontrolü elden hiç bırakmamayı öğütlemekte... Ödül veya ceza... İşte her şey buna göre düzenlenmekte...
Herkes çıkar peşinde koşmaktayken, gafletteyken, MOR KALEM geldiğinde, dünya duvarına ölüm denizini çizdiğinde günah yüklü defterler ve onları sollarından alanlar üzülecek. İşte o zaman, burada kurallara uyup iyi işler işleyenler ve hayatın ölümle sadece VİRGÜL aldığını bilenler, o anda, NOKTA sananlar tarafından kıskanılacak, cümlenin devamını, huzur içinde yaşamak üzere vaat edilen yere sevk edilecekler.
NOKTA nedir? NOKTA bitiştir. Sondur! Söyleyecek hiçbir sözü ve savunma hakkı kalmamak, teslim olmaktan başka çare bulamamaktır! Düşüştür! Mahvoluştur! Helak oluştur!..
ŞİİR nedir? ŞİİR, hayattır. Mümin, hayatına nokta koymaz! VİRGÜL koyar. Ne güzeldir VİRGÜL! Ne kötüdür NOKTA! Felakettir! Bir bitişe ve yok oluşa inanarak sorumsuzca, rezil bir hayat yaşamak! Fakat körler için güneş, sağırlar için ses yoktur. Keşke NOKTA koysalar, keşke NOKTA olsalar, acımasızca katlettikleri hayvanlar gibi türap olup gitseler!
MÜMİN nişan istemez. Çünkü hayatı bu kadarcık değildir, ona en güzel paye ve ödülü verecek olan HAKK'tır.
Bu kabataslak girişe VİRGÜL koyuyorum. İnşallah, şiirin bana fısıldadıklarını ve seyrettirdiği tabloları bir kurguyla aksettirmeye çalışacağım.
Bir dağ vardır MEKKE'de. Nur Dağı... Bir yüzünde secdeye varmış bir adam görünür, bir yüzünde bir cami kubbesi... Belki farklı açılardan çok daha bambaşka görünümler sergilemektedir. Gerçek şiir de öyle olmalıdır. Tablo gibi tek cepheden seyredilerek tek görünüm vermemeli, heykel gibi her yönden seyredilebilerek muhteşem görünümler sergilemelidir.
Sevgiler...
Onur BİLGE
hangi sozcuklerin.. kulakta hos cagrisim yaptigi.. hangi sozcugun.. tatli titresim yaptigi bilinir.. idi..
hangi bagin bag balisan gulusen..
derdim coktur hangisine yanayim..
gibi dizeler de.. hos tini verir.. hangi sozcugu..
sen simdi hangi sarhos tabagin da mezesin..
ben simdi seni hangi otel odasin da
hangi nezaret hane de ariyayim..
hangi karakol duvarina kafami vurayim..
gibi dizeler yazilirdi..
simdi ki gibi matkap tas motoru hak getire..
sozcuk mengeneye slklstirilip.. ege ile egelenir..
divitten ciktigi esna..
hokkadan bulasmis murekkep capaklari.. alinir.. torpulenirdi..
bugunun.. siir hokkabazlari.. fabrikasyon.. google arama motorun dan copy past yapip..
pasta cila cekmeksizin..
delet ile.. sozcuk eksiltme yoluna gidip..
space cubugu ile. olusturduklari bosluklara.. oturdugu yerden.. masa basindan klavye basindan.. iskembei kubradan.. salladigi sozcuk..
yanisira.. klise. hangi silsilesi..
ben biraz dusuneyim.. ayni ahengi verir..
bengi.. dengi.. cengi..
sanki.. yanki.. cahide sonku.. duvarin hitonku.. maykil ceksindan manki de manki.. korna kamilden vanki de vanki..
yanki.. cunku.. kanka kanki..
gibi sozcukleri yuvarlamaktan..
cumleye dubellemek.. acik agiz anahtarla slkistlrmak.. gibi emek harcanmasindan cekiniyorlar..
tork aleti ile sozcuk baski yeterliligini kontrol edeyim..
her dort dize de amortisor koyayim.. okur fazla sarsilmasin.. pul altina rondela birakayim ki.. zamanla dize yerinden oynamasin.. dizeyi tavlandirayim yurek hari ile.. genlestigin de sozcugu oturtayim ki.. sozcugu soguyunca kavrasin.. birakmasin.. gibi meslek incelikleri yok..
memur gibi saat bes dedimmi dukkan kapatiyor siir esnafi..
calan yok oynayani seveyim diyorlar..
senin bir siir dukkanin var.. okurun bin siir dukkani var.. sen okura guleryuz gosterme.. sen okura hizmet etme emek sarfetme..
sen okuru aldatma kandirma yoluna git..
hafta da bunun gibi iki ordek dusse yeter..
yirmibes lira fiyat cekki siir kitabina.. ayaga dusmesin siir..
pahali isen iyi usta sanirlar.. anlayisi.. herkesi siir ustasi yapti.. herkes kendi siirini kendi yaziyor..
siirin kapi da cizik mi var.. sok ve yenisini tak..
hani senin sanaatin.. ben orayi cekicleyim.. ben oraya macun vurayim.. bir boya atayim..
yapi meslek lisesinin edebiyat bolumunden ..
guzel sanatlar akademisinin siir fakultesinden mezunla degirmen dondurulmeye calisiliyor..
buyuk esnaf kucugu tuketti.. halbu ki kucukte samimiyet ictenlik..
balkondan seoet sarkitip.. sair efendi bana bir divan herife iki halk siiri kiza mani oglana bir ask siiri ativer.. devri kapandi..
Allah bin turlu belalarini versin.. muteahitten sair olur mu.. adam parasi ile siir dinetim sentrumlari.. sarkuteri.. siir shovrumlari aciyor..
dev pankartlar isikli reklamlar.. zurt tivi de soylesi.. zirt gazetesin de roportaj.. haber olmalar.. kapak olmalar..
siirin suyu cikti.. siirin cilki cikti.. zipcikti sairler cikti..
bu vesile ile de Ulku beye gani rahmet diler...
burnum da arap sabununa.. odun talasi katilmis... recine kokusu..
elektrotun ark kaynaginda cizirtisi kulagim da..
ve bor yagi ile silinmis siir tezgahlari..
ve tos torna ile islenip.. frezeden gicirdiyarak gecen sozcukleri..
yaglari benzin ile temizlenip.. el emegi goz nuru..
alindan ter ile.. sipir sipir.. gecmisin soz ustalari..diviti hokkasi cekicleri ile..
hilesiz hurdasiz.. yurek harin da samimi icten.. hepsine gani rahmet.. secki sebeb mutesekkirim.. saygilar..
TÜM YORUMLAR (5)